AntidepresaN
New member
Vurun Yargıya..!
TÜRKİYE'NİN siyasal savunma refleksi neredeyse sıfırlandı. Aynı zafiyet, üç kıtaya hükmeden Osmanlı İmparatorluğu'nun son döneminde de yaşanmıştı.
Avrupalıların ekonomisini çökerttikleri İmparatorluk, On Dokuzuncu Yüzyıl'ın ikinci yarısında "Düvel-i Muazzama"ya teslim olmuş, "Düyun-ı Umumiye" ile ekonomik bağımsızlığını kaybetmişti.
İmparatorluğun o süreçteki toplam borcunun gayri safi milli hasılaya oranı yüzde 53 idi.
Günümüzde bu oran yüzde 100'ün çok üzerine çıkmış durumda.
Türk ekonomisi İMF ve Dünya Bankası tarafından yönetiliyor.
Ekonomik bağımsızlığını kaybeden bir ülke, siyasal olarak bağımsız kalabilir mi?
Kalabilseydi, Osmanlı İmparatorluğu yıkılmazdı.
Bütün kaynaklarını ve kurumlarını yabancılara satan, siyasal bakımdan tümüyle ABD ve AB'nin vesayetine giren Türkiye'nin nereye doğru gittiğini görmemek için kör olmak gerekir.
Bağımsız kalmayı başaran ve vesayet kabul etmeyen tek kurum olarak yargı mı kalmıştı?
Öyleyse vurun yargıya!
Halk tiran isterse
PLATON'UN paradoksuna göre, "Halkın iradesi halkı kendilerinin değil de bir tiranın yönetmesini isterse ne olacak?"
İşte bütün mesele bu...
Yasamaya ve yürütmeye hakim olanlar, önlerinde tek engel olan yargı erkini de bağımlılaştırarak, tiranlıklarını ilan etmek isterler.
Ülkeyi müstemlekeleştirmek için, buna direnen bütün demokratik güçlerin pasifize edilmesi gerekir.
Sinsi ve sistemli şekilde "yönetemeyen demokrasi"ye doğru boşuna gidilmedi.
"Uzlaşma kültürü" boşuna rafa kaldırılmadı.
"Yürütme erki", devletin bütün kurumları ile boşuna kavgalı hale getirilmedi.
Boşuna "gerilim politikası" izlenmedi.
İntikamın böylesi
VAZGEÇİLMEZ, bilgili, becerikli, karizmatik lider havası...
Kimileri onu Mehdi gibi görüyor.
Onun da, Mehdi gibi kayboluverdiği oluyor zaman zaman.
Devletin bütün kurumlarıyla, aydınlarla, çiftçiyle, köylüyle, işçiyle, esnafla, emekliyle, velhasıl herkesle kavgalı...
Çünkü herkese tepeden bakıyor, herkesi ayak takımı olarak görüyor.
Sorun çözmek yerine sorun yaratmakla intikam alıyor. Hem araç olarak gördüğü demokrasiden, hem de kendisine oy veren ve vermeyenlerden...
Karamsarlığın, umutsuzluğun ve güvensizliğin yoğunlaşması umurunda değil.
Sırtını dayadığı ABD'li ve Avrupalı dostlarına güveniyor. Onların desteğiyle yargıyı da hizaya sokacağını sanıyor.
Yetkisini Anayasa'dan alan organların meşruiyetini tartışmaya açmak, diktaya giden en kestirme yoldur.
Demokrasinin yönetemediği de görüldüğüne göre...
Sırrı Yüksel Cebeci
TÜRKİYE'NİN siyasal savunma refleksi neredeyse sıfırlandı. Aynı zafiyet, üç kıtaya hükmeden Osmanlı İmparatorluğu'nun son döneminde de yaşanmıştı.
Avrupalıların ekonomisini çökerttikleri İmparatorluk, On Dokuzuncu Yüzyıl'ın ikinci yarısında "Düvel-i Muazzama"ya teslim olmuş, "Düyun-ı Umumiye" ile ekonomik bağımsızlığını kaybetmişti.
İmparatorluğun o süreçteki toplam borcunun gayri safi milli hasılaya oranı yüzde 53 idi.
Günümüzde bu oran yüzde 100'ün çok üzerine çıkmış durumda.
Türk ekonomisi İMF ve Dünya Bankası tarafından yönetiliyor.
Ekonomik bağımsızlığını kaybeden bir ülke, siyasal olarak bağımsız kalabilir mi?
Kalabilseydi, Osmanlı İmparatorluğu yıkılmazdı.
Bütün kaynaklarını ve kurumlarını yabancılara satan, siyasal bakımdan tümüyle ABD ve AB'nin vesayetine giren Türkiye'nin nereye doğru gittiğini görmemek için kör olmak gerekir.
Bağımsız kalmayı başaran ve vesayet kabul etmeyen tek kurum olarak yargı mı kalmıştı?
Öyleyse vurun yargıya!
Halk tiran isterse
PLATON'UN paradoksuna göre, "Halkın iradesi halkı kendilerinin değil de bir tiranın yönetmesini isterse ne olacak?"
İşte bütün mesele bu...
Yasamaya ve yürütmeye hakim olanlar, önlerinde tek engel olan yargı erkini de bağımlılaştırarak, tiranlıklarını ilan etmek isterler.
Ülkeyi müstemlekeleştirmek için, buna direnen bütün demokratik güçlerin pasifize edilmesi gerekir.
Sinsi ve sistemli şekilde "yönetemeyen demokrasi"ye doğru boşuna gidilmedi.
"Uzlaşma kültürü" boşuna rafa kaldırılmadı.
"Yürütme erki", devletin bütün kurumları ile boşuna kavgalı hale getirilmedi.
Boşuna "gerilim politikası" izlenmedi.
İntikamın böylesi
VAZGEÇİLMEZ, bilgili, becerikli, karizmatik lider havası...
Kimileri onu Mehdi gibi görüyor.
Onun da, Mehdi gibi kayboluverdiği oluyor zaman zaman.
Devletin bütün kurumlarıyla, aydınlarla, çiftçiyle, köylüyle, işçiyle, esnafla, emekliyle, velhasıl herkesle kavgalı...
Çünkü herkese tepeden bakıyor, herkesi ayak takımı olarak görüyor.
Sorun çözmek yerine sorun yaratmakla intikam alıyor. Hem araç olarak gördüğü demokrasiden, hem de kendisine oy veren ve vermeyenlerden...
Karamsarlığın, umutsuzluğun ve güvensizliğin yoğunlaşması umurunda değil.
Sırtını dayadığı ABD'li ve Avrupalı dostlarına güveniyor. Onların desteğiyle yargıyı da hizaya sokacağını sanıyor.
Yetkisini Anayasa'dan alan organların meşruiyetini tartışmaya açmak, diktaya giden en kestirme yoldur.
Demokrasinin yönetemediği de görüldüğüne göre...
Sırrı Yüksel Cebeci