TSK’de Görev Değişikliği Törenleri

Vtnsvr

New member
Meriç VELİDEDEOĞLU

http://www.asahaber.com/modules.php?name=News&file=article&sid=10232



Bu yılki törenlerde, Genelkurmay Başkanlığı görev değişikliğinin de yer alması, törenlerin çok ses getirmesine neden oldu.
Her zamanki gibi bu yıl da görevi teslim edenlerin, yeni göreve gelenlerin konuşmalarını Cumhurbaşkanı, Başbakan, TBMM Başkanı, bakanlar ve öteki çağrılılar büyük bir ilgiyle dinlediler.

TV’ler, A. Gül ve R.T. Erdoğan’ın özellikle Genelkurmay Başkanı Org. İlker Başbuğ’un konuşmasını dinlerken ellerinde olmaksızın beliren yüz ifadelerini, ekranlara sık sık büyüterek getirdiler.

Org. Başbuğ: “Laikliğin, TC’nin kuruluş felsefesinin temel direklerinden biri olduğunu” vurguladığında, A. Gül, eskilerin “beşuşane” dedikleri bir görünümle dinleyip izliyordu Genelkurmay Başkanı’nı.

Dini camiye “hapsetmek”ten kurtarıp toplumsal “yaşam”a yayacaklarını, “laik sistemi” değiştireceklerini dile getirmiş biriydi Gül. Şimdi “Başkomutan” olduğu ordunun Genelkurmay Başkanı’nın kendisine bütünüyle “karşıt” bir görüş içinde olan konuşmasını, renk vermeden başka nasıl karşılayabilirdi ki?

Hele Org. Başbuğ’un “ulus devlet, üniter devlet ve laik devlet” söylemini art arda yinelemesi karşısında, “laiklik” konusunda yaptıkları “takıyye”nin de tutmadığını görmesi, pek keyiflenecek bir durum değildi herhalde...

Başbakan Erdoğan’ın yüz ifadesiyse belirsizdi denebilir. Yine de “asker”in söyledikleriyle, kendisinin dünya görüşünü ortaya koyan söylemlerini tartıyordu diyebiliriz.

Ne diyordu Erdoğan: “Laikle İslam bir arada kesinlikle yaşayamaz (...) Müslümanım diyen birinin dönüp de ‘laik’im demesi beklenemez!”

Ayrıca Org. Başbuğ’un “farklı” kimliklerin de: “Ben, Türk ulusunun bir ferdiyim, vatandaşıyım” yani Türk vatandaşıyım demekten “çekinmemesi” gerektiğini vurgulaması sırasında da aklından neler geçiyordu Erdoğan’ın?


Türkleri “azınlık” durumuna düşüren “Türkiyeli” kimliğini vargücüyle savunmasını mı düşünüyordu acaba?
Ya askerin “üniter devlet” üzerinde haklı olarak bu denli durması, Erdoğan’da bir “iç diyalog”a neden olmuş mudur?

Olmalıydı; çünkü kendisini destekleyen, bir bakıma iktidarda kalmasını sağlayan, “bağımlı” olduğu ABD’nin bu “üniter”liğe baştan başlayarak karşı olduğu gün gibi ortadadır.

“Lozan”, ABD senatosunca kabul edilmediği gibi en ağır bir dille de suçlanmıştır.
Anımsanacağı gibi, “Lozan” ABD senatosuna ancak 1927’de gelir. Senatör Upstown: “Bu antlaşma (...) Cengiz Han kadar kepaze olan bir diktatörün, zekice yürüttüğü bir politikanın toplamıdır” diye tanıtınca, reddedilir.

“Ama bu 81 yıl önceydi” diye düşünebilir Erdoğan. Peki, iki yıl önce ABD Silahlı Kuvvetleri’nden Yarbay Ralph Peters’in çizip dünya gündemine sunduğu harita neydi?

Anadolu’ya oturttuğu Kürt Devleti ile, şimdilik “federasyon” isteklerini ortaya koyan DTP’yi yüreklendirip arka çıkmak değil miydi?
Ne dendi ilgililerce: “Olur böyle şeyler...” Yani, üstünde durmayın...

Ardından AKP iktidarının dinsel tutumuna göz yuman AB’nin parlamento komisyonunda: “Artık Sevr’i tanıyıp kabul edin!” çığlıkları yükseldiğinde ne yaptı Erdoğan?

AKP’nin Mersin Milletvekili Zafer Üskül, Atatürk ilkelerini, devrim yasalarını anayasadan çıkaralım, temizleyelim dediğinde, iktidar milletvekillerini, Erdoğan’ı mutlu etmiyor muydu?

Asker, 30 Ağustos’ta, “Atatürk devrim ve ilkelerinin koruyucusu” olduğunu ve “onların yolunda yürüyeceğini” vurguladığında bu “mutluluk” parçalanıyor muydu acaba?

Yoksa, “Söylerler, söylerler!” işte, “bir kez daha söyleniyor” diye mi algılanıyordu dersiniz?

Varlığı ile bağlantılı yaşamsal konularda, “askeri”yle bu denli “karşıt” görüşte olan bir “iktidar”la yönetilen başka bir “ülke” var mıdır?
Bu soruyu sormaktan alamıyor insan kendini...
 

HTML

Üst