- Katılım
- 10 Mar 2006
- Mesajlar
- 5,705
- Reaction score
- 0
- Puanları
- 0
- Yaş
- 45
İŞTE SELAHADDİN EYYUBÎ, İŞTE YILBAŞI
Yılbaşı Gecesinde Müslüman Eğlenebilir mi?
Yılbaşı Gecesinde Müslüman Eğlenebilir mi?
Gözlerimin önüne Mescid-i Aksa geliyor. Mahzun ama dimdik silueti geliyor gözümün önüne.
Kudüs-u Şerif sokaklarında, işgalci İsrail askerlerine taş atan Filistinli mazlumları düşünüyorum…

Gözlerim uzaklara dalıyor…
Tanrı Dağları nda dolaşmaya çıkıyorum. Rüzgârın uğultusuna, dört bin yıllık ata yurtta Müslüman Uygurların çığlıkları karışıyor…
Tanrı Dağları nın zirvelerinde, rüzgârın iç gıdıklayan uğultusunu duyamıyorum. Allah demenin yasak olduğu, öz yurdunda garip ve aç bırakılan; terörist muamelesi görenler aklıma geliyor. Boğazıma bir şeyler düğümleniyor…
Müslüman eğlenir mi? Hele ki Aralık ayının sonundaki Yılbaşı denilen gecede?
Saatlerdir bu sorunun cevabını arıyorum…
Müslüman nasıl eğlenir?...
Komşusu aç iken, kendisi tok yatan bizden değildir. diyen bir Nebi nin ümmeti, bugünlere nasıl geldi?
Biz bu vartaya nasıl düştük? Nasıl bu oyuna inanabildik?
Kardeşlerimiz Kan Ağlıyorken…
Moro yu duydunuz mu? Evet; Katolik Filipinlerin asırlardır ezmeye doyamadığı Müslümanlardan bahsediyorum. Moro luların, hala hutbelerinde, Cennetmekan Ulu Hakan Abdulhamid-i Sani Han a biat ettiklerini biliyor muydunuz?
Moro dan haber getiren dostlar; Türkiye denildimi, Moro luların gözlerinin dolduğunu söylüyorlar. Moro dan gelen haberlerde ne mi var? Gözyaşı var, kan var, zulüm var, Müslüman ın inim inim inlemesi var.
Ha Moro daki Müslüman ın Allahu Ekber demesi, ha Mekke-i Mükerreme de kızgın kumların altında Bilal-i Habeşi nin Allahu Ehad demesi…
İnanıyoruz ki, ikisi de göklerin ötesinde, Arş taki melekleri heyecana getiriyor; ancak Bilal e, Sıddık-ı Ekber in eli uzanıyor.
Ya, Moro ya el uzatacak yeni Sıddıklar nerede?
Kudüs e uzanıyorum. Güneşin ışıkları mahzun Kudüs te. Kubbet üs-Sahra nın altın renginde, güneş ışıkları hüzün saçıyor etrafa. Mescid-i Aksa da ezanın yankılanmasında ayrı bir burukluk, bir küskünlük var. Süleyman (as) ın tevhid merkezli Mescid inden son kalan duvarı, kan akıtıyor gönlüme.

Ve Kudüs sokakları…
Kurşuna, füzeye, rokete; taşla, sapanla direnen Filistinli çocuklar...
Kurşunlara bağrını açacak bir Zeyd bekliyor Filistinli çocuklar. Hani, Efendimiz (sav) Tevhid i anlatmak için Taife gitmişti. Taif liler İslam ı kabul etmedikleri gibi bir de Efendimizi taşlatmışlardı çocuklarına. O gün; Zeyd bin Harise (ra) taşlara kendini siper etmişti. İşte şimdi; Filistinli çocuklara kendini siper edecek Zeydler aranıyor.
Mescid-i Aksa dan Balkanlara, Gazi Hüsrev Bey Camisi ne uzanıyorum. Osmanlı gitti gideli, Cami ve Saraybosna, 1878 den beri huzur arıyor, barış arıyor, sükûnet arıyor… Ama o gün bugündür, Bosna da ve Balkanlarda kan ve acı var.
Bosnalı yetimler, başlarını okşayacak bir el, acılarını dindirecek bir yürek bekliyor. Bosnalı yetimler, belki bunca senedir; başlarını okşayacak bir elden vazgeçtiler. Kendilerine ağlayacak bir sevgili, bir dost, bir kardeş arıyorlar…
Ya Sahabeler Nasıldı?
Mute de olup biteni, Efendimiz (sav) binlerce kilometre ötede, televizyondan seyreder gibi anlatmıştı Ashaba…
Sonra, Mute Şehitlerinin evlerini taziye nedeniyle ziyaret etmişti. Azatlı kölesi Zeyd bin Harise nin evindeyken, kutlu şehit Zeyd in kızını görmüştü. Masum kızcağız, babasının şahadet haberini almış, Âlemlerin Rahmeti olan Efendimizin mübarek ve latif simalarına ağlamaklı gözlerle bakıyordu.
Bu manzarayı seyredemeyen Efendimiz (sav) in aziz gözlerinden sicim gibi yaşlar akmaya başlamıştı ya. Bosnalı yetimler, kendilerine ağlayacak bir Muhammedi yüreğe muhtaçken, biz nasıl eğleniriz?...
Sudan da, Etiyopya da çocuklar aç. Halbuki onlar, ümmetin zor zamanında imdada koşan Necaşî nin torunları...
Hani, kimse Mekkeli Müslümanlara kucak açmazken; Habeş Kralı Necaşî bağrını açmıştı. Sonra da Allah; bu hizmetine karşılık Necaşi ye iman nasip etmişti. Muhadramun dan, yani Efendimiz (sav) in devrinde yaşadığı halde; O nu görmeden iman etme şerefine erişenlerden yapmıştı Allah.
İşte, o Necaşî nin torunları; Bilal-i Habeşi nin (ra) ilk müminlerden, ilk müezzin, Bilali Habeşi nin kardeş çocuklarının, şimdi karınları aç. Bir sıcak çorbaya muhtaçlar. Onlar Sıddık-i Ekber i bekliyor.
Hani; Tebuk Gazvesi için Efendimiz (sav) ordu donatıyordu. Hz. Ömer (ra) malının yarısını hibe etmişti. Hz. Sıdık da malının tamamını… Ailesine ne bıraktığı sorulduğunda; Allah ve Resul ünü bıraktım demişti ya.
İşte, şimdi dün bize kucak açanlar; bugün bize muhtaçken, bizim boş vaktimiz mi olur? Eğlenmeye zamanımız mı olur yılbaşı gecelerinde?
Ya Bekkaun?...
Ümmet için tasaddukta bulunamadık, tamam, hadi anlayalım ya ümmet için ağlayamaz mıyız? Bekkaun gibi.
Gözyaşlarındaki ihlâsı, samimiyeti ayetle tasdik edilmişti: Kendilerini bindirip (cepheye) sevk edesin diye sana geldikleri zaman, senin, Sizi bindirebileceğim bir şey bulamıyorum dediğin; bu uğurda harcayacakları bir şey bulamadıklarından dolayı, üzüntüden gözleri yaş döke döke geri dönen kimselere de bir sorumluluk (günah) yoktur. (Tevbe; 92)
Bu yedi kutlu sahabe gibi ağlayamaz mıyız? Ümmeti de bırakalım; kendimize ağlayamaz mıyız? Ağlanacak hiç mi günahımız yok?...
Müslüman Eğlenemez mi?
Müslüman hiç boşa vakit geçiremez mi, hiç eğlenemez mi? Tabi ki eğlenebilir ama üzerine koyu gaflet örtüsü çekecek şekilde değil. Hele gayri-müslimlerin, ne idüğü belirsiz eğlenceleriyle hiç değil.
Ölüm; her nefesimizden daha yakınken, malayani ile, boş işler ile nasıl vakit geçirebiliriz ki? Ümmet bu haldeyken eğlenebilir miyiz?...
Kopmuş tespih taneleri gibi; Müslümanların her biri bir tarafta ezilirken, biz sıcak evlerimizde gönül rahatlığıyla televizyon seyredebilir miyiz dersiniz? Peki, buna hakkımız var mı?...
Muhterem Vehbi Vakkasoğlu Hocamızın Başkasının Günahına Ağlayan Adam isminde bir kitabı var. Hak âşıklarının hayatına baktığımızda, hepsi kendi günahlarına değil, ümmetin ahvaline ve günahlarına ağlıyorlar. Said Nursî Hazretleri, Süleyman Hilmi Efendi, Ali Haydar Ahıskavi Hazretleri ve diğerleri…
Dertleri dünyalık olsa, rahat yaşamak olsa, eğlenmek olsa, hepsi bunu rahat rahat yapacak imkânlara sahipken; onlar, ümmetin imdadına koşuyorlar.
Önümüzdeki örnek şahısların hepsi böyle değil midir? Said-i Nursî Hazretleri, Şark Vaizliğini ve o devrin bayağı kemiyetli miktardaki maaşını itip hayatını iman hizmetine adamamış mıydı? Ahıskalı Ali Haydar Efendi, Şeyhülislamlık makamını; Osmanlı Medreselerinden çıkan her hocanın hayali olan makamı, elinin tersiyle itip ana vazifesi olan adam yetiştirmeye koşmuyor muydu?
Ya Biz Nasıl Olmalıyız?
Bu zatların ahiret endişesi buysa, dünyaya bakışları buysa, ya biz nasıl olmalıyız?...
Bizim dünyaya bakışımız nasıl olmalı? Gençliğin zihnini rezalet dolu televizyonlar, gazeteler bulandırırken; her biri, hem iman hem takva yönünden sarsılmaz kale olan Müslümanlar, televizyon başında, hele de kendisine yabancı olan televizyonlar karşısında nasıl vakit öldürür?

Selahaddin Eyyubî, Kudüs haçlı işgali altında iken, senelerce yüzü gülmedi ve hep ağlayıp durdu. Bir gün hatip minberde gülmenin, tebessüm etmenin gereğinden bahsetti.
Namazdan sonra, hatip yanından geçerken, Selahhaddin hatibin elinden tuttu ve tarihin hafızasına nakşedilecek şu sözleri söyledi: Hocam, zannederim sözlerinle beni kastettin. Fakat, Allah aşkına söyle, Peygamber in miraca çıktığı Mescid, düşmanların elindeyken ben nasıl gülerim?
Zaten o büyük insan, Mescid-i Aksa yı geri alıncaya kadar da hep bir çadırda kalmıştı. Böyle yaparken de; Allah ın evi esir iken, benim nasıl evim olur ki? Diyordu.
İşte Selahaddin; işte yılbaşı… Karar da sizin, vakitte…
Elçiye düşen, ancak tebliğ etmektir.
AHMET HALİLOĞLU