Verem geliyorum demez

ofoking

New member
Katılım
16 Eyl 2005
Mesajlar
1,358
Reaction score
0
Puanları
0
Konum
mahseryerindeyaralıkurt
Verem geliyorum demez

Türkiye'de verem unutulan bir hastalık. Fakat son veriler gösteriyor ki özellikle büyük şehirlerde vereme yakalanan hasta sayısı artıyor. Peki, dünya gündeminden bir türlü düşmeyen veremde son durum nedir?
48.jpg

Eski Türk filmlerinde çilekeş kadınların ya da duyduğu aşkın ağırlığını kaldıramayanların başına gelirdi hep. Önce art arda gelen öksürükler nefes almaya mani olur, sonra beyaz mendil ağızdan gelen kanla boyanırdı. Halk arasında onun adı "ince hastalık" idi. Bu hastalığa yakalanan iflah olmazdı. Özellikle 1940'lar Türkiye'sinde… Binlerce yıldır var olduğu bilinen "mycobacterium tuberculosis" mikrobuyla ortaya çıkan veremin eski filmlerde olduğu gibi geride kaldığını düşünüyorsanız yanılıyorsunuz. Zira, başta akciğerler olmak üzere bütün organlara yayılıp insan hayatını tehdit eden, tedavisiz bırakıldığı ya da yeterli tedavi yapılmadığı takdirde öldürücü olabilen verem yeniden Türkiye'nin gündeminde. Özellikle büyük şehirlerde yaşayanlar ciddi bir tehdit altında.

Halbuki verem, "kesin" tedavinin bulunmasıyla gündemdeki yerini kaybetmişti. Şimdi son veriler gösteriyor ki verem, göç alan büyük şehirler başta olmak üzere tüm Türkiye'de hızla yayılıyor. Bazı bölgelerdeki nüfus yoğunluğu ise tüberkülozlu hasta takibini zorlaştırıyor, verem savaş dernekleri bu konuda yetersiz kalabiliyor. İşte bu noktada Doğrudan Gözetimli Tedavi Stratejisi (DGTS) devreye giriyor.

EŞİMİ İKNA ETMEM LAZIM

Uymaz ailesi İstanbul Ünalan'da yaşıyor. Baba Fikri Uymaz'ın tüberküloz olmasıyla bir anda değişir ailenin hayatı. Hastalığa geç teşhis konulması Fikri Bey'i zor durumda bırakır. 2004'te 1,5 ay İstanbul Süreyyapaşa Hastanesi'nde tedavi görür. İlaçlarını 6 ay düzenli kullanması gerekirken son iki ay kendini iyi hissettiğini söyleyerek kullanmaz ve bu yüzden tamamen iyileşemez. Fikri Bey tekrar veremle boğuşuyor şimdi. İlaca direnç kazandığı için de tedavi olması daha zor, üstelik hastaneye yatması lazım. Fakat tedaviyi kabul etmiyor ve normal hayatını sürdürüyor.

Eşi Ayşe Uymaz (42) ise kocasını ikna etmeye çalışıyor. Üstelik kendisi de verem… Ayşe Hanım verem olmasından eşini sorumlu tutuyor. Ama onu asıl üzen lise ikinci sınıfa giden oğlu Fahri'nin de tüberküloz olması. Fahri'nin hastalığı daha başlarken fark edilmiş ve Fahri iki ay hastanede tedavi gördükten sonra okuluna geri dönmüş. Şu an ilaçlarını düzenli alıyor, ayakta tedavi görüyor. Fahri'nin kız kardeşi ise şimdilik rahatsız değil, fakat ona da bulaşma ihtimali göz önünde bulundurularak 'koruyucu tedavi' uygulanıyor. Ayşe Hanım bu noktada önemli bir konuya temas ediyor: "Eğer eşim tedavi olmazsa tüm aile yine hastalanabiliriz. Kızıma bulaşmamış olması beni şaşırtıyor. Fakat babasından bulaşırsa 'ilaca dirençli verem' hastası olacak. Bu da veremi çok daha ağır geçireceği anlamına geliyor. Bu yüzden eşimi ikna etmem lazım."

İLACA DİRENÇLİ HASTALARIN SAYISI ARTIYOR

Akardere ailesi İstanbul Beylerbeyi'nde yaşıyor. Onların tüberkülozla imtihanları Ferhat Akardere'nin böbreklerinden rahatsızlanmasıyla başlıyor. Eşi Ayla Akardere'ye göre Ferhat Bey hastane hastane dolaşırken verem mikrobuna yakalanır. Sonrası malum… Önce Ayla Hanım sonra küçük oğlu Ertuğrul (10) tüberküloz olur. Bir lokantada çalışan Ayla Hanım hemen işini bırakır. Hastalık ilerlediğinden 3 ay öksürükle boğuşur. Ayla Hanım eşinden bulaşabilme ihtimalini düşünerek Üsküdar Verem Savaş Dispanseri'ne gider ve kendisine verem teşhisi konur. Ana-oğul aynı dönemde tedavi olur. Fakat Ayla Hanım'ın ilaçları hastalığıyla orantılı olarak yüksek dozdadır, yan etki gösterir ve uzun süre kollarını hareket ettiremez. Ertuğrul'un rahatsızlığı ise tedavi görmesine rağmen ilerler. Son olarak ciğerinden parça alınan Ertuğrul'un testleri devam ediyor. İleriki günlerde sağlığının nasıl olacağını kendisi dâhil kimse bilmiyor.

İki ailenin yaşadıkları verem hastalarının her geçen gün biraz daha arttığını göstermesi açısından hayli önemli. Özellikle "ilaca karşı dirençli" verem hastaları bakımından. Ülkemizdeki tüberkülozlu hastaların yüzde 4'ü ilaca karşı dirençli. Çünkü altı aylık tedaviyi tamamlamayan her hasta verem ilaçlarına karşı direnç kazanıyor ve hastalık nüksettiğinde bu kez verilen ilaçlar yeterli olmuyor, yüksek doza ihtiyaç duyuluyor, son çare olarak da ameliyat ediliyor. Tabii tüm bu çabaların yetersiz kaldığı hastalar da ölüme terk ediliyor. Üstelik ilaca dirençli hastalardan mikrop kapanlar da ilaca dirençli oluyor. Yani hasta veremle savaşa 1-0 yenik başlamış oluyor. Bazen de yoğun tedavi nedeniyle karaciğerler kaybediliyor.

Halbuki bu olumsuzlukları ortadan kaldırmak günümüz imkanlarıyla mümkün. Çünkü mevcut ilaçlar hastaları yüzde yüz tedavi edebiliyor. Verem savaş dispanserlerinde tedavi ve ilaçlar ücretsiz. Hastalar vücut ağırlıklarına göre 9-12-14 adet ilacı 6 ay boyunca her sabah aç karna alıyor. Tedavinin sekteye uğramaması lazım. Zaten sorun da bundan sonra başlıyor. Çünkü kullanılan ilaçlar ilk 15-20 günde ağızdan gelen kanı, zayıflama ve halsizliği ortadan kaldırıyor. Bilinçsiz hastalar da hemen ilaçlarını bırakıyor. Fakat bu 'iyilik hali' kısa sürede ‘büyük tehlike’ olarak geri dönüyor. Üstelik tedavi masrafları da diğerinin yüz katına çıkıyor.

Dünyada son on yıldır tüberküloz kontrolü DGTS ile sürdürülüyor. Bu tedavi stratejisi, her doz ilacın bir görevli tarafından hastaya direkt içirilmesi şeklinde. Çünkü hastaların ilaçlarını düzenli içip içmeyeceğini kestirmek imkânsız. Verem savaş dispanserlerindeki doktorlara göre Türkiye'deki hastaların yüzde 80'i ilaçlarını düzenli kullanıyor. Geri kalan yüzde 20'lik kesim ise ilaca dirençli hastaların oluşmasına sebep oluyor. Dünya Sağlık Örgütü ve Verem Savaş Derneği toplum içinde ciddi tehlike oluşturan yüzde 20'lik kesimin tedavisini de sağlayacak DGTS yönteminin uygulanması gerektiği tezini savunuyor. Fakat Türkiye'de bu strateji devlet politikası olarak henüz benimsenmedi. Bu zamana kadar Verem Savaş Derneği'nin belli başlı dispanserlerinde 'gönüllülük' esasına dayalı uygulandı. Yakın zamanda Dünya Sağlık Örgütü'nden gelen 15 kişilik üst düzey heyetin ardından bakanlık da harekete geçti. İstanbul Sağlık Müdürlüğü bünyesinde ilk defa Tüberküloz Kurulu kuruldu. Amaç sağlık kurumları arasındaki koordinasyonu sağlayıp hızla DGTS'ye geçişi kolaylaştırmak.

Türkiye'de DGTS, Verem Savaş Derneği'nin katkılarıyla uzun zamandır Aydın, Nazilli, Samsun, İzmir (bir dispanserde) ve İstanbul'da (Taksim, Beyoğlu, Üsküdar ve Ümraniye'deki dispanserlerde) uygulanıyor. İlk önce DGTS hakkında sağlık personeli ve civardaki eczaneler bilgilendiriliyor. Sağlık ocakları halka bire bir ulaşan kuruluşlar olmasına rağmen yoğunlukları nedeniyle DGTS'ye destek olamıyor. Böylece eczanelerin desteği daha da önem kazanıyor. Hastaya teşhis konduktan sonra tüberküloz ve DGTS anlatılıyor. Hasta, evine en yakın eczanenin adını veriyor, doktor eczacıyla irtibat kuruyor, hasta hakkında bilgi veriyor. Hastanın bir aylık ilaçları kuryeyle eczaneye gönderiliyor. Hasta her sabah her bir gün için ayrı ayrı poşetlenen ilaçlarını alıyor, eczacının gözü önünde içiyor. Son olarak da İlaç Takip Çizelgesi 'olumlu' olarak işaretleniyor. İlaç içmeye gelmeyen hastalar akşama doğru aranıyor ve neden gelmediği soruluyor. İki gün üst üste gelmeyen hastalar sorumlu doktora bildiriliyor.

İLACINI İÇ, HEDİYENİ AL

Hafta sonundaki ilaçlar ise hastanın bir yakınına veriliyor. Eğer hastanın civarında yararlanabileceği eczane yoksa yol parası karşılanıyor ve her gün dispansere gelmesi sağlanıyor. Dispanser ya da eczaneye bir ay boyunca düzenli olarak gelip ilaçlarını eksiksiz içenleri Verem Savaş Derneği ödüllendiriyor. Bazen para yardımı yapıyor bazen de kumanya veriyor. Doktorlar ödüllendirmenin önemli olduğunu ve tedavi sürecinde hastanın teşvike ihtiyaç duyduğunu söylüyor.

İstanbul Çengelköy'deki Şenay Eczanesi'nin gözetiminde 4 tüberküloz hastası var. Eczacı Şenay Sungur, projeye destek vermesine sebep olan hikâyeyi şöyle anlatıyor: "Bir verem hastası varmış. İlaçlarını her gün dispanserden gelip alıyormuş. Fakat hastalığı da sürekli ilerliyormuş. Sonradan anlaşılmış ki hasta kahvedeki arkadaşlarının 'O ilaçlar kısır yapar' sözüne inanmış ve aldığı ilaçları içmiyormuş. Bu yaşanmış hikâyeyi dinledikten sonra DGTS'nin çok önemli olduğunu anladım, destek vermek istedim."

Şenay Hanım hastalara psikolojik destek de veriyor. Sokakta yaşayan iki tüberküloz hastasını yakından takip ettiğini, ilaç kullanırken alkol ve sigara almamaları konusunda onları ikna etmeye çalıştığını söylüyor. Yine onun gözetimli hastalarından Güneydoğulu bir genç, gemide çalışmaya gideceğini söyler. Şenay Hanım, hastalığının iyileşme aşamasında olduğunu, makine dairesindeki koku ve kullanılan maddelerin hastalığını olumsuz yönde etkileyeceğini söyler. Bunun üzerine genç, onu kırmak istemez ve gitmeyeceğini söyler. Güneydoğulu genç şimdi gayet sağlıklı, çalışıyor ve yakın zamanda da evlenecek.

ERKILIÇOĞLU: “ONLAR BENİM YAKINIM GİBİ”

İstanbul Fıstıkağacı'ndaki Uğurlu Eczanesi'nden Cemal Demir de projenin içinde tesadüfen yer alır. Vereme yakalanan amcaoğlunun 6 ay gözetim altında tutulması gerekiyordur çünkü… Doktoru, bir yakınının ona yardımcı olması gerektiğini söyler ve devreye Cemal Bey girer. Son üç aydaki ilaçlarını eczaneden almaya başlar. Böylece Uğurlu Eczanesi de DGTS içinde yer almış olur. Tedavi başarıya ulaştığı için doktorlar başka hastalar da gönderir. Şu an Uğurlu Eczanesi'nde dört kişi tedavi sürecini tamamlarken bir hasta da yeni başlamış: "İlk geldiklerinde sıkılıyorlar. Kısa zamanda birbirimize alışıyoruz. Yoğunluğumuz olsa da hastalarla özel olarak ilgileniyoruz. İlaçları tek tek, yavaş yavaş içiyor, bu esnada sorunlarını anlatıyorlar, rahatladıklarını görüyorum. Hepsinin burada özel bir bardağı var. Bu bile onları mutlu ediyor."

Emine Erkılıçoğlu, Esatpaşa'daki Fikret Aygün Eczanesi'nde kalfa. DGTS'yi artık içselleştirdiğini söylüyor. Çünkü hastalar gelmediğinde üzülüyor, hemen telefona sarılıyor, hatta sabahları gözünün kapıda olduğunu belirtiyor. Eğer dört hasta o gün eksiksiz gelmişse mutlu olduğunu dile getiriyor: "Bir hastam 12 ilaç içiyordu. Şimdi 9 ilaca düştü, en az onun kadar sevindim. Hepsi bir yakınım gibi."

İstanbul Verem Savaş Derneği Genel Sekreteri ve İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Zeki Kılıçaslan, veremi 'büyük kentlerin hastalığı' olarak tanımlıyor. Çünkü kalabalık, yoksulluk, marjinal yaşam şekilleri büyük şehirlerde daha yoğun. Kılıçaslan, veremin İstanbul'daki görülme sıklığını şöyle açıklıyor: "Türkiye'de yüz binde 24, Marmara Bölgesi'nde ise her yüz binde 35 görülüyor. Hatta yüz binde 60'ın üzerinde görülen semtler de var. Nüfus ve hayat şartlarıyla orantılı olarak Bağcılar, Gaziosmanpaşa, Şişli ve Kağıthane’de daha sık görülüyor."

20 YAŞ ÜSTÜ HERKES VEREM MİKROBU TAŞIYOR

Kılıçaslan'ın yakındığı bir diğer konu ise İstanbul'un veremin yaygın olduğu ülkelerden çok göç alıyor olması. Çünkü gelenler beraberinde hastalığını da getiriyor, kalabalık evlerde ve sağlıksız şartlar altında hayatlarını sürdürüyor. Verem Savaş Derneği ise yabancıların tedavi ve gözetimlerine önem veriyor, mümkün olduğunca onları tedaviye ikna etmeye çalışıyor. En büyük sorunlardan biri hasta yakınlarının durumu. Önlem için 'temas muayene' denilen bir yöntem uygulanıyor. Koruyucu haplarla hasta yakınlarının verem olması engelleniyor. Zeki Kılıçaslan, İstanbul'daki hastaların yüzde 70'inin ailesine ulaştıklarını, ev içi temas yapanları muayene ettiklerini ve İstanbul'daki verem hastalarının yüzde 10'unun da bu aile kontrolleri esnasında bulunduğunu anlatıyor.

DGTS Türkiye'de en iyi Aydın ve Nazilli'deki verem savaş dispanserlerinde uygulanıyor. Dünya Sağlık Örgütü de bunları Türkiye için örnek gösteriyor. İstanbul'da veremin görülme sıklığına rağmen DGTS tüm dispanserlerde uygulanamıyor. İstanbul Şişli ve Kağıthane semtlerine bakan Şişli Verem Savaş Dispanseri, DGTS'ye ilk geçiş yapanlardan. Fakat başarı sağlanamamış. Halbuki bilinçlendirme için yoğun çalışmalar yapılmış, İl Sağlık Müdürlüğü destek vereceğini açıklamış. Şişli Verem Savaş Dispanseri'nin başhekimi Dr. Güzin Dinçel Asoğlu, DGTS'yi civardaki tüm sağlık ocağı, çevre eczaneleri ve mahalle muhtarlarını toplayıp anlatmış ve destek istemiş. Fakat eczaneler yoğunluğu ve 'gönüllülük' usulüne dayalı olmasını bahane ederek kabul etmemiş. Sağlık ocakları da yeterince destek olamamış, hastalara 15 günlük ilaçlarını verip yollamış.

"DGTS devlet politikası haline gelmeli." diyen Dr. Asoğlu, birkaç ayrıntıya dikkat çekiyor: "Yakın çevreden destek bulamadığımız için DGTS'de başarısız olduk. Her gün 3-4 hastaya verem teşhisi konuyor. DGTS kapsamında hastayı bilinçlendirmek ve ilaç gözetimi için eczane ya da sağlık kurumuna emanet etmek, kişisel bilgilerinin olduğu bir dosyayı açmak gerekiyor. Fakat ben veremli hastaların dışında da hasta bakıyorum, yetişmek çok zor oldu. 8 ay uğraştık. Tüm yapılanları bir araya getirdiğimde hastaların yüzde 20'si yine tedavilerini bırakmıştı. Yani değişen bir şey yoktu." "Nefes alan herkes bu hastalığa yakalanabilir." diyen Dr. Asoğlu, 3-4 yaşında ilaca dirençli çocukların geldiğini, bu tablonun ardında 15-20 yıl önce tam tedavi edilmeyen tüberküloz hastalarının olduğunu belirtiyor. DGTS'yi başarıyla götüren dispanserlerden biri de Üsküdar Verem Savaş Dispanseri. Dispanserde şu an 143 tüberküloz hastası tedavi görüyor. Hastaların üçte biri mikrop yayıcı durumda. Hastaların 110'u DGTS'yi kabul etmiş. Civardaki 300'e yakın eczaneden 100'ü dispansere destek oluyor. Burada hastalarla bire bir ilgileniliyor, hastalıklarını çabuk atlatmaları için maddi-manevi yardımda bulunuluyor. Eğer hastaların maddi imkânları sınırlıysa ilaçlarına devam etmek şartıyla kumanya, para yardımı yapılıyor. Hastaların dosyaları tarihlerine göre sıralanıyor. Hiçbir hastanın ilaç alma günü aksamıyor.

Dr. Bektaş Kısa, veremli hasta sayısında ciddi bir artış olduğuna dikkat çekerek, "2004'te 100-140 hastayı tedavi etmişiz. Bu sene daha şimdiden 220 civarında. Bizi en çok ilaca karşı dirençli hastaların artmış olması korkutuyor. Ailede biri hastaysa diğer fertlere de bulaşabiliyor. Koruyucu tedaviye en az DGTS kadar önem veriyoruz." diyor. Dr. Kısa'ya göre, tüberkülozun tedavisi ve yapılması gerekenler açık. Önemli olan hastanın iyileşmek istemesi. Utanacak bir şey de yok. Çünkü yirmi yaşını aşmış herkes verem mikrobu taşıyor. Çeşitli nedenlerden dolayı vücut direnci düştüğünde hastalık ortaya çıkıyor. Yani herkes verem adayı. Kimsenin kimseden bir üstünlüğü ya da eksikliği yok.

Türkiye'de DGTS yaygın olmadığı için verem hastalığıyla yıllardır boğuşan, daha evdeki verem hastası iyileşmeden bir diğeri hastalanan aileler de var. İstanbul Sanayi Mahallesi'nde yaşayan Karaboğan ailesi tam 10 yıldır veremle savaşıyor. Bir kuşak öncesinde de verem nedeniyle ölümlerin olduğu biliniyor. Ayşe-Mehmet Karaboğan çiftinin 2'si evli 8 çocuğu var. Mehmet Bey, oğlu Burhan, kızları Songül, Sevim ve gelinleri Naime verem. Mütevazı bir hayatları var. Tüberkülozla birlikte hayatlarındaki her şey değişir. Şu an evleri cıvıl cıvıl 3 toruna inat, tıpkı bir matem yeri gibi. Çünkü gelinleri Naime Karaboğan daha 24 yaşındayken eşi Burhan'dan bulaşan verem nedeniyle ansızın vefat eder. Geride 3, 4 yaşında ve 3 aylık olmak üzere üç çocuk bırakır. Halbuki son çocuğu Alenur'a 6 aylık hamileyken tüberküloz tedavisi görür ve doktorlar iyileştiğini söyleyerek taburcu eder. Bu iyilik hali 6 ay sürse de yine nefes alamaz, öksürük nöbetleri hayatını zorlaştırmaya başlar. 2004’ de bir gece öksürürken kan kusmaya başlar ve 15 dakika içinde vefat eder.

YATAK SAYISI HER GEÇEN GÜN AZALIYOR

Görümce Songül Karaboğan (18) gözyaşlarına hâkim olamıyor ve "Ablamdan daha yakındı." dediği yengesini şöyle anlatıyor: "Öleceğini biliyordu sanki. O gün ben de verem tedavisinden yeni taburcu olmuştum. Öksürük nöbetlerinden önce 'Bir gece öksürmeden rahatça uyusam, hiç uyanmak istemeyeceğim. Bana bir şey olursa çocuklarıma sen bak, onları yalnız bırakma.' dedi ve yarım saat sonra öldü."

Şu an Burhan Bey de Süreyyapaşa Hastanesi'nde tedavi görüyor. Doktorlar ciğerlerinin tamamen bittiğini söylese de Karaboğan ailesi umudunu kaybetmiyor. Burhan Bey'in çocukları Hasan, Alenur ve Ayşe de hayal meyal hatırladıkları annesinin 'sessizce' yasını tutuyor. Naime Hanım'ın gelin yatağı hâlâ ilk günkü gibi. Küçük Hasan "Burası annemin odası." diyerek onu unutmadığını bize de hatırlatıyor. Anne Ayşe Hanım, "Verem hastalığından sonra hayatımızın tadı tuzu kaçtı. Artık yaşıyor muyuz, her gün ölüyor muyuz belli değil. Torunlarım olmasa hayatın bir anlamı kalmayacak. Kızlarımın da verem olması beni çok üzüyor. Bir türlü iyileşmiyorlar. Tam iyileşiyorlar, evde veremliler olduğu için tekrar hastalanıyorlar. Hepsinin tedavisini ben üstlendim. Dispansere götürüyorum, ilaçlarını düzenli almalarını sağlıyorum. Sanırım bundan dolayı Allah beni koruyor ve yıllardır verem olmadım." diyor.

Verem hastalığı aslında ailenin geleceğini de etkiliyor. Çünkü Burhan Karaboğan Naime Hanım'la evlenmeden önce tüberkülozlu olduğu için sağlık raporu verilmemiş. Bunun üzerine çift, resmi nikah yaptıramamış. Dolayısıyla 3 çocuğun da nüfus kâğıdı yok. Anne Naime Hanım da vefat ettiği için çocukların Burhan Kababoğan'a ait olduğu ispatlanamıyor. Aile değişik kanallardan çocukların nüfus kâğıdının çıkması için uğraşıyor. Maddi gelirleri de yok. Mehmet Bey ve oğul Burhan verem hastalıkları nedeniyle çalışamıyor çünkü. Valilik ve dispanserin yardımlarıyla ayakta kalmaya çalışıyorlar. Ayşe Hanım hastalığın torunlarına da geçmesinden korkuyor. Bunun için koruyucu ilaçlar veriyor ve camlar evdeki hava dolaşımı için yaz-kış açık bırakılıyor. Ama çocuklar birazcık ateşlense evde bir telaş başlıyor, "Acaba verem mi?" diye. Hasılı, onların hayatı hem acılar hem de şüpheler içinde akıyor...

İstanbul'da verem önceki yıllara göre artış gösterse de bu hastaların faydalanabileceği kurumlar kapanıyor. Heybeliada'daki Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Merkezi'nin ardından 28 Nisan'da da 43 yıldır hizmet veren Beykoz Çocuk Göğüs Hastalıkları Hastanesi kapatıldı. Şimdi burası bir poliklinik olarak hizmet veriyor ve günde ancak 60 hastayı ayakta tedavi ediyor. Oysa hastane 2005 Aralık-2006 Nisan ayında aylık 4 bin, günlük 200-220 civarında hastaya hizmet vermiş. Hastanenin kapatılma sebebi hakkında birbirinden farklı yorumlar yapılsa da İstanbul İl Sağlık Müdürlüğü'nün yaptığı açıklamaya göre 140 yataklı hastanenin altyapısı MR, tomografi, ultrasonografi gibi ileri tetkik cihazlarının kurulmasına ve işletilmesine imkân vermiyor. Dolayısıyla hastanenin Süreyyapaşa Eğitim ve Araştırma Hastanesi'ne sevk edilmesiyle modern cihazlara, laboratuvara, teşhis ve tedavi imkanlarına sahip bir kampüsle hastalara daha iyi hizmet sunulacak.

BEYKOZ KAPANINCA NE OLACAK?

Sağlık Emekçileri Sendikası İstanbul Şubesi yetkilileri, veremin hızla arttığını, Türkiye'nin tek çocuk ve göğüs hastalıkları hastanesini kapatıp bir başka hastanenin servisi haline getirmenin veremle savaşa ciddi darbe vuracağına dikkat çekiyor. Tartışmaları körükleyen bir başka unsur da Saray Hastanesi olarak da bilinen Beykoz Göğüs Hastalıkları Hastanesi'nin Boğaz kıyısında ve 70 dönümlük ormanlık arazi içinde olması. Arazi ve üzerindeki tarihî binalar mülkiyet olarak TBMM'ye bağlı ve Milli Saraylar Daire Başkalığı'na ait. Hastanenin bulunduğu arazi üzerinde 'Beykoz Kasrı' bulunuyor. Hastane ise ilgili arazinin 10 dönümünü işgal ediyor. Arazinin büyüklüğü ve konumu düşünülünce, "Buraya otel yapmak istiyorlar." söylentileri biraz daha güçlense de yetkililer bunu kabul etmiyor. İstanbul İl Sağlık Müdürü Dr. Mehmet Bakar, Saray Hastanesi'nin kapanmasının herhangi bir soruna neden olmayacağını, Beykoz'a gelen hastaların artık Süreyyapaşa'ya giderek daha iyi şartlar altında tedavi olabileceğini belirtiyor.

‘YATAK SAYISI HER GEÇEN GÜN AZALIYOR’

İki dönem Toraks Derneği'nde Tüberküloz Çalışma Grubu Başkanlığı yapan Prof. Dr. Eyüp Sabri Uçan, tüberküloz yataklarının her geçen gün azaltıldığını belirterek bir noktaya dikkat çekiyor: "Hasta sayısı artıyor; fakat tedavi imkânları azalıyor. Yatarak tedavi olması gereken hastalar var. İlaca karşı dirençli hastaların sayıları artıyor. Bırakın kapatmayı, yatak sayısının artırılması gerekiyor." Sağlık Hakkı Hareketi Derneği Başkanı Dr. Mustafa Sütlaş, hastanelerin devlet tarafından işletme mantığıyla çalıştırıldığını ve Beykoz'un döner sermayesi düşük olduğu için kapatıldığını iddia ediyor. Sütlaş'a göre tüberkülozlu çocukların da tedavi hakkı var. Genel hastanelerde çocuklar risk altında. Üstelik Süreyyapaşa Hastanesi İstanbul'la kalmıyor, Anadolu'dan gelen hastalara da bakıyor. Dolayısıyla kapasitesinin üzerinde hizmete ihtiyaç var. Zeki Kılıçaslan, sorunun hastanenin kapatılmasından öte bir sistem sorunu olduğunu düşünüyor. Ona göre yeni kurulan Sağlık Grup Başkanlığı, İstanbul'daki tüm sağlık kuruluşlarını eğitmeye başladı. DGTS haziran ayında tüm dispanserlerde, bir yıl içinde de tüm Türkiye'de uygulanacak. Bu da hastaların büyük çoğunluğunun ayakta tedavi edilmesi ve ilaca dirençli tüberkülozlu hasta sayısının azalması anlamına geliyor.

Dr. Bektaş Kısa, Beykoz'daki hastanenin kapanmasının veremle savaşı aksatacağı kanaatinde. Çünkü Saray Hastanesi çocuklara bakan tek yer. Çocuklara dispanserlerde tüberküloz teşhisi koymak zor. Hem çocuklar balgam çıkaramıyor hem de ciğerlerindeki lekeler akciğer filminde gözükmüyor. İleride kısırlığa sebep olduğu için de en fazla 1-2 kez tomografi çekilebiliyor.. Çocuklarda erken teşhis ancak alanında uzman kişilerce konabiliyor ve Beykoz'daki doktorlar bu alanda çok başarılı. Dr. Bektaş bir hafta önce yaşadığı bir olayı şöyle aktarıyor: "18 yaşında bir çocuk geldi. Hastalığı çok ilerlemiş. Süreyyapaşa Hastanesi'ne sevk ettim. Gözlem altında tutulması gerekiyordu. Bir öksürmesiyle 20 kişiyi verem yapabilecek kadar çok mikrop yayıyordu. Fakat yoğunluk nedeniyle çocuk hastaneye alınmamış. Şimdi dışarıda ve normal hayatına devam ediyor. Eğer Beykoz'a hasta kabul ediliyor olsaydı bu çocuk şimdi sokaklarda değil, hastanede kalıyor olacaktı." Ayla Akardere de hastanenin taşınmış olmasına üzülenlerden. Hastanenin kapatılmasıyla yaşadığı bir sorunu, "Oğlum Ertuğrul Beykoz'da tedavi görüyordu. Süreyyapaşa'ya gönderdiler. Orası çok kalabalık. Yoğunluk nedeniyle ilgi de az. Süreyyapaşa oğluma teşhis koyamamışken Beykoz'da konmuştu mesela. Şimdi hastalığı tekrar nüksetti. Ciğerinden parça alındı. 15 gün yetişkinlerin koğuşunda yattı ve psikolojisi bozuldu. Beykoz'da kendi yaşıtlarını görür ve 'Ben de onlar gibi iyileşeceğim' derdi." sözleriyle dile getiriyor.

VEREMLİ HASTALARIN SOSYAL YAŞAMI DA SIKINTILI

Tüberküloz hastalığı sırayla en çok Marmara, Ege, Karadeniz ve Güneydoğu bölgesinde görülüyor. Türkiye'de 272 dispanser var. Dispanser sayısının en fazla olduğu iller İstanbul, Ankara ve İzmir. Prof. Kılıçaslan'a göre, İstanbul'a daha çok dispanser gerekiyor. Çünkü 40 yıl önceki nüfus yapılanmasına göre dispanserler açılmış ve bazı bölgelerde nüfus azalırken bazılarında çoğalmış. Verem Savaş Derneği'nin 2004-2005 kayıtlarına göre İstanbul'daki veremli hasta sayısı yüzde 40 oranında artmış. Sebep kayıt dışı hastaların da kayda geçirilmesinden kaynaklanıyor. İstanbul için en sağlıklı rakam 2005 yılı için var. İstanbul'da bir yılda 6 bin 500 kişi bu hastalığa yakalanıyor.

Görüştüğümüz tüberküloz hastalarının en sık yaşadığı ve yakındıkları konuların başında toplumun değişen bakış açısı var. Dolayısıyla onlar da kendi hayatlarını değiştirmeye, toplumdan uzak durmaya ve 'veremli psikolojisi'ne girip bedensel rahatsızlığın üzerine psikolojik sorunlar yaşamaya başlıyor. Ayla Akardere, "Daha yeni yeni kendime geliyorum." derken yaşadığı sıkıntıları şöyle dillendiriyor: "İnsan bir yere gideceği zaman kara kara düşünüyor. Öksürünce çevredeki insanlara bulaştıracakmışım gibi geliyor. Halbuki tedaviye başladıktan 15-20 gün sonra bulaştırıcılık özelliği kalmıyor. Çevremde kim öksürse 'Acaba hastalık mı bulaştırdım?' diye dispansere getirdim."

VEREMLİ DEĞİL, TÜBERKÜLOZLU DEYİN!

Ayla Akardere'nin yeğeni anaokulu öğretmeni Sema Akardere de Süreyyapaşa Hastanesi'nde 2 ay yatmış. Şimdi doktor gözetiminde ilaçlarını kullanıyor: "Tüberküloz hastalarına psikolojik destek şart. Hastanede psikolojim bozuldu. Sürekli, 'Maske takıp dolaş, çevrendeki insanlar için tehlikelisin' denildi. Halbuki, hastalığımın bulaşma özelliği yoktu. İki ayda konuşmayan, içine kapanık biri oldum. Hastaneden yeni çıktım. Normal hayata geçmekte ve çevremdekilerle ilişki kurmakta zorlanıyorum."

Hanımlar arasında ev oturmaları, ikindi çayları gibi birliktelikler olur. Eğer tüberküloz hastasıysanız bu tarz ortamlarda da bulunmanız sakıncalı olabiliyor. Ayşe Uymaz “Bize 'veremli' değil de 'tüberkülozlu' denirse kendimi daha iyi hissediyorum” diyerek hislerine dair ipucu veriyor. Uymaz ailesindeki fertlerin tek tek verem olmasından dolayı 'bize de bulaşır' düşüncesiyle en yakın arkadaşlarının bile evine gelmediğini, bunu açıkça ifade ettiklerini anlatıyor. Dr. Bektaş Kısa, verem hastalarının özellikle ilk aylarda hastanede olması gerektiğini düşünüyor. Çünkü hasta kendiyle aynı rahatsızlığı yaşayanlarla diyalog kurup arkadaşlık yapıyor, toplum içinde 'öteki' olmadığının farkına varıyor.

Karaboğan ailesinin oturduğu apartmanda da akrabalar çoğunlukta. Fakat ailede birçok kişinin tüberkülozlu olması ve gelinlerinin de bu nedenle vefat etmesi evlerine gelen gidenin kesilmesine sebep olmuş. İşin en kötü tarafı akrabaların sadece gidip gelmeyi kesmenin dışında özellikle Songül Karaboğan başta olmak üzere 5 yaşındaki torun Hasan'a bile "Sen veremlisin, uzak dur bizden." diyerek her an acılarını hatırlatmaları. Songül 2 yıldır tüberküloz olduğunu, iyileşip iyileşip tekrar hastalandığını, 18 yaşında olmasına rağmen kendini yaşlı gibi hissettiğini anlatıyor: "Günde 12 hap içiyorum, dışarı çıkmıyorum, sürekli bulunduğum ortamda dışlanıyorum, yaşama sevincim daha bu yaşta kalmadı."

Tüberkülozlu hastaların hayatları her gün aç karna içtikleri 14 hapla başlıyor, eş-dostun 'yabancı' gözlerinden kaçmakla da devam ediyor... Yalnız bir ayrıntı unutuluyor; her yetişkin verem mikrobunu taşıyor, her an da tüberküloz olabilir. Peki, aramızdaki fark ne?


YILLARA GÖRE İSTANBUL ŞİŞLİ DİSPANSERİ’NDE TEDAVİYE ALINAN HASTA SAYISI

1998 270
1999 239
2000 256
2001 253
2002 302
2003 282
2004 338
2005 473


Memorial Hastanesi Göğüs Hastalıkları Bölümü'nden Uzm. Dr. Füsun Soysal:

TÜBERKÜLOZ TEDAVİSİ, HASTALARA YETECEK SEVİYEDE DEĞİL

Tüberküloz, içki ve sigara kullanan, iyi beslenmeyen insanların hastalığı olarak bilinirdi. Ancak son zamanlarda, ev hanımları, lise ve üniversite öğrencileri arasında çok sık görülmeye başlandı. Bunun en önemli nedeni stres ve giderek zorlaşan yaşam şartları. Mikrobu alan her kişide bu hastalık görülmüyor. Mikrop vücuttayken, direnç düştüğü anda hastalık beyin zarı, akciğer, dalak ve göze yerleşebiliyor. Tüberküloza özel hastanelerde daha az rastlanır. Fakat devlet hastaneleri ve tüberküloz hastanelerinde, bu tür hastalara yatak yetiştirilemiyor. Yani şu an tüberküloz tedavisi, hastalara yetecek düzeyde değil. Bundan dolayı çoğu hasta, ayakta tedavi ediliyor. Özel hastanelerde tüberküloz hastaları az sayıda. Bunun nedeni ise, tüberküloz hastalarının diğer hastalarla aynı odada yatırılmasının mümkün olmayışı. Bana yılda en fazla 15 tüberküloz hastası gelir. Ayda da 1-2 hastayı geçmez. Zaten tüberküloz şikâyetleri ile gelen hastaları hemen tüberküloz hastanelerine gönderiyoruz.

DÜNYADA TÜBERKÜLOZ

Yılda 8,4 milyon kişi bu hastalığa yakalanıyor, 2 milyonu da ölüyor. Dünya Sağlık Örgütü verem için 'acil durum' ilân etti. Çünkü dünyadaki verem ölümleri hızla artıyor. Dünyada en çok verem hastalığı Güney-Doğu Asya ve Sahra Güneyi Afrika'da bulunuyor. Her yıl Hindistan'da 1,8 milyon, Çin'de 1,3 milyon, Endonezya'da 590 bin, Nijerya'da 327 bin, Bangladeş'te 306 bin yeni hasta ortaya çıkmakta. Toplam 22 ülkede, dünyadaki tüberküloz hastalarının yüzde 80'i bulunuyor. Bazı ülkeler veremle ciddi olarak savaşırken büyük kısmı bu konuda başarısız oluyor. Bu durumda dünyadaki veremli hasta sayısının hızla artmasına neden oluyor.

TÜRKİYE’DE TÜBERKÜLOZ

1940'larda her yüz kişiden 2-3'ü tüberküloz nedeniyle ölüyordu. Türkiye'de 10-20 milyon arasındaki kişinin bu hastalığı taşıdığı biliniyor ve bu insanların yüzde 5-10'unun hayatlarının bir döneminde verem hastası olacağı tahmin ediliyor. Türkiye'de yılda 25-30 bin yeni tüberküloz hastası ortaya çıkıyor. Bırakılan tedaviler nedeniyle verem hastalarının yüzde 4-7'si ilaca karşı direnç kazanıyor. Bu sayı da dünya ortalamalarının üzerinde kabul ediliyor ve ciddi bir tehlike olarak görülüyor. Türkiye’de verem savaş derneklerine kayıtlı hasta sayısı 2000 yılında 18 bin 38. Yalnız bu rakamlara SSK, özel hastane ve hekimlerde tedavi gören hastalar dâhil değil.

(alıntıdır):Sopa
 
Geri
Üst