|Dynamic|
Banned
- Katılım
- 1 Nis 2007
- Mesajlar
- 171
- Reaction score
- 0
- Puanları
- 0
Türkiye şimdiye kadar, bağımsızlığını ve bütünlüğünü korumak için her türlü fedakârlığa katlandı. Türkiye’nin kendini silahla savunması ve gerekirse binlerce şehit daha vermesi mücadeleyi kazanmaya tek başına yetmiyor. Her askeri mücadele mutlaka bir siyasi çözümün aracı olarak uygulanırsa sürekli ve kalıcı başarılar kazanabilir. Daha doğrusu her savaş bir politikanın ürünüdür. Türkiye’nin yürüttüğü savaş bağımsızlığını ve birliğini koruma politikasının doğal bir sonucudur. Ama bu politikayı uygulamaya çalışırken büyük zaaflar içindedir. Çünkü bu politikaları uygulama mevkiinde bulunan hükümet, kendini ABD projelerinin bölgedeki görevlisi olarak görüyor. Başbakan kendini Türkiye’nin bölünmesini öngören ABD’nin BOP’unda eşbaşkan ilan ediyor.
KİMİN “SİYASİ ÇÖZÜM”Ü?
Kara harekâtı boyunca, ABD sözcüleri ile kukla devletin yöneticileri sorunun askeri yöntemlerle çözülemeyeceğini, Türkiye’nin Kürt sorununu çözmek için bir siyasal çözüm paketini de hazırlaması gerektiğini sürekli belirttiler. Onların buradaki sözcüleri olan neoliberal yazarlar da durmadan aynı teraneleri tekrarlamaya
başladılar. Hatta kara harekâtı biter bitmez “Kürtler ne istiyor”, “Türk aydınları ne düşünüyor” diye soruşturma yazıları gazetelerde boy göstermeye başladı. Bütün sorular ve verilen cevaplar Türkiye’nin nasıl bölüneceğine dairdi.
Teori bu tartışmalara cevap verecek kapak dosyası hazırladı. Derginin Mart sayısında Doğu Perinçek’in Toprak Ağalığı ve Kürt meselesi makalesi, Kürt sorununun anti feodal yönünü inceliyor ve sorunun çözümü için toprak ağalığı sisteminin tasfiyesinin neden zorunlu hale geldiğini açıklayarak çözümler üretiyor. Yazıda Kemalist Devrim önderlerinin toprak ağalığına ve aşiret sistemine karşı yürüttükleri mücadeleler, toprak reformu çabaları, buna karşılık toprak ağalarının direnişi ve özellikle 2. Dünya Savaşı’ndan sonra iktidarı adım adım ele geçirmeleri belgelerle gösteriliyor.
İSKÂN KANUNU VE TOPRAK REFORMUNUN AMACI
Fikret Babuş, toprak sorununun Kürt meselesi ile ilgisi bakımından Türkiye’de iskân ve toprak sorunu makalesiyle soruna değişik bir boyut katıyor. Kemalist Devrimin önderlerinin soruna yaklaşımını özlü bir şekilde dile getiren Kütahya Milletvekili Naşit Hakkı Bey “Herhangi bir vesikaya dayansa bile aşiretlerin hükmi şahsiyetleri bütün örgüt ve uzuvlarıyla birlikte kalkacak. Aşiret beyliği, ağalığı ve şeyhliğinin kalkmasıyla, isyanları ve irtica eylemlerini besleyen, halkla devlet arasında nüfuz ticareti yapan, halkın kanını emen, ırzına, malına ve hayatına kıyan ve orta çağdan kalan son sosyal kurum kökünden kazınacaktır”diyerek, İskân Kanunu’nun feodalizmi tasfiye amacıyla çıkarılmak istendiğini anlatıyor. Ama amaç sadece bununla sınırlı değildir. Milli birliğin sağlanması ve genç cumhuriyetin özgür yurttaşlar topluluğuna dayanmasıdır.
“Amaç kültür birliği, kafa birliği, dil birliği etmiş bir toplum yaratmaktır, Türkiye Cumhuriyeti herkesin Türk bayrağına bağlanmasını ister. Bu kanun herkesin ortak bir kültür benimseyip yurda bağlanması için yol gösterir… Bu kanunun amacı bir kardeş ve yurttaş varlığı yaratmaktır.”
YURTTA BARIŞ ORTADOĞU’DA BARIŞ PROGRAMI
Yine Teori’nin Mart sayısında İşçi Partisinin 22 Temmuz 2007 seçimleri öncesi açıklamış olduğu 9 maddelik “Yurtta Barış, Ortadoğu’da barış programı” da yer alıyor. Güçlü devlet, halkın seferber edilmesi ve Ortadoğu’da yapılacak ittifakla emperyalizmin destekleyip üzerimize sürdüğü terörün üstesinden gelineceği açıklanan program bu gün yeniden okunmaya değer.
(Tanıtım: Bayram Yurtçiçek)
ÖZETLER:
Türkiye’de iskan ve toprak sorunu
Fikret Babuş
Araştırmacı-yazar, 68liler Birliği Vakfı Y. K. Üyesi
İskan sorununun önemi ve kapsamı
Osmanlı Devleti kuruluşundan yıkılışına kadar çeşitli neden ve amaçlarla iskan uygulamasında bulunmuştur. 19. yüzyıldan sonra milliyetçi akımlar ve emperyalist saldırılarla Osmanlı sınırının her gün değişmesi, göçmenler, mülteciler ve göçerler sorununu devlet siyasetinde birinci sıraya getirmişti. Özellikle son yıllarında Osmanlı Devleti’ni çok uğraştıran iskan sorunu, boyutları daha da büyüyerek Türkiye Cumhuriyeti’ne devroldu. Cumhuriyetin ilk 10 yılında sürdürülen kültürel, toplumsal ve ekonomik çalışmalar incelendiğinde iskan uygulamasının ne denli önemli bir gereksinim olduğu anlaşılır.
Türkiye’yi 60 yıldan beri gerici partiler yönettiği için toprak dağılımındaki adaletsizlik giderilemedi, feodal unsurların egemenliği kırılamadı ve toplumun dinsel söylemlerle yönlendirilmesi önlenemedi. Oysa Cumhuriyet’i kuran kadro feodalizmi ve gericiliği tasfiye etmeden Cumhuriyet’in kalıcı olamayacağını anlamışlar ve bunu gerçekleştirmeye çalışmışlardı. Özellikle Cumhuriyet’in ilk 10 yılındaki iskan çalışmalarının en önemli amacı da buydu. Ancak feodalizm ve gericilik din, şeyhlik, ağalık gibi tüm tarihsel fonksiyonlarını kullanarak Cumhuriyet’e karşı direncini sürdürmüş ve tasfiye olunamamıştır. Bu öyle bir mücadele idi ki, Cumhuriyet’in ilk ideologlarından Naşit Hakkı Bey, “Onlar Cumhuriyet’e düşman, Cumhuriyet onlara düşman” tespitinde bulunmuştu.
Ulusal Kurtuluş Savaşı’ndan sonra dinin toplum üzerindeki belirleyiciliğine son vermek ve laik bir cumhuriyet yaratmak için arka arkaya yasalar çıkarıldı. Bunun üzerine içerideki ve dışarıdaki Cumhuriyet karşıtları geniş bir cephe oluşturarak, Nasturi, Şeyh Sait ve Ağrı ayaklanmaları gibi ayaklanmalar çıkardılar. İşte Cumhuriyet’in bunlara karşı aldığı önlemlerden biri de iskan uygulaması oldu. O yıllarda iskan uygulamasındaki amaç güvenliği sağlamak olmuş ise de, ileriye dönük bakıldığında esas amacın, topraksızlara toprak sağlayıp nüfusun kalitesini ve üretim gücünü artırarak ulusal sınırlar içindeki tüm unsurları vatandaşlık bağıyla devlete bağlamak, feodalizmi ve gericiliği tasfiye ederek laik Cumhuriyeti kalıcı kılmak olduğu görülür. 1930’lu yılların iskan siyasetinde, topluma ortak bir kültürel kimlik kazandırma amacı ön plana geçmişti. Bu çalışmanın felsefesine göre, bu birliktelik sağlanmadan ulus-devleti yaratmak ve yaşatmak olanaklı değildi. Hayatının 14 yılını iskan mesleğine verdiğini belirten Naci Kökdemir bu amacı, “Yurdumuzun ve büyük inkılabımızın muazzam iç ve dış davalarından birisi olan iskan mefhumunun içine aldığı maksatlar yalnız maddi yardımı ihtiva etmez; asıl gaye Milli Kültür ve nüfus davasıdır” diyerek açıklar.
Cumhuriyetin ilk yıllarındaki metinlerde aşiretler adına ağa, şeyh ve beylerin üzerinde taşınmazların bulunması, bu zümrelerin ayrıcalıklı durumda olmaları, dışarıdan gelen muhacir ve mültecilere yeterince yer yurt gösterilememesi, çingenelerin ve mevsimlik göçerlerin kalıcı bir sisteme bağlanmamış olması sürekli dile getirilmiş ve Osmanlı döneminde bunların ihmal edildiğinden yakınılmıştır. Örneğin 1927 yılında İçişleri Bakanı Şükrü Kaya Meclis’teki bir konuşmasında Türkiye Cumhuriyeti’nin, Osmanlı idaresi yüzünden kanunsuzluğa alışmış, her biri baskıcı bir sultan niteliğinde olan şeyhlerin ve seyitlerin direnciyle karşılaştığını, medeniyetle ilkelliğin mücadelesinde medeniyetin galip geleceğini belirtiyordu.
Cumhuriyet Devrimi’nde toprak ağalığı ve Kürt meselesi
Doğu Perinçek
Kürt meselesinin emperyalizm tarafından derinleştirildiği gerçeği, ABD’nin 1991’te Körfez saldırısı ve 2003’te Irak’ı işgaliyle bir kez daha ve kesinlikle kanıtlandı. Çağımızda millî mesele, emperyalizme karşı mücadele meselesidir.
Millî mesele, aynı zamanda feodalizmden kurtulma meselesidir. Kralların ve sultanların tahtlarını deviren, derebeylikleri ortadan kaldıran demokratik devrimler, köylüyü toprağa bağımlılıktan kurtardı, millî piyasayı oluşturdu ve milleti yarattı. Millî devletler bu temelde kuruldu.
Türkiye, iki yüzyıldır emperyalizme karşı savaşıyor. İstiklâl Savaşımız, bu sürecin dünya ölçeğinde etkileri olan en güçlü atılımıdır. Türkler ve Kürtler, bu savaşta bir millet halinde kaynaşma iradesini ortaya koydular ve Kemalist Devrim’in resmî belgelerinde saptandığı üzere millî devletlerini birlikte kurdular. Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu, misakı millî sınırları içinde yaşayan halkın devrimle bir millete dönüşmesi sürecine büyük bir ivme kazandırdı. Türk milletini oluşturan bu sürecin tamamlanması, devrimin Atatürk’ün deyişiyle “arasız devrimler”le sürdürülmesine bağlıydı. Emperyalizme bağımlılığa son veren devrimin, önündeki yeni görev, toplumu Ortaçağ kurum ve ilişkilerinden arındırmaktı. Kemalist Devrim, bu ikinci görevi yerine getirmede de kuşkusuz çok önemli işler başardı. 1922 yılı 30 Ağustos zaferinden sonra İkinci Dünya Savaşı’na uzanan süre devrimin yeni görevlerinin üstesinden gelebilmek açısından çok kısadır. Buna rağmen Sultanlık ve Halifelik yıkılmış ve Ortaçağ ilişkilerine çok ağır darbeler indirilmiştir.
İkinci Dünya Savaşı, Türkiye’nin cephesini zorunlu olarak dışa çevirmesini gerektirdi. Savaş bittikten sonra demokratik devrimin yarım kalan görevleri yine Türkiye’nin önündeydi. Ama artık Atatürk yoktu. Yaşanan tecrübe, Büyük Önder’den sonra devrimci iradenin zaafa uğradığını gösterdi. Bu koşullarda Türkiye, ABD’nin denetimi altına girdi. İnönü yönetiminin genç bakanlarından Nihat Erim, “Küçük Amerika” hedefini açıklıyordu. Bu, devrimin sona erdiğinin ve emperyalizme bağımlılaşma sürecinin başladığının resmen ilanıydı. 1950’de iktidara gelen DP yöneticileri, “Küçük Amerika olacağız” programına sahip çıktılar ve bu yolda Türkiye’nin geleceğini belirleyen önemli adımlar attılar. Atlantik sistemi içindeki Türkiye, bu temelde oluştu. Yalnız iktidar partisi olan DP değil, muhalefetteki CHP de, kendisini Atlantik sistemi temelinde tanımladı. İktidarı ve muhalefetiyle yeni sistem kurulmuştu.
27 Mayıs 1960 İhtilali, bir yönüyle yeni sisteme itirazdı, Atatürkçüydü; devrimciydi. Ama önderlik yeterince berrak ve yeterince tutarlı bir programdan yoksundu; Batı sisteminden bağımsızlığı öngören bir çözüme kararlı olarak yönelemedi. 1961 Anayasası, Cumhuriyet’in Atatürk zamanında tanımlanmış niteliklerini değiştirdi. 1937’de Anayasa’nın 2. maddesine konan “Cumhuriyetçilik, Milliyetçilik, Halkçılık, Devletçilik, Laiklik ve Devrimcilik” Anayasadan çıkarıldı ve devlet Atlantik sistemine göre, “Demokratik, laik, sosyal hukuk devleti” diye tanımlandı. 1945’ten sonra fiilen uygulanan Atlantik sisteminin programı, 1960’tan sonra Anayasa’ya da yazılmış oldu. Böylece Türk Devrimi’nin temelini oluşturan program, siyasal seçeneklerden biri haline getirildi. Asıl seçenek, emperyalizm güdümlü liberalizm oldu. Bu programla ve Atlantik sistemine bağlı iktidarlarla toprak reformu yapılamazdı ve yapılamadı. Bu koşullarda 1961 Anayasası’nın toprak reformu emri kağıtta kaldı.
KİMİN “SİYASİ ÇÖZÜM”Ü?
Kara harekâtı boyunca, ABD sözcüleri ile kukla devletin yöneticileri sorunun askeri yöntemlerle çözülemeyeceğini, Türkiye’nin Kürt sorununu çözmek için bir siyasal çözüm paketini de hazırlaması gerektiğini sürekli belirttiler. Onların buradaki sözcüleri olan neoliberal yazarlar da durmadan aynı teraneleri tekrarlamaya
başladılar. Hatta kara harekâtı biter bitmez “Kürtler ne istiyor”, “Türk aydınları ne düşünüyor” diye soruşturma yazıları gazetelerde boy göstermeye başladı. Bütün sorular ve verilen cevaplar Türkiye’nin nasıl bölüneceğine dairdi.
Teori bu tartışmalara cevap verecek kapak dosyası hazırladı. Derginin Mart sayısında Doğu Perinçek’in Toprak Ağalığı ve Kürt meselesi makalesi, Kürt sorununun anti feodal yönünü inceliyor ve sorunun çözümü için toprak ağalığı sisteminin tasfiyesinin neden zorunlu hale geldiğini açıklayarak çözümler üretiyor. Yazıda Kemalist Devrim önderlerinin toprak ağalığına ve aşiret sistemine karşı yürüttükleri mücadeleler, toprak reformu çabaları, buna karşılık toprak ağalarının direnişi ve özellikle 2. Dünya Savaşı’ndan sonra iktidarı adım adım ele geçirmeleri belgelerle gösteriliyor.
İSKÂN KANUNU VE TOPRAK REFORMUNUN AMACI
Fikret Babuş, toprak sorununun Kürt meselesi ile ilgisi bakımından Türkiye’de iskân ve toprak sorunu makalesiyle soruna değişik bir boyut katıyor. Kemalist Devrimin önderlerinin soruna yaklaşımını özlü bir şekilde dile getiren Kütahya Milletvekili Naşit Hakkı Bey “Herhangi bir vesikaya dayansa bile aşiretlerin hükmi şahsiyetleri bütün örgüt ve uzuvlarıyla birlikte kalkacak. Aşiret beyliği, ağalığı ve şeyhliğinin kalkmasıyla, isyanları ve irtica eylemlerini besleyen, halkla devlet arasında nüfuz ticareti yapan, halkın kanını emen, ırzına, malına ve hayatına kıyan ve orta çağdan kalan son sosyal kurum kökünden kazınacaktır”diyerek, İskân Kanunu’nun feodalizmi tasfiye amacıyla çıkarılmak istendiğini anlatıyor. Ama amaç sadece bununla sınırlı değildir. Milli birliğin sağlanması ve genç cumhuriyetin özgür yurttaşlar topluluğuna dayanmasıdır.
“Amaç kültür birliği, kafa birliği, dil birliği etmiş bir toplum yaratmaktır, Türkiye Cumhuriyeti herkesin Türk bayrağına bağlanmasını ister. Bu kanun herkesin ortak bir kültür benimseyip yurda bağlanması için yol gösterir… Bu kanunun amacı bir kardeş ve yurttaş varlığı yaratmaktır.”
YURTTA BARIŞ ORTADOĞU’DA BARIŞ PROGRAMI
Yine Teori’nin Mart sayısında İşçi Partisinin 22 Temmuz 2007 seçimleri öncesi açıklamış olduğu 9 maddelik “Yurtta Barış, Ortadoğu’da barış programı” da yer alıyor. Güçlü devlet, halkın seferber edilmesi ve Ortadoğu’da yapılacak ittifakla emperyalizmin destekleyip üzerimize sürdüğü terörün üstesinden gelineceği açıklanan program bu gün yeniden okunmaya değer.
(Tanıtım: Bayram Yurtçiçek)
ÖZETLER:
Türkiye’de iskan ve toprak sorunu
Fikret Babuş
Araştırmacı-yazar, 68liler Birliği Vakfı Y. K. Üyesi
İskan sorununun önemi ve kapsamı
Osmanlı Devleti kuruluşundan yıkılışına kadar çeşitli neden ve amaçlarla iskan uygulamasında bulunmuştur. 19. yüzyıldan sonra milliyetçi akımlar ve emperyalist saldırılarla Osmanlı sınırının her gün değişmesi, göçmenler, mülteciler ve göçerler sorununu devlet siyasetinde birinci sıraya getirmişti. Özellikle son yıllarında Osmanlı Devleti’ni çok uğraştıran iskan sorunu, boyutları daha da büyüyerek Türkiye Cumhuriyeti’ne devroldu. Cumhuriyetin ilk 10 yılında sürdürülen kültürel, toplumsal ve ekonomik çalışmalar incelendiğinde iskan uygulamasının ne denli önemli bir gereksinim olduğu anlaşılır.
Türkiye’yi 60 yıldan beri gerici partiler yönettiği için toprak dağılımındaki adaletsizlik giderilemedi, feodal unsurların egemenliği kırılamadı ve toplumun dinsel söylemlerle yönlendirilmesi önlenemedi. Oysa Cumhuriyet’i kuran kadro feodalizmi ve gericiliği tasfiye etmeden Cumhuriyet’in kalıcı olamayacağını anlamışlar ve bunu gerçekleştirmeye çalışmışlardı. Özellikle Cumhuriyet’in ilk 10 yılındaki iskan çalışmalarının en önemli amacı da buydu. Ancak feodalizm ve gericilik din, şeyhlik, ağalık gibi tüm tarihsel fonksiyonlarını kullanarak Cumhuriyet’e karşı direncini sürdürmüş ve tasfiye olunamamıştır. Bu öyle bir mücadele idi ki, Cumhuriyet’in ilk ideologlarından Naşit Hakkı Bey, “Onlar Cumhuriyet’e düşman, Cumhuriyet onlara düşman” tespitinde bulunmuştu.
Ulusal Kurtuluş Savaşı’ndan sonra dinin toplum üzerindeki belirleyiciliğine son vermek ve laik bir cumhuriyet yaratmak için arka arkaya yasalar çıkarıldı. Bunun üzerine içerideki ve dışarıdaki Cumhuriyet karşıtları geniş bir cephe oluşturarak, Nasturi, Şeyh Sait ve Ağrı ayaklanmaları gibi ayaklanmalar çıkardılar. İşte Cumhuriyet’in bunlara karşı aldığı önlemlerden biri de iskan uygulaması oldu. O yıllarda iskan uygulamasındaki amaç güvenliği sağlamak olmuş ise de, ileriye dönük bakıldığında esas amacın, topraksızlara toprak sağlayıp nüfusun kalitesini ve üretim gücünü artırarak ulusal sınırlar içindeki tüm unsurları vatandaşlık bağıyla devlete bağlamak, feodalizmi ve gericiliği tasfiye ederek laik Cumhuriyeti kalıcı kılmak olduğu görülür. 1930’lu yılların iskan siyasetinde, topluma ortak bir kültürel kimlik kazandırma amacı ön plana geçmişti. Bu çalışmanın felsefesine göre, bu birliktelik sağlanmadan ulus-devleti yaratmak ve yaşatmak olanaklı değildi. Hayatının 14 yılını iskan mesleğine verdiğini belirten Naci Kökdemir bu amacı, “Yurdumuzun ve büyük inkılabımızın muazzam iç ve dış davalarından birisi olan iskan mefhumunun içine aldığı maksatlar yalnız maddi yardımı ihtiva etmez; asıl gaye Milli Kültür ve nüfus davasıdır” diyerek açıklar.
Cumhuriyetin ilk yıllarındaki metinlerde aşiretler adına ağa, şeyh ve beylerin üzerinde taşınmazların bulunması, bu zümrelerin ayrıcalıklı durumda olmaları, dışarıdan gelen muhacir ve mültecilere yeterince yer yurt gösterilememesi, çingenelerin ve mevsimlik göçerlerin kalıcı bir sisteme bağlanmamış olması sürekli dile getirilmiş ve Osmanlı döneminde bunların ihmal edildiğinden yakınılmıştır. Örneğin 1927 yılında İçişleri Bakanı Şükrü Kaya Meclis’teki bir konuşmasında Türkiye Cumhuriyeti’nin, Osmanlı idaresi yüzünden kanunsuzluğa alışmış, her biri baskıcı bir sultan niteliğinde olan şeyhlerin ve seyitlerin direnciyle karşılaştığını, medeniyetle ilkelliğin mücadelesinde medeniyetin galip geleceğini belirtiyordu.
Cumhuriyet Devrimi’nde toprak ağalığı ve Kürt meselesi
Doğu Perinçek
Kürt meselesinin emperyalizm tarafından derinleştirildiği gerçeği, ABD’nin 1991’te Körfez saldırısı ve 2003’te Irak’ı işgaliyle bir kez daha ve kesinlikle kanıtlandı. Çağımızda millî mesele, emperyalizme karşı mücadele meselesidir.
Millî mesele, aynı zamanda feodalizmden kurtulma meselesidir. Kralların ve sultanların tahtlarını deviren, derebeylikleri ortadan kaldıran demokratik devrimler, köylüyü toprağa bağımlılıktan kurtardı, millî piyasayı oluşturdu ve milleti yarattı. Millî devletler bu temelde kuruldu.
Türkiye, iki yüzyıldır emperyalizme karşı savaşıyor. İstiklâl Savaşımız, bu sürecin dünya ölçeğinde etkileri olan en güçlü atılımıdır. Türkler ve Kürtler, bu savaşta bir millet halinde kaynaşma iradesini ortaya koydular ve Kemalist Devrim’in resmî belgelerinde saptandığı üzere millî devletlerini birlikte kurdular. Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu, misakı millî sınırları içinde yaşayan halkın devrimle bir millete dönüşmesi sürecine büyük bir ivme kazandırdı. Türk milletini oluşturan bu sürecin tamamlanması, devrimin Atatürk’ün deyişiyle “arasız devrimler”le sürdürülmesine bağlıydı. Emperyalizme bağımlılığa son veren devrimin, önündeki yeni görev, toplumu Ortaçağ kurum ve ilişkilerinden arındırmaktı. Kemalist Devrim, bu ikinci görevi yerine getirmede de kuşkusuz çok önemli işler başardı. 1922 yılı 30 Ağustos zaferinden sonra İkinci Dünya Savaşı’na uzanan süre devrimin yeni görevlerinin üstesinden gelebilmek açısından çok kısadır. Buna rağmen Sultanlık ve Halifelik yıkılmış ve Ortaçağ ilişkilerine çok ağır darbeler indirilmiştir.
İkinci Dünya Savaşı, Türkiye’nin cephesini zorunlu olarak dışa çevirmesini gerektirdi. Savaş bittikten sonra demokratik devrimin yarım kalan görevleri yine Türkiye’nin önündeydi. Ama artık Atatürk yoktu. Yaşanan tecrübe, Büyük Önder’den sonra devrimci iradenin zaafa uğradığını gösterdi. Bu koşullarda Türkiye, ABD’nin denetimi altına girdi. İnönü yönetiminin genç bakanlarından Nihat Erim, “Küçük Amerika” hedefini açıklıyordu. Bu, devrimin sona erdiğinin ve emperyalizme bağımlılaşma sürecinin başladığının resmen ilanıydı. 1950’de iktidara gelen DP yöneticileri, “Küçük Amerika olacağız” programına sahip çıktılar ve bu yolda Türkiye’nin geleceğini belirleyen önemli adımlar attılar. Atlantik sistemi içindeki Türkiye, bu temelde oluştu. Yalnız iktidar partisi olan DP değil, muhalefetteki CHP de, kendisini Atlantik sistemi temelinde tanımladı. İktidarı ve muhalefetiyle yeni sistem kurulmuştu.
27 Mayıs 1960 İhtilali, bir yönüyle yeni sisteme itirazdı, Atatürkçüydü; devrimciydi. Ama önderlik yeterince berrak ve yeterince tutarlı bir programdan yoksundu; Batı sisteminden bağımsızlığı öngören bir çözüme kararlı olarak yönelemedi. 1961 Anayasası, Cumhuriyet’in Atatürk zamanında tanımlanmış niteliklerini değiştirdi. 1937’de Anayasa’nın 2. maddesine konan “Cumhuriyetçilik, Milliyetçilik, Halkçılık, Devletçilik, Laiklik ve Devrimcilik” Anayasadan çıkarıldı ve devlet Atlantik sistemine göre, “Demokratik, laik, sosyal hukuk devleti” diye tanımlandı. 1945’ten sonra fiilen uygulanan Atlantik sisteminin programı, 1960’tan sonra Anayasa’ya da yazılmış oldu. Böylece Türk Devrimi’nin temelini oluşturan program, siyasal seçeneklerden biri haline getirildi. Asıl seçenek, emperyalizm güdümlü liberalizm oldu. Bu programla ve Atlantik sistemine bağlı iktidarlarla toprak reformu yapılamazdı ve yapılamadı. Bu koşullarda 1961 Anayasası’nın toprak reformu emri kağıtta kaldı.