Vtnsvr
New member
YargItay Ceza Daireleri Genel Kurulu Fethullah Gülen davası hakkında daha önce Ağır ceza mahkemesinin verdiği kararı onayladı yani Fethullah Gülen, hakkında açılmış olan davadan beraat etti. Daha önce ağır ceza mahkemesi Fethullah Gülen’in beraatine karar vermiş ve Yargıtay’ın ilgili ceza dairesi de bu mahkeme kararını onaylamıştı. Ancak Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya beraat kararına son bir itirazda bulunmuş ve böylece dava Yargıtay Ceza Daireleri Genel Kurulu’na gitmişti.
Genel Kurul evvelki gün toplanarak Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın itirazını değerlendirdi ve oy çokluğuyla bu itirazı reddetti.
Yani bir başka ifade ile söylemek gerekirse, Fethullah Gülen beraat etmiş oldu.
Şimdi ne diyecekler ?..
Fethullah Gülen’e destek veren dünkü gazeteler karardan fevkalade memnun görünüyorlardı. Kararı adaletin tecelli etmesi şeklinde okurlarına duyuran gazetelerdeki köşe yazarları, Yargıtay’ın kalplerdeki kararı tescil ettiğinden dem vuruyorlardı. Doğrudur, Fethullah Gülen’e destek verenlerin kalplerindeki kararın tescil edildiğine hiç şüphe yok.
Öte yandan kamuoyunda karardan memnun olmayan toplum kesimleri de mutlaka vardır. O da gayet normaldir. Fakat, neticede yargı yargıdır ve hukuk hukuktur. Ama esas mesele aylardır hatta bir yılı aşkın bir süredir Türk hukuk ve yargı sistemine çoğu zaman ağza alınmayacak ifadelerle saldıranlar şimdi aynı yargı sisteminden çıkan bu karara alkış tutarken en azından Türk hukuk ve yargı sisteminden özür dilemek durumunda değiller mi ?
Veya Fethullah Gülen ile ilgili karardan son derece rahatsız olan kesimler de şimdi yargıya mı saldırmalılar ? Ortada öyle bir furya ve kampanya olmaması taraflar arasındaki seviyeyi de gösteriyor olsa gerek. Aslında sadece Fethullahçılar değil, AKP çevreleri de hep aynı davrandı. Tayip Erdoğan’ın siyasi yasağını kaldıran kararlar verdiği zaman Türk yargısını göklere çıkardılar.
Ama 367 kararı çıktığında yargıya söylemedik laf bırakmadılar. Gerek Yargıtay gerekse Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı anayasayı toptan değiştirmeye kalkışamayacakları ve türban değişikliklerini yapamayacakları konusunda AKP’yi ısrarla uyardı. Ama dinleyen olmadı. Sonra kapatma davası geldi.
Bunun üzerine Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’na hakaretler içeren kapsamlı ve sürekli saldırılara başladılar. Halen de devam ediyorlar.
Aslında…
CumhurbaşkanInIn halk tarafından seçilmesini öngören değişiklikler AKP ve o zamanki ANAP tarafından alelacele yapılmış; ardından o konu da Anayasa Mahkemesi’ne gitmiş ve Mahkeme de olumlu görüş açıklamıştı. O günlerde AKP ve özellikle de AKP’ye destek veren ‘liberal’ (!) çevrelerin etkisindeki bir yabancı gazeteci aradı. Karardan şok olduğunu; çünkü Anayasa Mahkemesi’nin ve diğer yüksek yargı kurumlarının doğrudan TSK’nın vesayeti altında bulunduğunu düşündüğünü; kendisine hep bu yönde telkinde bulunulduğunu; eğer öyleyse Mahkeme’nin bu kararını değerlendirmekte zorlandığını ifade ederek benim görüşlerimi sormuştu.
Bütün bunları nasıl değerlendirmek lazımdır? Demek ki, yargı kendi hoşlarına giden kararlar verirse iyidir ve adalet tecelli eder. Ama hoşlarına gitmeyecek kararlar verirse, halkı yargı kurumları aleyhine kışkırtmak da dahil olmak üzere yargı kurumları aleyhine her türlü girişimde bulunmak mübahtır. Yargıçları baskı altına almak için ne gerekiyorsa yapılmalıdır. İşte tehlikeli olan kafa yapısı budur. Çünkü bu zihniyetin demokrasi ile uzaktan yakından alakası olmaz. Bu kafa yapısı adeta bir gizli örgütün işleyiş biçiminin dışa vurumu gibidir.
Tehlikeli olan…
Bu noktada karşımıza ciddi bir tehlike çıkıyor. Demokrasiler, kendilerini bu tür zihniyetlere karşı korumak zorundadırlar. En önemli tehlike bu tür grupların demokrasinin bütün imkanlarını kullanarak demokratik rejimi ortadan kaldırmalarıdır. İkinci Dünya Savaşı öncesinde 1930’ların başlarında Hitler’in iktidara gelişi de böyle olmuştu. Vaziyeti daha da vahim kılan ise Avrupa Birliği’nin bazen safdil gerekçelerle, çoğu zaman da Türkiye’nin çok milletli bir ortaklık devletine dönüştürülmesine hizmet ettikleri için bu kafalara demokrasi adına sahip çıkmasıdır. Doğru olan ise, Türk hukuk sisteminin ve yargı kurumlarının hiçbir etki altında kalmadan dosyaya göre karar vermeye devam etmeleridir.
Ancak bütün bunlar bir gerçeği ortadan kaldırmaz. Yüksek Mahkemeler hakkında her türlü tezviratı yapanlar ve yayınlarıyla yargıçları baskı altına almaya çalışanlar Yargıtay’ın şimdi aldığı karardan memnun olabilirler. Memnun olmak kendi açılarından haklarıdır da… Ama dönüp, tekrardan Anayasa Mahkemesi’ne veya diğer yüksek yargı kurumlarına çamur atmaya başladıklarında bilmelidirler ki, o çamur ne tutar, ne de iz bırakır. Sadece atanların yüzüne sıçarar.
Prof.Dr. Hasan ÜNAL
Genel Kurul evvelki gün toplanarak Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın itirazını değerlendirdi ve oy çokluğuyla bu itirazı reddetti.
Yani bir başka ifade ile söylemek gerekirse, Fethullah Gülen beraat etmiş oldu.
Şimdi ne diyecekler ?..
Fethullah Gülen’e destek veren dünkü gazeteler karardan fevkalade memnun görünüyorlardı. Kararı adaletin tecelli etmesi şeklinde okurlarına duyuran gazetelerdeki köşe yazarları, Yargıtay’ın kalplerdeki kararı tescil ettiğinden dem vuruyorlardı. Doğrudur, Fethullah Gülen’e destek verenlerin kalplerindeki kararın tescil edildiğine hiç şüphe yok.
Öte yandan kamuoyunda karardan memnun olmayan toplum kesimleri de mutlaka vardır. O da gayet normaldir. Fakat, neticede yargı yargıdır ve hukuk hukuktur. Ama esas mesele aylardır hatta bir yılı aşkın bir süredir Türk hukuk ve yargı sistemine çoğu zaman ağza alınmayacak ifadelerle saldıranlar şimdi aynı yargı sisteminden çıkan bu karara alkış tutarken en azından Türk hukuk ve yargı sisteminden özür dilemek durumunda değiller mi ?
Veya Fethullah Gülen ile ilgili karardan son derece rahatsız olan kesimler de şimdi yargıya mı saldırmalılar ? Ortada öyle bir furya ve kampanya olmaması taraflar arasındaki seviyeyi de gösteriyor olsa gerek. Aslında sadece Fethullahçılar değil, AKP çevreleri de hep aynı davrandı. Tayip Erdoğan’ın siyasi yasağını kaldıran kararlar verdiği zaman Türk yargısını göklere çıkardılar.
Ama 367 kararı çıktığında yargıya söylemedik laf bırakmadılar. Gerek Yargıtay gerekse Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı anayasayı toptan değiştirmeye kalkışamayacakları ve türban değişikliklerini yapamayacakları konusunda AKP’yi ısrarla uyardı. Ama dinleyen olmadı. Sonra kapatma davası geldi.
Bunun üzerine Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’na hakaretler içeren kapsamlı ve sürekli saldırılara başladılar. Halen de devam ediyorlar.
Aslında…
CumhurbaşkanInIn halk tarafından seçilmesini öngören değişiklikler AKP ve o zamanki ANAP tarafından alelacele yapılmış; ardından o konu da Anayasa Mahkemesi’ne gitmiş ve Mahkeme de olumlu görüş açıklamıştı. O günlerde AKP ve özellikle de AKP’ye destek veren ‘liberal’ (!) çevrelerin etkisindeki bir yabancı gazeteci aradı. Karardan şok olduğunu; çünkü Anayasa Mahkemesi’nin ve diğer yüksek yargı kurumlarının doğrudan TSK’nın vesayeti altında bulunduğunu düşündüğünü; kendisine hep bu yönde telkinde bulunulduğunu; eğer öyleyse Mahkeme’nin bu kararını değerlendirmekte zorlandığını ifade ederek benim görüşlerimi sormuştu.
Bütün bunları nasıl değerlendirmek lazımdır? Demek ki, yargı kendi hoşlarına giden kararlar verirse iyidir ve adalet tecelli eder. Ama hoşlarına gitmeyecek kararlar verirse, halkı yargı kurumları aleyhine kışkırtmak da dahil olmak üzere yargı kurumları aleyhine her türlü girişimde bulunmak mübahtır. Yargıçları baskı altına almak için ne gerekiyorsa yapılmalıdır. İşte tehlikeli olan kafa yapısı budur. Çünkü bu zihniyetin demokrasi ile uzaktan yakından alakası olmaz. Bu kafa yapısı adeta bir gizli örgütün işleyiş biçiminin dışa vurumu gibidir.
Tehlikeli olan…
Bu noktada karşımıza ciddi bir tehlike çıkıyor. Demokrasiler, kendilerini bu tür zihniyetlere karşı korumak zorundadırlar. En önemli tehlike bu tür grupların demokrasinin bütün imkanlarını kullanarak demokratik rejimi ortadan kaldırmalarıdır. İkinci Dünya Savaşı öncesinde 1930’ların başlarında Hitler’in iktidara gelişi de böyle olmuştu. Vaziyeti daha da vahim kılan ise Avrupa Birliği’nin bazen safdil gerekçelerle, çoğu zaman da Türkiye’nin çok milletli bir ortaklık devletine dönüştürülmesine hizmet ettikleri için bu kafalara demokrasi adına sahip çıkmasıdır. Doğru olan ise, Türk hukuk sisteminin ve yargı kurumlarının hiçbir etki altında kalmadan dosyaya göre karar vermeye devam etmeleridir.
Ancak bütün bunlar bir gerçeği ortadan kaldırmaz. Yüksek Mahkemeler hakkında her türlü tezviratı yapanlar ve yayınlarıyla yargıçları baskı altına almaya çalışanlar Yargıtay’ın şimdi aldığı karardan memnun olabilirler. Memnun olmak kendi açılarından haklarıdır da… Ama dönüp, tekrardan Anayasa Mahkemesi’ne veya diğer yüksek yargı kurumlarına çamur atmaya başladıklarında bilmelidirler ki, o çamur ne tutar, ne de iz bırakır. Sadece atanların yüzüne sıçarar.
Prof.Dr. Hasan ÜNAL