Zat-ı şahane...

ksk_chief

New member
14 Kasım 2007

Yılmaz ÖZDİL
[email protected]

Zat-ı şahane...


KAFAMIZA çuval geçiren Amerikalı’nın ayağına gidiyorsan... Sırtımızdan hançerleyen Arap’ın ayağına gitmenin ne sakıncası var?

Soykırımı tanıyan Arap’a, adında "Türk" olan şirketi satmakta sakınca görmüyorsan... Atatürk’ü tanımayan Arap’a madalya takmanın nesi şaşırtıcı?

*

Zat-ı şahane, nereye gitti bizden önce?

İngiltere’ye.

Ne yaptı orada?

Kraliçe’nin ayağına gitti.

Başbakan’ın ayağına gitti.

Londra Belediye Başkanı’nın ayağına gitti...

İki gün daha kalsaydı, inanın, pazarcılar odasının ayağına bile giderdi.

Niye?

Çünkü...

İngiltere’nin başsavcısı, "devlet" şirketi, British Aerospace Systems hakkında soruşturma açtı.

Bu devlet şirketinin, uçak satarken, Suudi Arabistan’a rüşvet verdiğini tespit etmişti.

Suudi Kraliyet Ailesi, uçak almak için para öderken, Aile’nin bazı fertleri rüşvet almıştı.

(Bunların kenefteki ibrikleri bile som altından ama, rüşvet almaktan vazgeçemiyorlar.)

Sonra?

İngiltere’de rüşvet almak yasak, vermek de yasak.

Başsavcı tam fişi çekecekti...

Suudi Arabistan nota verdi!

Dedi ki zat-ı şahane:

"Soruşturmayı derhal durdurun, yoksa sizden alacağım uçakları almam!"

Rüşvet alırken suçüstü yakalanan ülke, kendisine rüşvet veren ülkeyi tehdit ediyordu yani...

İngiltere Başbakanı, Dışişleri Bakanı ve Adalet Bakanı, apar topar başsavcıyı çağırdılar.

Ne oldu biliyor musunuz?

Suudiler’in yakası bırakıldı.

Ve, resmen şu açıklama yapıldı:

"Hukuk üstündür... Ama hukuk, İngiltere’nin çıkarlarından üstün değildir!"

*

İngiltere, işte bu.

Hani şu bize, AB normları dersi veren İngiltere!

Zat-ı şahanenin, tıpış tıpış Londra Belediye Başkanı’nın bile ayağına gitme sebebi de, bu.

*

Bakın, "rüşvet" dedim, aklıma geldi.

Zat-ı şahane, İngiltere Kraliçesi’ne ne hediye etti?

Abbas Paşa’nın elyazmalarını.

Abbas Paşa kim?

Osmanlı’ya karşı İngiltere’yi tutan Mısır Valisi...

Hatta, o da rüşvet almış, İskenderiye-Kahire demiryolunu İngilizlere vermişti!

*

"Osmanlı" dedik, oradan devam edelim...

Malum, bu zat-ı şahane, Mekke’deki Osmanlı kalesi Ecyad’ı yıkacaktı... İmza kampanyaları açmış, Kültür Bakanlığımız kınamış, TBMM’de özel oturum yapmış, Suudi Büyükelçisi’ni Dışişleri’ne çağırıp fırçalamış, UNESCO’ya falan şikáyet etmiştik.

Netice?

Çatır çatır yıktı!

Yerine diktiği binaların en iyi müşterisi kim oldu?

Biz.

Üstelik...

Bu zat-ı şahane, Ecyad’ı yıkarken, Cidde’de bir evi restore etmiş, kapısına da şu tabelayı asmıştı:

"Bu ev, Türklere karşı savaş vermemize yardımcı olan Lawrence’in karargáhıdır!"

*

Bitirmeden, ilave edeyim...

Bizim "hele bi yık" diye höt zöt yaptığımız günlerde, zat-ı şahanenin sesi olarak bilinen Okaz Gazetesi, hangi manşeti atmıştı?

"Dünyada, tarihe saygı hakkında konuşacak en son ülke, Türkiye’dir!"

Vallahi haklıymış... Kendi payıma özür dilerim.

NOT:

Madalya ekibinin Gazze’yi kurtarmak için İsrail-Filistin barışını sağladığı dakikalarda, Gabar’da şehit olan evlatlarımızı da yarın yazarız artık!




Hemşerim yine çok güzel yazmış,altıma tüm kalbimle imzamı atarım,helal olsun.:clap
 

ChaMuR

Altın Üye
güzel bir yazı y. özdil'den..
umarım bu çizgisini bozmaz ve sadece muhalefet yapmak için yazı yazmaya başlamaz..
 

araghorn-g

Pentaxian
kuşkusuz bu yazının altına bende imzamı atarım... ama yine anlamak isteyen anlayacak, anlamak istemeyen anlamayacak...
Araplar tarihte bizi sırtımızdan vurmuş önemli mi? önemli değil!!!! niye, onlarda müslüman bizde müslümanız, onların yapmış olduğu bu ihanet bir yanılgı, Lawrence'de onlar için bir kahraman bizim karışmaya hakkımız yok,

Araplar bizim mezarlarımızı yıkmışlar önemli mi?, hayır tabiki değil!!!!!! orada kimin yattığını biliyormuyuz ki konuşuyoruz...

Atatürk'ün ölüm yıldönümünde tüm dünya ülkelerinin bayrakları ülkemizde yarıya indirilmişken bu ülkeyi tamda o tarihte ziyarete gelen Suudi Kralının prensibi nedeniyle bayrağın göndere çekilmesi önemli mi? tabiki değil!!! çünki yaraları var biryerlerinde, kaşımaya gelmez...

bizim zat-ı şahane herşeyin en iyisini bilir !!!! siz nereden bileceksiniz ki...
 

XareoN

New member
Madalya ekibinin Gazze’yi kurtarmak için İsrail-Filistin barışını sağladığı dakikalarda, Gabar’da şehit olan evlatlarımızı da yarın yazarız artık!

Bende altına imzamı atarım. Kendi ülkeni kurtar önce. Bu adamlardan bi yol olmaz. Gerçi bu adamlara oy veripde başa getiren halk bunu hakediyo. Acı ama gerçek.
 

Leke

Altın Üye
Diktatör ( kral ) Hakkında Güzel bir yazıda ben paylaşmak isterim .

14 . 11 . 2007 - NaGehan ALÇı

Sabahları genelde 11.30 gibi uyanır kral. Öyle hemen kalkamaz. Kuş tüyü taht yatağında bir o yana, bir bu yana döner durur.

Kolay mı koskoca bir ülke yönetmek.

Değil, o yüzden güne uzun uzun hazırlanır.

Saat 12.00’de kahvaltısını buyurur.

5-10 somun ekmek, birkaç kangal sucuk, yağ, bal, kuzu eti, 5-10 yumurta... Binlerce dolar ödediği aşçı ordusu ne hazırladıysa onu yer.

* * *

Sonra çıkar tahtına.

Önce kahvaltıdan sonra biraz ferahlasın diye uşaklar büyük yelpazelerle yellerler onu.

Sonra da huzuruna çıkacakların listesini veriler.

Bazen salonda listenin dışında birini görür ve sinirlenir kral.

Ama etrafındakiler onu hemen yatıştırır: “Efendim o sizin 26. oğlunuz. 22. eşiniz olan annesinden bir mesaj getirdi.”

* * *

Bunun üzerine yatışır. Kendi resimleri ile kaplı duvarlara bir göz atar, gülümser.

“Vay be” diye geçirir içinden, “şu yakışıklılığa bak, şu heybete bak!”

Haklıdır, 83 yaşında olup, simsiyah sakallar ve bembeyaz giysilerle en fazla 60’ında gösterdiği doğrudur. Hem de üzerinde koskoca ülkenin yükü varken!

* * *

Bazen deniz aşırı ülkelere seyahatlere gider kral.

Böyle seyahatler için özel yaverler vardır. Kralın isteklerini listeler, bavullarını hazırlar bu yaverler.

O bavullara her gün bir diğerinden daha şık olması için kralın 30 adet beyaz entarisini, 30 çift birbirinin tıpatıp aynısını, bir de kralın boy boy resimlerini koyarlar.

Burhan ay pardon, Kral, kaldığı odaları kendi resimleriyle donatır.

O güzel yüzünü sık sık görünce yüzüne geniş bir gülümseme yayılır çünkü.

* * *

Kral gittiği ülkelerde protokol eşliğinde karşılanır hep. Ama o en çok Türkiye’ye gitmeyi sever. Çünkü orada bırakın protokolle karşılanmayı, sanki Türk Kralı muamelesi görür. “Keşke” der içinden, “Keşke padişahlık kalkmasaydı.” O zaman ben yine “Arap yatırımı filan diye bir konu açardım, Padişah da tahtına oturturdu beni.”

Sonra bu düşünceyi kafasından kovmak için 30 karısından bir kaçını huzuruna buyur eder.

Ardından da Türk televizyonlarını zaplamaya başlar. atv’ye gelince durur, ekranda Burhan Altıntop’u ve duvardaki portresini görür ve şöyle der: “Ya maşallah!”
 

araghorn-g

Pentaxian
çeşit olsun diye bırakmışlardır... yakında onuda emekli ederler merak etme....
 

64general1

New member
Yılmaz Özdil yine döktürmüş.Helal olsun ona ama bu anlatıma ragmen hala yapılan hataları savunmuyorlar mı deli oluyorum.Bereket bu yazıya muhalefet olmamış.
 

imgeler

New member
:) zaten işin komik yanı aynı MHP nin arap kralını incitmeyiz demesi (zenginleri incitmek onların işi degildir) birde başbakanın ve partsinin cumhur reisinin krala nota vermemesi açıkcası ben geçtim bağımsızlıktan falan bu ülkenin artık öksüz kaldığına inanıyorum.
Demek bu ülke bir arap kralına bile nota veremeyecek kadar dipte!!!!
 

sedapinar

New member
Tam da, Atatürk’ü sözde değil “özünde” andığımız gün, Suudi Kralı Hazretlerinin Ankara’yı teşriflerinde, Atatürk’ün “sözde” halefinin O’na ve milli onurumuza reva gördüğü hareketler, AKP iktidarının bu ülkeye ne sözde, ne de özde yakışmadığını bir defa daha gösterdi...
Neresinden başlamalı? Tek bir olay bile ülke hesabına utanç verici. Anıtkabir’e ziyarete gitmeyi reddeden Suudi Arabistan Kralı Bin Abdülaziz El-Suud’a, top sesleri eşliğinde “Devlet Şeref Madalyası” verildi, artık Gül-hane olan Çankaya’da!
Devlet Şeref Madalyası, yasasına göre; “Türkiye’nin bekası, ülkenin ve milletin bölünmez bütünlüğü için üstün feragat, fedakârlık, başarı gösterenlere” verilir. Allah için söyleyin, şu saydığımız koşulların hangisi, bu saygıdeğer konuk için geçerlidir? Kral Hazretleri bu öğelerden hangisine uyuyor. Türkiye’nin “varoluşu, bölünmez bütünlüğü” için, bırakınız herhangi bir şey yapmayı, hangi “fedakârlık ve feragat” i göstermiştir? Mesela; Güneydoğu hususunda, Kıbrıs konusunda, kendileri, hükümeti ve Birleşmiş Milletler toplantılarında Kraldan, her söylediği kelime başına maaş alan delegeleri, Türk davalarını savunmuşlar, tek bir parmak kaldırmışlar mıdır? Yapamazlar, çünkü patronları ABD, müsaade etmez!

Asıl sebep
Meğer Cumhurbaşkanı Gül’ün, Kral Abdullah’a Türkiye Cumhuriyeti’nin bir sivile verebileceği en büyük nişanı, yani Devlet Şeref Madalyası’nı takdim etmesinin asıl sebebi, Kral Hazretlerinin “Cumhurbaşkanı seçilen Gül’ü tebrik edip, kendi ülkesinin en yüksek nişanını vereceğinin” öğrenilmesi imiş. “Türkiye olarak” bu jeste karşılık vermek istenmiş. Özür, kabahatten de büyük. Gül’e “jest” , Kral Hazretlerine “jest”, ama milli onurumuz pahasına!
Ancak, Kral Hazretlerinin Türkiye için yaptığı “en büyük fedakârlık” İstanbul’un kalan tek nefes alınacak yeri “Sevda Tepesi” ni satın alması! Şimdi “Şeref Madalyası” na sahip Kral’ın, o cennet tepenin tümünü betonlaştırması için “yasa” çıkarılacakmış. Hiç şüphesiz, yabancı devlet adamlarını, Kralları “şanımıza” göre ağırlamak düşer bize! Atatürk, Afgan Kralı’nı, İran Şahı’nı, Yugoslavya Kralı’nı, İsveç Kralı’nı, İngiltere Kralı’nı en iyi şekilde karşılamıştı. Sonraki Cumhurbaşkanları da! En son olarak, rahmetli Sunay da İngiltere Kraliçesi’ni “izzet ve ikram” ile karşılamış, konuk etmişti. Ama böyle onurumuzdan fedakârlık ederek değil! Atatürk, İngiltere Kralı’nın vermek istediği, “Diz Bağı Nişanını” reddetmişti...
Başından alalım: Yanlışlar dizisi, T.C. Cumhurbaşkanı Gül’ün, Kral’ı bizzat gidip, Esenboğa’da karşılamasıyla başladı!
Fakat yaraya asıl basılan tuz, Kral’ın Cumhurbaşkanını huzurlarına çağırması ve onun da, “huzura” gitmesi!
Bu “huzurda” Kral, Türkiye Başbakanı’nı sağına, Cumhurbaşkanı’nı soluna oturtup, sanki Türkiye’de değil de Riyad’daki sarayında imiş gibi, bir fotoğraf çekilmiş. Kral’ın arkasındaki duvarda da Atatürk’ün değil, ya kendisinin veya bir önceki Kral’ın fotoğrafı asılı.
T.C. Cumhurbaşkanı, kendi devletinin itibarını hiç düşünmeden, tutar da yabancı bir ülke devlet başkanının ayağına gider mi?.. Oktay Ekşi “Gül, makamına göre bir perspektif ayarı yaptırsa, iyi olur” diyor! Ayar çoktan ve baştan kaçmıştı!
Kral Hazretleri, Türk Devletinin, kurucusunun Anıtkabri’ne “Vahabi” itikadı gereğince gitmiyor ve 10 Kasım’da, bayrağını yarıya indirmiyor ama, T.C.’nin Cumhurbaşkanı hiç “itikadı” yok mu da, Kral “çağırdı” diye, O’nun ayağına gidiyor.
Bu ziyaretin ve bu Kral’a verilen üstün payenin bir sebebi de AKP Hükümetinin, Orta Doğu Barışına katkı yapmak istemesi imiş. Geçin efendiler geçin, buna çocuklar bile inanmaz. Sayın Erdoğan, Türkiye’yi “pazarlamaktan” söz etmişti. Pazarlamanın sonucu satış! Bu ziyaret; geleceğimizin, onurumuzun kimlere emanet olduğunu, bir defa daha gösterdi!

Altemur KILIÇ
 

SendRozom

New member
kocaman Türkiyede kaç kişi kaldı bunları milletin gözüne soka soka yazan muhalefet olablecek bile kimse çıkamaz özdilin yazılarına araplar türkleri sevmez sinsi davranırlar tarih boyunca yardımlarıda olmamıştır yada bana denk gelmedi utanmasa kapısını açacaktı zaten cumhurbaşkanı bunları yapan senin otelde neişin var ne madalyası tarih boyunca ne iyiylik yapmışta veriyon
 

64general1

New member
Kral hazretlerinin kurulduğu koltuğun arkasında "kendi fotoğrafı" ve "şeriat bayrağı" asılı...

Çöl Çadırı Protokolü

Nilgün Cerrahoğlu - Cumhuriyet


Sanırsınız çöl çadırı.

Oysa Arabistan çöllerinde değil, T.C. başkentindeyiz.

Başkentin beş yıldızlı otellerinden biri kapatılmış.

Otelin restoranı, kabul salonuna dönüştürülmüş.

Bar kısmı, "Suudi talimatıyla" -alçıpanla- iptal edilmiş...

Suudi Kralı, kaldığı oteli çöl çadırına dönüştürüyor.

Cumhurbaşkanı'nı, Başbakan'ı ayağına çağırıyor. Birini bir yanına, öbürünü bir yanına oturtuyor.

"Ümmetin rakipsiz efendisi" havalarında kameralara poz veriyor...

Abdullah Gül , keyiften dört köşe. Nerdeyse ağzı fiyonk olacak...
Erdoğan , Batılı devlet başkanları karşısında sergilediği vücut dilinden farklı bir pozisyon almış.
Bush 'la buluşma karelerinin vazgeçilmez kompozisyonu; "bacak bacak üzerine atma konseptini" bir yana bırakmış...

Ayaklar, "saygılı bir resmiyet içinde" toparlanmış ve hizaya sokulmuş...

Başbakan'ın vücut dili bukalemun gibi! Coğrafi enlem ve boylama göre değişiyor.

Devlet protokolü de RTE'nin vücut diline göre -Cumhuriyet tarihinde görülmemiş- yeni şekiller alıyor.

Havaalanlarına gitmeler, gelmeler...

Kralın uçağı havalanana dek, apronda hazır ol beklemeler...

Çankaya Köşkü'ndeki yemek davletini, "selamlığa" çevirmeler...

Yerleşmiş protokol kuralları, "AKP'leşen Cumhuriyet'le birlikte" ; bir 10 Kasım sabahı A'dan Z'ye Suudileşiyor!

Ve Buckingham tarifesi

Suudi Arabistan Kralı'nın Türkiye ziyareti, gerçekte 13 günlük Avrupa gezisinin son durağı.

Kralın ekim sonunda çıktığı gezinin ilk ayağı İngiltere olmuştu.

İngiltere ziyareti, bir skandal gibi yaşandı.

Londra'da insan ve kadın hakları savunucuları, hop oturup hop kalktılar. Suudi rejimin barbarlıkları teşhir edildi; tespih taneleri gibi ortalığa saçıldı:


Şeriat yasalarının kadına uyguladığı zulüm, yargısız infazlar, kafa kol kesmeler, göçmen işçilerin mahkûm edildiği esaret düzeni, teokratik polis devleti, silah-petrol-rüşvet üçgeni ilişkileri...

Abdullah 'ın İngiltere gezisi boyunca manşetlerden, köşelerden inmedi.

Nerde kalmış "devlet protokolünü değiştirmek" ?

İngiltere'de geçirdiği dört gün boyunca Suudi Kral; İngiliz protokol kurallarına noktası virgülüne uydu.

Buckingham Sarayı'nda Kraliçe'ye konuk oldu.

Başbakan Gordon Brown' la; Başbakanlık ikametgâhı "Downing Street" te bir araya geldi, velihat Prens Charles' ı "Clarence House" ta ziyaret etti, Londra'da Belediye Başkanı için üşenmeden "Guildhall" a gitti.

Londra'dan ayrılırken Kraliçe'ye bir zahmet gene "makamında" veda etti.

Vatikan'da İsa'nın gölgesinde

Kral'ın, Türkiye'ye gelmeden son durağı Vatikan'da Papalık oldu.

"Bana Muhammet'in yeni olarak ne getirdiğini göster? Dini kılıç ile yayma emri ve kötü, insanlık dışı şeylerden başka bir şey bulamazsın!"

sözleriyle peygambere geçen yıl hakaret eden Papa'nın ayağına gitmekte hiçbir sakınca görmeyen Suudi Kralı, tahmin edersiniz Vatikan'a "şeriat bayrağı" çekmeye falan kalkmadı...

Tersine... Haçlı Papa'nın yanı başında, İsa' nın göğe yükselen resminin altında süt dökmüş kedi ğibi fotoğraf verdi.

Papa buna karşın, Abdullah'dan Suudi Arabistan'da "din ve vicdan özgürlüğü" önündeki engellerin kaldırılmasını talep etti.

Ve sadece Hıristiyanlara değil, Vahabi mezbehi dışındaki Müslümanlara yapılan baskıları da alenen "protesto etti".

Kral Abdullah Vatikan'ın maruzatlarını efendi efendi dinledi ve sineye çekti. "Armudun sapı, üzümün çöpü" demedi...

Taa ki laik Türkiye Cumhuriyeti'nin başkenti Ankara'ya gelene kadar.



"Haç" ve "İsa" nın resmi altında fotoğraf veren Suudi Kral, Ankara'da "Bizde türbe ziyareti yoktur!" diye Anıtkabir'e çıkmıyor. Atatürk portresi yerine, şeriat bayrağı ile kendi resmi önünde poz veriyor.

Devletimiz tabii Suudileştiği için, adam burayı artık "kendi evi" -pardon "özel çadırı" - sayıyor!

İslamcı rejime evrilmek böyle bir şey.
 

sedapinar

New member
Arabistan’a Suud ailesinin egemen olmasından sonra; burası, Türk düşmanlığı ile meşhur oldu. Bu düşmanlığın imalatçısı da ülkemize gelecek olan kralın ataları olmuştur. Suud Ailesi vehabiliğin temsilcisidir.1745'te ortaya çıkan Muhammed bin Abdülvehhab'ın icadı olan Vehhabiliği, Suudilerin atası olan Suud oğlu Muhammet kabul etmiş ve onun Arabistan'da yayıcısı haline gelmişti. Böylece; Suud ailesi, Vehhabiliğin resmi temsilcisi olmuştu.
Vehhabiler, Osmanlı Devleti'nin egemenliğinde olan Arabistan'da isyan edip şiddetli kan dökmeye başlayınca devlet bunların üstüne ordu gönderdi. Uzun çatışmalardan sonra Suudi emiri Abdullah bin Suud, 1818'de yakalanıp yardımcıları ve çocuklarıyla birlikte İstanbul'a getirildi. Suudi Abdullah (Suudi Abdullah bu kralın büyük amcasıydı) ve yanındakiler yargılanıp İstanbul'da asıldılar İşte şimdiki Suud hanedanı bunların soyundan gelmektedir.
2. Mahmut zamanındaki bu olay; Suudilerin içindeki Türk düşmanlığını daha da şiddetlendirdi. Zaten Vehhabi Araplar; Sünni- Hanefi Türk halkını bile Müslüman kabul etmezler. Bunlar, Birinci Dünya Savaşı başlayınca İngilizlerle işbirliği yapıp Türk ordularını arkadan vurdular ve İslam'ın kutsal şehirlerinin Hıristiyanların eline geçmesine yardım ettiler.Yani bu kral’ın atalarını İstanbul’da asmıştık.
Vehhabilikte; namaz kılmayanlar, oruç tutmayanlar kafir sayılır; Vehhabi olmayan Müslümanların kanını dökmek, malını yağmalamak haktır. Türbe ziyaret etmek, adak adamak, Allah'a ortak koşmaktır. Bu yüzden Vehhabiler bütün mezarları yıktılar. Peygamberin en yakınlarının mezarları bile yıkıldı.. Peygamberimizin doğduğu evin yerini bir çöplük gibi kullandıktan sonra tepkiler üzerine buraya uyduruk bir kütüphane yaptılar. Mezar yıkıcı olarak parlayan bu aile şimdi Kabe'nin çevresini gökdelenlerle çevirerek burayı bir iş merkezine çevirdiler... Bugün Peygamber’in mezarını ziyaret edip dua okumak da bu Vehhabiler tarafından yasaklanmıştır.
Kral Abdullah; sarayının kapısını Kabe’nin girişine kadar uzattırmış; Kabe’ye de yer altından yol açtırarak kendisi özel olarak buradan ziyarete gitmiştir
Suudilerin Türk düşmanlığının son örneği de Mekke’de Osmanlılardan kalma 300 yıldan fazla tarihi olan Ecyad Kalesi’ni yıktırmaları olmuştur. Kral Abdullah, burada Usame bin Ladin ailesine 31 katlı 11 adet gökdelen inşa ettirdi.
Türkiye’nin ve milletinin ebediliği için üstün feragat ve fedakarlık gösterdiği iddia edilerek madalya verilen Suudi kralının çizgisi ve inanışı işte budur.
 

HTML

Üst