Nasıl olup da böyle bir yetenek kazanmış olduğumu bilmiyordum.Ben de her
insan gibi başkalarının, hakkımdaki düşüncelerini bilmek istemişimdir elbet.
Ama bu başıma gelen. Korkunçtu. Fark ettiğimde çok geç olmuştu. Fark etsem
de önleyemezdim ya, olanlar olmuştu.
Doğal olarak “her zamanki gibi bir sabahtı”. Koşuşturmaktan, kimsenin yüzüne
bakamadan yollara düşmüştüm. İnanılır gibi değildi. Kimin gözlerine birkaç
saniyeden fazla baksam, kalbini açık bir kitap gibi okuyordum. Daha doğrusu
kalbinin bana ilişkin yapraklarını.
İlk anda ne kadar korkunç olduğunu kavrayamadım.Eğlenceli bir yanı bile vardı.
Kapıcı yorgun göründüğümü, manav bu yaştan sonra adliye yollarında kâtibelik
benim neme gerek olduğunu düşünüyordu, aldırmadım. Kasadaki kız siyah
eteğimdeki beyaz ipliğe takılmıştı, fark ettirmeden aldım.
Adliyeye vardım. Duruşmalar başladı. Bir cümleyi kaçırmışım, reisin yüzüne
baktım, efendim? Gözlerime baktı, tekrarladı. Kalbini gördüm, kalbim acıdı.
Keşke, dedim, böyle bir yetenek kazanmamış olsaydım.
Ağır ceza salonunun kâtibesi yanımda, ne’n var, dedi, durgun görünüyorsun.
Anlatacaktım. Yüzüne, gözlerine baktım. Yüzü şefkatle aydınlanmıştı, kalbi,
inanamadım. Kalktım. Lâtife’ye uğradım. Bana bir çay yap, dedim, yanında
limon da olsun. Biliyor musun, diye söze başladım. Bana neler oldu. Fincan
elinde odaya girdi, bir an tökezledi. Yüzüne baktım, gayriihtiyârî göz göze
geldik. Kalbinde tuttuğum yeri gördüm, görmez olaydım. Yerimden fırladım.
Çayın, diye seslendi ardımdan. Ve, hani bana bir şey anlatacaktın.
Kalsın,dedim,kalsın.
Bütün gün böyle oldu. Kimsenin yüzü kalbine uymuyordu.Bir kâbusa benziyordu
da uyanamıyordum. Yapayalnız kalmıştım. Ben şimdi kime güveneceğim?
Kalplerini okumazden evvel hepsine güven duyuyordum, ne kadar mutluydum,
ne kadar huzurlu.
Apartmanın girişinde şu bizim felsefe öğrencisine rastladım. Merhaba
hanımefendi, dedi, bugün nasılsınız? Sorma, dedim, başıma gelenleri.
Kimin gözlerine baksam kalbini okuyorum. Memnun değil misiniz, dedi?
Böyle bir yeteneğe sahip olmak için ruhunu satmaya hazır kaç kişi var,bilmiyor
musunuz? Çok mutsuzum, dedim. Hep ikiyüzlülük ve riya görüyorum.
Ama, dedi, bilmiyor musunuz, insanlar hep iki yüz taşırlar.Biri görünürdedir,
biri görünmezde bunların. Dorian Gray’ın Portresi’ni okumamış olamazsınız.
Tam da öyle, okumamıştım ya üzerinde durmadım. Peki, dedim, iki yüz taşıyan
insanların, hangisi gerçek yüzüdür? Görünürdeki mi görünmezdeki mi?
Çok zor sordunuz dedi, ben bunu cevaplayamam. Gözlerimi kaldırdım,gözlerini
indirdi. Giderken, iyi düşünün, dedi, böyle bir yetenek kazanmak için çok büyük
bir bedel ödemiş olmalısınız. Düşündüm, bulamadım.
Eve geldim. Kimseler yoktu. Doğruca odama girdim. Yatağın üzerine oturdum.
Duvarda ayna vardı. Bir süre battaniyenin çizgilerine baktım. Bütün gücümü
topladım, aynadaki görüntüme, gözlerime baktım. Bir daha, biraz daha baktım.
Kalbimi okudum. Utandım, çok utandım. Aynanın önünden kaçtım. Mutfakta bir
sandalyeye yığıldım.
Kedi geldi yanıma, miyav, dedi. Elimi boynuna attım. Gözlerine baktım.
Tertemiz bir kalp gördüm. Bütün isteği bir kâse süt ve temiz sudan ibaretti.
Arada sırada başımı okşa yeter, diyordu. Adım nanköre çıkmıştır ya, aldırma.
Bilirsin sadığımdır, diyordu. Yedi mahalle öteye bıraksan dönüşüm nedendir
daha? Boynuna sarıldım ağladım.
Allah’ım, dedim, candan ve yürekten. Al bu yeteneği benden yoksa kimsem
kalmayacak. Ver karşılığında ödediğim bedeli geri, al verdiğin yeteneği.
Birden inanılmaz şiddette bir rüzgâr esmeye başladı. Sanki kalbimde ne
biriktiyse temizledi. Bir rüyadan uyanmışa döndüm. Kedinin gözlerine
baktım, masmavi. Başka da bir şey görmedim.
O gece eltimler bizdeydi. Küçük kızı huysuzluk yaptı. Uyutmak için yan odaya
aldım, yanına uzandım. Bana bir masal anlat, dedi. Ona, hiç fark etmeden
ödediği büyük bir bedelle, insanların kalbini okuyan bir kadının masalını
anlattım. Uykuya dalarken, mutlu muydu, dedi, kalpleri okumaktan.
Hayır, dedim, mutlu değildi. Belki, dedi, okuduğunda kendisini mutlu edecek
kalplere henüz sıra gelmemişti. Doğru, dedim, kendisi de yüreksizin biriydi.
Ona bu masalı anlattım. Uykuya daldık.
Mor Mürekkep/Nazan Bekiroğlu