UNUTULAN TÜRKÇÜLÜK__(Unutulan Ata)

rcpi.nesi

New member
"Olmasın ki oturak olasız,beylik Türkmenlik veYörüklük edenlere kalır."
Osman Gazi

TÖRE VE DEVLET
Tarih boyunca kurulmuş uzun ömürlü devletler uygarlıkların bir sonucudur.Uygarlıklar ise devletler vasıtası ile gelişe bilmişlerdir bu bağlamda uygarlık ile devlet birbirinin vazgeçilmez iki tecellisidir.Ancak ikisinin de beslendiği yegane kaynak kültürdür.Milli ve gelişmiş bir kültür üzerine kurulmamış olan devletler ise ya
askeri diktatörlüklerdir(ki bu tür diktatörlükler uygarlığın ve kültürün gelişmesine engeldir) veya dağılmaya mahkum kısa ömürlü devletlerdir.Bir devletin uzun ömürlü olması için devlete sonuna kadar bağlı olacak bir kurucu unsurun bulunması gerekir.Bu unsur kuruluş döneminde Osmanlı'da Kayı boyu olmuştur daha sonrasında ise Türk milleti devletin koruyucu unsuru haline gelmiştir. Medeniyet tarihi boyunca hiçbir millet Türkler kadar (birçoğu dünya gücü veya bölgesel güç niteliği
taşıyan) çok devlet kuramamıştır.Ancak farklı isimlerde olsa da Asya Hunlularından günümüze kadar kurulan Türk devletleri esasında tarihi süreç içerisinde bir birlerinin devamıdır.Öyle ki kurulan bu devletlerin kuruluşu,yükselişi ve çöküşü bir birine çok benzer sebeplerden ötürüdür.Türk devletlerinin kuruluş ve yıkılış hikayesi şu şekildedir;''Türk milleti bulunduğu vatanında ezilmektedir.Başındaki yöneticileri halkından uzaklaşmış başka kültürlerin güdümüne girmiştir(Devlet yöneticilerinin başka
kültürlerin güdümüne girmesi genellikle Türk devletinin en parlak dönemlerinde başlamaktadır.)Yöneticiler Törenin gereklerini yerine getirmemektedir.Bunun sonucu halkın bir kısmı yöneticiler gibi Töreyi bırakırken bir kısmı ise yöneticilere baş kaldırır ve sonunda iç karışıklıklardan ötürür ya da pusuda bekleyen yabancı
devletlere yem olur.Ancak Türk halkı töreyi (Türk kültürünü) bırakmadığı müddetçe esaret günleri hep sayılı olmuş,güçlü yeni bir Türk devleti aynı devlet sistemi ve ülküsü ile başka bir isim altında tekrar doğmuştur.Töre her zaman için Türk milletini var edendir ve törenin üzerinde hakanda dahil Tanrıdan
başka bir güç yoktur.Öyle ki töre esasında Türk milletinin var olması için Tanrı'nın Türk milletine bahşettiği bir lütuftur.Törenin bırakılması ile felaketlere uğrayan Türk milletinin çöküş halinde ki durumunu Orhun
abideleri özetler niteliktedir; "Çin milletinin sözü tatlı,ipekli kumaşı yumuşak imiş.Tatlı sözle,yumuşak ipekli kumaş ile aldatıp uzak milleti öylece yaklaştırmış.Yaklışıp , konduktan sonra kötü şeyleri o zaman düşünürmüş.Tatlı sözüne ,yumuşak ipek aldanıp çok Türk milleti öldün;Türk milleti öleceksin (...)Beyleri,milleti uyumsuz;Çin milleti hilekar ve sahtekar olduğu için ,küçük kardeş ve büyük kardeş
birbirine düştüğü için,bey ve milleti karşılıklı çekiştiği için,Türk milleti il yaptığı ilini elden çıkarmış;Kağan yaptığı kağanını kaybetmiş.Çin milletine beylik erkek evladı kul oldu,hanımlık kız evladı cariye oldu.Türk
beyler Türk adını bıraktı.Çinli beyler Çin adını tutup Çin kağanına itaat etmiş".Gökalp'e göre ise Töre, Türk'ün bir nevi genetik şifresidir; "Türk sözcüğünün Doğu Türkçesi'nde törü biçiminde olduğunu size Divanü Lügat-it Türk de gösteriyor:Bu kitabın üçüncü cildinin 167. sayfasında törü maddesini şu
tanımlarla görüyoruz:"Törü-Resm(kaide).Şu atasözü bu anlamı belirtir:İl bırakılır,törü bırakılmaz.Bu söz ataların geleneğine uymanın gereği yerinde söylenir.Anlamı,"Devlet ya da ülke bırakılır,külltür bırakılmaz."Türklerin düşman eline geçen yerlerinden töresinin egemen olduğu yere göçmesi,bu sözün
hala anlatılmaksızın ruhlarda yaşadığını gösterir.Türk töresi ,eski Türkler'e atalarından kalan bütün kuralların toplamı demektir.Töre sözcüğünün,Türk sözüyle bir kökten olması da akla gelebilir."(Gökalp Ziya,Türk Töresi)
Töreden uzaklaştığı için Türk milletinin başına neler gelmemiş ki kavimler göçü ve sonrasında Hazar'ın Kuzeyinden geçerek Doğu Avrupa ve Balkanlara gelen Türk kitleleri birliklerini iç çekişmelerden ötürü koruyamamış başka kültürlerin güdümüne giren hanlar Türk adını bırakarak yabancı hükümdarların hizmetine girmişlerdir ki yüzyıllar sonra Türk soylu Bulgarlar ve Macarlar gibi Türk kavimleri Balkanlarda
Türklüğün karşısına dikilmişlerdir.Rusya steplerinde Türkler o kadar çok asimile olmuşlardır ki bugün Rusya'nın en saygın bilim adamları ''Rus kanının üçte birini Tatar kanı oluşturur'' diye bilmektedir.Aynı şekilde Mısırlı bazı bilim adamları günümüzde yaşayan Mısır halkının soy olarak dörtte birinin Kıpçak
olduğunu savunmaktadır.Çin egemenliğinde kalarak asimile olan,Güneyde İran'ın içinde eriyerek Farslaşan soy bakımından Türk milyonlarca insandan bahsetmek mümkündür.Kendi kültürlerinden kopan ve başka kültürler içerisinde eriyerek yok olan bu kitlelere bugün Türk dememiz mümkün değildir.Diğer taraftan
kültürlerinden kopmayan Töreye bağlı Türk toplulukları Dünya'nın değişik bölgelerinde yeni devletler kurma kuvvet ve kabiliyetine her zaman sahip olmuşlardır.Tarihte kurulmuş Türk devletlerinin genel olarak kuruluş döneminde yönetim kademelerinde tamamen Türkleri görmek mümkündür.Göktürk devleti Tonyukuk'u ile Osmanlı devleti Şeyh Edebali'si ile yükselmiştir.Ancak Türk devletlerinin dağılma sürecinde
yönetim kademeleri Türk dışı unsurlar ile işgal edilmeye başlar.Tarihte kurulmuş Türk devletleri için iki dönem vardır.İlk dönem,Türk milletinin kanları ve Türk yöneticilerinin zekası ile kuruluş ve yükseliş dönemi ,ikinci dönem ise Türk milletinin kanları ve Türklükten uzak yöneticilerin ihaneti ile duraklama ve dağılış dönemi.Ancak çınar misali içten çürümüş Türk devletleri dağılırken hep arkalarında bir çekirdek(tohumlar) bırakmışlardır ve bu tohum mutlaka ,rüzgarda savrularak veya düştüğü yerde yeni bir
çınarın filizlerini vermiştir. Osmanlı'nın dağılış döneminde ise üç siyaset türü imparatorluğu kurtarmak için ortaya atılmıştır.Bu üç siyaset arasında en zayıf olan ''Osmanlıcılığı'' Balkan Savaşı boğarken ''İslamcılık'' ise Arap çöllerine gömülmüştür.Üçüncü siyaset türü olan Türkçülük ise imparatorluğun tekrar bir Türk devleti olmasını ve
yönetimin ve halkın tekrar ''töreye'' bağlanmasını amaçlamıştır.
Yeni bir milli devletin kurulması fikrini ise ilk olarak Yusuf Akçura ortaya atmıştır.19.y.y’ın başlarından itibaren Batı’da önemli Türkoloji çalışmaları olmuş ve bu bilimsel çalışmalar Osmanlı’da ve Bakü’de,Kazan’da ve Kırım’da yakından takip edilmiştir.Osmanlı içerisinde yayınlanmış İslam öncesi Türk medeniyetine dair ilk eser 1869 tarihli Mustafa
Celalettin Paşa’nın Fransızca olarak kaleme aldığı “Les Turcs Anciens et Modernes” adında ki kitaptır.Mustafa Celalettin Paşa Polonya asıllı olup 1875 Karadağ muharebesinde şehit olmuştur.(Aydemir Şevket Süreyya,Makedonya’dan Orta Asya’ya Enver Paşa) Türkçülüğün Osmanlı'da ilk uyanışı dilde
Türkçülük anlayışı ile ''Türkçecilik'' olarak Tanzimat dönemine denk gelmektedir.Bu dönemde Ahmet Vefik Paşa'nın,Muallim Naci'nin,Sait Bey'in ve Şemseddin Naci'nin Türkçeyi öven serlerinin önemli bir yeri vardır.Süleyman Paşa'nın Askeri okullar nazırı olduğu dönem içerisinde , 1876 yılında yayınlanan Tarih i
Alem kitabı Batı'nın iftiralarından arındırılmış bir tarih anlayışı ile yazılmış olup gelecekte önemli Türkçüler yetiştirecek olan Harbiye'de okutulmaya başlatılmıştır.Mehmet Emin Yurdakul’un 1897 Osmanlı-Yunan harbi sırasında yazdığı ve ilk defa Manastır Askeri idaresinde öğrenci iken okuduğu: “Ben bir
Türküm,dinim,cinsim uludur
Sinem özüm,ateş ile doludur,
İnsan olan vatanının kuludur,
Türk evladı evde durmaz giderim” dizeleri Mustafa Kemal ve daha bir çok Türk gencinde Türkçülük duygusunun uyanmasına sebep olmuştur.Osmanlı içerisinde ki başka milletlerin Osmanlıyı kuran ve ayakta
tutan öz yurdunda ezilen Türk milletini hakir görmesine karşı isyan niteliği taşıyan bu dizeleri işiten
Mustafa Kemal Askeri Okulu bitirdikten sonra katıldığı orduda bir Türk askerinin gözünde bu isyanı görmüştür; “ “Ben bir Türküm,dinim,cinsim uludur” mısrası ile başlayan manzumesinde , bana milli
benliğimin gururunu tattıran ilk anlatımı bulmuştum.Fakat ben asıl bunu,orduya katıldığım ilk günlerde ,bir Anadolu çocuğunun göz yaşlarında gördüm ve kuvvetle duydum.Ondan sonra Türklük,benim en derin güven ve kaynağım,en engin övünç dayanağım oldu.Kendimi hiçbir zaman Osmanlılığın telkin ettiği başka milletleri öven ve Türklüğü aşağı gören eksiklik duygusuna kaptırmadım.
Bakınız nasıl oldu.Kurmaylık stajı için verildiğim süvari alayı Hayfa’da bulunuyordu.Kışla ile deniz arasında geniş bir talim alanı vardı ve piyade acemi eğitim devri yeni başlamıştı.Erler bölgeden toplanmış Arap gençlerinden,öğretici kadroda tecrübeli ve Anadolu kıta çavuşları olan Türk delikanlılarından kurulu idi.Katıldığım bölüğün alaydan yetişmiş Makedonya Türklerinden,ileri yaşlı bir yüzbaşısı
vardı.Erlere,çavuşlar talim yaptırıyor,biz subaylar arada dolaşarak çalışmaları izliyor ve
denetliyorduk.Yüzbaşı çavuşlara karşı sert davranıyor,yeni erlere ise fazla şevkatli görünüyordu.Onların herhangi bir şekilde azarlanmasına hırpalanmasına gönlü razı olmadığını ısrarla söylüyordu.Halbuki talimlerde,Türkçe bilmedikleri için çavuşların söylediklerini iyi anlamayan kimi erlerin yanlış hareketlerinin zaman zaman çavuşların sabırlarını tükettiği,sertçe davranışlarına yol açtığı da oluyordu.
Bir gün yüzbaşı,bu yolda hareketten kendini alıkoyamıyan bir çavuşunu mimlemiş ve talimden döndükten sonra,birlikte oturduğumuz bölük komutanlığı odasına çağırtmıştı.Takım komutanı ile birlikte gelerek
yüzbaşısını saygıyla ve askerce selamlayan çavuş yirmi beş yaşlarında dinç ve yakışıklı,ince bıyıklı,elmacık
kemikleri fazla kabarık,uyanık bir Türk çocuğu idi.Yüzbaşı, onun milli şerefini ağır şekilde hançerleyen
“Türk” sözleriyle azarlamaya başlamıştı. “Sen nasıl olur da: “Kavm-i Necip-i Arap” ’a mensup
peygamberimiz efendimizin mübarek soyundan olan bu çocuklara sert davranırsın,ağır söz söyler,kalbini
kırarsın,kendini bil,sen onların ayağına su bile dökmeğe layık değilsin” gibi gittikçe manasızlaşan fakat
yaşlı yüzbaşının samimi inancından kuvvet alan sözlerle hakaret ediyor, gittikçe asabileşiyordu.Ben
dikkatle çavuşun yüz ifadesini izliyordum.Başlangıçta üstünde bir babaya duyulan saygının samimiyeti
okunan çizgiler sertleşmeye,içten gelen haklı bir isyanın ateşleri gözlerinden okunmağa başlamıştı.Fakat
gerçek itaatın sembolü olan her Türk askeri gibi bu da iç duygularını gemlemesini bildi.Sessizce göz
pınarlarından dökülmeye başlayan yaş damlaları yanaklarından birbirini kovalıyarak bıyıkları üstünde
toplanıyordu.Ben bir taraftan üzgün ve sinirli bu sahneyi seyreder ve söylenenleri dinlerken,bir yandan da
içimde bir isyan duygusu şahlanıyor ve şöyle düşünüyordum: “O erin bağlı olduğu kavim bir çok bakımdan
necip olabilirdi.Fakat çavuşun,yüzbaşının ve benim bağlı olduğum kavmin de tarihlerini şerefle dolduran
büyük ve asil bir millet olduğu da biran şüphe götürmez bir gerçekti.Türklük hakkındaki o günkü görüş
ise,doğrudan doğruya Türk aydınlarının kendi kendini bilmemesinden ve başka milletlerde şu veya bu
sebeple üstünlük var sayarak , kendini onlardan aşağı görüp nefsine olan güveni yitirmesindendir.Artık bu
yanlış görüşe son vermek,Türklüğümüzü bütün asalet ve necabeti ile tanımak ve tanıtmak
gerekmekteydi,dedim ve o andan beri inandığım bu gerçeğe bütün Türklerin inanmasını bununla övünüp kendine güvenmesini ülkü bildim” (Kocatürk Utkan,Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri)Mustafa Kemal’in
başından geçen bu olay Osmanlı’nın içine düştüğü durumu özetler niteliktedir.Osmanlı’nın son
dönemlerinde ki Türk’ün durumu Osmanlı’nın kuruluşundan bu yana gelen egemenliği altında ki farklı
dinlerden ve milletlerden insanlara gösterdiği hoş görünün zamanla imtiyaza dönüşmesinin bir
sonucudur.

Türk’ün kendi kurduğu ülkede 3.sınıf vatandaş konumuna düşme süreci tarih boyunca kurulan tüm Türk devletlerinde olduğu gibi Osmanlı’nın en parlak döneminde başlamıştır.

Kanuni döneminde yetişmiş Selim’e ve Murat’a hizmet etmiş Divan-ı Hümayum katibi Hafız Hamdi Çelebi’nin yazdığı Türk’e
hakaret dolu şiir şu şekildedir;

Padişahım kainatın yaradılışından bu yana
Dünya içinde Türklerin kötülüğünden bahsedilir,
Allah Türk’e hiç anlayış vermemiştir
O aklı evvel de olsa haksızdır
Türk baban bile olsa onu öldür
O iyilik medeni kudreti padişah (peygamber)
Türk’ü öldürün kanı helaldir demiştir
Bunların işleri daima sapıklık oldu
Cümlesinden bunu misal olarak al

Türk’ü öldür baban bile olsa
Türk’ün adam olacağını sanma
Bir an olsun Türk’le oturma
Türk elinden şeker olsa zehir olsa
Türklerin başını hiç üzüntü duymadan kes
Türk’ü öldür baban bile olsa
Ey kadimi Türk’e hiç olma yakın
Sözleri kıymetli inci olsa bile
Sakın Türklere yaklaşma
Üzülmeden başını kes kanını dök
Türk’ü öldür baban bile olsa
(Türkkan Reha Oğuz,Biz Kimiz?-Türklüğün Kimlik Şifresi)

Osmanlı İmparatorluğunda Yavuz Sultan Selim Han sonrasında bir milliyetsizleşme süreci başlamış bu sürecin sadece bir yan ürünü olarak yukarda geçen şiir gibi bir çok edebi eser(!) ortaya
çıkmıştır.Osmanlının çökmeye başladığı dönemlerde Ahmet Vefik Paşa bir anısında Türk’ün kanlarıyla kurduğu devlette,kendi vatanında nasıl ezik bir duruma düşürüldüğünü anlatmaktadır.Ahmet Vefik Paşa,Osmanlı'daki nadir Türk paşa ve sadrazamlardan biridir.Devletin her kademesinde görev almış:asil,çalışkan,güvenilir,dürüst bir devlet adamıdır.Ahmet Vefik Paşa'nın Bursa valiliğini yürüttüğü dönemde Bursa'nın ilçelerini teftişe çıktığı bir günde yaşadığı bir olay onu derinden etkilemiştir;Bursa o dönemde Balkanlardan ve Kafkaslardan gelen göçmenler için bir iskan bölgesi haline gelmiştir.Osmanlı İmparatorluğunda Türk haricinde ki milletlerin
milliyetlerini göğüslerini gererek söylediği bir dönemde Paşa uğradığı bir ilçede halk ile sohbete başlar çevresindekilere sıra ile milletlerini sorar sorduğu insanlar arasında Boşnaklar,Gürcüler,Arnavutlar vardır ve hepside gururla milliyetlerini söylerken yine milliyetini sorduğu soluk yüzlü bir ihtiyar ezile büzüle
"Türk'üm Efendim" der.ve Paşa ile aralarında şu diyalog geçer;

-Niçin saklıyorsun öyleyse.Türk olmak kabahat mi?Bak ben de Türk'üm
İhtiyar şaşkın bir halde;
-Sahi mi Paşa sen de Türk müsün?Demek Türk'ten de Paşa olurmuş ha!...
Gözleri dolan Ahmet Vefik Paşa;
-Paşa da kim oluyor,Türkler'den Padişah çıkar Padişah!Anladın mı? dedikten sonra rahatça ağlayabilmek
için tenha bir yere çekilir.(Candan İbrahim,Seni Anlasaydık Bu Hale Gelmezdik)
Osmanlı’nın durumunu bilmek Mehmet Emin Yurdakul’un “Ben bir Türk’üm dinim cinsim uludur” ve “İnsan
olan vatanının kuludur” dizelerini daha da anlamlandırır.
Osmanlı'da tüm bu gelişmeler olurken 19.y.y.'ın sonlarında Rusya'dan Türkçülük üzerinde daha bilimsel ve
etkili fikirleri olan bir çok aydın Osmanlıya göç etmiştir.Göç eden aydınlar arasında İsmail Gaspıralı,Ahmet
Ağaoğlu,Hüseyinzade Ali ve Yusuf Akçura gibi önemli isimler bulunmuştur.Balkan Savaşı sonrasında
Balkanların önemli bölümü ve Selanik’in elden çıkması ile Selanik’deki genç kalemler hareketinin içerisinde bulunan aydınların İstanbul’a gelmesi İstanbul’da ki Türkçülük hareketini daha da güçlendirmiş İttihad ve
Terakki Partisinin yönetiminde ki İstanbul’da Türkçü aydınlar baskılardan uzak bir çalışma ortamı
bulabilmişlerdir. Genç kalemler hareketinin içerisinde bulunan Ömer Seyfettin döneme dair yazılarında
Osmanlı içerisinde sadece Türklerin milliyetçilik duygularının gelişmediğine ve tutunulmaya çalışılan
Osmanlıcılığın Türklerden başka hiçbir Osmanlı milletinin ilgi göstermediğine değinmektedir.Diğer taraftan
Osmanlı'nın son dönemlerinde devletin gücü azalırken Osmanlı aydınlarında Osmanlının geleceğine dair
önemli şüpheler uyanmaya başlamıştır.İlk olarak Osmanlıda çok önemli üst düzey görevlerde bulunmuş
gayri müslüm Osmanlı tebasına mensup paşalar,nazırlar,milletvekilleri Osmanlının dağılması sonrasında ki
ganimetten pay kapma hırsı ile İngiltere’den Fransa’ya ,Rusya’dan İtalya’ya birçok Avrupa ülkesi ile
pazarlıklara başlamıştır.Esasında Osmanlı daha 20.y.y.'a girmeden hemen önce gözleri ve ayakları
bağlanmış bir kurban gibidir.Ancak bu kurbanın başında bekleyen ortakların kurbanı aralarında pay
edememeleri kurbanın birinci dünya savaşına kadar nefes alıp vermesini sağlamış olan yegane
sebeptir.Batan bir geminin içinde bulunan Türk aydını Batı kaynaklarının ve Osmanlı içerisinde bulunan
gayri müslim tebanın Türk kültürünü hakir görmesine bir tepki olarak ilk defa Türkçülüğü dil,edebiyat ve
tarih alanlarında canlandırmıştır.Dil,edebiyat ve tarih alanlarında başlayan Türkçülük zamanla sosyal ve
siyasal alanlarda Türkçülüğün doğmasına zemin hazırlamıştır.Osmanlının son dönemlerinde fikri patlama
içine giren Türkçü aydın kesimi Osmanlı gibi geniş toprakları olan bir ülkenin Batı'nın hangi politikaları ile
çöküşe sürüklendiğini,ülke içerisinde uygulanan yanlış siyasetlerin nasıl parçalanmalara sebep olduğunu
"Osmanlı ulusalcılığının"(Osmanlıcılık) ve ''ümmetçiliğin''(İslamcılık) ülkeyi kurtarmaktan uzak hayaller
olduğunu görmüşler ve Batı yükselirken Osmanlının nasıl süründüğünü ciddi olarak irdelemişler ve bizzat
içinde bulundukları dönemden önemli dersler çıkartarak siyasal ve sosyal Türkçülüğü geliştirmişlerdir.Eğer
Batılı devletler Osmanlıyı paylaşmak için çeyrek asır önce anlaşmaya varsalar idi belki Türkçülük
Anadolu'da yeni bir Türk devleti kurma aşamasına kadar gelişmeyecekti ve Batı ,Türkiye sorunundan şuan
çoktan kurtulmuş olacaktı.Osmanlının son dönemlerinde güçlenen Türkçülük akımı Osmanlı içerisinde ki
Türk kökenli paşalardan din adamlarına , valilerden doktorlara geniş aydın kitlelerinde bir milli refleks
geliştirmiştir.Bu milli refleksten ötürü padişaha ve dönemin Batılı güçlerine karşı kurtuluş savaşı
başlatılmıştır,Hıristiyan Batıya göre Anadolu Batının bir parçası olan Yunanlıların tarihi topraklarıydı ve
Türkler Orta Asya dan gelerek bu bölgeyi işgal etmiş bununla da yetinmeyerek Avrupa için en az Hun
Türkleri kadar tehlikeli olmuşlardır.Avrupa yüzyıllar boyunca Türklerin istilası korkusuyla yaşamış ve bu
korku Türklere karşı ciddi bir düşmanlığın doğmasına sebep olmuştur.Avrupa’ya karşı Türklerden başka bir
diğer tehdit ise Emeviler döneminde fethedilen İspanya'da kurulmuş olan Endülüsden gelmiştir.Endülüs
tehlikesinden yüzyıllar önce kurtulan ve İspanyada ki müslümanları Avrupa'nın dışına süren Batı 20.y.y.'ın
başında bu kez müslüman Türkleri Asya'ya tekrar sürecekken Batı karşısında Türk kurtuluş savaşı
sonrasında hasta Osmanlı'nın yerini alan genç Türkiye Cumhuriyetini bulmuştur.Anadolu Müslüman Türk
için ikinci Endülüs olmamış daha da güçleneceği ve töresine döneceği ikinci Ergenekon olmuştur.
Ziya Gökalp 12 Temmuz 1917 tarihli ''Kavm'' adlı şiirinde asıl milleti ve devleti vurgulamıştır; ''Türkiye
devletim,Türklük milletim'' diyen Gökalp'in görüşleri 1923'de Türk milletinin Türkiye devletini kurması ile
hayat bulmuştur.Atatürk,Osmanlı içerisinde ki Türklerin kendi benliklerine dönmeleri ve milliyetçilik
fikirlerinin gelişmesindeki gecikmenin getirdiği zararlara 20 Mart 1923 tarihinde Konyalı gençlere hitaben
yaptığı konuşmasında şu şekilde değinmiştir; ''Biz milliyet fikirlerini tatbikte çok gecikmiş ve çok ilgisizlik
göstermiş bir milletiz.Bunun zararlarını fazla faaliyetle telafiye çalışmalıyız.Çünkü,tarih,hadiseler ve
müşahedeler,insanlar ve milletler arasında hep milliyetin hakim olduğunu göstermiştir(...)özellikle bizim
milletimiz,milliyetini ihmal ediğinin çok acı cezalarını çekmiştir.Osmanlı İmparatorluğu içindeki çok çeşitli
toplumlar hep milli inançlara sarılarak,milliyetçilik idealinin kuvvetiyle kendilerini kurtardılar.Biz ne
olduğumuzu,onlardan ayrı ve onlara yabancı bir millet olduğumuzu,sopa ile içlerinden kovulunca
anladık.Kuvvetimizin zayıfladığı anda bizi hor ve hakir gördüler.Anladık ki,kabahatimiz kendimizi unutmuş
olduğumuzmuş.Dünyanın bize hürmet göstermesini istiyorsak,ilk önce biz kendi benliğimize ve
milliyetimize bu hürmeti;hissi,fikri ve fiili olarak bütün davranış ve hareketlerimizle gösterelim;bilelim ki
milli benliğini bulmayan milletler başka milletlerin avıdır.''(Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri Cilt2)
Türkiye Cumhuriyeti temelinde yüksek Türk kültürü ile kurulmuş bir devlettir.Atatürk yetişecek olan yeni
nesillerin ''Milli Eğitimden'' geçirilmesini amaçlamıştır.Günümüz Türkiye’sinde ciddi anlamda eğitimin
önündeki ''Milli'' kelimesi atılmıştır hatta ''Milli Eğitim Bakanı'' ,''Eğitimin millisi mi olurmuş''
diyebilmektedir.Bugün eğitim ne millidir nede eğitimde birlik vardır.Milli eğitimden vaz geçilmesi
Türkiye'nin bağımsızlığını tehdit eden sorunların temelinde yatan gerçektir.Atatürk milli eğitimin önemini
şu şekilde özetlemiştir; ''Yetişecek çocuklarımıza ve gençlerimize ,görecekleri eğitimin sınırları ne olursa
olsun ,ilk önce ve her şeyden önce Türkiye'nin bağımsızlığına ,kendi benliğine,milli geleneklerine düşman
olan bütün unsurlarla mücadele etmek gereği öğretilmelidir.Dünyada milletler arası duruma göre böyle bir
mücadelenin gerektirdiği manevi unsurlara sahip olmayan kişilere ve bu nitelikte kişilerden oluşan
toplumlara,hayat ve bağımsızlık yoktur.Çocuklarımızı aynı eğitim derecesinden geçirerek yetiştireceğiz.Kesinlikle bilmeliyiz ki,iki parça halinde yaşayan milletler zayıftır.'' (Atatürkçülük,Atatürkçü
Düşünce Sistemi 3.Cilt)
Türkiye Cumhuriyeti kurulurken Türk'ün kendi öz kaynaklarına dönmesi amaçlanmıştır.Ancak öz
kaynaklara dönmek dünyaya sırt çevirmek,içe kapanmak veya başka coğrafyalarla ilgilenmemek anlamına
gelmemektedir.İsmet Paşa'nın 2.Dünya savaşı sonrasında ''Yeni bir dünya kurulur Türkiye de o dünyada
yerini alır'' anlayışından çok uzaktır Atatürk'ün aklında ki Türkiye. Eğer Atatürk yaşasaydı İsmet Paşa'nın
sözü yerine ''Eğer yeni bir dünya kurulacaksa Türkiye’nin bu dünya üzerine fikirleri göz ardı edilemez''
olurdu.
Atatürk döneminde,yeni Türk devleti kültür kaynaklarına yönelme hamlesini çok hızlı bir şekilde
gerçekleştirmiştir.Eğitimin modernleştirilmesi ve millileştirilmesi devletin temellerini güçlendirecek en
önemli hamle olurken Türk tarihinin Türkler tarafından bilimsel olarak araştırılmasını sağlayacak olan Türk
Tarih Kurumu,Türk dilini yabancı dillerin boyunduruğundan kurtarmayı amaçlayan ve Türk lehçelerini de
araştıracak olan Türk Dil Kurumu genç Türkiye Cumhuriyetinin temelini daha da sağlamlaştırmaya yönelik
kurumlar olmuştur.Atatürk döneminde Maya piramitlerinde Saha bozkırlarına kadar geniş bir alanda
önemli Türkoloji çalışmaları ve Türkoloji kongreleri bizzat Atatürk’ün teşviki ile
gerçekleştirilmiştir.Atatürk’ün vefatı ile Türkiye Cumhuriyeti yeni bir döneme girmiştir.İsmet İnönü dönemi
Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş amacını ve temelini sarsacak olan faaliyetlerin başlatıldığı dönem
olmuştur.İsmet Paşa dönemi Türk milliyetçiliğinin sözüm ona yumuşatıldığı esasında Türkçülüğün linç
edilmeye çalışıldığı Türkçülük yerine ise kesinlikle Anadolu’dan beslenmeyen “Anadoluculuk” ideolojisinin
yerleştirildiği bir dönem olmuştur.Bu dönemde bir diğer akım ise “Hümanizmdir.”Avrupa’dan örnek alınan
“Hıristiyan Hümanizmi” , Batıcılığın Türkiye’ye sunduğu bir zehirdir.Dönemin “Türk hümanistlerine” göre
Anadolu’da yeşerecek olan Hümanizm Yunanlılık,Romalılık,İtalyan Hümanizmi,Fransız-İtalyan uyanışı ve
Alman Neo-Hümanizmi aşamalarına yeni bir halka olarak katılabilirdi.(Sinanoğlu Suat,Türk
Hümanizmi)Türk Hümanizmi’nin yeni halka olacağı tümüyle Hıristiyan-Batı kültürünün ürünü olan
Hümanizm esasında sermayenin yönetime ortak olma güdüsü ile ortaya çıkmış modern anlamda
Kapitalizmin önünü açan önemli bir etken olmuştur Batı’nın kendi “insani üstünlüklerini(!)” sömürgelerine
kanıtlama güdüsüyle birlikte halklara ihraç edilen “Hümanizm” akımı hedef sömürgenin aydın kesiminin
beynini çürüten yegane ideoloji olmuştur.Hümanizm insancılık ise Batı insancılığını nedense kendi dışında
ki kültürlere gösterme konusunda oldukça tutumlu davranmıştır.Türkçülük ise esasında Hümanist temeller
üzerine kurulmuştur.Tarih boyunca Türk kültürü diğer kültürlere karşı yıkıcı değil koruyucu olmuş diğer
taraftan Türk kültürü koruduğu kültürlerle alış veriş içerisine girmiş,Grek-Latin kültüründe olduğu gibi
diğer kültürleri köleleştirmeye çalışmamıştır.Türk Hümanizmi-insan sevgisi, evrenseldir; tüm insanlığın
iyiliğini ister en eski Türk devletinden buyana “Türk egemenliği altında ancak insanlar mutlu olabilir”
düşüncesi hakimdir.Türk egemenliği altında yüzlerce yıl boyunca Balkanda birçok millet dilini,dinini ve
kültürünü koruyabilmiştir.Eğer Balkanlar geçmişte Türk kültürünün koruması altına girmeseydi bugün
birçok Balkan milleti tarih sahnesinden silinmiş olacaktı.Tarih boyunca bir çok imparatorluk yönetmiş olan
Türk milleti egemenliği altında ki kavimleri düzene koyduğu gibi dinleri düzene koymayı,bir kavmin veya
bir dinin başka bir kavmi veya dini ezmesine engel olmayı görev edinmiştir.(Roux Jean-Paul Türklerin
Tarihi)Ancak aynı hoşgörü ve insanlık Batı tarafından Batı dışı halklara hiçbir zaman gösterilmemiştir.Batı
Hümanizmi İnönü döneminde oldukça popüler olarak Türkiye’de Anadoluculuğu besleyen yegane kaynak
olmuştur.Bu dönemde “Hümanist Anadoluculuğa” ve Türkiye’nin bütünlüğüne(!)(Halkların Kardeşliğine)
düşman olarak Türkçüler ve Türk milliyetçiliği gösterilmiştir.Birazda Sovyetlere yaranma kaygısıyla Türkiye
Cumhuriyetinin kuruluşundan 21 yıl sonra 3 Mayıs 1944’de Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu Türkçü
milliyetçilik ideolojisi sanık sandalyesine oturtulmuştur.
Ancak İsmet İnönü’nün en büyük gafleti yolunu açtığı “Anadoluculuk” akımı değildir. Türkiye
Cumhuriyetinin teminatı olan gelecek nesillerin güvencesi milli eğitime ilk darbe “Milli Şef” olarak anılan
İsmet İnönü’den gelmiştir.27 Aralık 1949 tarihinde gelecek nesillerin Amerikaya emanet edildiği “Eğitim
Komisyonu kurulması antlaşması “ imzalanarak eğitim milli olmaktan çıkartılmıştır.Bu antlaşma uyarınca
Türkiye eğitimi 8 kişilik bir komisyon tarafından belirlenecektir.Söz konusu komisyon dördü TC vatandaşı,
dördü ise ABD vatandaşı sekiz kişiden oluşurken ABD’nin Türkiye diplomatik misyon şefi komisyonun fahri
başkanı olacak ve komisyonda oyların eşit olması durumunda kararı,komisyon başkanı
verecektir.(Aydoğan Metin,Türkiye’yi Bekleyen Tehlikeler Bitmeyen Oyun)İsmet İnönü bu hatasının
sonuçlarından ötürü yıllar sonra şu şekilde dert yanmıştır; “Daha bağımsız ve kişilik sahibi dış politika
izlenmesini istiyorsunuz.Herkes aynı şeyden söz ediyor.Nasıl yapacağım ben bunu ?Karar vereceğim ve işi
teknisyenlere havale edeceğim .Onlar ayrıntılı çalışmalar yapacaklar ve öneriler hazırlayacaklar ve öneriler
hazırlayacaklar.Yapabilirler mi bunu?Hepsinin çevresinde uzman denen yabancılar dolu.İğfal etmeye
çalışıyorlar.Bunu başaramazlarsa işi sürüncemede bıraktırmaya çalışıyorlar.O da olmazsa karşı tedbir
alıyorlar.Bir görev veriyorum.Sonucu bana gelmeden Washington’un haberi oluyor.Sonucu memurumdan önce sefirden öğreniyorum(…)
Bağımsızlık savaşından sonra,barış anlaşmasında esas mücadele bu uzmanlar konusunda oldu.Bütün
mücadele,idaremize tasallut yüzünden çıktı.Bir tek uzman vermek için büyük ödünlerde bulunmaya
hazırdılar.Dayattık biz onların neden reddettiğimizi biliyorlardı.Böyledir bu işler.Peygamber edasıyla size
dünyaları vaad ederler,imzayı attın mı ertesi gün gelmişlerdir.(…)Ondan sonra sökebilirsen
sök.Gitmezler.Bu sorunun üzerine vakit geç olmadan eğilmek gerek.Yoksa ne bağımsız dış politika ,ne bağımsız içi politika güdemezsiniz.Havanda su döversiniz.”(Türkiye’nin Düzenin:’den aktaran Erdem Hasan:Sivil İşgal Orduları İçimizde)İsmet İnönü döneminde eğitimin yabancıların eline geçmesi ve Türkiye’nin daha bir çok kurumunun yabancıların güdümüne girmesi sonucu Türkiye’de çok çeşitli eğitim
kurumları açılırken devlet genç nesillere milli eğitim bir tarafa düzgün bir vatandaşlık eğitimi dahi verememiştir.Türkiye’de okulların içinin boşaltılması sonucu aynı ülkenin içerisinde millet kavramından sıyrılmış,sürekli bir biri ile çekişecek olan insan kitleleri oluşmaya başlamıştır.Özellikle büyük şehirlerde
fertçi-faydacı kültürel bir kimliği olmayan insan tipi çoğalmaya başlarmış Türkiye “Her devrin adamları” ile dolmaya başlamıştır.Diğer taraftan 40’lı yıllarda gelişen Batı Hümanizm’i 60’lı yıllarda Marksist ideolojinin
Türkiye’ye girmesine önemli bir zemin hazırlamıştır.Milliyetçiliği Kapitalist Burjuvazi’nin sömürü araçlarından biri olarak gören bu kitle Milliyetçiliği tamamen bir kenara atmış veya “Atatürk Milliyetçiliği”
adında kendi çıkarlarına hizmet edecek bir “Milliyetçiliği” savunmuşlardır.Bu kitle bugün dahi Milliyetçiyim
diyememektedir.Bir bölümü ise “Ulusalcılık” terimine sığınmaktadır.Osmanlıda kurtuluş için “Osmanlı
Ulusalcılığına” veya “Osmanlıcılığa” sarılmıştır ancak unutulmamalıdır ki Osmanlıdan yeni bir Türk devletini Türkçülüğe sarılan insanlar çıkartmıştır.Eğitimin bozulması ve “Laiklik” adı altında dine yapılan saldırılar ile Türkiye’de milletin önünde cemaatinin çıkarlarını düşünen büyük bir kitle ortaya çıkmıştır.Batı’nın Türkiye’de cemaatlerin hepsi faaliyetleri itibarıyla elbette bir kefeye koyulamaz ancak günümüz Türkiye’sinde Kabe’sini Brüksel’e ve Washington’a çevirmiş bazı cemaatlar sırtlarını Batıya dayayarak
Cumhuriyetin (hatta İslam’ın) altını oymaya çalışmaktadır.Toplumun bu şekilde bölünmesi Laik- Antilaik,Osmanlıcılık-Cumhuriyetçilik,Millet-Ümmet gibi bir çok kısır çekişmenin temelinde ki sebeptir.İsmet İnönü döneminde Anadolucu-Hümanist ideologların ortaya attığı millet ve milliyetçilik
tanımları “Türkiye Cumhuriyetinin vatandaşlarına Türk denir” İfadesinden öteye gidememiştir.Atatürk kendisini milliyetçi olarak tanımlayan Türkiye Cumhuriyeti tarihindeki tek başkandır.Atatürk sonrası dönemde milliyetçilik Türkiye’nin olabildiğince uzaklaşması gerektiği ilerlemeye engel teşkil eden Türkiye’yi bölebilecek bir akım olarak gösterilmiş devlet başkanları milliyetçilik teriminden ola bildiğine
kaçmışlar “Anadoluculuk,Anadolu halkı,Türkiyelilik,Atatürk Milliyetçiliği,” gibi anlamsız terimler kullanmayı
yeğlemişlerdir.Türkiye’ye,Atatürk döneminde yerleştirilmeye çalışılan öz kimliğinden(Türk kimliği) Atatürk sonrası dönemde tamamen uzaklaşılmaya,Türkiye yerine ismi “Türkiye” olan bir Anadolu devleti,Türkiyeli
adı altında bir Anadolu halkı,Türk töresi yerine akılları sömürgeleştiren Batı Hümanizmi,Asyalı köklü Türk
milleti yerine Batı’ya yanaşma olmaya çalışan bir kitle oluşturulmaya çalışılmıştır.Tüm bu faaliyetler Türkiye’ye sosyolojide “mozaik” terimini kazandırmıştır.Türkiye bir mozaiktir denerek Türkiye’deki Türk kimliği tartışmaya açılmıştır.Mimaride kullanılan mozaik iç veya dış dekorasyonda kullanılan kendi başlarına bağımsız renk,ebat,şekil ve oluşumu barındıran bir birinden çok farklı elamanlardan oluşur.Ancak
bu birbirlerinden çok farklı elemanlar beton gibi otoriter bir güç tarafından bir arada tutulabilir.Sosyolojik açıdan mozaik terimi ele alındığında ise karşımıza farklı dinlere,milletlere,kültürlere ve dillere mensup
insanlardan oluşan bir toplum(millet değil) ve ülke(vatan değil) çıkmaktadır.Türk milleti yerine Anadolu mozağini savunanların ulaşacağı fikri sonuç Türkiye’de tek bir Türk halkının olmadığı bir çok farklı halktan
oluşan ve bu halkların aynı coğrafyayı paylaşmaktan başka ortak noktasının olmadığıdır.Türkler Anadolu halkları arasında ancak bir halktır.İnsanların nüfus cüzdanlarında yazan Türk kelimesi ancak Anadolu
coğrafyasında Anadolu halkları tarafından kurulan bu Anadolu ülkesine ayidieti temsil
etmektedir.Mozaikçiliği,Türkiye üzerinde yaşayan sözüm ona “ırk milliyetçisi” olmayıp “Atatürk milliyetçisi”,ilk olarak Batı hümanizmi ile şapşallaşmış daha sonrasında Türk kültüründen uzaklaşmış aklını Marksizme kaptırmış(günümüzde kimisi Liberalleşen(!)) ırken Türk kökenli “Anadolu Solcu” ve
Cumhuriyet düzenini ne pahasına olursa olsun yıkmaya odaklanmış ideolojik İslamcı guruplar konu Anadoluculuk ve Mozaik kavramı olduğunda hem fikir olmayı adet edinmişlerdir.İki gurubunda dünden
bugüne hedef aldığı ortak ezeli düşmanı ise Türk töresi ve Türkçülük olmuştur.80 darbesi ile idealist binlerce Türkçü, siyasetten uzaklaştırılarak hapse atılırken meydan suya sabuna dokunmamış olan "Anadolucu muhavazakarlara" ve döneklikleri sayesinde darbeciler tarafından dokunulmayan veya salıverilen "eski Türkçülere ve Marksistlere" kalmıştır.İste bu güruh Anavatan Partisini kurmuş,bürokrasi
kademelerini doldurmuş ve medyayı ele geçirmiştir.80 darbesi ile Türkiye'nin bağışıklık sistemi "birileri tarafından" baskılanmıştır.
Günümüz “Türkiye Mozağinde” yerinden pekte memnun olmayan bir taş olarak Kürt halkı
gösterilmektedir.Peki Türkiye’de Kürt bölücülüğü hangi koşullarda yaşam bulmuştur?Aşırı sol ideoloji içerisinde “emperyalizme karşı halkların kardeşliği” ilkesi dahilinde kendine uygun yaşam alanı bulan Kürt bölücülüğü diğer taraftan Cumhuriyetin ilk yıllarından buyana laik düzene karşı diğer din kardeşlerinin(!) de desteğini alabilmiştir.Kendisine İdeolog olarak Necip Fazıl Kısakürek’i aldığını söyleyen İslamcı(!) terör
örgütü İBDA-C bugün millet kavramını bir tarafa bırakırken bir çok ilde yandaş kazanmak için Kürtçülük propagandası yapmaktadır.Bu örnek Türklük ve İslam arasındaki tamamlayıcılık özelliğini ve değerlerini
Necip Fazıl Kısakürek’in dahi tam anlamıyla verememesinden kaynaklanmaktadır.Milliyetçi söylemlere
sahip olan Necip Fazıl’ın düşünceleri arasında ki gedikler bir terör örgütünün propaganda malzemesi haline
gelmiştir. Uygun ortamlarda yaşam alanı bularak gelişen Kürt bölücülüğünün siyasal alanda varlığını güçlü şekilde göstereceği süreç 80 darbesi sonrasında gelişmeye başlayacaktır.Turgut Özal’ın ağzında gevelediği federasyon ve eyalet sistemlerinin Türkiye’nin yönetimini kolaylaştıracağı iddaalarıyla birlikte bir koyup
PKK,Barzani,Talabani gibi üç sorun aldığımız Irak savaşı sonrasında bölgeye yerleştirilen çekiç güç ile iyice
hızlandırılmıştır.
2 Ekim 1992’de Muavenet Muhribi’nin ABD’nin Sanatoga gemisinden yanlışlıkla atılan(!) füzeler sonrası batırılması,Eşref Bitlis Paşa’nın talihsiz bir helikopter kazası(!) sonrası şehit olması,Uğur
Mumcu’nun arabasına yerleştirilen bomba sonrası hayatını kaybetmesi olaylarına holding basını tarafından mantıklı açıklamalar(!) getirilirken Susurluk olayı ile ilk olarak devlet içerisinde ki sözüm ona çeteleşmenin
üzerine gidilmiş daha sonrasında ise PKK’ya ciddi zayiatlar verdiren özel tim adeta devlet içerisinde ki
çetenin silahlı gücü olarak tanıtılmaya çalışılmıştır.ABD-İsrail ikilisinin olabildiğince kullandığı Kürt
bölücülüğüne Türkiye’nin AB kapısına bağlanması ile bir yardım elide (!) Avrupa’dan uzanmıştır.Avrupa’nın
desteği ile OHAL valiliğinin baskısından kurtulan PKK,Devlet Güvenlik Mahkemelerinin kaldırılması ile
yargıda rahat nefes alabilmiştir.Batı,Türklere Sevr’de imzalattıklarını ,Lozan’da direttiklerini bugün
Türkiye’ye özel AB kriterleri ile tekrar elde etme yolundadır.AB’nin bölücü örgüte bakışı 1998’de ki AB
ilerleme raporunda şu şekilde geçmektedir; “Kürt nüfusun çoğunluğu ülkenin güneydoğusunda yaşar.Bu
bölgede,10 yıldan daha uzun bir süredir Türk hükümeti güneydoğu Türkiye’de bağımsız bir Kürdistan
devleti kurma amacını güden ve terörist yöntemler kullanan Kürdistan İşçi Partisi ile silahlı çatışma içinde
olmuştur.Türkiye’de Lozan antlaşması çerçevesinde resmen tanınan azınlıklara ve bu antlaşmanın kapsamı
dışında kalan azınlıklara yapılan muamele açısından hukuki ve fiili bir farklılık vardır.Türk makamları bir
Kürt azınlığın varlığını tanımamakta,onları Kürt kökenli Türkler olarak telakki etmektedir.Kürtler
Türkiye’nin her yerinde bulunur fakat esas olarak güneydoğuda yoğunlaşmıştır.Ekonomik ve sosyal
bakımdan dezavantajlı bir konumdadırlar ve olağanüstü halin yürürlükte olduğu illerde devam eden
terörist eylemlerin tüm sonuçlarını,medeni ve siyasi hakların normal kullanımı üzerinde olağanüstü halden
kaynaklanan kısıtlamaları yaşamaktadırlar.Bu bağlamda Türkiye,güneydoğu sorununa siyasi ve gayri
askeri bir çözüm bulmalıdır.Bir sivil çözüm kapsamında Kürt kültürel kimliğinin belirli biçimleri tanınabilir
ve ayrılıkçılığı veya terörizmi savunmaması şartıyla o kimliğin ifade edilme yollarına daha fazla hoşgörü
gösterilebilir.” AB, Lozan’ın intikamını alırcasına dayatmalarıyla Türkiye’yi hoşgörüye(!) davet etmektedir.AB’nin sadece “Kürt sorunu” dayatmasında değil “Ermeni soykırımı”, “Ekümenik-Rum Patrikhanesi” gibi dayatmalarında da Türkiye’deki en sıkı destekleyicileri değişerek gelişen ideolojik
İslamcı siyasetçiler,diyalogcu cemaat liderleri,gayrı-milli sermaye gurupları ve eski Marksist yeni Liberaller(!) olmuştur.Avrupa Birliği açık bir şekilde Türkiye'den şu tavizleri istemektedir; Kıbrıs'ı tanıyın.
Ermeni soykırımını tanıyın !
Patrikhane'nin ekümenik statüsünü tanıyın.
Heybeliada ruhban okulunu açın.
Kürtler'e özerklik verin ve onları ayrı bir halk olarak tanıyın.
Alevileri etnik bir azınlık olarak kabul edin!
Abdullah Öcalan'ı yeniden yargılayın,dağdaki teröristlere genel af çıkarıp Öcalan dahil hepsini,siyasetin
içine alın.
Atatürk'ün resimlerini devlet dairelerinden indirin.
Üniter devlet yapılanmasından vazgeçin,federasyon haline gelin.
Daha önce imzaladığınız uluslararası antlaşmaların,AB müktesabatı karşısında geçersiz olduğunu kabul
edin.
Fırat ve Dicle'nin sularının uluslar arası bir komisyon tarafından yönetilmesini kabul edin!
IMF ve Dünya Bankası politikalarına harfiyen uyun,özelleştirmeye devam edin!
Topraklarınızı satın,Türkiye Cumhuriyeti kurulmadan önce Türkiye'de yerleşik olan Hıristiyanların
torunlarının,eski topraklarına dönüşünü kabul edin!
Türk kimliğini,Türk Milliyetçiliğini bırakın.Şimdilik Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı gibi,sadece ve sadece
hukuki bir bağ olan vatandaşlık bağına endeksli bir milliyet anlayışını kabul edin.
Ezanların sesini kısın!Mümkünse tamamen kaldırın!Misyonerlik hareketlerini serbest bırakın,eski kiliseleri
restore ederek ibadete açın!
Dinlerarası dialog faaliyetlerine devam edin!
Ayasofya'yı kilise haline dönüştürün.
Bu taleplerin, "Pılınızı pırtınızı toplayın,geldiğiniz yere,yani Orta Asya'ya dönün" anlamına geldiğini,aklı olan herkes görür.(Bulut Arslan,Atatürk modeli mi?Hitler modeli mi?)
Batı bu isteklerde bulunurken Atatürk sonrası dönemde müfredatlerını Batı'nın hazırladığı okullarda
yetişen halkın nesilden nesile refleksleri körelmiş,Batı güdümünde ki medya tarafından oluşturulan
gündemlerle halkın esas gerçekleri görmesi önlenmiş ve iktidarlar işbirlikçi medyaya karşı önlemler almak
yerine onlarla işbirliği yoluna giderek devlet yönetmekten öte halkı avutmayı,güdmeyi
yeğlemişlerdir.Günümüzde, Türkiye'de misyonerlerin fink atması gündem oluşturmazken misyonerlerin
öldürülmesiyle iktidarların Batı'ya karşı yüzü kızarmaktadır.Günümüzde, temeli Türk kültürü olan Türkiye
Cumhuriyetini yönetenler "Ben Türk'üm" diyememektedir.Ancak daha önemlisi halkın tüm bu olanlara
tepkisiz kalmasıdır.Batı, Kurtuluş savaşında Türkleri ayakta tutan manevi gücün yenilmez olduğunu ağır
bir şekilde öğrenmiştir ve Atatürk sonrası dönemden itibaren Batı, Türklere karşı yoğun bir kültürel savaş
başlatmıştır.Esasında Türklerin nasıl yok edileceğini ,ünlü Rus generali İgnatiyef'in elçi olarak İstanbul'da
bulunduğu sırada,İgnatiyef'e en açık şekilde anlatan dönemin Fener Rum Patriğidir;"Türkleri maddeten
ezmek ve yıkmak mümkün değildir.Çünkü,Türkler çok sabırlı ve dayanıklı insanlardır.Gayet gururludurlar
ve izzeti nafis sahibidirler...Bu özellikleri de dinlerine bağlılıklarından,kadere rıza
göstermelerinden,geleneklerinin kuvvetlerinden,padişahlarına,kumandanlarına,büyüklerine olan
itaatlerinden gelmektedir...
Türkler zekidir ve kendilerini yasal yolda sevk ve idare edecek başkanlara sahip oldukları müddetçe
çalışkandırlar.Gayet kanaatkardırlar.Onların bütün üstünlükleri,hatta kahramanlık ve bahadırlık duyguları
geleneklerine olan bağlılıklarından,ahlaklarının sağlamlığından gelir...Türkler'de önce itaat duygusunu
kırmak ve manevi bağları yok etmek ve dine dayanma güçlerini zaafa uğratmak gerekir...Bunun da en
kısa yolu ,milli ve manevi geleneklerine uymayan dış fikirler ve davranışlara onları alıştırmaktır.Türkler dış
yardımı reddederler.Haysiyet duyguları buna engeldir.Velev ki geçici bir süre için görünüşte kuvvet ve
kudret verse de Türkler'i dış yardıma alıştırmak gerekir...
Maneviyatları sarsıldığı gün ,Türkler'i kendilerinden şeklen çok kalabalık ve görünüşte egemen güçler
önünde zafere ulaştıran asıl kudretleri sarsılacak ve maddi araçların üstünlüğü ile onları yıkmak mümkün
olacaktır.Bu nedenle , Osmanlı Devleti'ni tasfiye için soyut olarak harp meydanlarında zafer kazanmak yeterli değildir ve hatta sadece bu yolda yürümek,Türkler'in haysiyet ve vakarını tahrik edeceğinden
gerçeklere ulaşmalarına neden olabilir.Yapılacak olan,Türkler'e bir şey hissettirmeden bünyelerindeki bu yıkımı tamamlamaktır."Bugün Batı'nın stratejisi de budur amaç Türk'ü Türk olmaktan çıkarmak Türkleri sürekli Batı'ya karşı ezik aciz bir insan yığını haline getirmektir.Gün gibi açık olan gerçek şudur ki; Batı bizim geçmişten bugüne düşmanımızdır ve düşmanımız olarak kalacaktır ve İslam medeniyetinin en güçlü
savunucusu olan "Türk" dininden ve töresinden uzaklaştığı kadar gücünü ve mülkünü kaybedecektir.Adalet mülkün temelidir ancak mülke uzanırsa eller adalet teferruatta kalır.

“Biz bu misalleri insanlara anlatıyoruz ama
onları ilim sahiplerinden başkası düşünüp anlamaz”
Kuran 2/269

http://www.turkcucephe.org/arsiv/arsivdepo/unutulanturkculuk1.zip
http://www.turkcucephe.org/anasayfa/
(Bu yazının tamamına www.turkcucephe.org adresinden ulaşabilirsiniz.)
Türkçü Cephe 2008 ©​
 

HTML

Üst