DaVaM
Banned
Ülkemizde yaşanan çoğu olaylarda üç farklı kişilik karşımıza çıkmaktadır.
Birinci kişilik:
Bunlar milletimiz ve ülkemizin (gizli-açık) düşmanları ile bilerek işbirliği halindedir. Peki, bunu niçin yaparlar? Maddi ve manevi çıkarları için. Nefislerinin köleleri olduklarından, menfaati için bu işe soyunmuşlardır.
İkinci kişilik:
Bunlar, birinci tip insanların maşalarıdır. Bunlar önlerine konan senaryoları inceleyip, araştırmadan destek verirler. Vatanın, milletin ve ülkenin, tehlikede olduğuna inanırlar. Bundan kurtuluşun da birinci kişilikteki zatların sunduğu projelerle olacağına inanırlar. Projenin çok az kısmı hariç, tamamından haberdardırlar.
Üçüncü kişilik:
Bunların hiçbir şeyden haberleri yoktur. Saf olmaları nedeni ile kullanılmaya son derece müsaittirler. Bu durumlarından dolayı gün olur tetikçi olarak, gün olur mitinglerde, gösterilerde karşımıza çıkarlar. Partilere, derneklere ve benzeri oluşumlara destek verirler, birinci ve ikinci kişilikler tarafından sık sık dolgu malzemesi olarak kullanılırlar.
Bu üç kişilikteki insan modeli ülkemizi baştan aşağı işgal etmiş durumdadır.
Bunları;
Her türlü devlet kademesinde…
Siyasette…
Medyada…
Kitle örgütlerinde…
Spor camiasında…
İslami cemaat ve tarikatlarda, görmek mümkündür.
Şimdi vereceğim şu bilgiden eğer yoksunsanız, oynanan oyunu anlamanız mümkün değildir.
Hadise şudur:
Dünyayı ele geçirmeye çalışan güçler, (bunların kimler olduğu ayrı bir yazı konusudur) uzun yıllar süren araştırmaları sonucunda şu bilimsel tespite ulaşmışlardır.
“Dünya üzerinde yaşayan milletler iki guruba ayrılır:
1)Tarih yapan milletler,
2)Tarihe konu olan milletler.
Tarih yapan milletlerin sayısı oldukça azdır. Bunlar bir elin parmaklarını geçmez. Bu milletlerin başında, Türk milleti gelmektedir.
Tarihe konu olan milletlere gelince, bunların sayısı çoktur, bunlar saman alevine benzer, zaman olur gürler giderler, bir daha da esamesi okunmaz.
Bunlara Ermeniler, Kürtler, Gürcü’ler örnek gösterilebilir. (Bu tarihi bir hakikattin tespitidir. Bu kavimlere hakaret olarak algılanmamalıdır.)
Tarihçiler, sosyologlar kısaca gerçek bilim adamları şu ortak tespitte buluşmuştur:
“Milletlerin geleceği geçmişlerine benzer. O kadar ki; her akarsuyun kırk yılda bir yatağını araması gibi, Milletler de geçmişte yakaladıkları medeniyet, güç ve kudrete her zaman ulaşmayı özler ve isterler. Türk milleti Müslüman olduktan sonra onlarca devlet kurdu, bu devletlerin her biri çağının önemli gücü oldu. Bu aziz millet yaklaşık bin yıl dünyanın zirvesinden inmedi. Böyle bir hadise sadece Türk milletine mahsustur, başka kavimlerde görülmüş değildir.
Şöyle bir tefekkür edelim:
Dini, dili, ırkı bir olan bir kavim, aynı anda yer kürede üç devlet kuracak, bunlardan biri bir numara, diğeri iki numara, diğeri de üç numara olacak. Bu sadece Müslüman Türk milletine has bir özelliktir.
Dünya egemenliğini eline geçirmek isteyen güçler; Türk milletinin bu özelliğini tespit ettiler. Tespitle de kalmadılar, karşı tedbir almaya yöneldiler.
Dediler ki:
“Dünya egemenliğine, ancak Türk milletini tarih sahnesinden silmekle ulaşabiliriz.” Derhal Türk milletini tarih sahnesinden silme projesini uygulamaya koydular.
Bu 150 yıllık bir projedir.
Batılılaşma adı ile bizi aslımızdan uzaklaştırmaya çalıştılar.
Bizi kendi tarihimize küfrettirdiler.
Aydınlarımızı tarih düşmanı yaptılar.
Osmanlıyı, Selçukluyu, Gazneliyi ve Karahanlıyı anmak, sevmek gericilik sayıldı.
Sanki dünyayı bin yıl yönetmiş bir millet değil de, sonradan türeme, toplama bir milletmişiz gibi yeni bir ulus meydana getirmeye çalıştılar.
Bin yıllık birikimi bir gecede yerle bir ettiler.
Bu çok büyük bir projedir.
Müslüman Türk milleti üzerine büyük bir oyun oynanmaktadır. Yazımın başında belirttiğim üç insan modelini bu proje için kullandılar ve halende kullanmaya devam ediyorlar.
Bu oyunu bozmadığımız sürece, beklenen seviyeye gelmemiz mümkün değildir.
Bu oyun bozulacak, başka çaresi yok.
Bozulacak da, nasıl? Derseniz…
Salt bizim gayretlerimizle olacağına pek ihtimal vermiyorum. Bu kadar çok uyutulmuş insanla büyük hedeflere varmak mümkün değildir.
Bana göre bu oyunu çözecek olan bilgi çağının insanlığa sunduğu imkânlardır.
Öyle bir zaman diliminde yaşıyoruz ki; hiçbir şey gizli tutulmuyor, bütün kirli çamaşırlar bir bir ortaya çıkıyor. Hatırlayın, şimdilerde fosilleşmiş siyasilerin milleti kandırıp seçim kazanma metotlarını.. Ne demişlerdi?
“Dün dündür, bugün bugündür.”
O zamanlar bu söz pirim yapıyordu. Millete, kendi istedikleri kadar bilgiyi veriyorlardı. Şimdi bilgiye ulaşmak için başkalarına ihtiyaç kalmadı. Dün dünde kalmadı, değil dünü, beş yüz sene öncesini bir düğme ile masamın üzerine getirebiliyorum.
Bilgi çağının imkânları insanları uyandırırken, diğer taraftan da yönetim erkininin elini güçlendiriyor.
Bu sebepledir ki; bilgi çağının imkânları büyük Türk milletinin üzerine oynanan oyunu bozmada önemli rol oynayacaktır.
Birkaç gündür ülke gündemi “Ergenekon Çetesi” dedikleri bir oluşumla çalkalanıp duruyor. Çete mensuplarının tabiri ile “elden giden vatanı kurtarma faaliyeti.”
Ülke elden gitti de kurtarılması bakın kimlere kaldı?
Bir emekli general, adı her yerde uyuşturucu kaçakçılığı ile anılan bir karanlık adam… Milleti haraca kesen bir mafya babası… Hıristiyan bir kadın… Ruhsal problemleri olduğu anlaşılan bir hukukçu… Hazreti Musa ve İsa’yı yeniden dünyaya gönderen, yarı ilah bir tanrı… Ve şürekâlar, ülkeyi kurtaracaklarmış(!)”
Ülke parçalanıyormuş(!)
Ülke ABD’ye satılıyormuş(!)
Ülke AB’ye satılıyormuş(!)
Bu zevat da ülkeyi kurtarmaya soyunmuş
Yazık hem de çok yazık.
İnsanlar bu kadar bilgiden ve akıldan nasıl yoksun olabiliyor?
Anlamakta mümkün değil.
Açıkça ifade edilebilir ki; bu çete büyük Türk milletinin üzerine oynanan oyunun küçük bir parçasından başka bir şey değildir.
Büyük oyunu kuranlar, bu oyunda “üç çeşit insan kişiliğini” kullandılar. En tepedeki isim ile en son halka olan Dink cinayeti sanığına dikkatlice battığınızda, üç farklı kişiliğin nasıl kullanıldığı açıkça görülür.
Ergenekon çetesi olarak ortaya çıkan oluşum ve bu oluşumun içinde bulunanlar her ne kadar zanlı konumunda ise de, son on yılda ülkemizde yaşanan bütün anarşi, kaos ve her türlü kargaşanın altında bir şekilde bu çete ve mensuplarının izine rastlamak mümkündür.
Eğer bilgi çağının sunduğu imkânlar olmasaydı, bu çete amacına ulaşabilirdi.
Bu oyun öyle büyük bir oyun ki; bütünün taşlarını bir araya getiremezseniz, gerçeğe ulaşamazsınız.
Recep Tayyib Erdoğan ve Abdullah Gül’ü seversiniz, sevmezsiniz… Destek verirsiniz vermezsiniz… İcraatlarını beğenirsiniz beğenmezsiniz… Bunlar ayrı konulardır…
Onları savunmak da benim işim değil. Bir hakkı teslim etmeyi de görev bilirim. Şu kadarını söyleyeyim ki: “Bu iki isim asla ve kat’a vatana-millete ihanet etmez.” Nefsimi kudret elinde tutan Zat’a yemin ederim ki; “Gül ve Erdoğan” bilerek bir ihanetin içinde asla bulunmazlar…
Birileri çıkıyor;
Ülkeyi sattı…
Satıyor…
Gitti, gidiyor.
Bunlar o kadar çok tekrarlanıyor ki; ilk başta kendi de inanmamışken, Cengiz Aymatov’un Mankut’ta dediği gibi “beyinler uyuşunca” köle misali, tek tip bir söyleme geçiliyor.
Tepsideki baklava dilimleri karıştırıldığı için, baklavanın cinsi anlaşılamıyor. Şimdi baklavanın dilimlerini usulüne göre dizelim de görelim bakalım bu baklavanın cinsi neymiş?
Bu ülkeye kim ihanet ediyor?
Ülkeyi kim satıyor?
Vatanı kurtarmak(!) için yola çıkan Ergenekon çetesini kim kurdurmuş?
Emekli Tümgeneral Memduh Ünlütürk’ü dinleyelim:
"Ergenekon, hükümetlerin de Genelkurmay'ın da bürokrasinin de üzerinde bir örgüttür. 27 Mayıs'tan sonra CIA’ya Pentagon tarafından kurdurulmuştur. Özellikle Amerika'da kontrgerilla eğitimi almış, kurslardan geçmiş generallerin bir bölümü, 'Vatanı kurtarıyoruz' düşüncesiyle bu örgütte yer alırlar."
Kim kurdurmuş? Amerika…
Bizi çok düşünür ya bu ABD…
Bu yazı; 1997 Can Dündar tarafından kaleme alınan "Devlet içinde Devlet" kitabından alıntıdır. Ünlütürk Paşa, Ergenekon ile ilgili bilgileri araştırmacı-yazar Erol Mütercimler’e anlatıyor. Bu güne kadar ne bu yazıya ne de benzeri yazılara muhatapları tarafından yalanlama gelmedi.
Emekli General Veli Küçük bu çetenin lider zanlısı olarak tutuklandı. Ömrünü ABD aleyhtarlığı ile geçirmiş bir zat olan Doğu Perinçek; bu hadiseye son derece üzülmüş. Üzüntü ve tepkisini gazetelere verdiği şu beyanatla ortaya koymuş. “Eşref Bitlis’i kimin katlettiğini açıklayan generali tutukladılar.“
Hani Perinçek ABD karşıtı idi?
ABD’yi ülkemizi işgal etmekle suçluyordu. İddiada olsa ABD’nin kurdurduğu bir örgütün liderini savunmak, Perinçek’e mi düştü?
Bu oyunu geçmişte olsa yerdik, şimdi artık yenmiyor.
Son kırk yılı bir gözden geçirdiğimizde, cevaplanması gereken nice sorularla karşı karşıya kalacağız. İşte bir soru: “Resmi raporlara işlendi; ‘bir silahla sabah bir Ülkücü şehit edilmiş, akşama bir solcu gencin hayatına son verilmiş.”
İlgililer buna bir açıklık getirmek zorundadır. Bu kimin işi?
Kahramanmaraş, Çorum olayları arkalarındaki sis perdeleri bir türlü aydınlanamadı. Hep karanlıkta kaldı. Ergenekon ve benzeri oluşumlara mal edildi. Sadece konuşuldu…
Hâlbuki bunlar sümen altı edilebilecek bir hadiseler değildi.
12 Eylül darbesi yapıldı.
Darbe haberi bir yemekli toplantıda devrin ABD başkanı Reegin’a şu cümlelerle bildirildi:
“Bizim çocuklar yönetimi ele aldı.”
Bu olay sürekli konuşuldu. Kimse çıkıp bunu reddetmedi.
Kimse çıkıp da “kim içimizdeki ABD çocukları” diye sormadı.
Aradan zaman geçti…
Başbakan Özal’a suikast yapıldı.
Suikast sonrası rahmetli Özal diyor ki: “araştırmalarımda vardığım noktada gördüm ki; bu suikastın arkasında derin ilişkiler var. Daha ileri gidemedim.”
Özal 1993 yılında vefat etti.
Başta ailesi olmak üzere, birçok kişi bu işin sıradan bir ölüm olmadığını, arkasının karanlık olduğunu söyledi. Özal’ın ölmediğini, öldürüldüğünü iddia etiler.
Konu kapandı, ne soran, ne araştıran oldu.
Turgut Özal’da yaşananların benzerini Eşref Bitlis Paşa hadisesinde görmekteyiz.
Rahmetli Eşref Bitlis Paşa bir kazaya kurban gitti.
Ailesi ve birçokları kaza değil dedi. Yapılan araştırmalarda kaza olmadığı yönünde bulgulara ulaşılmasına rağmen konu kapandı.
Son on beş yıldır, ülkemizde İslam’a karşı planlı bir örtülü savaş yürütülmektedir. Bu savaşın, kararı ABD ve ona direk bağlı bir teşkilat olan NATO’da alındı.
Nevzat Tarhan’a kulak verelim:
“1993 yılında Belçika’da NATO toplantısında General İsmail Hakkı Karadayı da vardı. Bu toplantıda mavi kuvvetler yerine yeşil kuvvetler koyuldu. NATO dini tehlike olarak tanımladı.”
ABD ve NATO bizim önümüze tehdit ve tehlike koyuyor. Bizde emriniz olur diyerek, gereğini yerine getiriyoruz.
Nerede ulusalcılar?
ABD ve NATO’dan talimat alıp, dindar vatandaşını ezenlere karşı, nerede anti Amerikancılarımız. Ses yok…
Nevzat Tarhan, NATO’dan bu emri alan paşalara soruyor:
“O tarihte, irtica ve kökten dincilikle mücadeleyi, dinle mücadele ile karıştırmamak gerekir demeniz gerekmez miydi?”
ABD ve NATO emretti biz uyguladık.
Türkiye satıldı paranoyasına kapılan Ulusalcılar, o zaman neredeydiniz?
Danıştay’a silahlı saldırıda bulunuldu.
Bu saldırıyı yapan kişiyi Müslümanlarla irtibatlandırmak için aylarca uğraştılar.
İlhan’cık…
Bekir’cik…
Emin’cik…
Ruhat’cık…
Kısaca basınımızın bütün cik-cuk ları bu saldırıyı bir şekilde Müslümanlara mal etmeye çalıştılar.
Yaşlı garip bir hocaya aylarca işkence yaptılar.
Adında ki “Türk” kelimesinden başka bu milletle hiçbir ortak yanı olmayan bir kanal, 24 saat yayın yaptı.
Nur Cemaatinin organizesi…
Fethullah Gülen’in parmağı var…
Radikal dinciler…
Cenaze törenini hatırlayın.
Üst düzey yargı mensupları ne diyordu: “Zanlının koridorda Allah dediği duyuldu.”
Bunu yargının en üst basamağındaki zat söylüyor.
Aynı zat bakalım şimdi ne diyecek?
Cenazede İslam dinine, dindarlara olmadık hakaretler yapıldı.
Danıştay cinayetine nereden bakarsanız bakın, bakılan pencereler çoğunlukla Ergenekon çetesini gösteriyor.
Yalancıların, iftiracıların sesi kesildi.
İlhan’cık konuşsana, senin gazetende bombalanmıştı.
Niçin sesin çıkmıyor?
Yüz yıl geriye gitmekten bahsediyordun.
Karanlıklardan bahsediyordun.
Şimdi niçin sesiniz çıkmıyor.
Çünkü oyun büyük, oyun tablasındaki dilimler yerli yerine oturmaya başladı.
Taşlar yerine oturdukça hakikatler ortaya çıkıyor.
Ergenekon çetesinde bir kadın var.
İhanete bakın…
Benim ülkemde kaos ortamı yaratılsın diye, bu gayrı Müslim kadın adına 50 milyon dolar para gönderilmiş.
Ey Bekir’cik!
Sorsana; bu parayı kim gönderdi?
Göbeğini kaşıyan adamı biliyorsun da; bu kadına ülkede cinayetler işlenip, kaos ortamı oluşması için kimlerin para gönderdiğini bilmiyor musun?
Hadi bilmiyorsun merakta mı etmiyorsun?
Bugün Pazartesi, Ergenekon çete mensupları tutuklandı.
Köşe yazarlarının büyük çoğunluğu bu hadiseyi es geçti. Tek kelime yazmadılar. Üç beş tanesi hariç…
Bu büyük milletin aciz bir ferdi olarak, ülkesini, vatanını ve milletini sevenlere sesleniyorum.
150 yıl önce düğmeye basılan ve halen devam eden büyük bir oyunla karşı karşıyayız. İş başına gelen yöneticiler, bu oyunun üzerine gitmedi ya da gidemedi.
Gitmek istedi önleri kesildi.
Kimisi korktu, kimisi de bana ne dedi.
Ve bugüne geldik.
Vatanını, milletini ve ülkesini gönülden seven herkes şunu bilmeli:
“Ülkemizin hayrına kim bir ağaç dikerse Allah ondan razı olsun.
Ülke menfaatine iş yaptı ama bizim cemaatten değil, bizim partiden değil, bizim siyasi hareketten değil, gibi çağ dışı yaklaşımları bir kenara koyma zamanı gelmiştir.
Bugün iş başında, arkasına önemli bir halk desteğini almış bir hükümet bulunmaktadır.
Bu oyun ancak böyle bir halk desteği ile bozulabilir.
Dikkatinizi çekerim!
Seçimden önce MHP’ye akıl almaz destekte bulunan ulusalcılar, bugün MHP’ye alçakça saldırıyor.
Niçin?
MHP onlar gibi millete ihanet etmiyor?
AKP ve MHP!
Kalpleri ancak Allah bilir.
Cumhurbaşkanlığı seçiminde ve Türban meselesinde ortaya koyduğu tavırla, ülke nüfusunun mühim çoğunluğunun duasını aldı.
MHP ve genel Başkanı Devlet Bahçeli.
Büyük oyunda da hükümetle birlikte bu işin üzerine giderlerse, tarih onları en güzel sayfalarına altın harflerle kaydedecektir.
Hiç şüphesiz herkesin bir hesabı olduğu gibi “ALLAH”ın da bir hesabı var. Bakalım kimin hesabı üstün gelecek, bekleyelim ve görelim.
Ahmet SARIHAN
Birinci kişilik:
Bunlar milletimiz ve ülkemizin (gizli-açık) düşmanları ile bilerek işbirliği halindedir. Peki, bunu niçin yaparlar? Maddi ve manevi çıkarları için. Nefislerinin köleleri olduklarından, menfaati için bu işe soyunmuşlardır.
İkinci kişilik:
Bunlar, birinci tip insanların maşalarıdır. Bunlar önlerine konan senaryoları inceleyip, araştırmadan destek verirler. Vatanın, milletin ve ülkenin, tehlikede olduğuna inanırlar. Bundan kurtuluşun da birinci kişilikteki zatların sunduğu projelerle olacağına inanırlar. Projenin çok az kısmı hariç, tamamından haberdardırlar.
Üçüncü kişilik:
Bunların hiçbir şeyden haberleri yoktur. Saf olmaları nedeni ile kullanılmaya son derece müsaittirler. Bu durumlarından dolayı gün olur tetikçi olarak, gün olur mitinglerde, gösterilerde karşımıza çıkarlar. Partilere, derneklere ve benzeri oluşumlara destek verirler, birinci ve ikinci kişilikler tarafından sık sık dolgu malzemesi olarak kullanılırlar.
Bu üç kişilikteki insan modeli ülkemizi baştan aşağı işgal etmiş durumdadır.
Bunları;
Her türlü devlet kademesinde…
Siyasette…
Medyada…
Kitle örgütlerinde…
Spor camiasında…
İslami cemaat ve tarikatlarda, görmek mümkündür.
Şimdi vereceğim şu bilgiden eğer yoksunsanız, oynanan oyunu anlamanız mümkün değildir.
Hadise şudur:
Dünyayı ele geçirmeye çalışan güçler, (bunların kimler olduğu ayrı bir yazı konusudur) uzun yıllar süren araştırmaları sonucunda şu bilimsel tespite ulaşmışlardır.
“Dünya üzerinde yaşayan milletler iki guruba ayrılır:
1)Tarih yapan milletler,
2)Tarihe konu olan milletler.
Tarih yapan milletlerin sayısı oldukça azdır. Bunlar bir elin parmaklarını geçmez. Bu milletlerin başında, Türk milleti gelmektedir.
Tarihe konu olan milletlere gelince, bunların sayısı çoktur, bunlar saman alevine benzer, zaman olur gürler giderler, bir daha da esamesi okunmaz.
Bunlara Ermeniler, Kürtler, Gürcü’ler örnek gösterilebilir. (Bu tarihi bir hakikattin tespitidir. Bu kavimlere hakaret olarak algılanmamalıdır.)
Tarihçiler, sosyologlar kısaca gerçek bilim adamları şu ortak tespitte buluşmuştur:
“Milletlerin geleceği geçmişlerine benzer. O kadar ki; her akarsuyun kırk yılda bir yatağını araması gibi, Milletler de geçmişte yakaladıkları medeniyet, güç ve kudrete her zaman ulaşmayı özler ve isterler. Türk milleti Müslüman olduktan sonra onlarca devlet kurdu, bu devletlerin her biri çağının önemli gücü oldu. Bu aziz millet yaklaşık bin yıl dünyanın zirvesinden inmedi. Böyle bir hadise sadece Türk milletine mahsustur, başka kavimlerde görülmüş değildir.
Şöyle bir tefekkür edelim:
Dini, dili, ırkı bir olan bir kavim, aynı anda yer kürede üç devlet kuracak, bunlardan biri bir numara, diğeri iki numara, diğeri de üç numara olacak. Bu sadece Müslüman Türk milletine has bir özelliktir.
Dünya egemenliğini eline geçirmek isteyen güçler; Türk milletinin bu özelliğini tespit ettiler. Tespitle de kalmadılar, karşı tedbir almaya yöneldiler.
Dediler ki:
“Dünya egemenliğine, ancak Türk milletini tarih sahnesinden silmekle ulaşabiliriz.” Derhal Türk milletini tarih sahnesinden silme projesini uygulamaya koydular.
Bu 150 yıllık bir projedir.
Batılılaşma adı ile bizi aslımızdan uzaklaştırmaya çalıştılar.
Bizi kendi tarihimize küfrettirdiler.
Aydınlarımızı tarih düşmanı yaptılar.
Osmanlıyı, Selçukluyu, Gazneliyi ve Karahanlıyı anmak, sevmek gericilik sayıldı.
Sanki dünyayı bin yıl yönetmiş bir millet değil de, sonradan türeme, toplama bir milletmişiz gibi yeni bir ulus meydana getirmeye çalıştılar.
Bin yıllık birikimi bir gecede yerle bir ettiler.
Bu çok büyük bir projedir.
Müslüman Türk milleti üzerine büyük bir oyun oynanmaktadır. Yazımın başında belirttiğim üç insan modelini bu proje için kullandılar ve halende kullanmaya devam ediyorlar.
Bu oyunu bozmadığımız sürece, beklenen seviyeye gelmemiz mümkün değildir.
Bu oyun bozulacak, başka çaresi yok.
Bozulacak da, nasıl? Derseniz…
Salt bizim gayretlerimizle olacağına pek ihtimal vermiyorum. Bu kadar çok uyutulmuş insanla büyük hedeflere varmak mümkün değildir.
Bana göre bu oyunu çözecek olan bilgi çağının insanlığa sunduğu imkânlardır.
Öyle bir zaman diliminde yaşıyoruz ki; hiçbir şey gizli tutulmuyor, bütün kirli çamaşırlar bir bir ortaya çıkıyor. Hatırlayın, şimdilerde fosilleşmiş siyasilerin milleti kandırıp seçim kazanma metotlarını.. Ne demişlerdi?
“Dün dündür, bugün bugündür.”
O zamanlar bu söz pirim yapıyordu. Millete, kendi istedikleri kadar bilgiyi veriyorlardı. Şimdi bilgiye ulaşmak için başkalarına ihtiyaç kalmadı. Dün dünde kalmadı, değil dünü, beş yüz sene öncesini bir düğme ile masamın üzerine getirebiliyorum.
Bilgi çağının imkânları insanları uyandırırken, diğer taraftan da yönetim erkininin elini güçlendiriyor.
Bu sebepledir ki; bilgi çağının imkânları büyük Türk milletinin üzerine oynanan oyunu bozmada önemli rol oynayacaktır.
Birkaç gündür ülke gündemi “Ergenekon Çetesi” dedikleri bir oluşumla çalkalanıp duruyor. Çete mensuplarının tabiri ile “elden giden vatanı kurtarma faaliyeti.”
Ülke elden gitti de kurtarılması bakın kimlere kaldı?
Bir emekli general, adı her yerde uyuşturucu kaçakçılığı ile anılan bir karanlık adam… Milleti haraca kesen bir mafya babası… Hıristiyan bir kadın… Ruhsal problemleri olduğu anlaşılan bir hukukçu… Hazreti Musa ve İsa’yı yeniden dünyaya gönderen, yarı ilah bir tanrı… Ve şürekâlar, ülkeyi kurtaracaklarmış(!)”
Ülke parçalanıyormuş(!)
Ülke ABD’ye satılıyormuş(!)
Ülke AB’ye satılıyormuş(!)
Bu zevat da ülkeyi kurtarmaya soyunmuş
Yazık hem de çok yazık.
İnsanlar bu kadar bilgiden ve akıldan nasıl yoksun olabiliyor?
Anlamakta mümkün değil.
Açıkça ifade edilebilir ki; bu çete büyük Türk milletinin üzerine oynanan oyunun küçük bir parçasından başka bir şey değildir.
Büyük oyunu kuranlar, bu oyunda “üç çeşit insan kişiliğini” kullandılar. En tepedeki isim ile en son halka olan Dink cinayeti sanığına dikkatlice battığınızda, üç farklı kişiliğin nasıl kullanıldığı açıkça görülür.
Ergenekon çetesi olarak ortaya çıkan oluşum ve bu oluşumun içinde bulunanlar her ne kadar zanlı konumunda ise de, son on yılda ülkemizde yaşanan bütün anarşi, kaos ve her türlü kargaşanın altında bir şekilde bu çete ve mensuplarının izine rastlamak mümkündür.
Eğer bilgi çağının sunduğu imkânlar olmasaydı, bu çete amacına ulaşabilirdi.
Bu oyun öyle büyük bir oyun ki; bütünün taşlarını bir araya getiremezseniz, gerçeğe ulaşamazsınız.
Recep Tayyib Erdoğan ve Abdullah Gül’ü seversiniz, sevmezsiniz… Destek verirsiniz vermezsiniz… İcraatlarını beğenirsiniz beğenmezsiniz… Bunlar ayrı konulardır…
Onları savunmak da benim işim değil. Bir hakkı teslim etmeyi de görev bilirim. Şu kadarını söyleyeyim ki: “Bu iki isim asla ve kat’a vatana-millete ihanet etmez.” Nefsimi kudret elinde tutan Zat’a yemin ederim ki; “Gül ve Erdoğan” bilerek bir ihanetin içinde asla bulunmazlar…
Birileri çıkıyor;
Ülkeyi sattı…
Satıyor…
Gitti, gidiyor.
Bunlar o kadar çok tekrarlanıyor ki; ilk başta kendi de inanmamışken, Cengiz Aymatov’un Mankut’ta dediği gibi “beyinler uyuşunca” köle misali, tek tip bir söyleme geçiliyor.
Tepsideki baklava dilimleri karıştırıldığı için, baklavanın cinsi anlaşılamıyor. Şimdi baklavanın dilimlerini usulüne göre dizelim de görelim bakalım bu baklavanın cinsi neymiş?
Bu ülkeye kim ihanet ediyor?
Ülkeyi kim satıyor?
Vatanı kurtarmak(!) için yola çıkan Ergenekon çetesini kim kurdurmuş?
Emekli Tümgeneral Memduh Ünlütürk’ü dinleyelim:
"Ergenekon, hükümetlerin de Genelkurmay'ın da bürokrasinin de üzerinde bir örgüttür. 27 Mayıs'tan sonra CIA’ya Pentagon tarafından kurdurulmuştur. Özellikle Amerika'da kontrgerilla eğitimi almış, kurslardan geçmiş generallerin bir bölümü, 'Vatanı kurtarıyoruz' düşüncesiyle bu örgütte yer alırlar."
Kim kurdurmuş? Amerika…
Bizi çok düşünür ya bu ABD…
Bu yazı; 1997 Can Dündar tarafından kaleme alınan "Devlet içinde Devlet" kitabından alıntıdır. Ünlütürk Paşa, Ergenekon ile ilgili bilgileri araştırmacı-yazar Erol Mütercimler’e anlatıyor. Bu güne kadar ne bu yazıya ne de benzeri yazılara muhatapları tarafından yalanlama gelmedi.
Emekli General Veli Küçük bu çetenin lider zanlısı olarak tutuklandı. Ömrünü ABD aleyhtarlığı ile geçirmiş bir zat olan Doğu Perinçek; bu hadiseye son derece üzülmüş. Üzüntü ve tepkisini gazetelere verdiği şu beyanatla ortaya koymuş. “Eşref Bitlis’i kimin katlettiğini açıklayan generali tutukladılar.“
Hani Perinçek ABD karşıtı idi?
ABD’yi ülkemizi işgal etmekle suçluyordu. İddiada olsa ABD’nin kurdurduğu bir örgütün liderini savunmak, Perinçek’e mi düştü?
Bu oyunu geçmişte olsa yerdik, şimdi artık yenmiyor.
Son kırk yılı bir gözden geçirdiğimizde, cevaplanması gereken nice sorularla karşı karşıya kalacağız. İşte bir soru: “Resmi raporlara işlendi; ‘bir silahla sabah bir Ülkücü şehit edilmiş, akşama bir solcu gencin hayatına son verilmiş.”
İlgililer buna bir açıklık getirmek zorundadır. Bu kimin işi?
Kahramanmaraş, Çorum olayları arkalarındaki sis perdeleri bir türlü aydınlanamadı. Hep karanlıkta kaldı. Ergenekon ve benzeri oluşumlara mal edildi. Sadece konuşuldu…
Hâlbuki bunlar sümen altı edilebilecek bir hadiseler değildi.
12 Eylül darbesi yapıldı.
Darbe haberi bir yemekli toplantıda devrin ABD başkanı Reegin’a şu cümlelerle bildirildi:
“Bizim çocuklar yönetimi ele aldı.”
Bu olay sürekli konuşuldu. Kimse çıkıp bunu reddetmedi.
Kimse çıkıp da “kim içimizdeki ABD çocukları” diye sormadı.
Aradan zaman geçti…
Başbakan Özal’a suikast yapıldı.
Suikast sonrası rahmetli Özal diyor ki: “araştırmalarımda vardığım noktada gördüm ki; bu suikastın arkasında derin ilişkiler var. Daha ileri gidemedim.”
Özal 1993 yılında vefat etti.
Başta ailesi olmak üzere, birçok kişi bu işin sıradan bir ölüm olmadığını, arkasının karanlık olduğunu söyledi. Özal’ın ölmediğini, öldürüldüğünü iddia etiler.
Konu kapandı, ne soran, ne araştıran oldu.
Turgut Özal’da yaşananların benzerini Eşref Bitlis Paşa hadisesinde görmekteyiz.
Rahmetli Eşref Bitlis Paşa bir kazaya kurban gitti.
Ailesi ve birçokları kaza değil dedi. Yapılan araştırmalarda kaza olmadığı yönünde bulgulara ulaşılmasına rağmen konu kapandı.
Son on beş yıldır, ülkemizde İslam’a karşı planlı bir örtülü savaş yürütülmektedir. Bu savaşın, kararı ABD ve ona direk bağlı bir teşkilat olan NATO’da alındı.
Nevzat Tarhan’a kulak verelim:
“1993 yılında Belçika’da NATO toplantısında General İsmail Hakkı Karadayı da vardı. Bu toplantıda mavi kuvvetler yerine yeşil kuvvetler koyuldu. NATO dini tehlike olarak tanımladı.”
ABD ve NATO bizim önümüze tehdit ve tehlike koyuyor. Bizde emriniz olur diyerek, gereğini yerine getiriyoruz.
Nerede ulusalcılar?
ABD ve NATO’dan talimat alıp, dindar vatandaşını ezenlere karşı, nerede anti Amerikancılarımız. Ses yok…
Nevzat Tarhan, NATO’dan bu emri alan paşalara soruyor:
“O tarihte, irtica ve kökten dincilikle mücadeleyi, dinle mücadele ile karıştırmamak gerekir demeniz gerekmez miydi?”
ABD ve NATO emretti biz uyguladık.
Türkiye satıldı paranoyasına kapılan Ulusalcılar, o zaman neredeydiniz?
Danıştay’a silahlı saldırıda bulunuldu.
Bu saldırıyı yapan kişiyi Müslümanlarla irtibatlandırmak için aylarca uğraştılar.
İlhan’cık…
Bekir’cik…
Emin’cik…
Ruhat’cık…
Kısaca basınımızın bütün cik-cuk ları bu saldırıyı bir şekilde Müslümanlara mal etmeye çalıştılar.
Yaşlı garip bir hocaya aylarca işkence yaptılar.
Adında ki “Türk” kelimesinden başka bu milletle hiçbir ortak yanı olmayan bir kanal, 24 saat yayın yaptı.
Nur Cemaatinin organizesi…
Fethullah Gülen’in parmağı var…
Radikal dinciler…
Cenaze törenini hatırlayın.
Üst düzey yargı mensupları ne diyordu: “Zanlının koridorda Allah dediği duyuldu.”
Bunu yargının en üst basamağındaki zat söylüyor.
Aynı zat bakalım şimdi ne diyecek?
Cenazede İslam dinine, dindarlara olmadık hakaretler yapıldı.
Danıştay cinayetine nereden bakarsanız bakın, bakılan pencereler çoğunlukla Ergenekon çetesini gösteriyor.
Yalancıların, iftiracıların sesi kesildi.
İlhan’cık konuşsana, senin gazetende bombalanmıştı.
Niçin sesin çıkmıyor?
Yüz yıl geriye gitmekten bahsediyordun.
Karanlıklardan bahsediyordun.
Şimdi niçin sesiniz çıkmıyor.
Çünkü oyun büyük, oyun tablasındaki dilimler yerli yerine oturmaya başladı.
Taşlar yerine oturdukça hakikatler ortaya çıkıyor.
Ergenekon çetesinde bir kadın var.
İhanete bakın…
Benim ülkemde kaos ortamı yaratılsın diye, bu gayrı Müslim kadın adına 50 milyon dolar para gönderilmiş.
Ey Bekir’cik!
Sorsana; bu parayı kim gönderdi?
Göbeğini kaşıyan adamı biliyorsun da; bu kadına ülkede cinayetler işlenip, kaos ortamı oluşması için kimlerin para gönderdiğini bilmiyor musun?
Hadi bilmiyorsun merakta mı etmiyorsun?
Bugün Pazartesi, Ergenekon çete mensupları tutuklandı.
Köşe yazarlarının büyük çoğunluğu bu hadiseyi es geçti. Tek kelime yazmadılar. Üç beş tanesi hariç…
Bu büyük milletin aciz bir ferdi olarak, ülkesini, vatanını ve milletini sevenlere sesleniyorum.
150 yıl önce düğmeye basılan ve halen devam eden büyük bir oyunla karşı karşıyayız. İş başına gelen yöneticiler, bu oyunun üzerine gitmedi ya da gidemedi.
Gitmek istedi önleri kesildi.
Kimisi korktu, kimisi de bana ne dedi.
Ve bugüne geldik.
Vatanını, milletini ve ülkesini gönülden seven herkes şunu bilmeli:
“Ülkemizin hayrına kim bir ağaç dikerse Allah ondan razı olsun.
Ülke menfaatine iş yaptı ama bizim cemaatten değil, bizim partiden değil, bizim siyasi hareketten değil, gibi çağ dışı yaklaşımları bir kenara koyma zamanı gelmiştir.
Bugün iş başında, arkasına önemli bir halk desteğini almış bir hükümet bulunmaktadır.
Bu oyun ancak böyle bir halk desteği ile bozulabilir.
Dikkatinizi çekerim!
Seçimden önce MHP’ye akıl almaz destekte bulunan ulusalcılar, bugün MHP’ye alçakça saldırıyor.
Niçin?
MHP onlar gibi millete ihanet etmiyor?
AKP ve MHP!
Kalpleri ancak Allah bilir.
Cumhurbaşkanlığı seçiminde ve Türban meselesinde ortaya koyduğu tavırla, ülke nüfusunun mühim çoğunluğunun duasını aldı.
MHP ve genel Başkanı Devlet Bahçeli.
Büyük oyunda da hükümetle birlikte bu işin üzerine giderlerse, tarih onları en güzel sayfalarına altın harflerle kaydedecektir.
Hiç şüphesiz herkesin bir hesabı olduğu gibi “ALLAH”ın da bir hesabı var. Bakalım kimin hesabı üstün gelecek, bekleyelim ve görelim.
Ahmet SARIHAN