64general1
New member
- Katılım
- 14 Haz 2007
- Mesajlar
- 1,720
- Reaction score
- 0
- Puanları
- 0
Yüzler ve Ruhlar
Fatma Sibel Yüksek
YAZARIN NOTU:
Bu yazı, 17 Temmuz 2006'da yazıldı. Aşağıdaki isimler, o dönem Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın aldığı kararlar ve belirlediği politikalarda etkiliydiler: Bugün hâlâ öyle olduklarından emin değilim. Onların yerini artık başka kişiler veya başka mekanizmalar almış olabilir.
Örneğin, Devlet Bakanı Mehmet Şimşek bu anlamda üzerinde durulması gereken yeni bir aktör. AKP'nin ikinci iktidar dönemini birincisinden farklı değerlendirmek gerekir. Çok daha 'uluslararası' ve karmaşık bir yapı ile karşı karşıyayız. Naif insanlara daha az yer var...
Bu yazı, bizi yönetenleri ve onlara akıl verenleri, sadece fikirleri ile değil, geçmişleriyle, tüm yaşamlarıyla, hatta iç dünyalarıyla tanımaya hakkımız olduğu düşüncesi ile yazılmıştı.
Çünkü ,tek tek hepimizin ve toplumun geleceği ile ilgili önemli kararlar alıyorlar. Bu kararların bir kısmından geri dönüş yok. Sadece bugünkü değil, gelecekteki nesillerin bile hayatını etkileyecek karar mekanizmalarını ellerinde tutanlar, tüm hayatlarının didik didik edilmesine de hazır olmalıdırlar. Merak edilmeyi, izlenmeyi, açıklarının, yalanlarının yakalanmasını, eleştirilmeyi, secerelerinin tutulmasını içlerine sindirsinler. Yüzlerine ve ruhlarına dikkatli bakıyoruz diye bize kin gütmesinler. Unutturmaya çalıştıkları gazetecilik bunu gerektiriyor.
Kişilerle ilgili cümlelerden bazıları değişik ortamlarda kendi ağızlarından çıkmıştır. Bir bölümü de yazarın kendisine ait 'kişilik analizlerine' dayanmaktadır. Hiç değilse 'edebi bir eser' olarak tarihe geçmesinde fayda vardır. Ruhlara ayna tutan yazılarımız devam edecek...
CÜNEYD ZAPSU:
Ben iyi bir adamım. Açık kalpliyim, dürüstüm, neşeliyim..Hayatla, insanlarla, kendimle barışığım. Kendimi seviyorum, zenginliği seviyorum, gücün arkasında olmayı seviyorum. Dolayısıyla iktidarı da seviyorum.
Bana karmaşık misyonlar yüklüyorlar. Hiç bir şey anlamıyorum! Oysa her şeyi nasıl da büyük bir şeffaflık içinde yapıyorum.Aslında hayatta karmaşık olan, anlaşılmaz olan hiç bir şey yok..Sadece yöntem bileceksiniz ve teknoloji ile parayı kullanabileceksiniz. Güç budur.
Ben, bütün oyunları kurallarına göre oynuyorum. Oyun oynamayı seviyorum.. Oyunu kurallarına göre oynarsanız, başarısız olsanız bile kendinize izah edebileceğiniz şeyler olacaktır. Başarısızlık geçicidir, izafidir. Eleştirileri onun için önemsemiyorum. Başkalarının başarısızlık veya 'kuraldışılık' olarak gördüğü olaylar, benim açımdan başarı için atılmış adımlardan sadece bir tanesi olabilir. Hiç bir konuda tek bir davranış biçimi olduğuna inanmıyorum. Aslolan amaca ulaşmaktır. Amaç ise güçtür, başarıdır, sonuç almadır.
En çok sonuç almayı seviyorum. Ben bir siyasetçi değilim; bir 'alternatif yöntemler' adamıyım. Politikacılara yeni, deneysel yollar gösteriyorum. Bu yolları gösterirken kendim de yeni şeyler öğreniyorum.
Eğleniyorum aynı zamanda, mutlu oluyorum. Eleştirilmeyi işte bu nedenlerden dolayı anlamsız buluyorum. Dünya üzerindeki bir 'yerel' politikacının, dünyayı yönetenlerle diyalog kurmak istemesinden daha doğal ne olabilir? Ve onlara bu yolları gösterecek insanlar bulunmasından daha doğal ne olabilir?
Ben, Sayın Başbakan'ı tamamlıyorum. O'nun 'halktan gelen' yönünün, "Biz Anadolu çocuğuyuz, gücümüz bir yere kadar..." şeklindeki duygusunun O'nu kifayetsiz bırakmasına izin vermiyorum. Bir 'yerküre insanı' olarak O'nu tamamlıyorum. Ben, Tayyip Bey'in bittiği yerde başlıyorum...
ÖMER ÇELİK:
Küçük insanlarla ve küçük fikirlerle uğraşırsanız, siz de 'küçük' olursunuz.
Oysa ben, büyük düşünmeye ve büyük insanların arasında olmaya karar verdiğimde henüz çocuktum. "Mağdur" rolünü hiç bir zaman sevmedim.
Mağdur olmak utanç vericidir, güçsüzlüğün ayan beyan kanıtıdır..Ben bir gün, Zegna marka takım elbise ile dolaşacağımı, Harley Davidson motorun üzerinde fotoğraf çektireceğimi hep biliyordum.
Hayatlarını değiştirme ve iyi yaşama iddiası olmayanlardan, henüz aralarındayken bile uzak durdum. İşyerinde ortaklaşa karpuz-peynir-ekmek alıp birlikte öğle yemeğini geçiştirenlerin arasına hiç katılmadım. İnsan, cebindeki bütün parayı lüks bir lokantada harcayıp gerekirse bir ay aç gezmeli.
Asil davranış böyle bir şeydir. Elitlik önemlidir. Alçakgönüllülük ise, zamanla insanı sefilleştirir. Kimlerle birlikte yaşamayı seçerseniz, onlara benzersiniz. Herkes birbirinin aynı olursa, insanlar kimi örnek alacak?
Beni, yoksunluk günlerimi paylaşan insanların telefonuna çıkmamakla suçluyorlar..Oysa, bu bir vefasızlık değildir, Bu, insan ırkını 'aynılaşmaktan' koruyan bir davranıştır. Anlayabilenler saygı duysun. İnsanlığın geleceğini düşünme misyonu ile dünyaya gelenler, her telefona çıkarsa, düşünce üretmeye ne zaman vakit bulacaklar? Bir gün beni anlayacaklarını ve hak vereceklerini biliyorum.
Onlara daha kalıcı bir mutluluk sağlamak için düşünce ürettiğimi bir gün öğrenecekler..Bir de, gizemli duruşun ve halktan insanlarla araya mesafe koymanın, kişiyi Tanrı'ya yaklaştırdığını farkettim. İnsanların küçük hesaplarına değil, Tanrı'nın büyük planlarına yakın durmak daha akıllıcadır.
Yabancı dil bilmediğimi, iyi bir akademik eğitim almadığımı, buna karşın 'yüksek fikirler' üretiyormuş gibi yaptığımı söylüyorlar.
Yabancı dil bilmenin ne önemi var? Yabancı dil bizi varolan kaynaklara ulaştırır.Oysa insan düşüne düşüne daha önce keşfedilmemiş fikirler bulabilir, yepyeni teoriler geliştirebilir.
.Ben bu yolu seçtim.Önemli fikirlere ulaştım. Bunların büyük bir bölümünü Tayyip Ağabey de beğendi. Önemli olan İngilizce bilmek değil, mantık kurabilmektir. Matematikçi John Nash'in win-win (kazan-kazan) teorisini siyasete nasıl uyarladım sanıyorsunuz.?..Sonuç ne oldu? diye sormayın.
Hayatta her şey sonuç değildir. Zapsu nasıl sonuçlarla ilgileniyorsa, ben de o sonuçlara giderken ne kadar orijinal davranılabileceği ile ilgileniyorum. Bu özelliğim de Sayın Başbakan'a yeter..
MÜCAHİT ARSLAN:
Konuşmaktan, fikir beyan etmekten, hele de siyaset konuşmaktan hiç hoşlanmıyorum. Fotoğraf çektirmek de benim için bir o kadar itici. Sakinlik, gösterişsizlik, sessizlik ve uyum..İşte benim hayat felsefem bu.
Beni, sürekli "Başbakan'ın en önemli danışmanlarından" diye yazıyorlar. Ama, ne konuda danışmanlık yaptığımı hiç kimse tam olarak yazmıyor. Belki bir gün yazarlar.Yazılmaktan da hoşlanmıyorum ben. Yaşamıma girilmesinden rahatsız oluyorum.
Herkesin 'derin ketumluk' zannettiği duruşumda aslında 'çekingenlik' de var. Yakından tanısalar, ne kadar alçakgönüllü ve iletişim kurmayı seven bir adam olduğumu görecekler..Ekibin en genç elemanlarından birisi olduğum için, gazeteciler bile bana 'Mücahit' diye hitab ediyorlar. Sadece 'kasa' konularıyla ilgilendiğimin zannedilmesine üzülüyorum.
Para benim için hiç bir zaman kişisel bir amaç olmadı. Param hep vardı çünkü.Babamın akıllıca girişimleri ailemizi hep zenginlik içinde yaşattı. Bize göre para, 'büyük idealler için, dava için önemlidir.Zekamı göstermek, söz cambazlığı yapmak, laf beğendirmeye çalışmak bana göre değil.
Bir Ömer Çelik gibi 'bilgi gösterişi' yapmamakla beraber, ekibin en akıllı üyelerinden birisi olduğum bilinir. Entellektüelliği önemsiyorum. Sohbeti biraz derinleştirirseniz, kendime özgü bir hayat ve siyaset anlayışına sahip olduğumu görürsünüz.
Bence görev kutsaldır. İnanç olmadan görev de yapılamaz. Merak ve sorgulama gereksizdir. 'Merak'ı zararlı bulduğum için İletişim Fakültesi'nden mezunu olduğum halde, gazetecilik yapmayı aklımdan bile geçirmedim. Herkes, hayatı ve olup bitenleri kendi gerçeklerine göre algılar.
Dolayısıyla dünyayı değiştirmeye çalışmak ve istediklerimiz olmadığında öfkelenmek gerilimin ve nefretin başlıca nedenidir. Sakinlik, sabır ve sır tutmak en iyi meziyetlerdir.
Sabır kaybedilir gibi olduğunda dua edilmelidir. Böyle yapan kazanır. Öfke bizi zayıf kılar. Düşmanlıkta insanı tüketen bir negatif enerji vardır. İntikam hissine kapılmamak, her şeyi bir deftere yazmak ve adalet anını beklemek gerekir.
Bu 'sinsilik' midir?
Belki. Ama, 'dobralık ve açıksözlülük' de, çok övünülecek bir özellik değildir.
Çünkü, dobralık yıkıcıdır. Sorunu insanı yıpratmadan çözdüğü için belki de sinsilik 'daha etiktir'..Ayrıca biz, yaradılıştan zaaf sahibiyiz.
En güçlü insanların bile 'kırıldığı' bir nokta vardır. Öyleyse, cüretten uzak durulmalıdır. Nazik, güven verici, karşısındakini dinlemeyi seven, terapi yeteneği olan bir adamım ben.
Gözlerimde, para ile ilişkili insanlarda var olan hırs ve ataklığı göremezsiniz.
Benim fıtratımdaki insanları 'dolduruşa getirmek'de imkansızdır. Hep sakin kalırım.
Sadece dinlerim ve 'operasyon için ilk harekete geçenlerden' olmam.
Başbakan ile ilişkimdeki en temel unsur güvendir. Sır tutma ve kararları sorgulamama yeteneğimle onun gönlünü kazandım. O'na hizmet vermekten mutluyum ve bazı şeyleri 'mezara götürecek' tek kişi olduğumu Başbakan da, ben de iyi biliyoruz.
Fatma Sibel Yüksek
YAZARIN NOTU:
Bu yazı, 17 Temmuz 2006'da yazıldı. Aşağıdaki isimler, o dönem Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın aldığı kararlar ve belirlediği politikalarda etkiliydiler: Bugün hâlâ öyle olduklarından emin değilim. Onların yerini artık başka kişiler veya başka mekanizmalar almış olabilir.
Örneğin, Devlet Bakanı Mehmet Şimşek bu anlamda üzerinde durulması gereken yeni bir aktör. AKP'nin ikinci iktidar dönemini birincisinden farklı değerlendirmek gerekir. Çok daha 'uluslararası' ve karmaşık bir yapı ile karşı karşıyayız. Naif insanlara daha az yer var...
Bu yazı, bizi yönetenleri ve onlara akıl verenleri, sadece fikirleri ile değil, geçmişleriyle, tüm yaşamlarıyla, hatta iç dünyalarıyla tanımaya hakkımız olduğu düşüncesi ile yazılmıştı.
Çünkü ,tek tek hepimizin ve toplumun geleceği ile ilgili önemli kararlar alıyorlar. Bu kararların bir kısmından geri dönüş yok. Sadece bugünkü değil, gelecekteki nesillerin bile hayatını etkileyecek karar mekanizmalarını ellerinde tutanlar, tüm hayatlarının didik didik edilmesine de hazır olmalıdırlar. Merak edilmeyi, izlenmeyi, açıklarının, yalanlarının yakalanmasını, eleştirilmeyi, secerelerinin tutulmasını içlerine sindirsinler. Yüzlerine ve ruhlarına dikkatli bakıyoruz diye bize kin gütmesinler. Unutturmaya çalıştıkları gazetecilik bunu gerektiriyor.
Kişilerle ilgili cümlelerden bazıları değişik ortamlarda kendi ağızlarından çıkmıştır. Bir bölümü de yazarın kendisine ait 'kişilik analizlerine' dayanmaktadır. Hiç değilse 'edebi bir eser' olarak tarihe geçmesinde fayda vardır. Ruhlara ayna tutan yazılarımız devam edecek...
CÜNEYD ZAPSU:
Ben iyi bir adamım. Açık kalpliyim, dürüstüm, neşeliyim..Hayatla, insanlarla, kendimle barışığım. Kendimi seviyorum, zenginliği seviyorum, gücün arkasında olmayı seviyorum. Dolayısıyla iktidarı da seviyorum.
Bana karmaşık misyonlar yüklüyorlar. Hiç bir şey anlamıyorum! Oysa her şeyi nasıl da büyük bir şeffaflık içinde yapıyorum.Aslında hayatta karmaşık olan, anlaşılmaz olan hiç bir şey yok..Sadece yöntem bileceksiniz ve teknoloji ile parayı kullanabileceksiniz. Güç budur.
Ben, bütün oyunları kurallarına göre oynuyorum. Oyun oynamayı seviyorum.. Oyunu kurallarına göre oynarsanız, başarısız olsanız bile kendinize izah edebileceğiniz şeyler olacaktır. Başarısızlık geçicidir, izafidir. Eleştirileri onun için önemsemiyorum. Başkalarının başarısızlık veya 'kuraldışılık' olarak gördüğü olaylar, benim açımdan başarı için atılmış adımlardan sadece bir tanesi olabilir. Hiç bir konuda tek bir davranış biçimi olduğuna inanmıyorum. Aslolan amaca ulaşmaktır. Amaç ise güçtür, başarıdır, sonuç almadır.
En çok sonuç almayı seviyorum. Ben bir siyasetçi değilim; bir 'alternatif yöntemler' adamıyım. Politikacılara yeni, deneysel yollar gösteriyorum. Bu yolları gösterirken kendim de yeni şeyler öğreniyorum.
Eğleniyorum aynı zamanda, mutlu oluyorum. Eleştirilmeyi işte bu nedenlerden dolayı anlamsız buluyorum. Dünya üzerindeki bir 'yerel' politikacının, dünyayı yönetenlerle diyalog kurmak istemesinden daha doğal ne olabilir? Ve onlara bu yolları gösterecek insanlar bulunmasından daha doğal ne olabilir?
Ben, Sayın Başbakan'ı tamamlıyorum. O'nun 'halktan gelen' yönünün, "Biz Anadolu çocuğuyuz, gücümüz bir yere kadar..." şeklindeki duygusunun O'nu kifayetsiz bırakmasına izin vermiyorum. Bir 'yerküre insanı' olarak O'nu tamamlıyorum. Ben, Tayyip Bey'in bittiği yerde başlıyorum...
ÖMER ÇELİK:
Küçük insanlarla ve küçük fikirlerle uğraşırsanız, siz de 'küçük' olursunuz.
Oysa ben, büyük düşünmeye ve büyük insanların arasında olmaya karar verdiğimde henüz çocuktum. "Mağdur" rolünü hiç bir zaman sevmedim.
Mağdur olmak utanç vericidir, güçsüzlüğün ayan beyan kanıtıdır..Ben bir gün, Zegna marka takım elbise ile dolaşacağımı, Harley Davidson motorun üzerinde fotoğraf çektireceğimi hep biliyordum.
Hayatlarını değiştirme ve iyi yaşama iddiası olmayanlardan, henüz aralarındayken bile uzak durdum. İşyerinde ortaklaşa karpuz-peynir-ekmek alıp birlikte öğle yemeğini geçiştirenlerin arasına hiç katılmadım. İnsan, cebindeki bütün parayı lüks bir lokantada harcayıp gerekirse bir ay aç gezmeli.
Asil davranış böyle bir şeydir. Elitlik önemlidir. Alçakgönüllülük ise, zamanla insanı sefilleştirir. Kimlerle birlikte yaşamayı seçerseniz, onlara benzersiniz. Herkes birbirinin aynı olursa, insanlar kimi örnek alacak?
Beni, yoksunluk günlerimi paylaşan insanların telefonuna çıkmamakla suçluyorlar..Oysa, bu bir vefasızlık değildir, Bu, insan ırkını 'aynılaşmaktan' koruyan bir davranıştır. Anlayabilenler saygı duysun. İnsanlığın geleceğini düşünme misyonu ile dünyaya gelenler, her telefona çıkarsa, düşünce üretmeye ne zaman vakit bulacaklar? Bir gün beni anlayacaklarını ve hak vereceklerini biliyorum.
Onlara daha kalıcı bir mutluluk sağlamak için düşünce ürettiğimi bir gün öğrenecekler..Bir de, gizemli duruşun ve halktan insanlarla araya mesafe koymanın, kişiyi Tanrı'ya yaklaştırdığını farkettim. İnsanların küçük hesaplarına değil, Tanrı'nın büyük planlarına yakın durmak daha akıllıcadır.
Yabancı dil bilmediğimi, iyi bir akademik eğitim almadığımı, buna karşın 'yüksek fikirler' üretiyormuş gibi yaptığımı söylüyorlar.
Yabancı dil bilmenin ne önemi var? Yabancı dil bizi varolan kaynaklara ulaştırır.Oysa insan düşüne düşüne daha önce keşfedilmemiş fikirler bulabilir, yepyeni teoriler geliştirebilir.
.Ben bu yolu seçtim.Önemli fikirlere ulaştım. Bunların büyük bir bölümünü Tayyip Ağabey de beğendi. Önemli olan İngilizce bilmek değil, mantık kurabilmektir. Matematikçi John Nash'in win-win (kazan-kazan) teorisini siyasete nasıl uyarladım sanıyorsunuz.?..Sonuç ne oldu? diye sormayın.
Hayatta her şey sonuç değildir. Zapsu nasıl sonuçlarla ilgileniyorsa, ben de o sonuçlara giderken ne kadar orijinal davranılabileceği ile ilgileniyorum. Bu özelliğim de Sayın Başbakan'a yeter..
MÜCAHİT ARSLAN:
Konuşmaktan, fikir beyan etmekten, hele de siyaset konuşmaktan hiç hoşlanmıyorum. Fotoğraf çektirmek de benim için bir o kadar itici. Sakinlik, gösterişsizlik, sessizlik ve uyum..İşte benim hayat felsefem bu.
Beni, sürekli "Başbakan'ın en önemli danışmanlarından" diye yazıyorlar. Ama, ne konuda danışmanlık yaptığımı hiç kimse tam olarak yazmıyor. Belki bir gün yazarlar.Yazılmaktan da hoşlanmıyorum ben. Yaşamıma girilmesinden rahatsız oluyorum.
Herkesin 'derin ketumluk' zannettiği duruşumda aslında 'çekingenlik' de var. Yakından tanısalar, ne kadar alçakgönüllü ve iletişim kurmayı seven bir adam olduğumu görecekler..Ekibin en genç elemanlarından birisi olduğum için, gazeteciler bile bana 'Mücahit' diye hitab ediyorlar. Sadece 'kasa' konularıyla ilgilendiğimin zannedilmesine üzülüyorum.
Para benim için hiç bir zaman kişisel bir amaç olmadı. Param hep vardı çünkü.Babamın akıllıca girişimleri ailemizi hep zenginlik içinde yaşattı. Bize göre para, 'büyük idealler için, dava için önemlidir.Zekamı göstermek, söz cambazlığı yapmak, laf beğendirmeye çalışmak bana göre değil.
Bir Ömer Çelik gibi 'bilgi gösterişi' yapmamakla beraber, ekibin en akıllı üyelerinden birisi olduğum bilinir. Entellektüelliği önemsiyorum. Sohbeti biraz derinleştirirseniz, kendime özgü bir hayat ve siyaset anlayışına sahip olduğumu görürsünüz.
Bence görev kutsaldır. İnanç olmadan görev de yapılamaz. Merak ve sorgulama gereksizdir. 'Merak'ı zararlı bulduğum için İletişim Fakültesi'nden mezunu olduğum halde, gazetecilik yapmayı aklımdan bile geçirmedim. Herkes, hayatı ve olup bitenleri kendi gerçeklerine göre algılar.
Dolayısıyla dünyayı değiştirmeye çalışmak ve istediklerimiz olmadığında öfkelenmek gerilimin ve nefretin başlıca nedenidir. Sakinlik, sabır ve sır tutmak en iyi meziyetlerdir.
Sabır kaybedilir gibi olduğunda dua edilmelidir. Böyle yapan kazanır. Öfke bizi zayıf kılar. Düşmanlıkta insanı tüketen bir negatif enerji vardır. İntikam hissine kapılmamak, her şeyi bir deftere yazmak ve adalet anını beklemek gerekir.
Bu 'sinsilik' midir?
Belki. Ama, 'dobralık ve açıksözlülük' de, çok övünülecek bir özellik değildir.
Çünkü, dobralık yıkıcıdır. Sorunu insanı yıpratmadan çözdüğü için belki de sinsilik 'daha etiktir'..Ayrıca biz, yaradılıştan zaaf sahibiyiz.
En güçlü insanların bile 'kırıldığı' bir nokta vardır. Öyleyse, cüretten uzak durulmalıdır. Nazik, güven verici, karşısındakini dinlemeyi seven, terapi yeteneği olan bir adamım ben.
Gözlerimde, para ile ilişkili insanlarda var olan hırs ve ataklığı göremezsiniz.
Benim fıtratımdaki insanları 'dolduruşa getirmek'de imkansızdır. Hep sakin kalırım.
Sadece dinlerim ve 'operasyon için ilk harekete geçenlerden' olmam.
Başbakan ile ilişkimdeki en temel unsur güvendir. Sır tutma ve kararları sorgulamama yeteneğimle onun gönlünü kazandım. O'na hizmet vermekten mutluyum ve bazı şeyleri 'mezara götürecek' tek kişi olduğumu Başbakan da, ben de iyi biliyoruz.