Artık tüm sorunlar bitti!
AKP hükümeti, geçen hafta içerisinde kavgalı, gürültülü gece yarısı operasyonları ile Vakıflar Yasası’nı da Meclis’ten çıkardı.
Artık Türk Milleti’nin yoksulluğu azalacak, ekmeği çoğalacak, hemen herkesin işi-aşı olacak, milli gelir iki üç kat birden artacak, demokrasi gelişecek, düşünce özgürlüğünün sınırları genişleyecek ve Türkiye tam gelişmiş, vatandaşları mutlu ve refah içinde bir ülke haline gelecek!
Gözünüz aydın!
Hepinizin işi-aşı olacak, emekli maaşları, memur maaşları, işçi ücretleri artacak, çiftçinin ürünü para edecek, ihracat artarken ithalat azalacak, PKK terörü bitecek, mutlu ve refah içerisinde bir yaşama kavuşacaksınız!
Bugüne kadar çektiklerinizin tek sebebi Vakıflar Yasası’ydı. Değiştirildi, artık tüm sorunlar bitti(!)
Bu kadar önemli bir yasanın her şeyin önüne alınarak gündemin birinci sırasına oturtulmasının bir nedeni mutlaka vardır. Geçen dönemden beri AB kurmayları bu yasanın çıkarılması için bastırıp duruyorlardı. Eeee, emir demiri keser ya! Bizim hükümet de (bizim dedim affedersiniz), birilerinin hükümeti, hemen kollarını sıvadı ve mutabakat almadan yasayı Meclis’ten geçiriverdi.
AKP hükümeti büyük bir zafer daha kazandı. AB’nin hemen her ilerleme raporunun gündeminde olan, Yunanistan Başbakanı Konstantin Karamanlis’in her ağzını açışında dillendirdiği, ABD’nin de çıkmasını istediği, Bartholomeos’un ve Ermeni Patriği Mutafyan’ın çıkması için ayinler düzenlediği yasa nihayet çıktı.
Bu yasayı kim çıkardı?
AKP’nin kontrolündeki Türkiye Büyük Millet Meclisi çıkardı.
Kimler için çıkardı?
İsteyenlere bir göz atarsanız kimler için çıkarıldığını kolaylıkla anlarsınız.
Bu yasanın Türk Milleti’ne ne getirdiğini irdelerseniz, önünüze kocaman bir “hiç” çıkacaktır.
Hiçbir şey getirmemiştir, peki ne götürmüştür?
Bunu da hükümetin başı Recep Tayyip Erdoğan’ın bu konudaki beyanlarına bakarak bulmaya çalışalım.
“Bizler vakıf kanunuyla alakalı olarak, Lozan’a dayalı olarak, biz mütekabiliyet esasına dayanarak adım atarız. Ve burada Yunanistan’da Müslüman Türklerin vakıflar noktasındaki hakları neyse, burada aynı hakları biz de çıkaracağımız kanunla onlara veririz.” (26 Eylül 2006)
“Bu yasal düzenleme ile yapılan spekülasyonların aksine Lozan Antlaşması’ndan kaynaklanan haklarımız da korunmaktadır. Zira mütekabiliyet esası getirilmektedir. Yani Türkiye’de azınlık vakıflarına tanıdığımız hakların yurt dışında yaşayan Müslüman Türk azınlığa da tanınması şart koşulmaktadır.” (28 Ekim 2006)
Bu iki konuşmadan anladığımız kadarı ile (çünkü cümleler bozuk ve anlaşılması zor) Vakıflar Yasası, Lozan hükümlerine uygun olarak hazırlanacak ve mütekabiliyet esası getirilecek. Böylece Lozan Antlaşması’nın yürürlükte olduğu dosta düşmana bir kere daha ilan edilecek. Burada azınlık vakıflarına ne hak tanınırsa, yurt dışındaki Türklerin kuracağı vakıflar da aynı haklara sahip olacaklar.
Hükümetin başının konuşmalarına devam edelim ve biraz daha yakın günlere gelelim:
“Vakıf olayı devletten devlete bir mahsuplaşma olayı değildir. …bizim bir mahsuplaşma veya bir mütekabiliyet arama anlayışımızı ben doğru bulmuyorum.” (12 Şubat 2008)
“Bu devletten devlete bir vakıf hukuku değildir, olaya öyle bakmayacağız. Çünkü siz orada kalıp bir mütekabiliyet arayabilirsiniz, bir mahsuplaşma düşünebilirsiniz. Ama burada kurumların hukuku var. Siz kalkıp da mütekabiliyet arayamazsınız.” (17 Şubat 2008)
AKP Lozan’ı tanıyor mu?
Bu iki konuşmadan aldığımız bölümler ile, hükümetin başı, Vakıflar Yasası’nın mütekabiliyet aramayacağını, bir mahsuplaşma aramayacağını açık olarak söylüyor. Daha önceki iki konuşma ile bu konuşmalar, ak ile kara kadar birbirine karşıt.
İnsan düşünüyor; acaba bunları söyleyen aynı insan mı?
Aynı zamanda Türkiye’nin Başbakanı mı?
Evet, aynı insan ve Türkiye Cumhuriyeti hükümetinin başı olan kişi. İlk iki konuşma Lozan Antlaşması’na (ki Türkiye’nin kuruluşunun tapu senedidir) atıfta bulunuyor ve Vakıflar Yasası’nın Lozan Antlaşması şartlarına uygun çıkarılacağını beyan ediyor.
Son iki konuşmada Lozan sözü yok. Yok ama, mütekabiliyet ve mahsuplaşma sözleri var ki, bu sözler Lozan Antlaşması’nın koşullarında olan sözlerdir. “Mahsuplaşma ve mütekabiliyet aramayacağız” diyor ve Lozan Antlaşması’nın, o sözlerin içinde bulunduğu maddelerini tanımadığını, ortadan kaldırdığını açık olarak söylüyor.
Yani AKP hükümeti ve başı, bir Kurtuluş Savaşı sonucunda şehit kanlarıyla imzaladığımız anlaşmayı delmekte hiçbir sakınca görmüyor. (Sahi hükümetin başı için şehit yok, kelle var, değil mi?)
Şimdi eğri oturup doğru konuşmak gerekiyor.
Bu hükümet Lozan Anlaşması’nı tanıyor mu? Kabul ediyor mu?
Bana göre kabul etmiyor ve tanımıyor!
Ama bu hükümetin adı, Lozan Antlaşması ile kurulan Türkiye Cumhuriyeti hükümeti!
Bu nasıl bir çelişkidir, bu nasıl bir garabettir?
Seni var eden varlığı tanımayacaksın, hem de o varlığın ismiyle hükümet edeceksin!
Bu nasıl anlayış? İnanın bir çıkış yolu bulamıyorum...
Özgürlüklerin kaynağı Cumhuriyet’tir
Atalarımızdan kalan bir söz vardır; “Aslını inkâr eden haramzadedir” diye. Herhalde bunlar haramzade... Asıllarını inkâr ediyorlar!
Başka bir söz daha var; “Çingeneyi kral yapmışlar, önce babasını kesmiş.” Bunlar da hükümet oldular, önce Türkiye Cumhuriyeti’ni yok etmeye çalışıyorlar gibime geliyor.
Baksanıza, YÖK Başkanı cübbeli hoca ne diyor: “Cumhuriyet’in hiçbir temel niteliği özgürlükleri kısıtlayamaz” Yani özgürlükler o kadar sınırsızdır ki, isterlerse Cumhuriyet’i bile yıkabilirler.
Özgürlüklerin kaynağı Cumhuriyet’tir sayın hocam!
Senin Cumhuriyet’in olmazsa özgürlüğünün zerresi bile olmaz. Irak’a, Filistin’e, Afganistan’a bir bak! Hangi özgürlüklerin olduğunu iyi gör ve sonra konuş. Bir türban takma özgürlüğü tutturmuşsunuz, türban yüzünden Cumhuriyet’i de yıkabileceğinizi zannediyorsunuz.
Bu AB ülkelerinde özgürlük hiç yok galiba! Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi türbanın özgürlük olmadığını karara bağladı ama siz hem Avrupacısınız, hem de türbanın özgürlüğünü savunuyorsunuz... Çelişmiyor musunuz?
Neyse, bu örneği yapılanların bir bütün olduğunu anlatmak için verdim. Yani Vakıflar Yasası ile türban yasası değişikliği birbirinden farklı şeyler falan zannetmeyin. İkisinin de çıkarılış amacı aynı: Cumhuriyet’i yıkmak!
Tüm parçaları bir araya getirmeliyiz. O zaman resmin tamamını görebiliriz. Vakıflar Yasası çıktı; şimdi sırada 301. madde var. Sonra Yerel Yönetimler Yasası ve Anayasa değişikliği. Bunlar resmi tamamlayan parçalardır. Bu parçaları birleştirin. Ortaya çıkacak olan tablo Türkiye Cumhuriyeti’nin sonudur.
İnanamıyorum ama bu hükümet sanki bu işle görevlendirilmiş gibi hareket ediyor. Dönmelerin ve döneklerin basını da; “…artık bu korkuları bırakın, kimse Cumhuriyet’in temel nitelikleri ile oynamaz. Bu korkularınızı öne çıkaranlar bu ülkede hak etmediklerini alanlardır. Onların musluklarının kesilmesi için bu işler yapılıyor” diye yazıyor. Aslında söyledikleri bu hükümet ve AKP için geçerli. Yani “Merd-i kıpti şecaat arz ederken sirkatin söylüyor.”
Yolsuzlukları yapanlar bu hükümetin içinde, yakınında... Hak etmediklerini alanlar da keza… Öyle ise bunların niyeti hem milleti, hem devleti soymak, hem de Cumhuriyet’i yıkmak diyebiliriz. Kuracakları Şeriat düzeninin örnekleri duruyor orta yerde…
Suudi Arabistan’a, Kuveyt’e Birleşik Arap Emirlikleri’ne, Pakistan’a bir bakın!
Sonra düşünün, getirmek istedikleri yönetim biçimi ile bizi nerelere götürmek istediklerini iyi anlayın!
Onları bu hedeften alıkoyacak güç, sadece ve sadece Türk halkının örgütlü mücadelesidir
Başlarda da söylediğim gibi, yaptıkları ve yapacakları işleri bütün olarak görmek gerekir. Çünkü hepsi birbirine bağlıdır ve tek amaca yöneliktir.
Yönetim birimlerine atadıkları insanlara şöyle bir bakınız. Hemen hiç birinin konu ile uzman düzeyinde bir ilişkisi yoktur. Ama bilmem ne tarikatının mensubudur, badem bıyıklıdır. Bunlar için ölçü liyakat değil, sadece kendi adamları olmasıdır.
Parçayı yerine oturtunuz ve resmi beyninizde tamamlayınız. Gitmek istedikleri hedefi açık olarak görünüz.
Onları bu hedeften alıkoyacak güç, sadece ve sadece Türk halkının örgütlü mücadelesidir. Eğer örgütlü mücadeleyi başlatamazsak, Türkiye’yi ve bizleri hiç de iyi olmayan günlerin beklediğini bilelim.
Gelin Milli Mücadele Derneği çatısının altında birleşelim.
Gerçek Atatürkçülüğün, tam bağımsızlıkçılığın, Atatürk ilke ve devrimlerinin yılmaz savunucusu Milli Mücadele Derneği’ne katılın.
Milli Mücadele Derneği örgütlenme ağını genişletiyor. Çok yakın bir gelecekte de, Türkiye genelinde örgütlenerek kendi partimizi kurmanın hazırlıkları içerisindeyiz.
Atatürkçüler, tam bağımsızlıkçılar, milliyetçiler, devrimciler sizlerin örgütlenme yeri sadece ve sadece Milli Mücadele Derneği ve onun ileride kuracağı siyasi oluşumdur.
Katılın ve güç verin. Bu iktidara dur diyecek tek yer burasıdır.
AKP hükümeti, geçen hafta içerisinde kavgalı, gürültülü gece yarısı operasyonları ile Vakıflar Yasası’nı da Meclis’ten çıkardı.
Artık Türk Milleti’nin yoksulluğu azalacak, ekmeği çoğalacak, hemen herkesin işi-aşı olacak, milli gelir iki üç kat birden artacak, demokrasi gelişecek, düşünce özgürlüğünün sınırları genişleyecek ve Türkiye tam gelişmiş, vatandaşları mutlu ve refah içinde bir ülke haline gelecek!
Gözünüz aydın!
Hepinizin işi-aşı olacak, emekli maaşları, memur maaşları, işçi ücretleri artacak, çiftçinin ürünü para edecek, ihracat artarken ithalat azalacak, PKK terörü bitecek, mutlu ve refah içerisinde bir yaşama kavuşacaksınız!
Bugüne kadar çektiklerinizin tek sebebi Vakıflar Yasası’ydı. Değiştirildi, artık tüm sorunlar bitti(!)
Bu kadar önemli bir yasanın her şeyin önüne alınarak gündemin birinci sırasına oturtulmasının bir nedeni mutlaka vardır. Geçen dönemden beri AB kurmayları bu yasanın çıkarılması için bastırıp duruyorlardı. Eeee, emir demiri keser ya! Bizim hükümet de (bizim dedim affedersiniz), birilerinin hükümeti, hemen kollarını sıvadı ve mutabakat almadan yasayı Meclis’ten geçiriverdi.
AKP hükümeti büyük bir zafer daha kazandı. AB’nin hemen her ilerleme raporunun gündeminde olan, Yunanistan Başbakanı Konstantin Karamanlis’in her ağzını açışında dillendirdiği, ABD’nin de çıkmasını istediği, Bartholomeos’un ve Ermeni Patriği Mutafyan’ın çıkması için ayinler düzenlediği yasa nihayet çıktı.
Bu yasayı kim çıkardı?
AKP’nin kontrolündeki Türkiye Büyük Millet Meclisi çıkardı.
Kimler için çıkardı?
İsteyenlere bir göz atarsanız kimler için çıkarıldığını kolaylıkla anlarsınız.
Bu yasanın Türk Milleti’ne ne getirdiğini irdelerseniz, önünüze kocaman bir “hiç” çıkacaktır.
Hiçbir şey getirmemiştir, peki ne götürmüştür?
Bunu da hükümetin başı Recep Tayyip Erdoğan’ın bu konudaki beyanlarına bakarak bulmaya çalışalım.
“Bizler vakıf kanunuyla alakalı olarak, Lozan’a dayalı olarak, biz mütekabiliyet esasına dayanarak adım atarız. Ve burada Yunanistan’da Müslüman Türklerin vakıflar noktasındaki hakları neyse, burada aynı hakları biz de çıkaracağımız kanunla onlara veririz.” (26 Eylül 2006)
“Bu yasal düzenleme ile yapılan spekülasyonların aksine Lozan Antlaşması’ndan kaynaklanan haklarımız da korunmaktadır. Zira mütekabiliyet esası getirilmektedir. Yani Türkiye’de azınlık vakıflarına tanıdığımız hakların yurt dışında yaşayan Müslüman Türk azınlığa da tanınması şart koşulmaktadır.” (28 Ekim 2006)
Bu iki konuşmadan anladığımız kadarı ile (çünkü cümleler bozuk ve anlaşılması zor) Vakıflar Yasası, Lozan hükümlerine uygun olarak hazırlanacak ve mütekabiliyet esası getirilecek. Böylece Lozan Antlaşması’nın yürürlükte olduğu dosta düşmana bir kere daha ilan edilecek. Burada azınlık vakıflarına ne hak tanınırsa, yurt dışındaki Türklerin kuracağı vakıflar da aynı haklara sahip olacaklar.
Hükümetin başının konuşmalarına devam edelim ve biraz daha yakın günlere gelelim:
“Vakıf olayı devletten devlete bir mahsuplaşma olayı değildir. …bizim bir mahsuplaşma veya bir mütekabiliyet arama anlayışımızı ben doğru bulmuyorum.” (12 Şubat 2008)
“Bu devletten devlete bir vakıf hukuku değildir, olaya öyle bakmayacağız. Çünkü siz orada kalıp bir mütekabiliyet arayabilirsiniz, bir mahsuplaşma düşünebilirsiniz. Ama burada kurumların hukuku var. Siz kalkıp da mütekabiliyet arayamazsınız.” (17 Şubat 2008)
AKP Lozan’ı tanıyor mu?
Bu iki konuşmadan aldığımız bölümler ile, hükümetin başı, Vakıflar Yasası’nın mütekabiliyet aramayacağını, bir mahsuplaşma aramayacağını açık olarak söylüyor. Daha önceki iki konuşma ile bu konuşmalar, ak ile kara kadar birbirine karşıt.
İnsan düşünüyor; acaba bunları söyleyen aynı insan mı?
Aynı zamanda Türkiye’nin Başbakanı mı?
Evet, aynı insan ve Türkiye Cumhuriyeti hükümetinin başı olan kişi. İlk iki konuşma Lozan Antlaşması’na (ki Türkiye’nin kuruluşunun tapu senedidir) atıfta bulunuyor ve Vakıflar Yasası’nın Lozan Antlaşması şartlarına uygun çıkarılacağını beyan ediyor.
Son iki konuşmada Lozan sözü yok. Yok ama, mütekabiliyet ve mahsuplaşma sözleri var ki, bu sözler Lozan Antlaşması’nın koşullarında olan sözlerdir. “Mahsuplaşma ve mütekabiliyet aramayacağız” diyor ve Lozan Antlaşması’nın, o sözlerin içinde bulunduğu maddelerini tanımadığını, ortadan kaldırdığını açık olarak söylüyor.
Yani AKP hükümeti ve başı, bir Kurtuluş Savaşı sonucunda şehit kanlarıyla imzaladığımız anlaşmayı delmekte hiçbir sakınca görmüyor. (Sahi hükümetin başı için şehit yok, kelle var, değil mi?)
Şimdi eğri oturup doğru konuşmak gerekiyor.
Bu hükümet Lozan Anlaşması’nı tanıyor mu? Kabul ediyor mu?
Bana göre kabul etmiyor ve tanımıyor!
Ama bu hükümetin adı, Lozan Antlaşması ile kurulan Türkiye Cumhuriyeti hükümeti!
Bu nasıl bir çelişkidir, bu nasıl bir garabettir?
Seni var eden varlığı tanımayacaksın, hem de o varlığın ismiyle hükümet edeceksin!
Bu nasıl anlayış? İnanın bir çıkış yolu bulamıyorum...
Özgürlüklerin kaynağı Cumhuriyet’tir
Atalarımızdan kalan bir söz vardır; “Aslını inkâr eden haramzadedir” diye. Herhalde bunlar haramzade... Asıllarını inkâr ediyorlar!
Başka bir söz daha var; “Çingeneyi kral yapmışlar, önce babasını kesmiş.” Bunlar da hükümet oldular, önce Türkiye Cumhuriyeti’ni yok etmeye çalışıyorlar gibime geliyor.
Baksanıza, YÖK Başkanı cübbeli hoca ne diyor: “Cumhuriyet’in hiçbir temel niteliği özgürlükleri kısıtlayamaz” Yani özgürlükler o kadar sınırsızdır ki, isterlerse Cumhuriyet’i bile yıkabilirler.
Özgürlüklerin kaynağı Cumhuriyet’tir sayın hocam!
Senin Cumhuriyet’in olmazsa özgürlüğünün zerresi bile olmaz. Irak’a, Filistin’e, Afganistan’a bir bak! Hangi özgürlüklerin olduğunu iyi gör ve sonra konuş. Bir türban takma özgürlüğü tutturmuşsunuz, türban yüzünden Cumhuriyet’i de yıkabileceğinizi zannediyorsunuz.
Bu AB ülkelerinde özgürlük hiç yok galiba! Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi türbanın özgürlük olmadığını karara bağladı ama siz hem Avrupacısınız, hem de türbanın özgürlüğünü savunuyorsunuz... Çelişmiyor musunuz?
Neyse, bu örneği yapılanların bir bütün olduğunu anlatmak için verdim. Yani Vakıflar Yasası ile türban yasası değişikliği birbirinden farklı şeyler falan zannetmeyin. İkisinin de çıkarılış amacı aynı: Cumhuriyet’i yıkmak!
Tüm parçaları bir araya getirmeliyiz. O zaman resmin tamamını görebiliriz. Vakıflar Yasası çıktı; şimdi sırada 301. madde var. Sonra Yerel Yönetimler Yasası ve Anayasa değişikliği. Bunlar resmi tamamlayan parçalardır. Bu parçaları birleştirin. Ortaya çıkacak olan tablo Türkiye Cumhuriyeti’nin sonudur.
İnanamıyorum ama bu hükümet sanki bu işle görevlendirilmiş gibi hareket ediyor. Dönmelerin ve döneklerin basını da; “…artık bu korkuları bırakın, kimse Cumhuriyet’in temel nitelikleri ile oynamaz. Bu korkularınızı öne çıkaranlar bu ülkede hak etmediklerini alanlardır. Onların musluklarının kesilmesi için bu işler yapılıyor” diye yazıyor. Aslında söyledikleri bu hükümet ve AKP için geçerli. Yani “Merd-i kıpti şecaat arz ederken sirkatin söylüyor.”
Yolsuzlukları yapanlar bu hükümetin içinde, yakınında... Hak etmediklerini alanlar da keza… Öyle ise bunların niyeti hem milleti, hem devleti soymak, hem de Cumhuriyet’i yıkmak diyebiliriz. Kuracakları Şeriat düzeninin örnekleri duruyor orta yerde…
Suudi Arabistan’a, Kuveyt’e Birleşik Arap Emirlikleri’ne, Pakistan’a bir bakın!
Sonra düşünün, getirmek istedikleri yönetim biçimi ile bizi nerelere götürmek istediklerini iyi anlayın!
Onları bu hedeften alıkoyacak güç, sadece ve sadece Türk halkının örgütlü mücadelesidir
Başlarda da söylediğim gibi, yaptıkları ve yapacakları işleri bütün olarak görmek gerekir. Çünkü hepsi birbirine bağlıdır ve tek amaca yöneliktir.
Yönetim birimlerine atadıkları insanlara şöyle bir bakınız. Hemen hiç birinin konu ile uzman düzeyinde bir ilişkisi yoktur. Ama bilmem ne tarikatının mensubudur, badem bıyıklıdır. Bunlar için ölçü liyakat değil, sadece kendi adamları olmasıdır.
Parçayı yerine oturtunuz ve resmi beyninizde tamamlayınız. Gitmek istedikleri hedefi açık olarak görünüz.
Onları bu hedeften alıkoyacak güç, sadece ve sadece Türk halkının örgütlü mücadelesidir. Eğer örgütlü mücadeleyi başlatamazsak, Türkiye’yi ve bizleri hiç de iyi olmayan günlerin beklediğini bilelim.
Gelin Milli Mücadele Derneği çatısının altında birleşelim.
Gerçek Atatürkçülüğün, tam bağımsızlıkçılığın, Atatürk ilke ve devrimlerinin yılmaz savunucusu Milli Mücadele Derneği’ne katılın.
Milli Mücadele Derneği örgütlenme ağını genişletiyor. Çok yakın bir gelecekte de, Türkiye genelinde örgütlenerek kendi partimizi kurmanın hazırlıkları içerisindeyiz.
Atatürkçüler, tam bağımsızlıkçılar, milliyetçiler, devrimciler sizlerin örgütlenme yeri sadece ve sadece Milli Mücadele Derneği ve onun ileride kuracağı siyasi oluşumdur.
Katılın ve güç verin. Bu iktidara dur diyecek tek yer burasıdır.