yitirilmiş sevdalara

nuri_abi

New member
Katılım
12 Ara 2005
Mesajlar
8
Reaction score
0
Puanları
0
Arıyorum, biliyorum birgün bulacağım ama burda ama çok uzaklarda......

Soğuk bir bıçak gibi kesiyordu umutlarımdan arta kalan yarım yamalak gözyaşlarımı. Bırakılmış, unutulmuş bir tükeniş ve bir damla da gözyaşı kalmıştı karanlıklara açılan ellerimde.

Herşey ne güzeldi oysa. Sen karanlıktan korkardın, ben sensizlikten. Sen beni sığınacak bir kale gibi görürdün bende seni o kalenin içindeki küçücük hayaller gibi görürdüm. Sen benim için çabalarken ben senin için savaşırdım gizli gizli. Herkes hayatta en iyi bildiği şeyi yapmalı derdin bana. Benim en iyi bildigim şey savaşmak senin se ansızın çekip gitmekti.
Geç farkettim.
Şimdi ise uğrunda savaşacak bir nedenim olmadan ilerliyorum o korktuğun karanlıklara. Senden bir hatıra kaldı içimde. Ne zaman seni hatırlasam kaybolmaya-kaybetmeye-mahkum bir adam gelir aklıma ve ne zaman kendimi düşünsem hey uğruna yitirdiğim sevdaların tadı çalkalanır dudaklarımda..
O ıssız geceleri hatırlarım zaman zaman. Hani senin o çok korktuğun şimşekler çakıyor bugün yüreğimde ve seni sıcacık saran yağmur hırpalıyor kaybolmuş bedenimi....
Şimdilerde soğuk bir bıçak gibi keserken umutlarımı en can alıcı yerlerinden bir sen aramıyorum artık. Artık bir senden arta kalan bir beni bulmaya çalışıyorum o kaybolmuş sokaklarında yaşadığım şehirlerin.
Şimdilerde yitik bir sevda aramıyorum kazandığım zaferlerde, kaybettiğim umutlarımı arıyorum tanımadığım tenlerde.
Bir yudum umut kaldı içimde, her ıslanan göz yaşında seni görmek değil bu sefer kendi için ıslanan bir gözyaşını silmek ellerimle ve ellerini tutmak o küçücük yağmur tanelerinin tanımak istediğim yeni sevdalarda....
Artık sana hediye edebilecek bir tek pes etmem kaldı. Onu da sana vermiyorum. Benden alıp götürdüklerine karşılık o bende kalacak artık. Ağladığımı göremezsin demiştim sana. Göremeyeceksin de....
Şimdi seni değil kaybolmuş beni arıyorum yabancı tenlerde, sahte dudaklarda ve kaybolmuş bedenimi aradığım kimsesiz sokaklarda.
Artık senin yerine koyabileceğim bir başkasını değil, uğruna birkez daha savaşabileceğim birini arıyorum. Şimdi sendeki kaybolmuş umutlarımı dolduracak birini değil bana tekrar beni hatırlatacak birini, seni ne kadar sevdiğimi değil onu ne kadar çok sevebileceğimi bilen birini, senin için ne kadar ağlayacağımı değil onun için ne kadar yanacağımı bilen birini arıyorum.
Şimdi savaşacağım değil sevebileceğim birini arıyorum aslında.....

29.07.2005
 
Gözlerinin içine baktığımda kaybolmuş benliğimi gördüm; o titreyen, umut dolu bakışlarında. Sanki yıllardır aradığım bütün her şey orada, yitirilmeye yüz tutmuş bütün okyanuslarım ve çoktan unutulmuş o masum çocukluğum bile….
Bir apartmanın kapısında karşılaşmıştık seninle. Ben apar topar, koşarak çıkarken merdivenleri, sen de aşağı iniyordun, karşılaştık. Sanki bütün kelebeklerini üstüne toplamış, sanki yıldızları elbise yapmış, sanki gölgelerin arasındaki ufacık kıpırtılarımı saklamıştın ellerinde…. Gece ilerledi seninle olan o sonsuz dakikalarımda birlikte. Kendimi yanında yeniden bulmuş, yeniden doğmuş gibi hissettim. Hiç tanımadığın halde bana beni hatırlatıyordun farkında olmadan. Bitirdiğim bütün oyunlarımı, yaptığım hileleri, söylediğim yalanları hepsini bir anda kenara fırlatmış sanki hiçbir şey yokmuş gibi yaşatmıştın bana o sonsuz maviyi, o bitmemiş ümitlerimin içinde saklandığı kırların arasındaki minik gelincikleri…
Bütün gecem seninle birlikteydi, kalmıştın sanki ellerimde ve ben tekrar savaşacak bir şeyler bulmuştum içimdeki ölü denizlerde. Yan yana oturmuştuk sohbet ediyorduk ama sanki konuşan biz değildik. Dudaklarımız kendiliğinden şekil değiştiriyor, sesler kendi istedikleri gibi çıkıyordu sanki, içinden gelebildiğince doğal, olabildiğince sade. Bir türlü çıkaramadım aklımdan. O gece yanımda bir başkası kalmıştı, sabaha kadar ona senin hayalinle sarılmıştım belki. Sendin beklide o bir başkası sandığım yanılsamalar, içimdeki kıvılcımları yeniden ateşleyen o sessiz sözcükler, o saklanmış umutlar. Sen olmanı dilerdim beklide ve beklide iyi ki sen değildin aslında. Ertesi gün oldu; nasıl olduysa yanımdaydın gözlerimi açtığımda. Güneşin ışıkları dans ediyordu etrafında ve kırlarda olduğumu hayal ediyordum o koca şehirlerin içindeki küçücük evlerde, o küçücük evlerdeki sonsuz ümitlerde. Kahvaltı etmiştik seninle-yıllar sonra ilk defa sabah birileri benim için bir şeyler hazırlamıştı- şaşırdım. Ne olduğunu anlayamadığım kelimeler boğazıma takılmıştı. Yanımda tanımadığım kişiler vardı. Birini hatırlıyorum o benim kuzenimdi, diğerlerini tanımıyorum. Galiba akşam biraz fazla yudumlamıştık kadehleri başım ağrıyordu hala. Sonra duşa gittim malum sıcaklar yerinde. Orada umutlarımı tarttım. Akşam o her zaman gittiğim ve hiç uğramadığım barda oturup konuşmalarımız geldi aklıma. Kalkıp dans etmemiz, benim senin önündeki içkiyi alıp su koymam sana fark ettirmeden. Sonra başka bir bara geçişimiz, gecenin tadını sonuna kadar çıkarmaya karar vermiştik bu kesin. Aklıma geldikçe güldüğüm çocukça, masum itiraflar sımsıkı sarılmalar ve yudumlamaya devam ettiğimiz umutlar, cam şişelerin içinde ve kadehlerde servis yapılan gülücükler, yalanlarla bezenmiş küçücük şehirlerdeki büyük masallar…..
Gecenin dördüydü herhalde; bardan çıkmıştık ve oradan eve gitmiştik seninle, sabaha kadar konuşmuştuk sonra bir ara acıkmıştık. Yiyecek bir şeyler almak için koyu karanlıkların arasında kaybolmuş, tanımadığımız yerlerde ürkek sesleri duymuştuk. Kıpır kıpır olmuştu sanki içim. Ve uykumuz gelmişti artık, sen yatağa geçmiştin, bense karşındaki koltukta uzanıp kalmıştım. Gözlerimi açtığımda sabah olmuştu, sen bana sıkıca sarılmış uyuyordun hala ve ben uykuyu sevmediğimi anlamıştım o anlarda. Seni uzanıp, uzun uzun seyrettim. Sanki hiç okunmamış bir kitapta saklanmış mısralar gibi, yaşanılmamış romanlarda saklanan umutlar gibi, belki de bir su misali uyuyordun kollarımda öylesine durgun ve öylesine dingin. İçimden binlerce yıldız kaydı o anlarda.
Duştan çıkmıştım artık. Oturup konuşmak istemiştim uzun uzun ama sen susuyordun. Acaba seni kıracak bir şey mi yapmıştım diye düşündüm…Korkularım sardı kanatlarımın etrafını. Dayanamadım sordum. Sanki o an içimde binlerce cam kırığı batmıştı karanlıklarıma. Benim için karanlık hep bir huzur taşırdı kollarında ve bir parça da umudu barındırırdı o ufacık ellerinde, o sonsuz parıltılarla bezenmiş minicik gözlerinde…. Gün ilerlemişti artık. Seninle uzun uzun bakışıyor konuşmadan saatlerce birbirimizi anlatıyorduk sanki. Gözlerinin içinde sürekli kayboluyordum. Her bakışımda sanki milyonlarca umut kümesini içinde barındırdığını hissediyor, içindeki ırmakları, akan minicik pınarları ve onun içinde oynayan çocukları görüyordum sanki. Bir an dudaklarımda bir sıcaklık hissettim. Bilmiyorum nerelere kayboldum yine. Sanki düşler ormanına yapılan seyahatler gibi. İçimde dolaşan kanın sıcaklığını hissetmek gibi. Bir an kalbim durdu. Bütün dünya sustu. Sadece kalp atışlarını duyuyordum artık. İçindeki pır pır eden kırlangıçların kanat çırpışlarını… Gözlerimi açtığımda gördüğüm rüya devam ediyordu…..
Bugüne kadar bana hep güçlü olmam öğretilmişti. Ufak bir çocukken bile kavga etmeyi öğretmişlerdi. Elimde tabancalar, kılıçlar ve yaşayamadığım bir çocukluk sunmuşlardı önüme. Altın kafes ve kanarya gibi. Ne zaman ağlayacak olsam “Erkek adam ağlar mı?”, ne zaman susacak olsam “Delikanlısın oğlum, tutulma!”, ne zaman yaşayacak olsam “Ölüm senin damarlarında, yaşamak neyine!”, ne zaman misketlerimin peşine koşsam “Çocuk musun sen?”….. Peki ne zaman ben olacağım. Ne zaman oturup ağlasam bana ağlama demek yerine sımsıkı sarılacak bir sevda olacak yanıma? Peki ne zaman sadece kendim olduğum için oyunuma devam edeceğim, başkalarının kelimelerinin arkasına saklanmadan. Bilmediğim sorular o kadar arttı ki bir anda bütün hepsinin cevabının sende olduğunu düşünmüştüm sanki. Bana her konuda verebilecek bir cevabın olduğunu ummuştun aslında. Yaşayamadığım çocukluğumun ardından bana tekrar çocukluğumu getirdiğini hissetmiştim gözlerinde. Tekrar kalbim atmaya başlamıştı sanki içine gömüldüğüm tabutumda. Yeniden uçurtmalar görmeye başlamıştım göklerde hani şu en kocamanlarından, en renklilerinden. Bir elimde misketlerim bir elimde pamuk helvam. Bir yanımda umutlarım bir yanımda masallarım. Bir yanımda anılar bir yanımda küçücük futbol topum. Sanki yeniden başlamıştım her şeye, bu defa daha güzel olacağını bilerek. Bu defa inanarak, bu defa hatırlayarak...
Artık gitmem gerekiyordu. Saklandığım karanlıklara geri dönmenin vakti gelmişti tekrardan ve tekrardan yarı ölümü, yarı yaşamı tatmam gerekiyordu. Yanından ayrılırken sana söylemeyi unuttuğum birkaç kelimem kalmıştı. Söylemek istediğim halde boğazıma takılan, söyleyemediğim birkaç kısa kelime.
“Beni tekrar yaşama döndürdüğün için teşekkürler. Tekrar hissetmeye başlattığın için teşekkürler. Gözlerinde kendi çocukluğumu bulmamı sağladığın için teşekkürler. Tabutumun kapağını araladığın için, ustaca ayırıp çürümüş etimi kemiklerimden; sıfırdan sunduğun bir yaşam için, seninle yada sensiz tekrar yaşama döndürdüğün için, bana benden alınmışları geri verdiğin için teşekkür ederim. En çok ta kendim için teşekkür ederim.”
Söylemek isteyip de söyleyemediğim birkaç kelimeyi aklıma getirdiğin için, saklandığım yerlerden çıkma cesaretini bana verdiğin için, susup beni dinlemek yerine bana ben olduğumu hatırlattığın için, ve daha bir çok şey için…. TEŞEKKÜRLER!
 
Bu aralar bu soruyu sıkça sormaya başladım kendime. Kimim ben, neyim neden buralardayım?
Kaydetmiş biriyim aslında. Zamanlarını kendine acımakla harcamış bir zavallı. Aldatmış, ağlatmış, ayrılmış bunları bir hüner gibi sergilemiş...
Dedim ya zavallıyım ben. Yaşadıklarım, yaşattıklarım, acılarım...
İnsanları kandırdım, tükettim, acı verdim. Bunları yaparken zevkte aldım. Hep anı yaşadım, sonu düşünmeksizin umdum, umut edildim. Yalnız kalmadım hiç, hiç terkedilmedim. Terkeden ben oldum her defasında, aldatan ben.. Tükenen de ben aslında... Bunlar şimdi bir bir kafama dank ediyor. Thor' un gürzü gibi kafama çarpıyor, zeus'un yıldırımlarları gibi, sevdamın gözyaşları gibi... Ne kadar basit kelimeler değil mi aslında. Her defasında insanlara iyi olmayı öğütlerken, iyi olduğumu hissettirirken aslında hep kaçtığım kötülük benim, aslında o kaybolduğum karanlık benim. Aslında ben bir hiçim...
Yalnızlıkmış insanı eğiten, güçlendiren, akıllandıran. Gerçekten de haklıymışlar anlatanlar... Hep yapmacık gülücüklerimi açtırdığım sahte maskelerimde insanlara karşı hep bir çekim yarattım, hep bir tuzak.. Ne kadar da basit kelimeler aslında, ne kadar basit davranışlar, kaliteden, sevgiden belkide insan olmaktan bir o kadar uzak...
Birini beğenirsin, duygu yoktur orada, dürtülerdir esas olan. Yanına yaklaşırsın, ona sıcak gülücüklerle dolu bir sepet uzatırsın, yanında keskin, kendinden emin şehvet dolu bakışlar. Kandırırsın karşındakini bu yapmacık tavırlarınla. Sonra ona sana güvenmesini söylersin. O kadar güvenilmez biri olduğun halde insanları kendine inandırmayı da iyi bilirsin. İnsanlardan kaçarken en iyi saklanacak yerin onların için olduğunu bilecek kadar zeki, insanların neler hissettiğini, yaşadığını anlayacak kadar duygusal ve onları sana en muhtaç oldukları anda yüz üstü bırakacak kadar acımasız.....
Nesin sen Murat. Kimsin, amacın ne? Bunları o kadar çok sordum ki kendime. Hiçbir zaman cevabına varamadığım, sonsuz döngüler, sayısız hiçlikler. Boş küme gibiyim aslında. İçine giren herşeyi yok eden bir karadelik. Etrafındaki herşeyi içine çeken, sonra da yok eden bir düzlemsizlik....
En çok ta bu canımı yakıyor ya. En çok ta bu acıtıyor ya bedenimi. Sevememek insanları, umutlandırmak ve terketmek, yapayalnız birbaşına bırakmak, gitmek...
Aslında en çok ta bundan korkardım zaten. Yalnız kalmaktan korktuğum için yalnız bırakan ben olurdum, terkedilmekten korktuğu için terk eden, aldatılmaktan korktuğu için aldatan, birbaşınalıktan korktuğu için insanların arasında sığınan... Kendi olmaktan korktuğu için maskeleriyle dolaşan, kanmaktan korktuğu için kandıran, kanamaktan korktuğu için kanatan...
Neyim ben? kimim? Şu zavallı adam kim. Terkedilmeden terkedilmiş, yalnız bırakılmadan unutulmuş, dokunulmadan kanatılmış...
Saklandığım perdelerin arasından hayatı izleyen, rolünü kaybetmekten korkutuğu için ezberleyen, sevmekten korktuğu için terkeden.
Galiba bir hiçten biraz daha fazlayım. Günahları olan bir melek belki ve belkide insanlara unuttuklarını hatırlatmak için yola çıkan bir keşiş. Pembe gözlükleri çıkarmanın gerektiğini hatırlatan bir felaket tellalı, belkide sevmeyi beceremediği için sevilmeyi başaran bir yalnızlık rüzgarı...
Ben umutları yaşamamış bir çocuğum, sevdaları sadece yüzeysel tatlarla adlandıran bir yalan makinesi, güzellikleri içine çekip yutan bir karadelik,
belkide oyuncakları elinden alındığı için öfkeyle bağıran bir çocuk....
 
eyvallah eski defterleri yeniden karıştırdık....
 
Geri
Üst