Yazıyorum! (+16) - Sende mi Leyl'am?

σѕ¢αя'ѕ™

[ℓσνє ιѕ ƒєηєявαнçє..]
Sıcaktı. Güneş adeta bana gözdağı veriyor, “yapma Oscar” diyordu. Kafamı kaldırıp bir kez daha baktım acımasız ısı ve ışık kaynağına. Manidar bakışlardı bunlar. Bana merhamet etmesi için yalvaran bakışlardı. Ama O ne “lütfen” den anlıyordu nede merhamet gibi bir özel hissiyata sahip bir kaynaktı. Yaradılış amacı doğrultusunda etrafı aydınlatıyor ve sıcaklığını doyasıya saçıyordu yeryüzüne. Doğa yaradılışından taviz vermiyor ve vaat ettiği bütün acıları yaşatıyordu. Her yaratılmış gibi bana acı çektirmek onunda hakkıydı. Burnumun ucundan bir damla düştüğünü hissettim. Terliyordum. Gayri ihtiyari elim alnıma gitti. Sırılsıklam olmuştu benim genişce alnım. Zaten yaş almış başını gidiyor beraberinde saçlarımı da götürüyordu. Her yaz alnımın daha da genişlediğini terimi silerken fark ediyordum. Bu gerçekle yüzleşmemek adına çok yazım tek damla terimi silmeden geçmiştir. Neyse efendim konu dağılmasın.

Yılların verdiği hasret ile leylam’a kavuşmak üzere kendimi çöllere atmıştım. O’na kavuşmanın bu tür bir zulmü gerektireceğini bilmiyordum. Ama her aşık gibi acının ortasına hiç hesapsızca atladım. Bu kadın çekeceğim her acıya değerdi. Doğanın tehditkar tutumu ve zayıf düşmüş bedenim beni asla durdurmayacaktı. Neydi bu kadındaki büyü, beni yazın bir vakti ıssız bucaksız çöllere düşürecek? Bu asla cevabını veremeyeceğim bir soruydu sanıyorum. Ama ben yinede yer yer kendime aynı soruyu sorup “ne bileyim lan” şeklinde kendimi bozarak cevap aramaktan vazgeçtiğim bir bilinmezdir. Tam olarak vazgeçtim diyemem. Vazgeçmek bana göre değil sevgili hayranlarım. Biliyorum ki her cevabı bilinmeyen LEYLAM’dır..

Güneş tam tepemdeydi. Baldırım çıplak bir şekilde ince kumların üzerinde yürüyordum. Baldırım gibi ayaklarımda çıplaktı. Acıdan arınmak için köz üzerinde yürüyen Hindu kabileleri geliyordu aklıma. Ama ben acıdan arınmış bir hinduist değil basbayaa çöllerde aşkını arayan bir baldırı çıplaktım. Arınmışlık öte dursun ayağım baya bi kiremitte alabalık oluyordu. Bağırıyor isyan ediyordum. Kah güneşe küfürler ediyor kah kumlara kur yapıyor beni yakmamaları için şekilden şekle giriyordum. Susuzluk ve sensizlik eşdeğerdi bu ortamda kadınım. Ama hiçbir acı sevdiceğimi bulamamamın kalbime yaşattığı ızdırabı yaşatamıyordu. Gözleri geliyordu aklıma. Bakmaya başladığım zaman derin maviliklerinde kaybolduğum gözleri. Beyazının ferine hasret yaşadığım gözleri. Deniz gibi kokardı teni. Koklamaya doyamazdım. Saatlerce içime çekmek ister, O beni “Oscar arasıra nefes al aşkım” diye uyarsa da çekerdim içime. Çok acile gittik o yüzden. Bayılıverirdim nefessizlikten. Gözümü açtığımda başucumda o olurdu. - - Mmnhını nsalak herifm allahım bu nasıl bir insanmhnı….. gibisinden “tatlı aşk fısıltıları” ile açardım gözlerimi. Saçları düşerdi yüzüme. Yosun gibi kokardı saçları. Sadece koksa ne ala. Sarardı sanki tüm bedenimi ışık dahi sızdırmadan. O gibi anlarda hemşireyi çağırır beni sktirederdi leylam.. ben ise - bu seferki hemşire kısa etek giymiş mi acaba diye asla merak etmezdim. İlk bi kaç acile kaldırılmamdan sonra anladım ki hemşireler artık kısa etek giymiyor. Bu gerçeği kabullenmiştim. - Konuyu saptırma alexandır.. - Tamam balım..

Bütün bedenim ter içinde kalmış ayaklarım adeta cehennem çukurunda erimişti. Adım atacak gücüm kalmadığı gibi esen rüzgardan aşkımın serin nefesini dileyecek maneviyatımıda yitirmiştim. Dizlerimin üzerine çöktüm bir anda. Ellerimi yere dayadım kalan son gücümle. Hani atçılık oynarken domalırız ya. O pozisyon işte. Etrafımda insanlar dolaşıyordu sanki. Binbir gayretle gözlerimi açıp kafamı yukarı kaldırdığımda bana dikilmiş acıyan gözler görüyordum. İnsanlar geçiyordu yanımdan. – Leyla’yı buralarda gördünüz mü? Diye sormak geldi içimden. Ama bu insanların hiç biri gerçek değildi. Aşkıma olan özlemimin yanında bu çöl sıcağı beynimi ele geçirmişti. Gerçek olmayan bir alemde gerçek olmayan gözler görüyor, barda canlı müzik ara verince oluşan biçimsiz homurtuları duyuyordum sürekli. Delirmem işten bile değildi. Burnumdan damlayan tere artık gözyaşlarım da karışmıştı.

- Yapabilirsin Oscar! Haydi. Leyla seni bekliyor. Ne delirecek nede pes edecek bir zaman bu. Ayağa Kalk Oscar! Diren! Aşk bir kere geliyor pes etmeyeceksin, bul O’nu Oscar… şeklinde kendi öz benliğimde oluşagelmiş öz gaz ile derin bir nefes aldım.. aldığım derin nefeste sanki aşkımın deniz kokan tenini soluyordum.. o şekilde adeta 100 metrede rekor deneyen bir atlet gibi fırlayıvermişim düştüğüm yerden.. - LEEEYYYYLAAAAAALALALALELELEYOOOOWWW… diye haykırarak..

Koşuyordum. Sadece koşuyordum bir bilinmeze doğru. Aklımda Leyla ayaklarımda acı tepemde güneş. Öylece koşuyordum leylam’a etrafımdaki insanlara aldırmadan.. aşkımın deniz kokulu tenini daha bir yakından hissediyordum. Dur bi Dakka lan.. bu insanlar gerçek. Alayıda cıbıl cıbıl.. aha deniz bu.. aşkımın teni değil ki.. bişeyler ters gidiyordu. Derken o tanıdık ses uzaklardan.. – Oscaaar! Diyiverdi sinirli bir eda ile..

- Aaaa? Aşkım burada mıydın sen yeaaa.. bi saattir seni arıyorum plajda.. yer mi değiştirdin ne yaptın.. ehe ehe tihie..
- Ne yer değiştirmesi, Nerdesin kuzum sen bi saattir? İki dondurma alıp gelecektin alt tarafı. Yine mi kayboldun yoksa?
- Aşkım dondurma üzerine düşünüyordum bir saattir. Seninle birlikte iken o yapay şeker ile tatlandırılmış soğuk şeye ihtiyacım yok benim. Bizim gibi doğal değil bir kere. Aşkımızın tadını yapay tatlandırıcılarda arayamayacak kadar çok seviyorum seni. Zaten kaderimiz bize bunu lütfetmedi mi bebeğim? Doğamızdaki sevgi katışıksız ve yılışıksız bir saf ışık parıltısı değil miydi kuşum?
- Bunun hepsini düşünmen bir saatini aldı yani? - ……..

Susup kalmıştım sevdiceğimin yanında. Haklıydı. Ben alt tarafı 20 metre ilerideki dondurmacıdan çift külah dondurma alıp gelecektim, sahilde oturup yalaya yalaya sevdamıza sevda aşkımıza onur arka taraftaki buruşuk ihtiyarlara dumur katacaktık. Aslında yaklaşık 22 senedir tek başıma dondurma satın alma konusunda oldukça iyiyim. Ama oraya gidinceye kadar erimesin diye yutuvermişim ikisini de külahların. Başka param olmadığı için yenilerini de alamadım. Bir süre sahilde - abi 50 kuruşun var mı? - abla ekmek parası be 1 lira versene diye dolaştım. Vermedi ipneler. Vermeyen her bir bireyede ikircikli küfürler ettim içimden. Ne yapsam olmuyordu. Kendimi kaybettim. Ama her yolum çok şükür ki biricik leylam’a çıkıyordu. Ne zaman kendimi kaybetsem ya ben onu buluyordum yada o beni. Aşk dedikleri böyle bir şey sanırım.

- Hadi denize girelim benim g.tüm pişti leyla’m dedim. - Leyla kim Oscar? dedi. - Eüüüw Leyla senin yeni romanımdaki karakter ismin aşkım dedim. - Ne romanı Çabuk söyle kim bu Leyla dedi. - Dondurmacının kızı.. diyebildim sadece O alelacele havlusunu toplayıp yanımdan ayrılırken. “Leylaaa” diye seslendim son bir kez dönüp bakar diye.. dönüp baktı da sağolsun.. - bi yirmi milyon borç verir misin bebeğim, Karnım acıktı.. dedim cüzdanını kafama fırlatıp gitti ardına bile bakmadan.

Gözyaşlarım belli olmasın diye denize girdim. Gençlerle voleybol, yaşlılarla kaydırmaca oynadım.. çocuklarla kumdan kaleler yaptım. sonra bi tanesi mızıttı kalesini bozup annesini çağıramadan denize atladım.. Açıldım açıldım açıldım.. sensizlik bana o kadar koydu ki aşkım. Kendime geldiğimde yine yalnız, yine sensiz, ismini bilmediğim bu yunan adasındaydım. Bu aşk hikayesini bizim için kaleme aldım. Bu terk edilmiş balıkçı koyunda yavaşca ölüme giderken son sözlerimi unutma. Seni seviyorum....



Oscar aşk acısı serisi – yaz 2009
 

HTML

Üst