chuckies
_-€X-_
Prof. Naci Bostancı yazısında Cambridge Üniversitesi'nin parlak zekalı bilimcisi Stephen Hawking'in gazetelere de intikal eden bir sözünü ele alıp eleştiriyor.
Stephen Hawking, tekerlekli sandalyede yaşamını sürdürmeye çalışan bir nevi felç hastalığından mustarip ünü sınırları aşan bir kozmoloji uzmanıdır. Hawking'in sözü şu: 'Evreni Tanrı değil, zaman yaratmıştır."
Prof. Naci Bostancı , Hawking'in bu sözünden yola çıkarak, daha sonra yazısında şu ifadelere yer veriyor:
"...Modern fiziğin, evrenin başlangıcı gibi bütünüyle spekülatif konularda kesin bir ifade tarzını tercih etmesi beklenemez."
Hawking'in bir Yaratıcı'nın varlığı konusundaki inançları bizi ilgilendirmemekle beraber, bu sözü hangi şartlarda ve ortamda söylediğini dikkate almak gerekliliği vardır. Zira Hawking'in Türkçe dahil 32 dile çevrilmiş "Zamanın Kısa Tarihi'' adlı eserini inceleyenler, kendisinin evrenin ilk yaratılış saniyelerinde neler olup bittiğini araştırdığını ve "başlangıç şartlarında" bir üstün gücün varlığını sorguladığını hemen anlayacaklardır.
Bizim görüşümüze göre ise, Sayın Bostancı'nın ifade ettikleri gibi evrenin başlangıcı, yani YARATILIŞ tezi, hiç de 'spekülatif' bir konu değil; aksine bilimsel kanıtlara, güvenilir delillere ve sağlam gözlemlere dayalı, laboratuvar deneyleri ile de desteklenmiş; kelimenin tam anlamıyla harikulade bir konudur.
Bugün YARATILIŞ tezi demek olan ve yabancı lisanlara da aynen geçmiş orijinal deyimi ile Big Bang; evrenimizin zamanımızdan yaklaşık 15 milyar yıl önce hiç yok'tan yaratıldığını açıklayan ve artık üzerinde hiçbir "spekülatif" kuşkuya yer vermeyen ispatlanmış ve bütün bilim çevrelerince kabul ve destek görmüş bir fizik yasasıdır.
Kozmoloji uzmanları, bize evren yaşının 15 milyar yıl olduğunu söylüyorlar. Evrenimizin belirli bir yaşa sahip olması demek, evreni oluşturan tüm yıldız kümelerinin, galaksiler, güneşler ve dünyaların "bir zamanlar" mevcut olmadığı anlamını taşır. Böylece gündemin baş köşesine oturan "yaş" kavramı, bizi bir başlangıcın var olduğu sonucuna ister istemez götürecektir. Bu başlangıca Big Bang veya tüm dünya dillerine tercüme edildiği gibi "Büyük Patlama" ismi veriliyor.
Big Bang yaratılış olayı, sadece Dünya'mızın veya Güneş Sistemi ile buna bağlı 9 gezegenin "yaratılışı" demek değil; tüm evrenin ve aslında evren maddesi demek olan atomların ve atom altı parçacıkların bir hiç'likten ortaya çıktığını, yani yaratıldığını; yok'tan var'a; hiç'likten hep'e dönüştüğünü; İslâmî verilere göre konuşursak, "vahdet" denilen birlik, teklik ve mutlakıyet âleminden, "kesret" denilen, çokluk ve izafiyet âlemine; daha açık bir ifade ile soyuttan somuta iniş ve geçişin gerçeğini izah ve ispat eder. Bu ispat, aynı zamanda şanı yüce Kur'an'da ifadesini bulan "KÜN: OL ve FEYEKÜN: OLDU!" gerçeği ile tam bir uyum içinde ahenkli bir anlam birliğinde çakışır!
Bu ispat ve izah, en son fiziksel ve gözlemsel verilerle bulgulara dayanmakta; artık üzerinde en küçük bir şüphe; en ufak bir tereddüde yer vermeyecek şekilde evrenimizin tüm boyutlara taşkın bir hızla yayıldığını ve saniyenin milyarlar ve trilyonlarda biri anında moleküllerin oluştuğunu, yani madde ve enerjinin kozmik bir çorbada birbirine uyumla karışarak uzay ufuklarında yıldızların, güneşlerin ve gök adalarının yerleşik bir düzenle ve akıl almaz bir hiyerarşik nizamla şekil ve vücut bulduğunu açıklar.
Bu olağanüstü olayı, sıradan ve doğal bir olay gibi görmek ya da göstermek asla mümkün değildir. Çünkü yaratılış olayı, sadece maddenin yaratılması demek değil; aynı zamanda modern fiziğin en temel ve şaşmaz bir kavramı olan "zamanın" da yaratıldığını açıklar.
İşte zamanımızdan 15 milyar yıl önce meydana gelen bu yaratılış sürecine bilimciler (Creation of the Universe: Evrenin Yaratılışı) adını vermişler ve üniversitelerin aydınlık ve ferah amfilerinde öğrenciler, bu harikalar harikası olayı, matematik denklemlerin göz kamaştıran terimleri yardımıyla, zihinlerine çivi gibi çakmışlardır.
Etrafımızda bizi çepeçevre saran tüm madde ve enerji yumağı, aslında milyar yıl öncesinden artakalan ve mükemmel bir denge ile birbirleriyle kuvvet alanları ile etkileşerek şimdiki zamanımıza kadar dolanım ve döngülerle uzanan elementlerin tümünü oluşturur.
İnsanın aklına hep aynı soru düğümlenerek gelmiştir. Acaba Lavosier adındaki Fransız bilimcisi, "Hiçbir şey yoktan var olamaz, var olan da yok olmaz" prensibini, evrenin yokluktan varlığa geçişi ile nasıl bağdaşacaktır?
Evren kurulduktan ve olağanüstü bir dengeleme, düzenleme ve ahenkle işlemeye başladıktan sonra, artık "yeni" bir madde yaratılmamıştır.
Maddenin yaratılamayacağı görüşü, evrenin yaratılmasından sonra işlerlik kazanan bir fizik ve kimya yasasıdır. Tabiîdir ki, periyodik cetvelde en basit bir element olan hidrojen ile ikinci sırada yer alan helyumun "arasına" 1,5 protona sahip bir atom çekirdeği koyamazsınız!
Sayıları 100 civarında olan ve birbirleriyle binlerce, on binlerce kez birleşerek karmaşık molekülleri oluşturan elementlerin sayıları ne azalır ne de çoğalabilir! Madde bir kalıptan öbürüne geçer; ama asla kaybolmaz. Ne yeni bir madde yaratılabilir ve ne de mevcut madde yok edilebilir. Tıpkı buzun su, suyun buhar; sonradan buharın, su ve buz olması gibi...
İşte bu bakımdan Lavosier haklıdır!
Bilimsel çalışmaların sınırları içine varsayımlar, faraziyeler, spekülatif görüşler ve önyargılar giremez! Bilim, sağlam delillere, güvenilir bulgulara ve sağlıklı gözlemlerden elde edilen temel verilere dayanmalıdır. Bütün bu bilgilerin daha önce teorisyenlerin hazırladıkları matematik denklemlere ve fizik kurallarına tam bir uyum göstermesi gereklidir. Aksi halde ortaya çıkan en ufak bir ahenksizlik ve belirsizlik, bilimsel anlayış ve yaklaşıma ters düşeceğinden, ortaya atılan hipotez alaşağı edilerek iptal edilir. Evrenin yaratılışı, keyfi ve sübjektif varsayımlara göre değil; belki onlarca, belki yüzlerce kez büyük bir dikkat ve titizlikle yürütülen araştırmalara, laboratuvar deneylerine, teleskop başında sabahlara kadar süren en uzak yıldızlardan gelen ışınların analizlerine dayandırılan ve artık üzerinde hiçbir kuşku ve tereddüt bırakmayacak bir açıklıkla ispatlanmış kesin hükümlü değişmez bir evren yasasıdır!
Evrenin yaratılışı konusunda bakınız Londra Üniversitesi'nden Prof. Paul Davies, şunları dile getiriyor:
"Evrenin yaratılışının ispatı, 20. yüzyılın en büyük keşfidir."
Bence bu söz, ne kadar iddialı ve ne kadar çarpıcı olursa olsun, yine de konunun geniş açılı anlamını kapsamaktan uzak görünüyor. Çünkü, evrenin yaratılmış olmasının kanıtlanması, yalnız 20. yüzyılın değil, tüm insanlık tarihinin; bilim, sanat ve teknoloji tarihinin en muhteşem zaferidir.
(Evrenin yaratılışına ilgi duyan meraklı okurlar, tarafımızdan yazılan ve ŞULE yayınları tarafından yayımlanan "OKU AMA NEYİ" isimli kitabımıza başvurabilirler)
Esasen evrenin yaratılmamış olması gibi sakat bir yaklaşım, bırakınız konunun bilimsel yönünü, mantık ve muhakeme prensipleri ile de bağdaşamaz. Zira sonsuz zaman öncesinden beri hep var olduğu öne sürülen bir "ezeli" evren modeli, akıl ve düşünce temellerine oturtulamayacak kadar çürük ve çarpıktır.
Evrenin, yani evren maddesi demek olan madde ve enerjinin bir t= 0 anında başlaması, çok yoğun ve sıcak bir kozmik yumurtanın birdenbire uzay boyutlarını yoktan yaratması ve uzayın uzak sınırlarına taşması, evrenin genişlemesi gerçeğini de gündeme getirecektir. Evrenin bugün genişliyor olması, uzak ve yakın yıldızların ve kümelerin birbirinden uzaklaşması anlamını taşıyan heyecan verici, çarpıcı ve şaşırtıcı bir konudur.
1965 yılında New Jersey'deki Bell Telefon Laboratuvarı'nda duyarlı bir radyo antenini ayarlayan iki elektronik mühendisi Arno Penzias ile Robert Wilson, ECHO yapay uydusu ile yürüttükleri çalışmada, uzayın 270 derecelik veya 3 K mutlak sıcaklığına tekabül eden bir fon ışımasını keşfettiler. Uzayın her tarafına sinmiş olan bu ışıma ile, evrenin genişleme sürecini yan yana getiren uzmanlar, yaratılış tezini tamamen ilmî gerçeklerle desteklemiş oldular.
İşte o zaman yer yerinden oynadı!
Tüm evrene yayılmış ve sinmiş olan bu sıcaklık değeri, aslında Big Bang'dan artakalan muazzam enerjinin, evrenin genişlemesiyle birlikte bugünkü değerine ulaştığının açık bir göstergesiydi.
Bu gösterge, evrenin zaman boyutunda geçmişten geleceğe doğru genişlediğini; genişlemeyle birlikte iç enerjisinde tıpkı gazlarda olduğu gibi sıcaklıkta da zamanla azalma gösterdiğinin kesin bir kanıtıydı.
Mademki evren genişliyor, mademki şimdilerde 2700 C'lik bir sıcaklığa tekabül eden fon ışıması (back-ground radiation), kuşku götürmez bir tarzda önümüzde duruyor. Buradan çıkan en çarpıcı sonuç şu olmalıdır:
Zamanda geriye doğru gittiğimizde, daha sıcak ve daha küçük bir Evrenle karşılaşacaktık. Bu gerçek, bizi 15 milyar yıl daha geriye gittiğimizde, minicik bir evrenin 1032 derecelik cehennem gibi bir sıcaklık değeri ile karşı karşıya bırakır!
O halde, bütün bu göstergelerin ortaya çıkardığı çarpıcı sonuç şudur:
Evren yaratılmıştır!
Prof. Stephen Hawking, bütün bu gerçekleri bilmez olur mu, bilir elbette! Bütün mesele Big Bang'ı kimin başlattığıdır!
Bir yaratıcı mı yoksa "zaman" mı?
Eğer yaratıcı derseniz mesele yok! Yok eğer evreni zaman yarattı derseniz, o zaman şu soruyu cevaplamanız gerekir!
Zamanı kim yarattı? HH Ailesi Cevabını Yanıtlamaya Çalışalım Bu Yazıdan Yola Çıkarak
Stephen Hawking, tekerlekli sandalyede yaşamını sürdürmeye çalışan bir nevi felç hastalığından mustarip ünü sınırları aşan bir kozmoloji uzmanıdır. Hawking'in sözü şu: 'Evreni Tanrı değil, zaman yaratmıştır."
Prof. Naci Bostancı , Hawking'in bu sözünden yola çıkarak, daha sonra yazısında şu ifadelere yer veriyor:
"...Modern fiziğin, evrenin başlangıcı gibi bütünüyle spekülatif konularda kesin bir ifade tarzını tercih etmesi beklenemez."
Hawking'in bir Yaratıcı'nın varlığı konusundaki inançları bizi ilgilendirmemekle beraber, bu sözü hangi şartlarda ve ortamda söylediğini dikkate almak gerekliliği vardır. Zira Hawking'in Türkçe dahil 32 dile çevrilmiş "Zamanın Kısa Tarihi'' adlı eserini inceleyenler, kendisinin evrenin ilk yaratılış saniyelerinde neler olup bittiğini araştırdığını ve "başlangıç şartlarında" bir üstün gücün varlığını sorguladığını hemen anlayacaklardır.
Bizim görüşümüze göre ise, Sayın Bostancı'nın ifade ettikleri gibi evrenin başlangıcı, yani YARATILIŞ tezi, hiç de 'spekülatif' bir konu değil; aksine bilimsel kanıtlara, güvenilir delillere ve sağlam gözlemlere dayalı, laboratuvar deneyleri ile de desteklenmiş; kelimenin tam anlamıyla harikulade bir konudur.
Bugün YARATILIŞ tezi demek olan ve yabancı lisanlara da aynen geçmiş orijinal deyimi ile Big Bang; evrenimizin zamanımızdan yaklaşık 15 milyar yıl önce hiç yok'tan yaratıldığını açıklayan ve artık üzerinde hiçbir "spekülatif" kuşkuya yer vermeyen ispatlanmış ve bütün bilim çevrelerince kabul ve destek görmüş bir fizik yasasıdır.
Kozmoloji uzmanları, bize evren yaşının 15 milyar yıl olduğunu söylüyorlar. Evrenimizin belirli bir yaşa sahip olması demek, evreni oluşturan tüm yıldız kümelerinin, galaksiler, güneşler ve dünyaların "bir zamanlar" mevcut olmadığı anlamını taşır. Böylece gündemin baş köşesine oturan "yaş" kavramı, bizi bir başlangıcın var olduğu sonucuna ister istemez götürecektir. Bu başlangıca Big Bang veya tüm dünya dillerine tercüme edildiği gibi "Büyük Patlama" ismi veriliyor.
Big Bang yaratılış olayı, sadece Dünya'mızın veya Güneş Sistemi ile buna bağlı 9 gezegenin "yaratılışı" demek değil; tüm evrenin ve aslında evren maddesi demek olan atomların ve atom altı parçacıkların bir hiç'likten ortaya çıktığını, yani yaratıldığını; yok'tan var'a; hiç'likten hep'e dönüştüğünü; İslâmî verilere göre konuşursak, "vahdet" denilen birlik, teklik ve mutlakıyet âleminden, "kesret" denilen, çokluk ve izafiyet âlemine; daha açık bir ifade ile soyuttan somuta iniş ve geçişin gerçeğini izah ve ispat eder. Bu ispat, aynı zamanda şanı yüce Kur'an'da ifadesini bulan "KÜN: OL ve FEYEKÜN: OLDU!" gerçeği ile tam bir uyum içinde ahenkli bir anlam birliğinde çakışır!
Bu ispat ve izah, en son fiziksel ve gözlemsel verilerle bulgulara dayanmakta; artık üzerinde en küçük bir şüphe; en ufak bir tereddüde yer vermeyecek şekilde evrenimizin tüm boyutlara taşkın bir hızla yayıldığını ve saniyenin milyarlar ve trilyonlarda biri anında moleküllerin oluştuğunu, yani madde ve enerjinin kozmik bir çorbada birbirine uyumla karışarak uzay ufuklarında yıldızların, güneşlerin ve gök adalarının yerleşik bir düzenle ve akıl almaz bir hiyerarşik nizamla şekil ve vücut bulduğunu açıklar.
Bu olağanüstü olayı, sıradan ve doğal bir olay gibi görmek ya da göstermek asla mümkün değildir. Çünkü yaratılış olayı, sadece maddenin yaratılması demek değil; aynı zamanda modern fiziğin en temel ve şaşmaz bir kavramı olan "zamanın" da yaratıldığını açıklar.
İşte zamanımızdan 15 milyar yıl önce meydana gelen bu yaratılış sürecine bilimciler (Creation of the Universe: Evrenin Yaratılışı) adını vermişler ve üniversitelerin aydınlık ve ferah amfilerinde öğrenciler, bu harikalar harikası olayı, matematik denklemlerin göz kamaştıran terimleri yardımıyla, zihinlerine çivi gibi çakmışlardır.
Etrafımızda bizi çepeçevre saran tüm madde ve enerji yumağı, aslında milyar yıl öncesinden artakalan ve mükemmel bir denge ile birbirleriyle kuvvet alanları ile etkileşerek şimdiki zamanımıza kadar dolanım ve döngülerle uzanan elementlerin tümünü oluşturur.
İnsanın aklına hep aynı soru düğümlenerek gelmiştir. Acaba Lavosier adındaki Fransız bilimcisi, "Hiçbir şey yoktan var olamaz, var olan da yok olmaz" prensibini, evrenin yokluktan varlığa geçişi ile nasıl bağdaşacaktır?
Evren kurulduktan ve olağanüstü bir dengeleme, düzenleme ve ahenkle işlemeye başladıktan sonra, artık "yeni" bir madde yaratılmamıştır.
Maddenin yaratılamayacağı görüşü, evrenin yaratılmasından sonra işlerlik kazanan bir fizik ve kimya yasasıdır. Tabiîdir ki, periyodik cetvelde en basit bir element olan hidrojen ile ikinci sırada yer alan helyumun "arasına" 1,5 protona sahip bir atom çekirdeği koyamazsınız!
Sayıları 100 civarında olan ve birbirleriyle binlerce, on binlerce kez birleşerek karmaşık molekülleri oluşturan elementlerin sayıları ne azalır ne de çoğalabilir! Madde bir kalıptan öbürüne geçer; ama asla kaybolmaz. Ne yeni bir madde yaratılabilir ve ne de mevcut madde yok edilebilir. Tıpkı buzun su, suyun buhar; sonradan buharın, su ve buz olması gibi...
İşte bu bakımdan Lavosier haklıdır!
Bilimsel çalışmaların sınırları içine varsayımlar, faraziyeler, spekülatif görüşler ve önyargılar giremez! Bilim, sağlam delillere, güvenilir bulgulara ve sağlıklı gözlemlerden elde edilen temel verilere dayanmalıdır. Bütün bu bilgilerin daha önce teorisyenlerin hazırladıkları matematik denklemlere ve fizik kurallarına tam bir uyum göstermesi gereklidir. Aksi halde ortaya çıkan en ufak bir ahenksizlik ve belirsizlik, bilimsel anlayış ve yaklaşıma ters düşeceğinden, ortaya atılan hipotez alaşağı edilerek iptal edilir. Evrenin yaratılışı, keyfi ve sübjektif varsayımlara göre değil; belki onlarca, belki yüzlerce kez büyük bir dikkat ve titizlikle yürütülen araştırmalara, laboratuvar deneylerine, teleskop başında sabahlara kadar süren en uzak yıldızlardan gelen ışınların analizlerine dayandırılan ve artık üzerinde hiçbir kuşku ve tereddüt bırakmayacak bir açıklıkla ispatlanmış kesin hükümlü değişmez bir evren yasasıdır!
Evrenin yaratılışı konusunda bakınız Londra Üniversitesi'nden Prof. Paul Davies, şunları dile getiriyor:
"Evrenin yaratılışının ispatı, 20. yüzyılın en büyük keşfidir."
Bence bu söz, ne kadar iddialı ve ne kadar çarpıcı olursa olsun, yine de konunun geniş açılı anlamını kapsamaktan uzak görünüyor. Çünkü, evrenin yaratılmış olmasının kanıtlanması, yalnız 20. yüzyılın değil, tüm insanlık tarihinin; bilim, sanat ve teknoloji tarihinin en muhteşem zaferidir.
(Evrenin yaratılışına ilgi duyan meraklı okurlar, tarafımızdan yazılan ve ŞULE yayınları tarafından yayımlanan "OKU AMA NEYİ" isimli kitabımıza başvurabilirler)
Esasen evrenin yaratılmamış olması gibi sakat bir yaklaşım, bırakınız konunun bilimsel yönünü, mantık ve muhakeme prensipleri ile de bağdaşamaz. Zira sonsuz zaman öncesinden beri hep var olduğu öne sürülen bir "ezeli" evren modeli, akıl ve düşünce temellerine oturtulamayacak kadar çürük ve çarpıktır.
Evrenin, yani evren maddesi demek olan madde ve enerjinin bir t= 0 anında başlaması, çok yoğun ve sıcak bir kozmik yumurtanın birdenbire uzay boyutlarını yoktan yaratması ve uzayın uzak sınırlarına taşması, evrenin genişlemesi gerçeğini de gündeme getirecektir. Evrenin bugün genişliyor olması, uzak ve yakın yıldızların ve kümelerin birbirinden uzaklaşması anlamını taşıyan heyecan verici, çarpıcı ve şaşırtıcı bir konudur.
1965 yılında New Jersey'deki Bell Telefon Laboratuvarı'nda duyarlı bir radyo antenini ayarlayan iki elektronik mühendisi Arno Penzias ile Robert Wilson, ECHO yapay uydusu ile yürüttükleri çalışmada, uzayın 270 derecelik veya 3 K mutlak sıcaklığına tekabül eden bir fon ışımasını keşfettiler. Uzayın her tarafına sinmiş olan bu ışıma ile, evrenin genişleme sürecini yan yana getiren uzmanlar, yaratılış tezini tamamen ilmî gerçeklerle desteklemiş oldular.
İşte o zaman yer yerinden oynadı!
Tüm evrene yayılmış ve sinmiş olan bu sıcaklık değeri, aslında Big Bang'dan artakalan muazzam enerjinin, evrenin genişlemesiyle birlikte bugünkü değerine ulaştığının açık bir göstergesiydi.
Bu gösterge, evrenin zaman boyutunda geçmişten geleceğe doğru genişlediğini; genişlemeyle birlikte iç enerjisinde tıpkı gazlarda olduğu gibi sıcaklıkta da zamanla azalma gösterdiğinin kesin bir kanıtıydı.
Mademki evren genişliyor, mademki şimdilerde 2700 C'lik bir sıcaklığa tekabül eden fon ışıması (back-ground radiation), kuşku götürmez bir tarzda önümüzde duruyor. Buradan çıkan en çarpıcı sonuç şu olmalıdır:
Zamanda geriye doğru gittiğimizde, daha sıcak ve daha küçük bir Evrenle karşılaşacaktık. Bu gerçek, bizi 15 milyar yıl daha geriye gittiğimizde, minicik bir evrenin 1032 derecelik cehennem gibi bir sıcaklık değeri ile karşı karşıya bırakır!
O halde, bütün bu göstergelerin ortaya çıkardığı çarpıcı sonuç şudur:
Evren yaratılmıştır!
Prof. Stephen Hawking, bütün bu gerçekleri bilmez olur mu, bilir elbette! Bütün mesele Big Bang'ı kimin başlattığıdır!
Bir yaratıcı mı yoksa "zaman" mı?
Eğer yaratıcı derseniz mesele yok! Yok eğer evreni zaman yarattı derseniz, o zaman şu soruyu cevaplamanız gerekir!
Zamanı kim yarattı? HH Ailesi Cevabını Yanıtlamaya Çalışalım Bu Yazıdan Yola Çıkarak