Mephisto
RBL
- Katılım
- 10 Ara 2005
- Mesajlar
- 7,669
- Reaction score
- 0
- Puanları
- 0
Okumaya değer!!! BİRAZ UZUN GİBİ GÖRÜNSEDE OKUMAYNIZI TAVSİYE EDERİM.
"İLK BEŞ DAKİKA VE BİR ÖMÜR
a.. .......ili kırsalında teröristlerin dur ihtarına ateşle
karşılık vermesi sonucu çıkan çatışmada.....güvenlik görevlisi şehit
oldu.
Ya da
a.. .......ilinde devriye görevini yerine getiren
...aracına
açılan ateş sonucu..güvenlik
görevlisi şehit oldu.
Ya da
a.. ........ili kırsalında teröristlerce döşenen mayının
patlaması sonucu...asker
yaralandı..
Bu nasıl başlar biliyor musunuz?
Hava o kadar sıcaktır ki beyninizdeki sıvının
buharlaşıp uçtuğunu düşünürsünüz.
Oluştuğu anda kuruyup giden ter damlacıklarından geriye kalan
tuzlar yüzünüzün ve hatta
elbisenizin her yanını kaplamıştır.
Avucunuzun içindeki ter, yüzünüzdeki gibi kolay kurumadığı
için
elinizdeki tüfeğinizin metal
kısmı avucunuzun içinde vıcık, vıcık oynar. Ter ile ıslanan çeliğin
kokusu avucunuzun içine ve
elinizi sürdüğünüz her yere siner. Önünüzde yürüyen adamın, ayağının
kuru
toprakla her temas edişinde çıkan toz, ağzınızın kupkuru olmasına ve
zor
nefes almanıza sebep olur.
Sırt çantanızın askı kayışları yüzünden omuzlarınızı
hissetmezsiniz. Kült ağrıları ancak çantayı sırtınızdan
çıkardığınızda
fark edersiniz.
Bastığınız her taş parçası, her çalı ve bir ayağınızın
kaplayabildiği her yeryüzü parçasından çıkan sesi duyarsınız.
Yürüdüğünüz yerdeki her Ağustos böceğinin sesini, dallardaki
kuşları, yüzünüzün etrafında ürkütücü devriye uçuşları yapan
arıların
kanat seslerini, ağzınıza ve yüzünüze ya da herhangi bir yerinizdeki
küçük yaraların üzerine konmaya çalışan sineklerin vızıltılarını,
ayağınızı bastığınız yerden havalanan yeşil çekirgenin küçücük
cüssesine
rağmen çıkardığı tok kanat sesini en ince ayrıntısına kadar
duyarsınız.
Sonra, kendi teçhizatınızın ve önünüzdeki arkadaşınızın ve
arkanızdaki arkadaşınızın teçhizatlarının çıkardığı düzensiz
seslerin her
birini ayrı ayrı duyarsınız.
Ve aynı anda önünüzdeki arkadaşınızın nefes alışlarını
duyarsınız,
öksürmesini ve hapşırmasını da duyarsınız.
Telsizinizden çıkan seslerin ve cızırtıların her biri ayrı
ayrı
katılır bu senfoniye.
Ter ve tozun birleşmesinden oluşan kaygan çamur, postalın
içindeki
tüm ayağınızı kaplamıştır, çoraplar önce su toplayıp sonra patlayan
yerlere adeta bir deri gibi yapışmıştır.
En çok yapmak istediğiniz şey ayaklarınızı yıkayıp,
çoraplarınızı
değiştirmektir. Ama bu çok büyük bir lükstür o anda.
Çünkü...
Çünkü hangi çalının dibinde, hangi kayanın arkasında sizi
beklediğini bilmediğiniz ihaneti arayıp bulmanız ve yok etmeniz
gerekmektedir.
Bütün masumların hayatı ve huzuru size emanet diye,
öğretmenler
bayrak direğine asılmasın diye, kundaktaki bebekler kurşunlanmasın
diye,
binlerce yıllık emanete halel gelmesin diye kahpeliği ve ihaneti yok
etmeniz gerekmektedir.
Çünkü bunun için bayrağın, silahın, namusun ve şerefin üzerine
yemin etmişsinizdir.
Çünkü önemli olan ayağınız değil, ülkeniz, bayrağınız ve
onurunuzdur.İşte bu yüzden lükstür ayak yıkamak, çorap değiştirmek.
İşte
bu yüzden senfoniye dönüşmüştür bütün o düzensiz sesler güruhu.
Sonra!..
Sonra birden tüm sesler kesilir, bıçağın dalı kestiği gibi,
makasın
kâğıdı,pensenin bir hoparlör kablosunu kestiği gibi... Bir anda...
Kuşların sesleri, arıların ve sineklerin vızıltıları, çekirgenin
kanat
sesleri; hepsi bir anda biter.
Gözlerinizi açtığınızda önünüzdeki arkadaşınızı değil,
gökyüzünü
görürsünüz,yere düşmüş olduğunuzu anlamanız birkaç saniye sürer.
Tek hissettiğiniz kesif bir barut ve yanık et kokusudur,
yüzünüzün
toprak parçalarıyla kaplandığını fark edersiniz, temizlemek için
çalışmazsınız.
Arkadaşlarınızın bağırarak koşuşturduğunu görür ama
kulağınızdaki
çınlama ve uğultudan seslerini duyamazsınız. Sesleri yavaş yavaş
duymaya
başladığınızda ayağa kalkmaya çalışırsınız ama başaramazsınız.
Yine birkaç saniye sonra arkadaşlarınızın sesleri arasında
"mayın" kelimesini ayırt eder ve kalkmaya çalıştığınızda
ayağınızdaki
yoğun ağrıyı fark edersiniz.
Ayağınız yoktur ama yine de ağrıdığını hissedersiniz.
Ne olduğunu anlamak için baktığınızda ise parçalanmış
pantolonunuzun ve kopmuş ayağınızın farkına varırsınız. İşte her şey
o
anda başlar.
Avazınız çıktığı kadar bağırırsınız. Sonra, nefesiniz biter.
Sonra, yeniden nefes alırsınız ve yeniden bağırmaya başlarsınız.
Sonra
yine nefesiniz biter ve yeniden, yeniden ve yine...
Yanınıza ilk gelen arkadaşınız size, "fazla bir şey yok,
sadece
küçük bir yara"gibi telkinlerde bulunur. Ama siz arkadaşınız
konuşurken
de, helikopterle hastaneye götürülürken de artık bir ayağınızın
olmadığını biliyorsunuzdur. Hep bir soru çınlar kafanızın içinde
"neden
ben, neden ben, neden ben ?"
Hastanede geçen aylar, tedavi ve terapilerde geçen yıllar
sonunda,dizkapağınızın on iki santim altından takılı olan ve her
akşam
yatarken veya banyoya girerken çıkarıp kenara koyduğunuz takma bacak
artık bir uzvunuz olmuştur.
Ama bunun önemi yoktur çünkü bu fedakârlığınız sayesinde vatan
var
olacaktır.Sizin bir bacağınızın ne önemi vardır ki!
Artık koşamayacak olmanızın, yazın herkes gibi havuza,
denize
giremeyecek olmanızın da hiç önemi yoktur. Vatan sağ olsun yeter.
Sonra birilerinin, sizin ödediğiniz vergilerle Fransız
televizyonlarında, uğruna yarım kaldığınız vatan hudutlarını hiçe
sayan
programlara finans sağladığını okursunuz. Aynı dillerin bundan
pişmanlık
duymadıklarını söylediklerini de okursunuz.
Pamuk"ları, Dink"leri, okursunuz, Bizans çocuğuyum
diyenleri
duyar, Ali Kemallere tanık olursunuz, "koçlar gibi satanları"
görürsünüz. .
Türk Bayraklarının yakıldığını, görürsünüz. Başlarına
çuvallar
geçirilip aşağılanarak elleri arkalarından bağlanan Türk askerlerini
görürsünüz.
Bu aşağılanmaya cevap verecek tankların motor seslerini,
helikopterlerin kanat seslerini, piyadelerin intikam yeminlerini
duymayı
beklersiniz ama duyamazsınız.
Onun yerine hainlerin cesetlerinin üstüne örtülen çaputlara
"bayrak" diyenleri görürsünüz, "uçaklarını çek", "valiyi çek" diyen
başkanları ve karşılarında kekeleyen riyaseti görürsünüz.
Bu da yetmez Türk askerlerinin kendi mahkemeleriniz
tarafından,"çete" diye suçlandığını,yargılandığını görürsünüz.
Yok, yok bu da yetmez. Askere, polise,öğretmene ateş eden,
yol kesip soygun yapan, köy yakan, okul yıkan, mayın döşeyen
teröristlerin sadece "ben bir şey yapmadım" demelerinin esas kabul edilip,
"suçsuz" sıfatıyla serbest bırakıldığını görürsünüz.
Susanları, konuşması gerektiği halde susanları görürsünüz,
konuşanlar her konuştuğunda, kekeleyenler her kekelediğinde ve
susanlar her sustuğunda siz yeniden vurulursunuz,yeniden ölürsünüz her
defasında.
Gövdenizden o toprağa akan kan, bu defa içinize akar,
inandıklarınıza, uğrunda savaşarak kendi kanınızı akıtmak pahasına
tertemiz tuttuğunuz değerlerinize akar.
Sizin kaya arkalarında, çalı diplerinde aradığınız ihanet
gelir aklınıza, o mayınları yerleştiren eller gelir. Sorgulamaya
başlarsınız: "Biz bu ihaneti doğru yerde mi aradık, kuyruğunda dolaştığımız
yılanın başı, hep gözümüzün önünde miydi yoksa?"diye sorarsınız kendinize.
Onlara verilen maaş"ın sizin vergilerinizden ödendiğini,
içinize Sindiremezsiniz, uykularınız kaçar, neden bu vatanı sizin kadar
sevmediklerini düşünürsünüz.
Bu vatan onların da vatanı değil mi?
Onlar da, tıpkı benim gibi namusun ve şerefin üstüne yemin
etmedi mi? diye sorarsınız kendi kendinize.
Sinirlenirsiniz, üzülürsünüz, on beş yaşında bir askeri okul
öğrencisi iken her adımda söylediğiniz, beyninize ve yüreğinize
nakşettiğiniz sözler gelir aklınıza": VATAN, SANA CANIM FEDA"
Geri kalan tüm hayatınızın ilk beş dakikası,böyle başlayacak
işte ve hayatınız böyle devam edecektir. Son nefesinize kadar savaşacaksınız ihanetle, her şeye ve herkese rağmen,bu yolda ölene ya da bu ihaneti
bitirene kadar.
Siz diyorum, çünkü bu vatan için bedel ödeyen insanların neler
yaşadığını, neler hissettiğini, size rağmen ve sizin için neler
yaptıklarını, neler yapabileceklerini bilin istiyorum. Okuduğunuz ya
da televizyonda duyduğunuzdan daha fazladır yaşananlar.
Yani aslında gazetelerin iç sayfalarındaki, minicik karelerde
okuduğunuz; "...ili kırsalında teröristlerce döşenen mayının patlaması
sonucu, bir güvenlik görevlisi yaralandı!" haberi aslında o kadar da kısa
değildir.
Sizin, daha okuduğunuz gazetenin arka sayfasına geçerken
unuttuğunuz, falanca mankenin otel odası maceralarına, ya da
uyuşturucu komasından ölen oğluna "şehit" deyip Türk bayrağı örten kadının
haberine ayırdığınızdan daha uzun zaman ayırmadığınız bu küçük haber,
birileri için bir ömür boyu sürecek ve asla unutulmayacaktır.
Ve siz unuttuktan sonra da başka birileri, "ne için?"
dendiğinde "vatan için"diyecekleri fedakârlıklarını size rağmen yapmaya devam
edeceklerdir.
Sizin uyuşmuşluğunuza, duyarsızlığınıza rağmen, sizin
rahatlığınıza, sizin vicdanlarınıza rağmen bu kahramanca
fedakârlıklar ve bu ilk beş dakikalar yaşanmaya devam edecektir.
Asla unutmayınız başınızın üstündeki egemenlik örtüsünün
payandası kopan bacaklar, bedeli ise size rağmen bu vatan için akan kanlar,
feda edilen canlar, sıcak yuvalarını,babalarının yüzlerini unutan küçücük
çocuklarını düşünmeden vakfedilen hayatlardır.
Ne kadarını anlayabilirsiniz veya anlamak sizin umurunuzda mı
bilmiyorum, ama birileri bunları yaşadı, birileri hala yaşıyor ve
emin olun yaşlı dünya döndükçe, Türk vatanı ve Türk Bayrağı için birileri
daha tüm bunları yaşayacak.
Gördüğünüz gibi size bir hayli uzak bir yaşam biçimi bu.
Masalarda oturup "aydınca" sohbetler etmeye hiç benzemiyor değil mi? Bir an
için bile olsa kendinizi onların yerine koyasınız diye "siz" diyerek
yazdım, sizin onlardan biri olamayacağınızı biliyorum.
"Siz" kim misiniz?
Siz kendinizi çok iyi biliyorsunuz!
Biz de, biz de sizi çok iyi biliyoruz.
"Siz" de bilin ki biz asla unutmayacağız.
"VARLIĞIM TÜRK VARLIĞINA ARMAĞAN OLSUN"
"İLK BEŞ DAKİKA VE BİR ÖMÜR
a.. .......ili kırsalında teröristlerin dur ihtarına ateşle
karşılık vermesi sonucu çıkan çatışmada.....güvenlik görevlisi şehit
oldu.
Ya da
a.. .......ilinde devriye görevini yerine getiren
...aracına
açılan ateş sonucu..güvenlik
görevlisi şehit oldu.
Ya da
a.. ........ili kırsalında teröristlerce döşenen mayının
patlaması sonucu...asker
yaralandı..
Bu nasıl başlar biliyor musunuz?
Hava o kadar sıcaktır ki beyninizdeki sıvının
buharlaşıp uçtuğunu düşünürsünüz.
Oluştuğu anda kuruyup giden ter damlacıklarından geriye kalan
tuzlar yüzünüzün ve hatta
elbisenizin her yanını kaplamıştır.
Avucunuzun içindeki ter, yüzünüzdeki gibi kolay kurumadığı
için
elinizdeki tüfeğinizin metal
kısmı avucunuzun içinde vıcık, vıcık oynar. Ter ile ıslanan çeliğin
kokusu avucunuzun içine ve
elinizi sürdüğünüz her yere siner. Önünüzde yürüyen adamın, ayağının
kuru
toprakla her temas edişinde çıkan toz, ağzınızın kupkuru olmasına ve
zor
nefes almanıza sebep olur.
Sırt çantanızın askı kayışları yüzünden omuzlarınızı
hissetmezsiniz. Kült ağrıları ancak çantayı sırtınızdan
çıkardığınızda
fark edersiniz.
Bastığınız her taş parçası, her çalı ve bir ayağınızın
kaplayabildiği her yeryüzü parçasından çıkan sesi duyarsınız.
Yürüdüğünüz yerdeki her Ağustos böceğinin sesini, dallardaki
kuşları, yüzünüzün etrafında ürkütücü devriye uçuşları yapan
arıların
kanat seslerini, ağzınıza ve yüzünüze ya da herhangi bir yerinizdeki
küçük yaraların üzerine konmaya çalışan sineklerin vızıltılarını,
ayağınızı bastığınız yerden havalanan yeşil çekirgenin küçücük
cüssesine
rağmen çıkardığı tok kanat sesini en ince ayrıntısına kadar
duyarsınız.
Sonra, kendi teçhizatınızın ve önünüzdeki arkadaşınızın ve
arkanızdaki arkadaşınızın teçhizatlarının çıkardığı düzensiz
seslerin her
birini ayrı ayrı duyarsınız.
Ve aynı anda önünüzdeki arkadaşınızın nefes alışlarını
duyarsınız,
öksürmesini ve hapşırmasını da duyarsınız.
Telsizinizden çıkan seslerin ve cızırtıların her biri ayrı
ayrı
katılır bu senfoniye.
Ter ve tozun birleşmesinden oluşan kaygan çamur, postalın
içindeki
tüm ayağınızı kaplamıştır, çoraplar önce su toplayıp sonra patlayan
yerlere adeta bir deri gibi yapışmıştır.
En çok yapmak istediğiniz şey ayaklarınızı yıkayıp,
çoraplarınızı
değiştirmektir. Ama bu çok büyük bir lükstür o anda.
Çünkü...
Çünkü hangi çalının dibinde, hangi kayanın arkasında sizi
beklediğini bilmediğiniz ihaneti arayıp bulmanız ve yok etmeniz
gerekmektedir.
Bütün masumların hayatı ve huzuru size emanet diye,
öğretmenler
bayrak direğine asılmasın diye, kundaktaki bebekler kurşunlanmasın
diye,
binlerce yıllık emanete halel gelmesin diye kahpeliği ve ihaneti yok
etmeniz gerekmektedir.
Çünkü bunun için bayrağın, silahın, namusun ve şerefin üzerine
yemin etmişsinizdir.
Çünkü önemli olan ayağınız değil, ülkeniz, bayrağınız ve
onurunuzdur.İşte bu yüzden lükstür ayak yıkamak, çorap değiştirmek.
İşte
bu yüzden senfoniye dönüşmüştür bütün o düzensiz sesler güruhu.
Sonra!..
Sonra birden tüm sesler kesilir, bıçağın dalı kestiği gibi,
makasın
kâğıdı,pensenin bir hoparlör kablosunu kestiği gibi... Bir anda...
Kuşların sesleri, arıların ve sineklerin vızıltıları, çekirgenin
kanat
sesleri; hepsi bir anda biter.
Gözlerinizi açtığınızda önünüzdeki arkadaşınızı değil,
gökyüzünü
görürsünüz,yere düşmüş olduğunuzu anlamanız birkaç saniye sürer.
Tek hissettiğiniz kesif bir barut ve yanık et kokusudur,
yüzünüzün
toprak parçalarıyla kaplandığını fark edersiniz, temizlemek için
çalışmazsınız.
Arkadaşlarınızın bağırarak koşuşturduğunu görür ama
kulağınızdaki
çınlama ve uğultudan seslerini duyamazsınız. Sesleri yavaş yavaş
duymaya
başladığınızda ayağa kalkmaya çalışırsınız ama başaramazsınız.
Yine birkaç saniye sonra arkadaşlarınızın sesleri arasında
"mayın" kelimesini ayırt eder ve kalkmaya çalıştığınızda
ayağınızdaki
yoğun ağrıyı fark edersiniz.
Ayağınız yoktur ama yine de ağrıdığını hissedersiniz.
Ne olduğunu anlamak için baktığınızda ise parçalanmış
pantolonunuzun ve kopmuş ayağınızın farkına varırsınız. İşte her şey
o
anda başlar.
Avazınız çıktığı kadar bağırırsınız. Sonra, nefesiniz biter.
Sonra, yeniden nefes alırsınız ve yeniden bağırmaya başlarsınız.
Sonra
yine nefesiniz biter ve yeniden, yeniden ve yine...
Yanınıza ilk gelen arkadaşınız size, "fazla bir şey yok,
sadece
küçük bir yara"gibi telkinlerde bulunur. Ama siz arkadaşınız
konuşurken
de, helikopterle hastaneye götürülürken de artık bir ayağınızın
olmadığını biliyorsunuzdur. Hep bir soru çınlar kafanızın içinde
"neden
ben, neden ben, neden ben ?"
Hastanede geçen aylar, tedavi ve terapilerde geçen yıllar
sonunda,dizkapağınızın on iki santim altından takılı olan ve her
akşam
yatarken veya banyoya girerken çıkarıp kenara koyduğunuz takma bacak
artık bir uzvunuz olmuştur.
Ama bunun önemi yoktur çünkü bu fedakârlığınız sayesinde vatan
var
olacaktır.Sizin bir bacağınızın ne önemi vardır ki!
Artık koşamayacak olmanızın, yazın herkes gibi havuza,
denize
giremeyecek olmanızın da hiç önemi yoktur. Vatan sağ olsun yeter.
Sonra birilerinin, sizin ödediğiniz vergilerle Fransız
televizyonlarında, uğruna yarım kaldığınız vatan hudutlarını hiçe
sayan
programlara finans sağladığını okursunuz. Aynı dillerin bundan
pişmanlık
duymadıklarını söylediklerini de okursunuz.
Pamuk"ları, Dink"leri, okursunuz, Bizans çocuğuyum
diyenleri
duyar, Ali Kemallere tanık olursunuz, "koçlar gibi satanları"
görürsünüz. .
Türk Bayraklarının yakıldığını, görürsünüz. Başlarına
çuvallar
geçirilip aşağılanarak elleri arkalarından bağlanan Türk askerlerini
görürsünüz.
Bu aşağılanmaya cevap verecek tankların motor seslerini,
helikopterlerin kanat seslerini, piyadelerin intikam yeminlerini
duymayı
beklersiniz ama duyamazsınız.
Onun yerine hainlerin cesetlerinin üstüne örtülen çaputlara
"bayrak" diyenleri görürsünüz, "uçaklarını çek", "valiyi çek" diyen
başkanları ve karşılarında kekeleyen riyaseti görürsünüz.
Bu da yetmez Türk askerlerinin kendi mahkemeleriniz
tarafından,"çete" diye suçlandığını,yargılandığını görürsünüz.
Yok, yok bu da yetmez. Askere, polise,öğretmene ateş eden,
yol kesip soygun yapan, köy yakan, okul yıkan, mayın döşeyen
teröristlerin sadece "ben bir şey yapmadım" demelerinin esas kabul edilip,
"suçsuz" sıfatıyla serbest bırakıldığını görürsünüz.
Susanları, konuşması gerektiği halde susanları görürsünüz,
konuşanlar her konuştuğunda, kekeleyenler her kekelediğinde ve
susanlar her sustuğunda siz yeniden vurulursunuz,yeniden ölürsünüz her
defasında.
Gövdenizden o toprağa akan kan, bu defa içinize akar,
inandıklarınıza, uğrunda savaşarak kendi kanınızı akıtmak pahasına
tertemiz tuttuğunuz değerlerinize akar.
Sizin kaya arkalarında, çalı diplerinde aradığınız ihanet
gelir aklınıza, o mayınları yerleştiren eller gelir. Sorgulamaya
başlarsınız: "Biz bu ihaneti doğru yerde mi aradık, kuyruğunda dolaştığımız
yılanın başı, hep gözümüzün önünde miydi yoksa?"diye sorarsınız kendinize.
Onlara verilen maaş"ın sizin vergilerinizden ödendiğini,
içinize Sindiremezsiniz, uykularınız kaçar, neden bu vatanı sizin kadar
sevmediklerini düşünürsünüz.
Bu vatan onların da vatanı değil mi?
Onlar da, tıpkı benim gibi namusun ve şerefin üstüne yemin
etmedi mi? diye sorarsınız kendi kendinize.
Sinirlenirsiniz, üzülürsünüz, on beş yaşında bir askeri okul
öğrencisi iken her adımda söylediğiniz, beyninize ve yüreğinize
nakşettiğiniz sözler gelir aklınıza": VATAN, SANA CANIM FEDA"
Geri kalan tüm hayatınızın ilk beş dakikası,böyle başlayacak
işte ve hayatınız böyle devam edecektir. Son nefesinize kadar savaşacaksınız ihanetle, her şeye ve herkese rağmen,bu yolda ölene ya da bu ihaneti
bitirene kadar.
Siz diyorum, çünkü bu vatan için bedel ödeyen insanların neler
yaşadığını, neler hissettiğini, size rağmen ve sizin için neler
yaptıklarını, neler yapabileceklerini bilin istiyorum. Okuduğunuz ya
da televizyonda duyduğunuzdan daha fazladır yaşananlar.
Yani aslında gazetelerin iç sayfalarındaki, minicik karelerde
okuduğunuz; "...ili kırsalında teröristlerce döşenen mayının patlaması
sonucu, bir güvenlik görevlisi yaralandı!" haberi aslında o kadar da kısa
değildir.
Sizin, daha okuduğunuz gazetenin arka sayfasına geçerken
unuttuğunuz, falanca mankenin otel odası maceralarına, ya da
uyuşturucu komasından ölen oğluna "şehit" deyip Türk bayrağı örten kadının
haberine ayırdığınızdan daha uzun zaman ayırmadığınız bu küçük haber,
birileri için bir ömür boyu sürecek ve asla unutulmayacaktır.
Ve siz unuttuktan sonra da başka birileri, "ne için?"
dendiğinde "vatan için"diyecekleri fedakârlıklarını size rağmen yapmaya devam
edeceklerdir.
Sizin uyuşmuşluğunuza, duyarsızlığınıza rağmen, sizin
rahatlığınıza, sizin vicdanlarınıza rağmen bu kahramanca
fedakârlıklar ve bu ilk beş dakikalar yaşanmaya devam edecektir.
Asla unutmayınız başınızın üstündeki egemenlik örtüsünün
payandası kopan bacaklar, bedeli ise size rağmen bu vatan için akan kanlar,
feda edilen canlar, sıcak yuvalarını,babalarının yüzlerini unutan küçücük
çocuklarını düşünmeden vakfedilen hayatlardır.
Ne kadarını anlayabilirsiniz veya anlamak sizin umurunuzda mı
bilmiyorum, ama birileri bunları yaşadı, birileri hala yaşıyor ve
emin olun yaşlı dünya döndükçe, Türk vatanı ve Türk Bayrağı için birileri
daha tüm bunları yaşayacak.
Gördüğünüz gibi size bir hayli uzak bir yaşam biçimi bu.
Masalarda oturup "aydınca" sohbetler etmeye hiç benzemiyor değil mi? Bir an
için bile olsa kendinizi onların yerine koyasınız diye "siz" diyerek
yazdım, sizin onlardan biri olamayacağınızı biliyorum.
"Siz" kim misiniz?
Siz kendinizi çok iyi biliyorsunuz!
Biz de, biz de sizi çok iyi biliyoruz.
"Siz" de bilin ki biz asla unutmayacağız.
"VARLIĞIM TÜRK VARLIĞINA ARMAĞAN OLSUN"