mObİdİk
New member
1. GİRİŞ
Süs bitkileri sektörü; kesme çiçek yetiştiriciliği, iç mekan süs bitkileri yetiştiriciliği, dış mekan süs bitkileri yetiştiriciliği ve doğal çiçek soğanları olmak üzere dört grup altında incelenir. Kesme çiçek kavramı; buket, sepet, çelenk ve arajmanlarda kullanılan, çiçek gonca, dal ve yaprakların taze, kurutulmuş, boyanmış veya ağartılmış olarak kullanıma sunulmuş durumlarını ifade etmektedir. Bu ürünlerin yetiştirilmesi, toplanması, hasat sonrası işlemler, sınıflandırılması, ambalajlanması, depolanması ve pazarlanması gibi faaliyetlerin tümü kesme çiçek konuları içinde yer almaktadır (Özzambak, 2001).
Üretimi ve ticareti yapılmakta olan birçok kesme çiçek türü mevcut olmakla birlikte, dünya üretimi ve ticaretinde en ön sırada yer alan başlıca dört tür; karanfil, gül, krizantem ve glayöl’dür (Türkay, 2000). Ülkemizde toplam süs bitkileri sektörü içinde kesme çiçekler 15280 da alan ve % 70.3’lük pay ile ilk sırada yer almaktadır (Anon., 2000a). 1995 yılında 280 milyon adet (dal) olan kesme çiçek üretimimiz, 1999 yılında 407.8 milyon adete (dal) yükselmiştir. Üretilen bu çiçeğin 231 milyon adeti (% 56) iç pazarda değerlendirilmiş, 175 milyon adeti ise (% 44) yurt dışına ihraç edilmiştir. Türkiye’de üretilen kesme çiçeğin ülkemiz süs bitkileri ticaretinde yeri incelendiğinde kesme çiçekler 21.0 milyon $ iç tüketim, 20.0 milyon $ ihracat olmak üzere toplam 41.0 milyon $ değer ile üretim alanında olduğu gibi ilk sırada yer almaktadır (Özzambak, 2001).
Ülkemizde üretilen kesme çiçeğin türler bazında dağılımını incelediğimizde (Çizelge 1) karanfil % 62’lik üretim payı ile birinci sırada, gül ise % 12’lik üretim payı ile ikinci sırada yer almaktadır .
Çizelge 1. Türkiye’de kesme çiçek üretiminin türlere göre dağılımı (Özzambak, 2001)
Türler Karanfil Gül Krizantem Glayöl Gerbera Diğerleri
Oran % 62 12 9.2 6.2 4.0 6.6
Günümüzde iç pazar kesme çiçek ihtiyacını karşılayan gül sektörünün ihracata yönelik adımları da yetiştiriciler için önemli bir teşvik unsurudur (Çizelge 2 ).
Çizelge 2. 1999-2001 yılları arasında kesme gül ihracat kayıtları (GTİP Bazında) (Anon., 1999, 2000b, 2001)
Yıllar/Dönem Miktar (adet) Miktar (KG) FOB
(ABD DOLARI)
1999
(01.01.1999-31.12.1999) 11.870 600 5670
2000
(01.01.2000-31.12.2000) 255.750 9.340 14.622
2001
(01.01.2001-14.10.2001) 1.069.477 54.176 113.345
Çizelge 2 incelendiğinde görüleceği üzere, 1999 yılında 11.870 adet ve 5670 FOB$ değerinde olan kesme gül ihracatımız, 2001 yılında 1.069.477 adet ve 113.345 FOB$’a yükselmiştir.
Tarımsal üretimde verimlilik çevre koşullarının kontrol edilebildiği ölçüde yükselmektedir. Bu nedenle son yıllarda çevre kontrollü tarım sistemleri giderek artan bir ivmeyle gelişme göstermektedir. Bitkisel üretimde çevre kontrollü üretimin en yaygın ve ve en etkin uygulaması seracılıktır. Sera topraklarındaki sorunlar nedeni ile topraksız yetiştiricilik dünya seracılığında önemli bir paya sahip olmuştur. Tarımsal üretimde yer alması oldukça yeni olan topraksız yetiştiriciliğin başlangıcı oldukça eskilere, 17. yy’a kadar dayanmaktadır. 1925 yılında Amerika’da seracılık endüstrisinin toprak kökenli sorunlara karşı topraksız kültür sistemi tekniğini kullanmak istediğini açıklaması üzerine araştırıcılar topraksız yetiştiriciliğin geleneksel toprakta yetiştiriciliğin yerine kullanılabileceğinin farkına varmış ve 1925-1935 yılları arasında topraksız bitki yetiştiriciliğinin uygulamaya aktarılması konusunda önemli gelişmeler kaydedilmiştir. Topraksız yetiştiriciliğin büyük çaptaki ilk uygulaması; II. Dünya savaşı sırasında (1945 yılında), Pasifik Okyanusu’ndaki adalarda (Ascention adasında) konuşlanan askerlerine taze sebze sağlamak amacı ile su ve çakıl kültürü ile sebze yetiştiren Amerikan ordusu tarafından gerçekleştirilmiştir (Harris, 1970).
1970’li yıllardan itibaren seracılığı gelişmiş ülkelerde topraksız yetiştiricilik üretime sokulmuş, 1980’li yıllarda ise hızla yayılma eğilimi göstermiş, günümüzde ise A.B.D., Japonya, Hollanda, İngiltere, Kanada, Almanya, Rusya, Avustralya, İsrail, Yeni Zelanda, Güney Afrika, Bahama Adaları, Kuveyt, Brezilya, Polonya, Singapur, Malezya, İran, Birleşik Arap Emirlikleri, Hindistan gibi ülkelerin bazılarında sera ürünlerinin bir kısmı, bazılarında ise tamamı topraksız tarım yöntemiyle gerçekleştirilmektedir (Sevgican, 2000). Bugün süs bitkilerinde dünyanın önde gelen ülkelerinden biri olan ve Avrupa ülkeleri arasında en geniş kapalı alana sahip olan Hollanda’nın seralarda yüzde yüzlere varan oranlarda topraksız kültüre geçtiği bilinmektedir. Ülkemizde ise 1980’li yılların sonlarına doğru başlanan topraksız yetiştiricilik ile ilgili çalışmalar hızla yayılma eğilimi göstermektedir. Yorulan sera topraklarıyla ülkemiz, önümüzdeki birkaç yıl içinde topraksız tarıma büyük ölçüde geçmek zorundadır.
Kesme çiçek gül yetiştiriciliği uzun süredir yapıla gelmesine rağmen, yetiştiricilikte çözümlenememiş, genelde çevre faktörlerinden kaynaklanan gülün verim ve kalitesini olumsuz etkileyen pek çok sorun vardır. Yetiştiricilikte karşılaşılan en önemli problemlerden biri topraktan kaynaklanmaktadır. Gül organik maddelerce zengin, drenajı iyi, derin, taban suyu seviyesi yüksek olmayan, iyi havalanabilen, yeterli miktarda besin maddesi içeren, PH’sı 5.5-6.3 arasında olan toprakları sever. Toprakta aranan diğer bir önemli özellik ise; hastalık ve zararlılardan ari olmasıdır. Özellikle Agrobacterium spp ve nematod gibi gül bitkisinin gelişimini engelleyen, bitkinin ekonomik ömrünü kısaltan ve verimini düşüren toprak kaynaklı mikroorganizmalar da gül yetiştiriciliğini olumsuz etkilemektedir. Gül çok yıllık ve derin köklü bir bitki olması nedeni ile topraktan kaynaklanan birçok sorunla karşı karşıya kalmaktadır. Hastalık ve zararlılar, tuzluluk, organik madde azlığı, su dengesinin yetersizliği en önemli toprak kaynaklı sorunlardır. Bunları aşmada toprağın dezenfeksiyonu, toprağa torf ilavesi, drenaj sisteminin yapılması gibi önlemler alınır. Ancak toprak kaynaklı sorunların çok büyük olması nedeniyle topraksız tarım alternatif bir yetiştiricilik olarak, gül yetiştiriciliğinde de yer almaktadır (Söhne, 1997). Gül yetiştiriciliğinde problem olan toprak kaynaklı sorunlardan kurtulmak amacıyla topraksız tarım çalışmaları önem kazanmaktadır.
Topraksız tarım ise; her türlü tarımsal üretimin, durgun veya akan besin eriyiklerinde, besin eriyiği sisinde veya besin eriyikleri ile sulanan katı ortamlarda gerçekleştirilmesidir (Sevgican, 1999). Topraksız tarım örtü altı sebze yetiştiriciliğinde daha yaygın olarak kullanılmakla birlikte, kesme çiçek üretiminde de giderek yaygınlaşmaktadır. Örneğin Antalya’da büyük bir sera işletmesi olan Antalya Tarım ve Ayer Tarım’da gül üretimi tamamen topraksız tarımda yapılmaktadır. Üretimin doğrudan besin eriyiklerinde gerçekleştirilmesi su kültürü (Hydroponic), besin eriyikleri ile sulanan perlit, kum, çakıl, kayayünü, talaş gibi ortamlarda gerçekleştirilmesi katı ortam kültürü (Agregat culture, substrat culture) olarak adlandırılır. Topraksız tarıma topraksız kültür (soilless culture, besin kültürü (nutriculture), kimyasal kültür (chemiculture) de denilmektedir. Su kültürü; durgun veya akan su kültürü ile besin çözeltisinin bitki köklerine sis halinde verildiği aeroponik şeklinde uygulanabilmektedir (Gül, 1990; Sevgican, 1999). Subsrat kültüründe ise torf, talaş, ağaç kabuğu, çeltik kavuzu, yer fıstığı kabuğu gibi organik; kum, çakıl, perlit, vermikülit, volkantüfü gibi inorganik ve kayayünü, plastik köpük gibi sentetik materyaller kullanılmaktadır (Verdonck, 1991). Subsratlar yatak-tekne, torba veya saksılar içerisine yerleştirilerek kullanılmaktadır (Gül, 1990).
Topraksız tarımın özellikle seracılıkta yaygınlaşmasının nedeni, toprak kaynaklı sorunların boyutlarının aşağıda açıklanan nedenlerden dolayı oldukça büyük olmasıdır (Gül, 1991; Sevgican, 1999)
a) Seralarda monokültür uygulamaların yaygınlığı
b) Tuzluluk,
c) Dezenfeksiyon,
d) Hastalık ve zararlılarla mücadelede dayanıklılık sorunu,
e) Açıkta yetiştiriciliğe göre daha verimli çeşitlerin kullanılması ve yetiştirme dönemlerinin daha uzun olabilmesi sonucu toprağın sömürülmesi,
f) Sera topraklarının gübre gereksinimi,
Sera yetiştiriciliğinde bu sorunları çözümlemeye yönelik uygulamaları (Gül, 1991);
1) Fazla miktarda organik ve kimyasal gübre kullanımı,
2) Sera toprağının yaz aylarında bol su ile yıkanıp işlenmesi,
3) Sürme tabanının kırılması,
4) Toprağın dezenfekte edilmesi,
5) Gerektiğinde toprak değiştirme işleminin yapılması,
6) Topraksız yetiştirme yöntemlerinin kullanılması.
Sera topraklarında ortaya çıkan bu sorunların pek çoğunu çözmenin en garantili yolu 4-5 yılda bir toprak değiştirmektir. Ancak 1 dekar seranın 20 cm derinliğindeki toprak kısmının değiştirilmesi düşünüldüğünde toprak özgül ağırlığının 1 varsayılması halinde bile 200 ton toprağa gereksinim vardır. Bu kadar toprağı bulmak ve taşıtmak hemen hemen olanaksızdır (Sevgican, 1999).
Topraksız tarımın avantajları arasında; işgücüne gereksinim azalması, üretime uygun olmayan yerlerde üretimin yapılabilmesi, bitkilerin beslenmesinin daha iyi kontrol edilebilmesi, bitki besleme ile ilgili harcama boyutunun azalması, tuzlu sulama sularından yararlanılması, kalite ve verimin daha yüksek olması, sudan ekonomi sağlaması, otomazisyona uygunluğu, tarımsal ilaç harcamalarının çok düşük olması, ekim nöbeti yapma zorunluluğu olmaması, üretimde devamlılığı sağlaması, birim alana daha fazla bitki dikilmesi erkencilik sağlaması sayılabilir (Abak ve ark., 1994; Sevgican, 1999).
Kesme çiçek gül yetiştiriciliği uzun süredir yapıla gelmesine rağmen, yetiştiricilikte çözümlenememiş, gülün verim ve kalitesini olumsuz etkileyen pek çok sorun vardır. Bu nedenle son yıllarda kesme gül yetiştiriciliğinde verim ve kaliteyi artırmak için bir çok araştırma yapılmıştır. Son yıllarda üzerinde durulan teknik uygulamalardan biriside bükme işlemidir. Bükme tekniği 1980’li yılların sonlarında Japon gül üreticileri tarafından geliştirilmiş olup buradan Hollanda, İsrail, Tayvan, Kore ve ABD’ye yayılmıştır (Ohkawa ve ark., 1999). Bükme, arzu edilmeyen sürgünlerin alttan ikinci boğum üzerinden eğilmesidir. Bükmeyle; büküm yerinin üstündeki sürgünün uzaması ve bu sürgün üzerindeki yaprak koltuklarından çıkan sürgünlerin gelişmesinin engellenmesi amaçlanmaktadır. Böylece büküm yerinin altındaki yaprak koltuklarından çıkan tomurcuklardan meydana gelen yeni sürgünlerin eğilen sürgünden de karbonhidrat sağlayarak çok daha güçlü olması hedeflenmektedir (Lieth, 1998; Lieth ve Kim, 1999).
Bükme tekniği ile hem gül yetiştirmek hem de hasat etmek geleneksel metoda göre daha kolaydır. Bir gül sürgünü büküldüğünde meydana gelen fizyolojik değişimler iyi bilinmez. Bunun en uygun açıklaması hormonal bir etkiden kaynaklandığı şeklindedir. Bir sürgün herhangi bir eğme olmaksızın dik büyüdüğünde gelişen tomurcuk gövdeden aşağıya doğru taşınan oksinleri üretir. Gövdenin tamamındaki konsantrasyon büyüme noktasının altındaki tomurcukların gelişmelerini önler. Büyüyen bir sürgünün ucunun koparılmasıyla tomurcuklarda dormansinin kırılması ve büyümenin başlaması için oksin kaynağı uzaklaştırılmış olur. Yeni gelişen sürgünler tekrar oksin üreterek altta bulunan tomurcukların gelişmesini önlerler (Lieth, 1998; Ohkawa ve ark., 1999).
Türkiye’de ticari kesme çiçek üretimi, ilk zamanlarda İstanbul ve çevresinde iç pazara dönük olarak yoğunlaşmıştır. Daha sonra uygun ekolojik koşullara sahip olan Akdeniz ve Ege Bölgelerine kaymış; Akdeniz Bölgesinde özellikle Antalya ili, üretim alanı ve miktarı yanında pazarlamadaki iyi organizasyon sayesinde ülkemizin dışa yönelik kesme çiçek satışında en önemli merkez konumuna gelmiştir. Türkiye’nin dış pazara yönelik kesme çiçek üretiminin % 87’lik kısmı bu ilden yapılmaktadır (Özkan ve ark., 1998).
2. KESME GÜL YETİŞTİRİCİLİĞİNDE EN FAZLA KULLANILAN YETİŞTİRME ORTAMLARI VE ÖZELLİKLERİ
2.1. İnorganik Ortamlar
2.1.1. Perlit
Saf silis küreciklerinden oluşan bir maddedir. Doğadan çıkarılan ve perlit eldesinde kullanılan volkanik kayaçlar öncelikle öğütülür, sonra 900-1000 oC gibi yüksek sıcaklıklarda tutulur, bu sıcaklıklarda içerdiği suyun genişlemesi sonucu mısır patlağı görünümündeki silis kürecikleri oluşur. Silis küreciklerinin hacmi genelde eski hacimlerinin 5-20 katıdır. Perlit, beyaz renkli, hafif, steril ve nötr (pH 6.5-7.5) yapıdadır. Perlit taneciklerinin bünyesinde çok küçük hava kabarcıkları vardır. Taneciklerin yüzeyi sayısız küçük boşlukla kaplıdır. Bu nedenle su tutma gücü yüksektir. Perlit gerek organik ve gerekse inorganik kökenli ortamlar arasında su tutma gücü en yüksek olan ortam olup % 229-360’ lara varan bir su tutma gücüne sahiptir. Volüm ağırlığı 0.389 g/cm3, porozitesi % 66.4, EC’ si sıfırdır (Çeltek, 1992).
Perlit tane büyüklüğüne göre 3 ana gruba ayrılır:
Çok iri taneli perlit: Taneciklerinin % 80’ i 1.5-5mm büyüklüğündedir.
İri taneli perlit: Taneciklerin % 80’ i 1.0-2.5 mm büyüklüğündedir.
İnce perlit: Taneciklerin % 80’ i 0.01-1.0 mm çapındadır.
Tane iriliği 1.5-5 mm arasındakiler turbalı karışım hazırlamada, 1-3 mm arasındakiler tohum çimlendirmede ve fide üretiminde kullanılmaktadır. Bunların hacim ağırlıkları sırasıyla g/cm3 olarak 0.085, 0.162, 0.096’dır. Hava kapasiteleri (iyice sulanıp süzüldükten sonra) sırasıyla % hacim olarak %59, %49 ve %17’dir. Havalanma bakımından en uygun olanı çok iri perlittir.
Bitki yetiştirme ortamı olarak perlitin taşıdığı üstün özellikler aşağıda özetlenmiştir (Sevgican, 1999):
- Su sadece parçacıkların yüzeyinde ve arasındaki boşluklarda tutulduğundan drenaj ve havalanma çok iyidir.
- Kuvvetli bir kapillar çekimi vardır. O nedenle suyun girişi ve hareketi kolaydır. Bitki kökleri tarafından su ve besin maddeleri rahatlıkla alınabilir.
- Sterildir ve taşınması kolaydır. Kimyasal ve biyolojik ayrışma göstermediğinden yapısı değişmez, o nedenle de daha uzun yıllar ard arda kullanılabilir.
- pH’sı nötr yani 6.75-7.5 arasındadır.
- Perlitin ısı iletkenliği çok düşüktür, o nedenle perlitten oluşan yetiştirme ortamlarında ani sıcaklık değişimleri olmaz. Bitki ani sıcaklık değişimlerinden olumsuz etkilenmez.
- Fideler perlitte sıkışmadığından kök kaybına uğramadan kolay çıkarılabilir.
- Temiz ve kokusuz olması daima tercih nedeni olmuştur.
- Bitkinin karanlık gereksinimini iyi karşılar ve bitkiye iyi destek verir.
Tek olumsuz yönü çok az miktarlarda da olsa bazı besin maddelerini içermesidir ki bu durumun beslenmeye dayalı çok hassas çalışmalarda göz ardı edilmemesi gerekir.
2.1.2. Kayayünü (Rockwool)
% 60 diabase, % 20 kireç, % 20 kömür tozu karışımının 1500-2000 0C sıcaklıktaki fırınlarda eritildikten sonra 0.5 mm’lik tabakalar halinde çıkarılarak preslenmesi sonucu elde edilir. Hızla dönen çubukların içine dökülerek çok ince ipliklere ayrılır. Soğuma sırasında sıcaklık yaklaşık 2000C’a düştüğünde, su çekme özelliği kazandırılmak için phenolresin (reçine) ilavesi yapılır, sıkıştırılarak şekillendirilir. Kayayününün gözenek oranı % 96’dır ve başlangıçta steril bir yapıya sahiptir. Isı yalıtımı için üretilen kayayünleri, fenolojik bileşikler içerdikleri için, tarımda kullanıma uygun değildir. O nedenle tarımda kullanılanlar öncelikle fenolik bileşiklerden arındırılır. Özellikle İskandinav ülkelerinde topraksız tarımda geniş çapta kullanılan kayayününün ilk bulunduğu ülke Danimarka’dır ve bu ülkedeki ticari adı Grodan’dır. Yine aynı ülkede topraksız tarımda ilk defa 1969 yılında kullanılmıştır.
Kayayününün kimyasal yapısı aşağıda verilmiştir.
Si02 % 47 Al203 % 14 Ti02 % 1
Fe203 % 8 Ca0 % 16 Mg0 %10
Mn0 %1 Na20 % 2 K20 %1
Kayayününün topraksız tarımda kullanımına neden olan üstün özellikleri aşağıda özetlenmiştir.
- Yapıştırıcı ve isotropic lifli bünye özelliği,
- Yüksek su tutma kapasitesi,
- Gözeneklilik ve oksijen zenginliği ile iyi bir kök ortamı oluşu,
- Besin eriyiklerini yüksek emme gücü ve eşit dağıtması.
Kullanım sonrası kayayününün pH’sı çok yükselir. Bazı hallerde 9-9.5’e çıkabilir. O nedenle tekrar kullanılmadan önce yıkanması veya asit ilavesiyle pH’sının düşürülmesi gereği vardır. Kayayünü büyük yetiştirme plakası ve küçük fide blokları ile tohum ekimine uygun mini blokları olmak üzere farklı büyüklüklerde pazarlanır. Büyük kayayünü plakalarının ömrünün hıyar yetiştiriciliğinde ise 5 kez kullanılmak koşuluyla 3 yıl olduğu bilinmektedir (Baş, 1991). Küçük fide bloklarının ömrü ise 1 yıldır. Tekrar kullanılacak olan kayayünü plaka ve bloklarının polietilen kılıftan çıkarıldıktan sonra sterilize edilme koşulu vardır. Sterilizasyondan sonra bazı üreticiler tekrar paketlemeyi tercih ederler.
Kayayünü ilk yıl hıyar, daha sonraki yıllar domates üretimine daha uygundur. Zira zamanla oturur, üretim sonrası kayayünü bloklarının yok edilmesi, toprakaltı suyu ve çevre kirliliğine neden olacakları için gereklidir. Ancak kayayünü atıklarını yok etmenin yolu kullanılan kayayünlerinin köklerden temizlendikten sonra tekrar kayayünü üretiminde kullanılmasıdır.
2.1.3. Volkan Tüfü (Pomza Taşı)
Pomza veya ponza adı İtalyanca’dan gelmektedir. Türkçe’de sünger taşı, köpük taşı, hışır taşı, nasır taşı ve küvek gibi adlarla bilinmektedir. Pomza, asidik ve bazik karakterli volkanik faaliyetler sonucu oluşmuş volkanik bir kayaçtır. Pomza, volkan bacasındaki gazların basınç etkisiyle patlayan volkanla birlikte fışkıran mağmanın köpük halini almasıyla oluşur. Köpük atmosfer basıncıyla aniden soğur ve katılaşarak porozite kazanır. Asidik pomzanın yoğunluğu 0.5-1 g/cm3, bazik pomzanın yoğunluğu ise 1-2 g/cm3’dür. Pomza sterildir, kimyasal reaksiyon vermez ve pastörizasyonda yapısal değişikliğe uğramaz. PH’sı 7-7.4’dür.Yeryüzünde yaygın olarak bulunan beyaz, kirli beyaz renkte olan asidik pomzadır. Kahverengimsi ve siyahımsı renkte olanı ise bazik pomzadır. Nevşehir, Kayseri, Bitlis, Van, Ağrı ve Kars’ta bulunan ve detaylı olarak jeolojik etüdü yapılmış olan yataklar asidik pomza yataklarıdır. Van, Bitlis, Ağrı, Urfa, Mardin ve Niğde’deki bazı küçük yerleşim merkezlerindeki pomza yatakları Manisa Kula’da olduğu gibi bazik karakterlidir. Pomzanın tane iriliği 1-5 mm arasında değişir. Fazlaca sülfat içerebilir, ancak yıkanarak sülfat bileşiklerinden arındırılabilir. Normalde açıktaki pomza yığınlarının yağmurlarla yıkanarak temizlenmesi de söz konusudur. Tarımsal amaçlı kullanımdan önce özellikle çok küçük parçalardan arınması için elenmesi gereklidir.
Pomzanın kimyasal özelliği ocaktan ocağa az yada çok değişim gösterirse de genelde aşağıda verildiği gibidir.
Al203 % 13-15 Fe203 %1-3 Ca0 % 1-2 Mg0 % 1-2
Na20 % 2-5 K20 % 3-4 SiO2 % 60-75
İz miktarda bulunan K, Ca, Mg gibi makro, Fe, Cu, ve Zn gibi mikro elementler bitkiye yarayışsız formdadır yada bitkiye yarayışlılık sınırları çok düşüktür (Çeltek, 1992).
2.2. Organik Ortamlar
2.2.1.Torf (Peat)
Torf bilindiği gibi turba yataklarından elde edilir. Turba, ıslak ortamlarda, bataklıklarda hızla gelişen turba bitkilerinin bıraktıkları artıkların havasız koşullarda yığınlar halinde birikmesinden oluşur. Turbalar ortam ve bitki çeşidine bağlı olarak farklı tiplerde olabilirler. Örneğin çökelti turbalar kamış, su laleleri gibi bitkilerin devamlı su bulunan bitki besinlerince zengin çukurlarda oluşmasına karşın, lifli turbalar nemli, yağışı bol ve serin, bitki besin maddelerince fakir yerlerde, fukara saçı, tüy otu gibi spagnum tipi yosunların humuslaşması sonucu oluşurlar. Besin maddesi içerdiği düşünülürse de bu besin maddelerinin parçalanıp yarayışlı hale geçmesi çok uzun sürer, mikroorganizmalarca yılda maximum % 1 oranında ayrıştırılabildiği bilinir. Parçalanmanın gerçekleştiği anda da agregatlık özelliğini yitirir. Kireçli ve bitki besin maddelerince zengin ortamlarda humuslaşma daha hızlı olur. Turba profillerinde humuslaşmanın üstten alta hızlı olduğu görülür. Humusun rengiyle parçalanma derecesi arasında büyük bir ilişki vardır. Renk koyulaştıkça humuslaşmanın daha ileri olduğu anlaşılır. Tam oluşmuş bir turbada bitkileri tanımak mümkün değildir. Torf da üst üste birkaç kez kullanılabilen bir agregattır. Ancak 4 yıl sonra ortaya çıkan oturma, sıkışma kök gelişmesini olumsuz yönde etkilemeye başlar. Ülkemizde Bolu, Denizli, Van, Kahramanmaraş, Kayseri, Erzurum ve Kars yöresinde torf yatakları vardır. Genelde su tutma kapasitesi kuru ağırlığının 10 katıdır, pH’sı 3.8-4.5 arasındadır. Nispeten sterildir. Üç yetiştirme dönemi sterilize edilmeksizin kullanılabilmektedir. Bolu çevresinde çıkarılan bir torf örneğinin volüm ağırlığı 196 g/cm3, porozitesi % 84.07, su tutma kapasitesi % 360.85, pH’sı 6.6, EC’si 0.45 mmhos/cm olarak saptanmıştır (Çeltek, 1992). Bolu çevresinde çıkarılan torftaki faydalı, makro ve mikro besin elementi seviyeleri aşağıda verilmiştir.
P K Ca Mg Na Fe Cu Mn Zn
0.6 70 140 35 15 0.10 0.02 0.50 0.15
2.2.2. Ağaç Kabuğu
Ağaç kabukları da ortam kültüründe kullanılan organik agregatlar arasında yer alır. Yapılan araştırmalar başta göknar olmak üzere, çam, kayın, meşe, sekoya ve porsuk ağaçlarının kabuklarının rahatlıkla kullanılabileceği gerçeğini ortaya koymuştur. Çamlar arasında özellikle ponderosa çamı, sarı çam, sahil çamı ve akçam kabukları en çok kullanılanlardandır. Genelde kabukların su tutma güçleri çok yüksektir. Göknar kabuklarının, ağırlığının % 165’i kadar su tutabildiği, doyma noktasında bile % 31.5 hava içerdiği görülmüştür. Kabukların su tutma güçleri ile irilikleri arasında bir ilişki vardır. Kabuk irileştikçe su tutma gücü artar, ancak hava içeriği azalır. Gerek talaş ve gerekse ağaç kabukları fermente edildikten sonra kullanıldıklarında herhangi bir hastalık ya da zararlı taşıma riskleri ortadan kalkar. Çam ağaçlarının kabuklarının su tutma gücü % 218-267, volüm ağırlığı 0.245 g/cm3, porozitesi % 84, pH’sı 6.1, ve EC’si 0.20 mmhos/cm olarak saptanmıştır (Çeltek, 1992).
Hindistan cevizi sütünden ayrıldıktan sonra kabukları küçük parçalara ayrılır. Kabuktan çeşitli lifler seçilerek istenen özelliğe gelinceye kadar yıkanıp temizlenirler. Bitki yetiştirmek amacıyla seçilen bu materyale cocopeat denir (Luijk., 2001). Cocopeat hindistan cevizi tozu olup hindistan cevizinin kabuklarından elyaf çıkarıldıktan sonra kalan artıklardır (Antalya Tarım, 2002). Cocopeat Amerika, Asya ve Afrika ülkelerinde bitki yetiştirme ortamı olarak ticari amaçlı üretilmektedir (Noquera vd., 2000). Bununla birlikte kullanılan cocopeatlerin çoğu Srilanka’dan gelmektedir (Luijk., 2001). Hava ve su tutma kapasitesi çok yüksek olduğundan bitkilerin yetiştirilmesinde ideal bir ortamdır. Ayrıca ilaçlı su içinde bitki yetiştirilmesine çok uygun bir materyaldir. Islanmasıyla hava geçirme kapasitesini çok etkilemez (Antalya Tarım, 2002). Hava geçirme kapasitesi yaklaşık % 25-30’ dur. Böylece bitkilerin daha iyi ürün vermesine, bitki köklerinin hızlı gelişmesine ve bitki başına çiçek ve meyvelerin daha çok olmasına imkan sağlar. Suyu kolay çekmesi, kolay uzaklaştırmasına yol açar. Böylece daha az sıklıkla ve daha kısa sürede sulamaya ihtiyaç duyar (Antalya Tarım, 2002). Ayrıca fazla sulamadan meydana gelebilecek sulama hataları kolaylıkla tolere edilebilir (Luijik, 1999). Bunlara ilaveten gübrenin süzülme sırasında kaybı ve kullanılan su miktarı azalır (Antalya Tarım, 2002). Toplam su tutma kapasitesi peat’den daha düşüktür. Hafif asidik bir ortama sahip olup tuzluluk oranı 0.4-6,0 dS m-1 arasında değişir. İyon değişim kapasitesi 32-95 m.e/100gr’dır. C/N oranı ise yaklaşık 117 dir. Toplam porozitesi oldukça yüksek olup %90 (vol)’nın üzerindedir. Lignin ve selüloz oranı peat’den yüksek, hemiselüloz oranı düşüktür. Mineral, nitrojen, kalsiyum ve magnezyum başta olmak üzere doğal olarak kullanılabilirler. Bileşenlerinin miktarı oldukça düşüktür. Başka bir değişle fosforlar ve potasyum bileşikleri bakımından oldukça zengin bir materyaldir (Noquera vd.,2000). Cocopeat hindistan cevizinden veya kabuk tozlarından yapıldığından (Yau vd., 2000), tamamen doğal bir ortamdır. Bu yüzden ilave edildiği torf yataklarının ortamına zarar vermez (Antalya Tarım, 2002). Ancak Noquera ve arkadaşlarının (2000) yaptığı bir çalışmada cocopeat 3:1 (vol/vol) oranında sphagnum, peat ve vermikulit ile karıştırılmıştır. Bitkilerin sadece cocopeatin kullanıldığı yetiştirme ortamında, bu ortamdan daha iyi geliştiği gözlenmiştir (Noquera vd.,2000). Ayrıca hayvan ve bitkilerin yaşadığı doğal ortamı bozmadığından çevre açısından da tercih edilen bir üründür (Antalya Tarım, 2002). Hindistan cevizinin başka avantajları da vardır. Örneğin hindistan cevizi substratı toprak düzelticisi olarak toprağın üstüne dağıtılabilmektedir. Aynı amaçla kullanılan kaya yünündeki gibi problemlere yol açmaz. Yine hindistan cevizi ağaçtan toplandığı için hiçbir toprak hastalığı da içermemektedir (Antalya Tarım,2002). Bu avantajların yanı sıra ham formu olan hindistan cevizinin bitki gelişimini inhibe edici fitotoksik elementleri içerdiği bilinmektedir. Bu yüzden genelde diğer organik veya inert materyallerin karışımı kulllanılır. Bu durumu önlemek amacıyla yapılan bir çalışmada hindistan cevizine % 0.75 azot ilave edilerek bazı küf ve ağaç parçalayan mikro-fungi viz(?) leri ile 25oC üç ay biyolojik parçalanmaya tabi tutlmuştur. Böylece hindistan cevizinin C/N oranı, CEC miktarı ve humik asit oranının düştüğü gözlenmiştir. C/N oranının düşmesinin sebebi ortama N eklenmesi ve hemiseliloz, seliloz ve az miktardaki lignin bileşiklerinin karbon reaksiyonudur (Yau ve ark., 2000). Yine yapılan çalışmalarda, yetiştirilen bitki türlerinin gelişme ortamından farklı şekilde etkilendikleri belirlenmiştir. Yine Leach yöntemi ile ortamdaki tuzları uzaklaştırılan cocopeat etki ortamlarının bitki büyüme ve gelişimine etki göstermediği saptanmıştır (Noquera vd., 2000).
Orijinal hacminin 5 kat daha fazla hacme genişlediğinden denizle taşıma ücreti düşüktür. Ekonomik bir üründür ve yapısı bozulmadan uzun yıllar kullanılabilmektedir (Luijk, 2001).
3 KESME GÜL YETİŞTİRİCİLİĞİNDE TOPRAKSIZ TARIM ve BÜKME UYGULAMASI İLE İLGİLİ LİTERATÜR ÖZETLERİ
Özellikle 1970’li yıllarda ortaya çıkan enerji krizi sonucu, buhar ile toprak dezenfeksiyonu çok pahalı bir teknik haline gelmiş, kimyasal dezenfeksiyon ise yasaklanmaya başlanmış olduğu için topraksız yetiştiricilik ticari anlamda yaygın olarak kullanılmaya başlanmıştır. Zaman içerisinde diğer olumlu etkilerinin de fark edilmesiyle günümüze dek giderek yaygınlaşmıştır (Van Winden, 1988).
Ülkemizde gerçekleştirilen pek çok araştırmada; başlangıç maliyetinin daha az olması, sistemin daha kolay çalıştırılabilmesi ve kullanılan ortamın kök bölgesinde tampon görevi yapması sonucu yapılacak hatalara karşı daha fazla toleranslı olması nedeniyle, üretici bazında kullanım olanağı daha fazla olacağı düşünülen ortam kültüründe çeşitli ortamların tek başına veya karışım olarak kullanıldığı çalışmalar yürütülmüştür (Baş, 1991; Gül, 1991; Özgür, 1991; Abak ve ark., 1994; Çelikel, 1994; Varış ve Özüyaman, 1994; Paksoy, 1995; Şirin, 1995).
Ortam kültüründe kullanılan materyaller torf, talaş, ağaç kabuğu, çeltik kavuzu, yer fıstığı kabuğu gibi organik; çakıl, kum, kil, perlit, vermikulit, kaya yünü, volkan tüfü (pomza taşı), cam yünü, plastik köpük ve curuf gibi inorganik olabilir (Vendock, 1991;.Sevgican, 1999).
Carletti ve ark., (1992) tarafından Carambole gül çeşidi çam kabuğu, perlit ve kayayünü ortamlarında yetiştirilmiş, verim ve kalite açısından ortamlar arasında bir farklılık olmadığı saptanmıştır.
Kayayününde yetiştirilen Mercedes gül çeşidi 90-180-220-300 ppm N dozlarında beslenmiş, 180 ppm N dozunun en yüksek verimi vermesine karşın 300 ppm N dozuyla istatistiki anlamda bir farklılık oluşturmadığı belirlenmiştir (Hazan ve ark., 1994).
Urban ve ark. (1994) tarafından Sonia gül çeşidi kayayününde yetiştirilmiş, EC değerleriyle iklim değerlerinin su tüketimi üzerine etkisi belirlenmiştir. Sonuç olarak; su tüketiminde iklim koşullarının daha etkili olduğu saptanmıştır.
Kömür külüyle, ağaç kabuğu sırasıyla 3:1, 2:1, 1:1 oranlarında karıştırıldıktan sonra, 1:1 oranında karıştırılmış torf ve toprakla 1:1:1 oranında tekrar hazırlanıp karıştırılmıştır. Kontrol grubu olarak da 1:1:1 oranlarında toprak, kum ve torf karışımı hazırlanmıştır. Her bir ortamla doldurulmuş 19 litre hacimli saksılarda güllerden 1 yılda yetiştirme süresince 4 hasat alınmıştır. Kül ve ağaç kabuğu karışımlarının üçüncü ve dördüncü hasat döneminde kontrol ortamından daha iyi sonuç verdiği, bu ortamlarda borun arttığı, Mn ve Cu’ nun ise düştüğü belirtilmiştir. Yine bu ortamlarda bitkinin su ve gübre ihtiyacının daha fazla olduğu saptanmıştır. Adı geçen ortamların serada kesme gül yetiştiriciliğinde potansiyel ortam değerleri olarak ortaya çıktığı bildirilmiştir (Butler ve Bearce, 1995).
Gülde ortam kültürü 3, 10, 12, 30, litrelik saksılarda yürütülmüş, sonuçta; en yüksek kesme çiçek sayısı ve ağırlığınının 10 ve 30 litrelik hacimli saksılardan elde edildiği saptanmıştır (Bilindemon, 1998).
Cadahia ve ark. (1998) tarafından kum kültüründe 4 farklı gül çeşidinin bitki besin maddesi alımındaki farklılıkları ortaya koymak amacıyla yapılan çalışmada; çeşitlerin beslenme açısından farklı reaksiyonlar gösterdiği saptanmıştır. Çeşitlerin aynı besin solüsyonuyla beslendiği halde farklı oranlarda besin maddesi kaldırdığı tespit edilmiştir.
Lieth ve Kim (1999), kesme çiçek gül yetiştiriciliğinde optimum stratejileri belirlemek amacıyla yaptıkları bir araştırmada, geleneksel yetiştiricilik, bükme ve yetiştirme ortamlarını karşılaştırmıştır.
Kardinal ve Fire&Ice Gül Çeşitlerinden Gir Görünüm (orijinal) (Lieth, 1999)
Bükme metodu ile yetiştirilen bitkilerin geleneksel (bükülmeden, dikey terbiye edilen) metodla yetiştirilen bitkilerden daha uzun sap oluşturdukları, Kardinal gül çeşidinde cocopeat üzerinde bükme yapılarak yetiştirilen bitkilerde ortalama çiçek sapı uzunluğunun 64.9 cm ve m2’deki sürgün sayısının 284 adet, cocopeat üzerinde bükme yapılmadan yetiştirilen bitkilerde ise ortalama çiçek sapı uzunluğunun 56.1 cm, m2’deki sürgün sayısının ise 320 adet olduğu saptanmıştır. Fire&Ice çeşidinde cocopet üzerinde bükme yapılarak yetiştirilen bitkilerde ortalama sap uzunluğunun 76.1 cm, m2’deki sürgün sayısının 292 adet, cocopeat üzerinde bükme yapılmadan yetiştirilen bitkilerde ortalama çiçek sapı uzunluğu 56.1 cm ve m2’deki sürgün sayısının ise 537 adet olduğu tespit edilmiştir. Sonuç olarak bükme işlemi ile daha kaliteli çiçeklerin elde edildiği, bükme yapılmayan bitkilerde ise verimliliğin daha fazla olduğu belirlenmiştir.
Maloupa ve ark., (1999), serada perlit-zeolit karışımları üzerinde yetiştirilen Madelon güllerinin verim ve kalitesini belirlemek amacıyla yaptığı bir araştırmada; 100:0, 25:75, 50:50 ve 75:25 oranlarında zeolit ve perlit içeren ortamlar kullanılmış, sonuçta; 25:75 oranındaki zeoliterlit ortamının daha fazla sayıda çiçek ve çiçek sapı uzunluğu (>70 cm ve 50-60 cm) oluşturduğu saptanmıştır.
Okhawa ve ark., (1999), kesme gül yetiştiriciliğinde yetiştirme tekniklerinden bükme uygulamasının etkilerini belilemek amacıyla yaptıkları bir çalışmada; dip sürgünleri gelişmelerinin başlangıcında kıvırarak bükmüşler ve büküm yerinin altından büyüyen kalın sürgünleri ise kesme çiçek olarak hasat etmişlerdir. Bu sürgünler geleneksel metoda göre pinç alma yerine kesildiği için gül saplarının böylelikle daha kalın, daha uzun ve daha kaliteli olduğu belirlenmiştir. Bükme metodunun kullanılmasıyla bir bitkiden daha az sayıda gül kesilmesine rağmen birim alana düşen çiçek sayısının dikim sıklığının artırılmasıyla artırılabileceği, bükme metodu ile geleneksel metotlar karşılaştırıldığında, bükme uygulaması ile kesme gül yetiştiriciliği ve hasadının daha kolay olduğu belirtilmiştir.
Sarkka ve Rita (1999), Mercedes ve Frisco gül çeşitlerinde bükme uygulaması ve budamanın verim ve kalite üzerine etkilerini araştırmıştır. Dört haftalık bir dinlenme periyodundan sonra 1.5 yaşındaki Mercedes ve Frisco gül çeşitlerinde sürgünlerin bir kısmı budanmış, bir kısmı da aşağıya yatay bir şekilde bükülmüştür. Hasatta flaştaki kör sürgünlerin bir kısmı bükülmüş bir kısmı da kesilmiştir. Araştırmada beş flaş incelenmiş, birinci ve ikinci flaş (1 Şubat-20 Nisan) süresince ilave ışık verilmiştir. Sonuçta; birinci flaşta her iki çeşidin verimlerinin daha yüksek olduğu, kör sürgün oranının kışın bükme uygulanan bitkilerde budama yapılan bitkilerden daha düşük olduğu, toplam gelişen sürgün sayısının ise yetiştirme tekniğiyle az etkilendiği saptanmıştır. Bükme veya kör sürgünlerin kesilmesinin Mercedes çeşidinde verimi artırırken Frisco çeşidinde verimi artırmadığı, bükme ile çiçekli sürgünlerin yüksekliğinin, bazı flaşlarda ise ticari verim kalitesinin arttığı belirlenmiştir. Mercedes çeşidinde budama ile sadece birinci flaştaki ilk çiçeklenmede kışın bükülen bitkilerden daha fazla verim alındığı, yetiştirme metodunun ise her iki çeşidin vazo ömrünü etkilemediği saptanmıştır. Zorlamanın başlangıcında kışın bükülen sürgünlerin faydalı olduğu, uzun saplı sürgünler arzu edildiğinde Mercedes gibi daha zayıf gelişen çeşitler için hasatta kör sürgünlerin bükülmesinin faydalı olacağı belirtilmiştir.
Ortam kültürü ya kullanılan ortamların ya da ortamların konulduğu yerlerin adıyla anılır. Örneğin; kum kültürü, çakıl kültürü, kaya yünü kültürü, torf kültürü veya yatak kültürü, paket kültürü, torba kültürü ve saksı kültürü şeklinde isimlendirilir. Genelde ortam kültüründe sistemlerin kurulması ve çalıştırılması daha kolaydır. Besin eriyiği açık sistem şeklinde verildiği için ve drene olan besin solüsyonu atıldığından dolayı konsantrasyon ve besin dengeleri her uygulamada aynıdır (Sevgican, 1999).
Akat (2001), örtüaltı gül yetiştiriciliğinde farklı yetiştirme ortamlarının gelişme ve çiçek verimi üzerine ektilerini araştırmıştır. Araştırmada; Smart gül çeşidi ve yetiştirme ortamı olarak da 4 ortam (çam kabuğu, pomza (0-7 mm), 1:1 torf+perlit ve 1:1:1: oranlarında torf+perlit karışımı+pomza+çam kabuğu=karışım) kullanılmıştır. Vegetatif dönemde karışım ve torf+perlit ortamında yetişen bitkilerin daha erken gelişerek, bükme işlemine geldiği saptanmıştır. Çiçek sapı uzunlukları 29.5-52.0 cm arasında değişim göstermiş, çiçek verimi bakımından ise ortamlar arasında % 5’e göre farklılık saptanmıştır. Maksimum toplam çiçek verimi 9.13 adet/bitki ile torf+perlit ortamından elde edilmiş, bunu karışım ortamı 8.40 adet/bitki ile izlemiştir. Sonuç olarak; tüm ortamların karışımı ve torf+perlit karışım ortamlarının ilk gelişim döneminden itibaren bitki gelişimi, kalite kriterleri ve verim bakımından diğer ortamlardan daha iyi sonuç verdikleri belirlenmiştir.
Hoog ve ark (2001), güllerin verim ve kalitesi üzerine bitki sıklığı, bükme ve hasat metotlarının etkilerini araştırmıştır. Araştırıcılar, Hollanda’daki modern gül üreticilerinin gittikçe artan bir oranda yüksek sistemleri kullanmaya başladıklarını, bu sistemde bitkilerin toprak seviyesinin üzerinde suni kök ortamlarında yetiştirildiklerini bildirmişlerdir. Bükülen dallar için boş alan yaratıldığı ve çalışma şartlarının iyileştirildiği belirtilmiştir. Bu sistemin kullanılmasıyla yetiştiricilerin alışık oldukları bitki şeklinin dışında yeni bir şekil oluştuğu, hasadın bitkinin sap dibine yakın veya çok yakın yapıldığında gülün tacının oldukça küçük kaldığı bildirilmiştir. Hollanda’da kullanılan yetiştirme sistemlerinde dalların düzenli olarak büküldüğü, bükmenin ise bitkinin ışıktan faydalanmasını artırdığı bildirilmiştir. Daha fazla ve düzenli bükülen dalların çeşitlere göre farklılık göstermesine rağmen daha az sayıda verim verdiği fakat güllerin ortalama sap ağırlıklarının ise daha yüksek olduğu saptanmıştır. Verimin (kg/m2) çeşitlere göre farklılık gösterdiği, bükmenin etkisinin ise sadece Frisco çeşidinde gözlendiği, Yaprak Alan Indeksinin (Leaf Area Index=LAI) bitki başına ve sezona göre farklılık gösterdiği ve her zaman bükmeyle etkilenmediği tespit edilmiştir. Bükülen dallar üzerindeki yaprakların daha yüksek bir fotosentetik fotosistem 2 etkisi gösterdiği, (fotosistem 2 olmazsa bitkiler gıda üretemez) bükülen saplar üzerindeki yaprakların hasat edilebilir dik saplar üzerindeki yaprakların sıcaklığından yaklaşık 1oC daha düşük olduğu saptanmıştır.
Lieth ve Kim (2001) tarafından yapılan bir araştırmada; , Rosa hybrida “Kardinal” ve “Fire&Ice” gül çeşitlerinin kesme çiçek verimleri tansiyometreye dayalı bir sulama sistemi ile sulanan cocopeat ve geleneksel UC karışım ortamları ile bükme ve geleneksel taç sistemleri arasında karşılaştırılmıştır. Verimlilik ve kaliteyi belirlemek amavıyla Eylül 1997’den Ağustos 1999’a kadar bütün hasat edilebilir çiçekli sürgünlerin sayısı ve uzunluğu ölçülmüş, sürgün bükmenin her iki çeşitte de hasat edilebilir sürgün sayısını azalttığı, ortalama çiçek sapı uzunluğu ve kuru madde oranını ise artırdığı saptanmıştır. Cocopeat’te yetiştirilen Fire&Ice bitkileri UC karışımında yetiştirilen bitkilerden daha fazla sayıda hasat edilebilir çiçekli sürgün verirken, Kardinal çeşidinde ise her iki uygulama arasında hasat edilebilir sürgün sayısında herhangi bir farklılık göstermediği belirlenmiştir. Her iki çeşidin cocopeat ve UC karışım ortamlarında sap uzunluğu ve kuru madde oranı bakımından farklılık göstermediği belirlenmiştir. Yapılan ekonomik değer analizinde Fire&Ice çeşidinde sürgün bükmeyle oluşan sap uzunluklarındaki artışın birim alandaki sürgün sayısındaki azalmadan dolayı meydana gelen ekonomik kaybı dengelemediği, Kardinal çeşidinde ise bükülen ve bükülmeyen sürgünler arasında ekonomik açıdan önemli bir farklılık olmadığı saptanmıştır. Bir çok gül üreticisi tarafından yaygın olarak kullanılan bükme tekniği ve cocopeat ortamı kombinasyonunun diğer uygulama kombinasyonları üzerinde ekonomik açıdan önemli iyileştirmeler meydana getirmediği, bununla birlikte kısa saplı güllerin arzu edilmediği pazarlarda ekstra ve uzun saplı güllerin önemli bir değer kazandığı ve böylece bükme ile daha yüksek bir kazanç elde edilebileceği belirtilmiştir.
Maloupa ve ark. (2001), iki gül çeşidinin verim ve kalitesini belirlemek amacıyla yaptıkları bir araştırmada; cocopeat, perlit-cocopeat (3:1) ve perlit-zeolit (3:1) ortamları üzerinde Bianca ve First Red gül çeşitlerini yetiştirmiştir. Sonuçta; kullanılan üç yetiştirme ortamı ve iki çeşidi arasında farklılıklar saptandığı, First Red çeşidinin cocopeat ve cocopeat-perlit karışımı üzerinde daha iyi çiçek kalitesi verirken, Bianca çeşidinin perlit-cocopeat ve perlit-zeolit ortamları üzerinde daha verimli olduğu saptanmıştır. Farklı ortamlar üzerinde yetiştirilen bitkiler arasında ise fizyolojik parametrelerde önemli farklılıklar bulunmadığı belirtilmiştir.
Pien ve ark., (2001), bükülen gül sürgünlerinde yaprak alan indeksinin optimizasyonunu araştırmıştır. Kesme gül yetiştiriciliğinde bükme tekniğinin çiçeklenen gül sürgünlerinin verim ve kalitesini artırdığından dolayı bu uygulamanın büyük bir başarı sağladığı, bu başarının genellikle bükülen sürgünler üzerindeki fotosentez yaprakları tarafından çiçeklenen sürgüne yüksek bir karbonhidrat içeriği sağlamasından kaynaklandığı belirtilmiştir. Bununla birlikte gölgelenmiş (ve daha yaşlı) yaprakların fotosentez oranının azaldığı, bunun sonucu olarak en altta bükülen sürgünlerin özellikle düşük tabii ışık yoğunluklarında karbon artışına yardım edemedikleri bildirilmiştir. Şubat ayında Rosa hybrida “Frisco” gül çeşidinde bükülen sürgünlerin yaprak kütlesinin altında, ortasında ve üzerinde fotosentetik foton flux yağunluğu (photosynthetic photon flux density=PPFD) ölçülmüştür. Bükülen sürgünlerin yaprak alan indeksi (Leaf Area Index=LAI) aynı zamanda kaydedilmiş ve bükülen sürgünlerin yaprak alan indeksinin yaprak tabakasının ortasında 1.5-2 iken, bükülen sürgünlerin altında 4-5 olduğu tespit edilmiştir. Fotosentez oranı bükülen sürgünlerin yaprak seviyesinin altındaki ve üstündeki yapraklar için farklı ışık yoğunluklarında ölçülmüştür. Büküm tabakasının altındaki doymuş fotosentez oranının azaldığı, bükülen sürgünlerin üstündeki yapraklar için ise % 15’lik bir CO2 değişiminin ölçüldüğü saptanmıştır. Gece solunum oranının azaldığı ve ışık kompensasyon noktasının büküm tabakasının altındaki yapraklarda arttığı belirlenmiştir. Sınırlanmış ışık şartlarında daha alt tabakadaki ışık yoğunluğu ışık kompensasyon noktasının altına düşebilir, bu nedenle daha aşağıdaki yaprak tabakasının karbon dengesi olumsuz olabilir. Daha aşağıdaki büküm tabakasının bükülen sürgünlerin toplam karbon artışına yardımının olumsuz olduğu belirtilmiştir. Bu nedenle onun yaprak alan indeksini sınırlamak daha iyi olabilirdi. Araştırma sonuçlarına dayanarak bükülen sürgünler üzerindeki fotosentez yapraklarının miktarını optimize etmek için, bükülen gül sürgünlerinde yaprak alan indeksinin 1-3.5 arasında tavsiye edildiği belirtilmiştir.
Ryan ve Erwin (2001), Rosa x hybrida L.’nin çiçek kalitesine taç şeklinin etkilerini belirlemek amacıyla yaptıkları bir araştırmada; iki farklı üretim sistemi kullanılarak yetiştirilen kesme güllerin hasat sonrası ömrü ve kalitesindeki farklılıkları belirlenmiştir. Kardinal gül çeşidi sürgün bükme ve geleneksel olarak dikey terbiye edilen sistemde hydroponic bir solüsyonla sulanan kayayünü ortamında yetiştirilmiş, çiçekler 16 Haziran 2000’den 7 Eylül 2000 tarihine kadar iki haftalık periyotlarla hasat edilmiştir. Bütün hasat tarihlerinde sap uzunluklarının geleneksel sistemde 44.5- 54.5 cm arasında, bükülen sürgünlerde ise 68.1-82.1 cm arasında değiştiği saptanmıştır. Çiçek büyüklüğünün bükülen sürgünlerde azaldığı, fakat geleneksel dikey sistemde Hazirandan Eylüle kadar azalmadığı belirlenmiştir. Bununla birlikte bütün hasatlarda çiçek çapının bükülen sürgünler üzerinden hasat edilen sürgünler üzerinde, geleneksel sistemde yetiştirilen bitkilerdeki sürgünler üzerindekilerden % 14 daha büyük olduğu, taç yönetim sistemi ve hasat tarihlerinin vazo ömrüne etkisinin olmadığı, çiçeklerin vazo ömürlerinin ise 9-13 gün arasında değiştiği tespit edilmiştir.
Tjosvold (2001.), tarla toprağında yetiştirilen ticari sera güllerinin verim ve kalitesi üzerine sürgün bükme uygulamasının etkilerini araştırmıştır. Araştırıcı, gül üreticilerinin umumiyetle eski geleneksel dikimleri tamamen kaldırarak, üretimi bükmenin kullanıldığı bir terbiye sistemi ve containerlerde topraksız kültüre dönüştürmek için sera boşluklarını kullanmanın çok büyük faydaları olduğunun farkına vardıklarını, fakat bu sisteme dönüştürme işleminin pahalı ve bazı çevresel etkilere sahip olduğunu bildirmektedir. Bu amaçla araştırmada toprakta yetiştirilmiş ve geleneksel terbiye edilmiş 8 yaşındaki ticari sera gülleri başarılı bir şekilde bükme sistemine dönüştürülmüştür. Beş gül çeşidinin bulunduğu seradaki bitkilere hem bükme hem de geleneksel terbiye sistemi uygulanmış, her iki sisteminde de verim ve kalite bir yıl süreyle gözlenmiştir. Sonuç olarak; bükme uygulamasıyla üretimin 4 çeşitte % 2-22 oranında, taze ağırlığın ise % 2.8-10.2 oranında arttığı, bir çeşitte üretimin % 13 oranında, taze ağırlığın ise % 8.8 oranında azaldığı saptanmıştır. Bükme uygulaması ile sap uzunluğunun 3 çeşitte % 1.3-3.9 oranında arttığı, iki çeşitte ise % 0.7-0.8 oranında azaldığı belirlenmiştir. Sonuçta; önemli çeşitlerin verim ve kalitesi üzerine sadece bükmenin olumlu bir etkiye sahip olduğu belirtilmiştir.
devamı gelecek
Süs bitkileri sektörü; kesme çiçek yetiştiriciliği, iç mekan süs bitkileri yetiştiriciliği, dış mekan süs bitkileri yetiştiriciliği ve doğal çiçek soğanları olmak üzere dört grup altında incelenir. Kesme çiçek kavramı; buket, sepet, çelenk ve arajmanlarda kullanılan, çiçek gonca, dal ve yaprakların taze, kurutulmuş, boyanmış veya ağartılmış olarak kullanıma sunulmuş durumlarını ifade etmektedir. Bu ürünlerin yetiştirilmesi, toplanması, hasat sonrası işlemler, sınıflandırılması, ambalajlanması, depolanması ve pazarlanması gibi faaliyetlerin tümü kesme çiçek konuları içinde yer almaktadır (Özzambak, 2001).
Üretimi ve ticareti yapılmakta olan birçok kesme çiçek türü mevcut olmakla birlikte, dünya üretimi ve ticaretinde en ön sırada yer alan başlıca dört tür; karanfil, gül, krizantem ve glayöl’dür (Türkay, 2000). Ülkemizde toplam süs bitkileri sektörü içinde kesme çiçekler 15280 da alan ve % 70.3’lük pay ile ilk sırada yer almaktadır (Anon., 2000a). 1995 yılında 280 milyon adet (dal) olan kesme çiçek üretimimiz, 1999 yılında 407.8 milyon adete (dal) yükselmiştir. Üretilen bu çiçeğin 231 milyon adeti (% 56) iç pazarda değerlendirilmiş, 175 milyon adeti ise (% 44) yurt dışına ihraç edilmiştir. Türkiye’de üretilen kesme çiçeğin ülkemiz süs bitkileri ticaretinde yeri incelendiğinde kesme çiçekler 21.0 milyon $ iç tüketim, 20.0 milyon $ ihracat olmak üzere toplam 41.0 milyon $ değer ile üretim alanında olduğu gibi ilk sırada yer almaktadır (Özzambak, 2001).
Ülkemizde üretilen kesme çiçeğin türler bazında dağılımını incelediğimizde (Çizelge 1) karanfil % 62’lik üretim payı ile birinci sırada, gül ise % 12’lik üretim payı ile ikinci sırada yer almaktadır .
Çizelge 1. Türkiye’de kesme çiçek üretiminin türlere göre dağılımı (Özzambak, 2001)
Türler Karanfil Gül Krizantem Glayöl Gerbera Diğerleri
Oran % 62 12 9.2 6.2 4.0 6.6
Günümüzde iç pazar kesme çiçek ihtiyacını karşılayan gül sektörünün ihracata yönelik adımları da yetiştiriciler için önemli bir teşvik unsurudur (Çizelge 2 ).
Çizelge 2. 1999-2001 yılları arasında kesme gül ihracat kayıtları (GTİP Bazında) (Anon., 1999, 2000b, 2001)
Yıllar/Dönem Miktar (adet) Miktar (KG) FOB
(ABD DOLARI)
1999
(01.01.1999-31.12.1999) 11.870 600 5670
2000
(01.01.2000-31.12.2000) 255.750 9.340 14.622
2001
(01.01.2001-14.10.2001) 1.069.477 54.176 113.345
Çizelge 2 incelendiğinde görüleceği üzere, 1999 yılında 11.870 adet ve 5670 FOB$ değerinde olan kesme gül ihracatımız, 2001 yılında 1.069.477 adet ve 113.345 FOB$’a yükselmiştir.
Tarımsal üretimde verimlilik çevre koşullarının kontrol edilebildiği ölçüde yükselmektedir. Bu nedenle son yıllarda çevre kontrollü tarım sistemleri giderek artan bir ivmeyle gelişme göstermektedir. Bitkisel üretimde çevre kontrollü üretimin en yaygın ve ve en etkin uygulaması seracılıktır. Sera topraklarındaki sorunlar nedeni ile topraksız yetiştiricilik dünya seracılığında önemli bir paya sahip olmuştur. Tarımsal üretimde yer alması oldukça yeni olan topraksız yetiştiriciliğin başlangıcı oldukça eskilere, 17. yy’a kadar dayanmaktadır. 1925 yılında Amerika’da seracılık endüstrisinin toprak kökenli sorunlara karşı topraksız kültür sistemi tekniğini kullanmak istediğini açıklaması üzerine araştırıcılar topraksız yetiştiriciliğin geleneksel toprakta yetiştiriciliğin yerine kullanılabileceğinin farkına varmış ve 1925-1935 yılları arasında topraksız bitki yetiştiriciliğinin uygulamaya aktarılması konusunda önemli gelişmeler kaydedilmiştir. Topraksız yetiştiriciliğin büyük çaptaki ilk uygulaması; II. Dünya savaşı sırasında (1945 yılında), Pasifik Okyanusu’ndaki adalarda (Ascention adasında) konuşlanan askerlerine taze sebze sağlamak amacı ile su ve çakıl kültürü ile sebze yetiştiren Amerikan ordusu tarafından gerçekleştirilmiştir (Harris, 1970).
1970’li yıllardan itibaren seracılığı gelişmiş ülkelerde topraksız yetiştiricilik üretime sokulmuş, 1980’li yıllarda ise hızla yayılma eğilimi göstermiş, günümüzde ise A.B.D., Japonya, Hollanda, İngiltere, Kanada, Almanya, Rusya, Avustralya, İsrail, Yeni Zelanda, Güney Afrika, Bahama Adaları, Kuveyt, Brezilya, Polonya, Singapur, Malezya, İran, Birleşik Arap Emirlikleri, Hindistan gibi ülkelerin bazılarında sera ürünlerinin bir kısmı, bazılarında ise tamamı topraksız tarım yöntemiyle gerçekleştirilmektedir (Sevgican, 2000). Bugün süs bitkilerinde dünyanın önde gelen ülkelerinden biri olan ve Avrupa ülkeleri arasında en geniş kapalı alana sahip olan Hollanda’nın seralarda yüzde yüzlere varan oranlarda topraksız kültüre geçtiği bilinmektedir. Ülkemizde ise 1980’li yılların sonlarına doğru başlanan topraksız yetiştiricilik ile ilgili çalışmalar hızla yayılma eğilimi göstermektedir. Yorulan sera topraklarıyla ülkemiz, önümüzdeki birkaç yıl içinde topraksız tarıma büyük ölçüde geçmek zorundadır.
Kesme çiçek gül yetiştiriciliği uzun süredir yapıla gelmesine rağmen, yetiştiricilikte çözümlenememiş, genelde çevre faktörlerinden kaynaklanan gülün verim ve kalitesini olumsuz etkileyen pek çok sorun vardır. Yetiştiricilikte karşılaşılan en önemli problemlerden biri topraktan kaynaklanmaktadır. Gül organik maddelerce zengin, drenajı iyi, derin, taban suyu seviyesi yüksek olmayan, iyi havalanabilen, yeterli miktarda besin maddesi içeren, PH’sı 5.5-6.3 arasında olan toprakları sever. Toprakta aranan diğer bir önemli özellik ise; hastalık ve zararlılardan ari olmasıdır. Özellikle Agrobacterium spp ve nematod gibi gül bitkisinin gelişimini engelleyen, bitkinin ekonomik ömrünü kısaltan ve verimini düşüren toprak kaynaklı mikroorganizmalar da gül yetiştiriciliğini olumsuz etkilemektedir. Gül çok yıllık ve derin köklü bir bitki olması nedeni ile topraktan kaynaklanan birçok sorunla karşı karşıya kalmaktadır. Hastalık ve zararlılar, tuzluluk, organik madde azlığı, su dengesinin yetersizliği en önemli toprak kaynaklı sorunlardır. Bunları aşmada toprağın dezenfeksiyonu, toprağa torf ilavesi, drenaj sisteminin yapılması gibi önlemler alınır. Ancak toprak kaynaklı sorunların çok büyük olması nedeniyle topraksız tarım alternatif bir yetiştiricilik olarak, gül yetiştiriciliğinde de yer almaktadır (Söhne, 1997). Gül yetiştiriciliğinde problem olan toprak kaynaklı sorunlardan kurtulmak amacıyla topraksız tarım çalışmaları önem kazanmaktadır.
Topraksız tarım ise; her türlü tarımsal üretimin, durgun veya akan besin eriyiklerinde, besin eriyiği sisinde veya besin eriyikleri ile sulanan katı ortamlarda gerçekleştirilmesidir (Sevgican, 1999). Topraksız tarım örtü altı sebze yetiştiriciliğinde daha yaygın olarak kullanılmakla birlikte, kesme çiçek üretiminde de giderek yaygınlaşmaktadır. Örneğin Antalya’da büyük bir sera işletmesi olan Antalya Tarım ve Ayer Tarım’da gül üretimi tamamen topraksız tarımda yapılmaktadır. Üretimin doğrudan besin eriyiklerinde gerçekleştirilmesi su kültürü (Hydroponic), besin eriyikleri ile sulanan perlit, kum, çakıl, kayayünü, talaş gibi ortamlarda gerçekleştirilmesi katı ortam kültürü (Agregat culture, substrat culture) olarak adlandırılır. Topraksız tarıma topraksız kültür (soilless culture, besin kültürü (nutriculture), kimyasal kültür (chemiculture) de denilmektedir. Su kültürü; durgun veya akan su kültürü ile besin çözeltisinin bitki köklerine sis halinde verildiği aeroponik şeklinde uygulanabilmektedir (Gül, 1990; Sevgican, 1999). Subsrat kültüründe ise torf, talaş, ağaç kabuğu, çeltik kavuzu, yer fıstığı kabuğu gibi organik; kum, çakıl, perlit, vermikülit, volkantüfü gibi inorganik ve kayayünü, plastik köpük gibi sentetik materyaller kullanılmaktadır (Verdonck, 1991). Subsratlar yatak-tekne, torba veya saksılar içerisine yerleştirilerek kullanılmaktadır (Gül, 1990).
Topraksız tarımın özellikle seracılıkta yaygınlaşmasının nedeni, toprak kaynaklı sorunların boyutlarının aşağıda açıklanan nedenlerden dolayı oldukça büyük olmasıdır (Gül, 1991; Sevgican, 1999)
a) Seralarda monokültür uygulamaların yaygınlığı
b) Tuzluluk,
c) Dezenfeksiyon,
d) Hastalık ve zararlılarla mücadelede dayanıklılık sorunu,
e) Açıkta yetiştiriciliğe göre daha verimli çeşitlerin kullanılması ve yetiştirme dönemlerinin daha uzun olabilmesi sonucu toprağın sömürülmesi,
f) Sera topraklarının gübre gereksinimi,
Sera yetiştiriciliğinde bu sorunları çözümlemeye yönelik uygulamaları (Gül, 1991);
1) Fazla miktarda organik ve kimyasal gübre kullanımı,
2) Sera toprağının yaz aylarında bol su ile yıkanıp işlenmesi,
3) Sürme tabanının kırılması,
4) Toprağın dezenfekte edilmesi,
5) Gerektiğinde toprak değiştirme işleminin yapılması,
6) Topraksız yetiştirme yöntemlerinin kullanılması.
Sera topraklarında ortaya çıkan bu sorunların pek çoğunu çözmenin en garantili yolu 4-5 yılda bir toprak değiştirmektir. Ancak 1 dekar seranın 20 cm derinliğindeki toprak kısmının değiştirilmesi düşünüldüğünde toprak özgül ağırlığının 1 varsayılması halinde bile 200 ton toprağa gereksinim vardır. Bu kadar toprağı bulmak ve taşıtmak hemen hemen olanaksızdır (Sevgican, 1999).
Topraksız tarımın avantajları arasında; işgücüne gereksinim azalması, üretime uygun olmayan yerlerde üretimin yapılabilmesi, bitkilerin beslenmesinin daha iyi kontrol edilebilmesi, bitki besleme ile ilgili harcama boyutunun azalması, tuzlu sulama sularından yararlanılması, kalite ve verimin daha yüksek olması, sudan ekonomi sağlaması, otomazisyona uygunluğu, tarımsal ilaç harcamalarının çok düşük olması, ekim nöbeti yapma zorunluluğu olmaması, üretimde devamlılığı sağlaması, birim alana daha fazla bitki dikilmesi erkencilik sağlaması sayılabilir (Abak ve ark., 1994; Sevgican, 1999).
Kesme çiçek gül yetiştiriciliği uzun süredir yapıla gelmesine rağmen, yetiştiricilikte çözümlenememiş, gülün verim ve kalitesini olumsuz etkileyen pek çok sorun vardır. Bu nedenle son yıllarda kesme gül yetiştiriciliğinde verim ve kaliteyi artırmak için bir çok araştırma yapılmıştır. Son yıllarda üzerinde durulan teknik uygulamalardan biriside bükme işlemidir. Bükme tekniği 1980’li yılların sonlarında Japon gül üreticileri tarafından geliştirilmiş olup buradan Hollanda, İsrail, Tayvan, Kore ve ABD’ye yayılmıştır (Ohkawa ve ark., 1999). Bükme, arzu edilmeyen sürgünlerin alttan ikinci boğum üzerinden eğilmesidir. Bükmeyle; büküm yerinin üstündeki sürgünün uzaması ve bu sürgün üzerindeki yaprak koltuklarından çıkan sürgünlerin gelişmesinin engellenmesi amaçlanmaktadır. Böylece büküm yerinin altındaki yaprak koltuklarından çıkan tomurcuklardan meydana gelen yeni sürgünlerin eğilen sürgünden de karbonhidrat sağlayarak çok daha güçlü olması hedeflenmektedir (Lieth, 1998; Lieth ve Kim, 1999).
Bükme tekniği ile hem gül yetiştirmek hem de hasat etmek geleneksel metoda göre daha kolaydır. Bir gül sürgünü büküldüğünde meydana gelen fizyolojik değişimler iyi bilinmez. Bunun en uygun açıklaması hormonal bir etkiden kaynaklandığı şeklindedir. Bir sürgün herhangi bir eğme olmaksızın dik büyüdüğünde gelişen tomurcuk gövdeden aşağıya doğru taşınan oksinleri üretir. Gövdenin tamamındaki konsantrasyon büyüme noktasının altındaki tomurcukların gelişmelerini önler. Büyüyen bir sürgünün ucunun koparılmasıyla tomurcuklarda dormansinin kırılması ve büyümenin başlaması için oksin kaynağı uzaklaştırılmış olur. Yeni gelişen sürgünler tekrar oksin üreterek altta bulunan tomurcukların gelişmesini önlerler (Lieth, 1998; Ohkawa ve ark., 1999).
Türkiye’de ticari kesme çiçek üretimi, ilk zamanlarda İstanbul ve çevresinde iç pazara dönük olarak yoğunlaşmıştır. Daha sonra uygun ekolojik koşullara sahip olan Akdeniz ve Ege Bölgelerine kaymış; Akdeniz Bölgesinde özellikle Antalya ili, üretim alanı ve miktarı yanında pazarlamadaki iyi organizasyon sayesinde ülkemizin dışa yönelik kesme çiçek satışında en önemli merkez konumuna gelmiştir. Türkiye’nin dış pazara yönelik kesme çiçek üretiminin % 87’lik kısmı bu ilden yapılmaktadır (Özkan ve ark., 1998).
2. KESME GÜL YETİŞTİRİCİLİĞİNDE EN FAZLA KULLANILAN YETİŞTİRME ORTAMLARI VE ÖZELLİKLERİ
2.1. İnorganik Ortamlar
2.1.1. Perlit
Saf silis küreciklerinden oluşan bir maddedir. Doğadan çıkarılan ve perlit eldesinde kullanılan volkanik kayaçlar öncelikle öğütülür, sonra 900-1000 oC gibi yüksek sıcaklıklarda tutulur, bu sıcaklıklarda içerdiği suyun genişlemesi sonucu mısır patlağı görünümündeki silis kürecikleri oluşur. Silis küreciklerinin hacmi genelde eski hacimlerinin 5-20 katıdır. Perlit, beyaz renkli, hafif, steril ve nötr (pH 6.5-7.5) yapıdadır. Perlit taneciklerinin bünyesinde çok küçük hava kabarcıkları vardır. Taneciklerin yüzeyi sayısız küçük boşlukla kaplıdır. Bu nedenle su tutma gücü yüksektir. Perlit gerek organik ve gerekse inorganik kökenli ortamlar arasında su tutma gücü en yüksek olan ortam olup % 229-360’ lara varan bir su tutma gücüne sahiptir. Volüm ağırlığı 0.389 g/cm3, porozitesi % 66.4, EC’ si sıfırdır (Çeltek, 1992).
Perlit tane büyüklüğüne göre 3 ana gruba ayrılır:
Çok iri taneli perlit: Taneciklerinin % 80’ i 1.5-5mm büyüklüğündedir.
İri taneli perlit: Taneciklerin % 80’ i 1.0-2.5 mm büyüklüğündedir.
İnce perlit: Taneciklerin % 80’ i 0.01-1.0 mm çapındadır.
Tane iriliği 1.5-5 mm arasındakiler turbalı karışım hazırlamada, 1-3 mm arasındakiler tohum çimlendirmede ve fide üretiminde kullanılmaktadır. Bunların hacim ağırlıkları sırasıyla g/cm3 olarak 0.085, 0.162, 0.096’dır. Hava kapasiteleri (iyice sulanıp süzüldükten sonra) sırasıyla % hacim olarak %59, %49 ve %17’dir. Havalanma bakımından en uygun olanı çok iri perlittir.
Bitki yetiştirme ortamı olarak perlitin taşıdığı üstün özellikler aşağıda özetlenmiştir (Sevgican, 1999):
- Su sadece parçacıkların yüzeyinde ve arasındaki boşluklarda tutulduğundan drenaj ve havalanma çok iyidir.
- Kuvvetli bir kapillar çekimi vardır. O nedenle suyun girişi ve hareketi kolaydır. Bitki kökleri tarafından su ve besin maddeleri rahatlıkla alınabilir.
- Sterildir ve taşınması kolaydır. Kimyasal ve biyolojik ayrışma göstermediğinden yapısı değişmez, o nedenle de daha uzun yıllar ard arda kullanılabilir.
- pH’sı nötr yani 6.75-7.5 arasındadır.
- Perlitin ısı iletkenliği çok düşüktür, o nedenle perlitten oluşan yetiştirme ortamlarında ani sıcaklık değişimleri olmaz. Bitki ani sıcaklık değişimlerinden olumsuz etkilenmez.
- Fideler perlitte sıkışmadığından kök kaybına uğramadan kolay çıkarılabilir.
- Temiz ve kokusuz olması daima tercih nedeni olmuştur.
- Bitkinin karanlık gereksinimini iyi karşılar ve bitkiye iyi destek verir.
Tek olumsuz yönü çok az miktarlarda da olsa bazı besin maddelerini içermesidir ki bu durumun beslenmeye dayalı çok hassas çalışmalarda göz ardı edilmemesi gerekir.
2.1.2. Kayayünü (Rockwool)
% 60 diabase, % 20 kireç, % 20 kömür tozu karışımının 1500-2000 0C sıcaklıktaki fırınlarda eritildikten sonra 0.5 mm’lik tabakalar halinde çıkarılarak preslenmesi sonucu elde edilir. Hızla dönen çubukların içine dökülerek çok ince ipliklere ayrılır. Soğuma sırasında sıcaklık yaklaşık 2000C’a düştüğünde, su çekme özelliği kazandırılmak için phenolresin (reçine) ilavesi yapılır, sıkıştırılarak şekillendirilir. Kayayününün gözenek oranı % 96’dır ve başlangıçta steril bir yapıya sahiptir. Isı yalıtımı için üretilen kayayünleri, fenolojik bileşikler içerdikleri için, tarımda kullanıma uygun değildir. O nedenle tarımda kullanılanlar öncelikle fenolik bileşiklerden arındırılır. Özellikle İskandinav ülkelerinde topraksız tarımda geniş çapta kullanılan kayayününün ilk bulunduğu ülke Danimarka’dır ve bu ülkedeki ticari adı Grodan’dır. Yine aynı ülkede topraksız tarımda ilk defa 1969 yılında kullanılmıştır.
Kayayününün kimyasal yapısı aşağıda verilmiştir.
Si02 % 47 Al203 % 14 Ti02 % 1
Fe203 % 8 Ca0 % 16 Mg0 %10
Mn0 %1 Na20 % 2 K20 %1
Kayayününün topraksız tarımda kullanımına neden olan üstün özellikleri aşağıda özetlenmiştir.
- Yapıştırıcı ve isotropic lifli bünye özelliği,
- Yüksek su tutma kapasitesi,
- Gözeneklilik ve oksijen zenginliği ile iyi bir kök ortamı oluşu,
- Besin eriyiklerini yüksek emme gücü ve eşit dağıtması.
Kullanım sonrası kayayününün pH’sı çok yükselir. Bazı hallerde 9-9.5’e çıkabilir. O nedenle tekrar kullanılmadan önce yıkanması veya asit ilavesiyle pH’sının düşürülmesi gereği vardır. Kayayünü büyük yetiştirme plakası ve küçük fide blokları ile tohum ekimine uygun mini blokları olmak üzere farklı büyüklüklerde pazarlanır. Büyük kayayünü plakalarının ömrünün hıyar yetiştiriciliğinde ise 5 kez kullanılmak koşuluyla 3 yıl olduğu bilinmektedir (Baş, 1991). Küçük fide bloklarının ömrü ise 1 yıldır. Tekrar kullanılacak olan kayayünü plaka ve bloklarının polietilen kılıftan çıkarıldıktan sonra sterilize edilme koşulu vardır. Sterilizasyondan sonra bazı üreticiler tekrar paketlemeyi tercih ederler.
Kayayünü ilk yıl hıyar, daha sonraki yıllar domates üretimine daha uygundur. Zira zamanla oturur, üretim sonrası kayayünü bloklarının yok edilmesi, toprakaltı suyu ve çevre kirliliğine neden olacakları için gereklidir. Ancak kayayünü atıklarını yok etmenin yolu kullanılan kayayünlerinin köklerden temizlendikten sonra tekrar kayayünü üretiminde kullanılmasıdır.
2.1.3. Volkan Tüfü (Pomza Taşı)
Pomza veya ponza adı İtalyanca’dan gelmektedir. Türkçe’de sünger taşı, köpük taşı, hışır taşı, nasır taşı ve küvek gibi adlarla bilinmektedir. Pomza, asidik ve bazik karakterli volkanik faaliyetler sonucu oluşmuş volkanik bir kayaçtır. Pomza, volkan bacasındaki gazların basınç etkisiyle patlayan volkanla birlikte fışkıran mağmanın köpük halini almasıyla oluşur. Köpük atmosfer basıncıyla aniden soğur ve katılaşarak porozite kazanır. Asidik pomzanın yoğunluğu 0.5-1 g/cm3, bazik pomzanın yoğunluğu ise 1-2 g/cm3’dür. Pomza sterildir, kimyasal reaksiyon vermez ve pastörizasyonda yapısal değişikliğe uğramaz. PH’sı 7-7.4’dür.Yeryüzünde yaygın olarak bulunan beyaz, kirli beyaz renkte olan asidik pomzadır. Kahverengimsi ve siyahımsı renkte olanı ise bazik pomzadır. Nevşehir, Kayseri, Bitlis, Van, Ağrı ve Kars’ta bulunan ve detaylı olarak jeolojik etüdü yapılmış olan yataklar asidik pomza yataklarıdır. Van, Bitlis, Ağrı, Urfa, Mardin ve Niğde’deki bazı küçük yerleşim merkezlerindeki pomza yatakları Manisa Kula’da olduğu gibi bazik karakterlidir. Pomzanın tane iriliği 1-5 mm arasında değişir. Fazlaca sülfat içerebilir, ancak yıkanarak sülfat bileşiklerinden arındırılabilir. Normalde açıktaki pomza yığınlarının yağmurlarla yıkanarak temizlenmesi de söz konusudur. Tarımsal amaçlı kullanımdan önce özellikle çok küçük parçalardan arınması için elenmesi gereklidir.
Pomzanın kimyasal özelliği ocaktan ocağa az yada çok değişim gösterirse de genelde aşağıda verildiği gibidir.
Al203 % 13-15 Fe203 %1-3 Ca0 % 1-2 Mg0 % 1-2
Na20 % 2-5 K20 % 3-4 SiO2 % 60-75
İz miktarda bulunan K, Ca, Mg gibi makro, Fe, Cu, ve Zn gibi mikro elementler bitkiye yarayışsız formdadır yada bitkiye yarayışlılık sınırları çok düşüktür (Çeltek, 1992).
2.2. Organik Ortamlar
2.2.1.Torf (Peat)
Torf bilindiği gibi turba yataklarından elde edilir. Turba, ıslak ortamlarda, bataklıklarda hızla gelişen turba bitkilerinin bıraktıkları artıkların havasız koşullarda yığınlar halinde birikmesinden oluşur. Turbalar ortam ve bitki çeşidine bağlı olarak farklı tiplerde olabilirler. Örneğin çökelti turbalar kamış, su laleleri gibi bitkilerin devamlı su bulunan bitki besinlerince zengin çukurlarda oluşmasına karşın, lifli turbalar nemli, yağışı bol ve serin, bitki besin maddelerince fakir yerlerde, fukara saçı, tüy otu gibi spagnum tipi yosunların humuslaşması sonucu oluşurlar. Besin maddesi içerdiği düşünülürse de bu besin maddelerinin parçalanıp yarayışlı hale geçmesi çok uzun sürer, mikroorganizmalarca yılda maximum % 1 oranında ayrıştırılabildiği bilinir. Parçalanmanın gerçekleştiği anda da agregatlık özelliğini yitirir. Kireçli ve bitki besin maddelerince zengin ortamlarda humuslaşma daha hızlı olur. Turba profillerinde humuslaşmanın üstten alta hızlı olduğu görülür. Humusun rengiyle parçalanma derecesi arasında büyük bir ilişki vardır. Renk koyulaştıkça humuslaşmanın daha ileri olduğu anlaşılır. Tam oluşmuş bir turbada bitkileri tanımak mümkün değildir. Torf da üst üste birkaç kez kullanılabilen bir agregattır. Ancak 4 yıl sonra ortaya çıkan oturma, sıkışma kök gelişmesini olumsuz yönde etkilemeye başlar. Ülkemizde Bolu, Denizli, Van, Kahramanmaraş, Kayseri, Erzurum ve Kars yöresinde torf yatakları vardır. Genelde su tutma kapasitesi kuru ağırlığının 10 katıdır, pH’sı 3.8-4.5 arasındadır. Nispeten sterildir. Üç yetiştirme dönemi sterilize edilmeksizin kullanılabilmektedir. Bolu çevresinde çıkarılan bir torf örneğinin volüm ağırlığı 196 g/cm3, porozitesi % 84.07, su tutma kapasitesi % 360.85, pH’sı 6.6, EC’si 0.45 mmhos/cm olarak saptanmıştır (Çeltek, 1992). Bolu çevresinde çıkarılan torftaki faydalı, makro ve mikro besin elementi seviyeleri aşağıda verilmiştir.
P K Ca Mg Na Fe Cu Mn Zn
0.6 70 140 35 15 0.10 0.02 0.50 0.15
2.2.2. Ağaç Kabuğu
Ağaç kabukları da ortam kültüründe kullanılan organik agregatlar arasında yer alır. Yapılan araştırmalar başta göknar olmak üzere, çam, kayın, meşe, sekoya ve porsuk ağaçlarının kabuklarının rahatlıkla kullanılabileceği gerçeğini ortaya koymuştur. Çamlar arasında özellikle ponderosa çamı, sarı çam, sahil çamı ve akçam kabukları en çok kullanılanlardandır. Genelde kabukların su tutma güçleri çok yüksektir. Göknar kabuklarının, ağırlığının % 165’i kadar su tutabildiği, doyma noktasında bile % 31.5 hava içerdiği görülmüştür. Kabukların su tutma güçleri ile irilikleri arasında bir ilişki vardır. Kabuk irileştikçe su tutma gücü artar, ancak hava içeriği azalır. Gerek talaş ve gerekse ağaç kabukları fermente edildikten sonra kullanıldıklarında herhangi bir hastalık ya da zararlı taşıma riskleri ortadan kalkar. Çam ağaçlarının kabuklarının su tutma gücü % 218-267, volüm ağırlığı 0.245 g/cm3, porozitesi % 84, pH’sı 6.1, ve EC’si 0.20 mmhos/cm olarak saptanmıştır (Çeltek, 1992).
Hindistan cevizi sütünden ayrıldıktan sonra kabukları küçük parçalara ayrılır. Kabuktan çeşitli lifler seçilerek istenen özelliğe gelinceye kadar yıkanıp temizlenirler. Bitki yetiştirmek amacıyla seçilen bu materyale cocopeat denir (Luijk., 2001). Cocopeat hindistan cevizi tozu olup hindistan cevizinin kabuklarından elyaf çıkarıldıktan sonra kalan artıklardır (Antalya Tarım, 2002). Cocopeat Amerika, Asya ve Afrika ülkelerinde bitki yetiştirme ortamı olarak ticari amaçlı üretilmektedir (Noquera vd., 2000). Bununla birlikte kullanılan cocopeatlerin çoğu Srilanka’dan gelmektedir (Luijk., 2001). Hava ve su tutma kapasitesi çok yüksek olduğundan bitkilerin yetiştirilmesinde ideal bir ortamdır. Ayrıca ilaçlı su içinde bitki yetiştirilmesine çok uygun bir materyaldir. Islanmasıyla hava geçirme kapasitesini çok etkilemez (Antalya Tarım, 2002). Hava geçirme kapasitesi yaklaşık % 25-30’ dur. Böylece bitkilerin daha iyi ürün vermesine, bitki köklerinin hızlı gelişmesine ve bitki başına çiçek ve meyvelerin daha çok olmasına imkan sağlar. Suyu kolay çekmesi, kolay uzaklaştırmasına yol açar. Böylece daha az sıklıkla ve daha kısa sürede sulamaya ihtiyaç duyar (Antalya Tarım, 2002). Ayrıca fazla sulamadan meydana gelebilecek sulama hataları kolaylıkla tolere edilebilir (Luijik, 1999). Bunlara ilaveten gübrenin süzülme sırasında kaybı ve kullanılan su miktarı azalır (Antalya Tarım, 2002). Toplam su tutma kapasitesi peat’den daha düşüktür. Hafif asidik bir ortama sahip olup tuzluluk oranı 0.4-6,0 dS m-1 arasında değişir. İyon değişim kapasitesi 32-95 m.e/100gr’dır. C/N oranı ise yaklaşık 117 dir. Toplam porozitesi oldukça yüksek olup %90 (vol)’nın üzerindedir. Lignin ve selüloz oranı peat’den yüksek, hemiselüloz oranı düşüktür. Mineral, nitrojen, kalsiyum ve magnezyum başta olmak üzere doğal olarak kullanılabilirler. Bileşenlerinin miktarı oldukça düşüktür. Başka bir değişle fosforlar ve potasyum bileşikleri bakımından oldukça zengin bir materyaldir (Noquera vd.,2000). Cocopeat hindistan cevizinden veya kabuk tozlarından yapıldığından (Yau vd., 2000), tamamen doğal bir ortamdır. Bu yüzden ilave edildiği torf yataklarının ortamına zarar vermez (Antalya Tarım, 2002). Ancak Noquera ve arkadaşlarının (2000) yaptığı bir çalışmada cocopeat 3:1 (vol/vol) oranında sphagnum, peat ve vermikulit ile karıştırılmıştır. Bitkilerin sadece cocopeatin kullanıldığı yetiştirme ortamında, bu ortamdan daha iyi geliştiği gözlenmiştir (Noquera vd.,2000). Ayrıca hayvan ve bitkilerin yaşadığı doğal ortamı bozmadığından çevre açısından da tercih edilen bir üründür (Antalya Tarım, 2002). Hindistan cevizinin başka avantajları da vardır. Örneğin hindistan cevizi substratı toprak düzelticisi olarak toprağın üstüne dağıtılabilmektedir. Aynı amaçla kullanılan kaya yünündeki gibi problemlere yol açmaz. Yine hindistan cevizi ağaçtan toplandığı için hiçbir toprak hastalığı da içermemektedir (Antalya Tarım,2002). Bu avantajların yanı sıra ham formu olan hindistan cevizinin bitki gelişimini inhibe edici fitotoksik elementleri içerdiği bilinmektedir. Bu yüzden genelde diğer organik veya inert materyallerin karışımı kulllanılır. Bu durumu önlemek amacıyla yapılan bir çalışmada hindistan cevizine % 0.75 azot ilave edilerek bazı küf ve ağaç parçalayan mikro-fungi viz(?) leri ile 25oC üç ay biyolojik parçalanmaya tabi tutlmuştur. Böylece hindistan cevizinin C/N oranı, CEC miktarı ve humik asit oranının düştüğü gözlenmiştir. C/N oranının düşmesinin sebebi ortama N eklenmesi ve hemiseliloz, seliloz ve az miktardaki lignin bileşiklerinin karbon reaksiyonudur (Yau ve ark., 2000). Yine yapılan çalışmalarda, yetiştirilen bitki türlerinin gelişme ortamından farklı şekilde etkilendikleri belirlenmiştir. Yine Leach yöntemi ile ortamdaki tuzları uzaklaştırılan cocopeat etki ortamlarının bitki büyüme ve gelişimine etki göstermediği saptanmıştır (Noquera vd., 2000).
Orijinal hacminin 5 kat daha fazla hacme genişlediğinden denizle taşıma ücreti düşüktür. Ekonomik bir üründür ve yapısı bozulmadan uzun yıllar kullanılabilmektedir (Luijk, 2001).
3 KESME GÜL YETİŞTİRİCİLİĞİNDE TOPRAKSIZ TARIM ve BÜKME UYGULAMASI İLE İLGİLİ LİTERATÜR ÖZETLERİ
Özellikle 1970’li yıllarda ortaya çıkan enerji krizi sonucu, buhar ile toprak dezenfeksiyonu çok pahalı bir teknik haline gelmiş, kimyasal dezenfeksiyon ise yasaklanmaya başlanmış olduğu için topraksız yetiştiricilik ticari anlamda yaygın olarak kullanılmaya başlanmıştır. Zaman içerisinde diğer olumlu etkilerinin de fark edilmesiyle günümüze dek giderek yaygınlaşmıştır (Van Winden, 1988).
Ülkemizde gerçekleştirilen pek çok araştırmada; başlangıç maliyetinin daha az olması, sistemin daha kolay çalıştırılabilmesi ve kullanılan ortamın kök bölgesinde tampon görevi yapması sonucu yapılacak hatalara karşı daha fazla toleranslı olması nedeniyle, üretici bazında kullanım olanağı daha fazla olacağı düşünülen ortam kültüründe çeşitli ortamların tek başına veya karışım olarak kullanıldığı çalışmalar yürütülmüştür (Baş, 1991; Gül, 1991; Özgür, 1991; Abak ve ark., 1994; Çelikel, 1994; Varış ve Özüyaman, 1994; Paksoy, 1995; Şirin, 1995).
Ortam kültüründe kullanılan materyaller torf, talaş, ağaç kabuğu, çeltik kavuzu, yer fıstığı kabuğu gibi organik; çakıl, kum, kil, perlit, vermikulit, kaya yünü, volkan tüfü (pomza taşı), cam yünü, plastik köpük ve curuf gibi inorganik olabilir (Vendock, 1991;.Sevgican, 1999).
Carletti ve ark., (1992) tarafından Carambole gül çeşidi çam kabuğu, perlit ve kayayünü ortamlarında yetiştirilmiş, verim ve kalite açısından ortamlar arasında bir farklılık olmadığı saptanmıştır.
Kayayününde yetiştirilen Mercedes gül çeşidi 90-180-220-300 ppm N dozlarında beslenmiş, 180 ppm N dozunun en yüksek verimi vermesine karşın 300 ppm N dozuyla istatistiki anlamda bir farklılık oluşturmadığı belirlenmiştir (Hazan ve ark., 1994).
Urban ve ark. (1994) tarafından Sonia gül çeşidi kayayününde yetiştirilmiş, EC değerleriyle iklim değerlerinin su tüketimi üzerine etkisi belirlenmiştir. Sonuç olarak; su tüketiminde iklim koşullarının daha etkili olduğu saptanmıştır.
Kömür külüyle, ağaç kabuğu sırasıyla 3:1, 2:1, 1:1 oranlarında karıştırıldıktan sonra, 1:1 oranında karıştırılmış torf ve toprakla 1:1:1 oranında tekrar hazırlanıp karıştırılmıştır. Kontrol grubu olarak da 1:1:1 oranlarında toprak, kum ve torf karışımı hazırlanmıştır. Her bir ortamla doldurulmuş 19 litre hacimli saksılarda güllerden 1 yılda yetiştirme süresince 4 hasat alınmıştır. Kül ve ağaç kabuğu karışımlarının üçüncü ve dördüncü hasat döneminde kontrol ortamından daha iyi sonuç verdiği, bu ortamlarda borun arttığı, Mn ve Cu’ nun ise düştüğü belirtilmiştir. Yine bu ortamlarda bitkinin su ve gübre ihtiyacının daha fazla olduğu saptanmıştır. Adı geçen ortamların serada kesme gül yetiştiriciliğinde potansiyel ortam değerleri olarak ortaya çıktığı bildirilmiştir (Butler ve Bearce, 1995).
Gülde ortam kültürü 3, 10, 12, 30, litrelik saksılarda yürütülmüş, sonuçta; en yüksek kesme çiçek sayısı ve ağırlığınının 10 ve 30 litrelik hacimli saksılardan elde edildiği saptanmıştır (Bilindemon, 1998).
Cadahia ve ark. (1998) tarafından kum kültüründe 4 farklı gül çeşidinin bitki besin maddesi alımındaki farklılıkları ortaya koymak amacıyla yapılan çalışmada; çeşitlerin beslenme açısından farklı reaksiyonlar gösterdiği saptanmıştır. Çeşitlerin aynı besin solüsyonuyla beslendiği halde farklı oranlarda besin maddesi kaldırdığı tespit edilmiştir.
Lieth ve Kim (1999), kesme çiçek gül yetiştiriciliğinde optimum stratejileri belirlemek amacıyla yaptıkları bir araştırmada, geleneksel yetiştiricilik, bükme ve yetiştirme ortamlarını karşılaştırmıştır.
Kardinal ve Fire&Ice Gül Çeşitlerinden Gir Görünüm (orijinal) (Lieth, 1999)
Bükme metodu ile yetiştirilen bitkilerin geleneksel (bükülmeden, dikey terbiye edilen) metodla yetiştirilen bitkilerden daha uzun sap oluşturdukları, Kardinal gül çeşidinde cocopeat üzerinde bükme yapılarak yetiştirilen bitkilerde ortalama çiçek sapı uzunluğunun 64.9 cm ve m2’deki sürgün sayısının 284 adet, cocopeat üzerinde bükme yapılmadan yetiştirilen bitkilerde ise ortalama çiçek sapı uzunluğunun 56.1 cm, m2’deki sürgün sayısının ise 320 adet olduğu saptanmıştır. Fire&Ice çeşidinde cocopet üzerinde bükme yapılarak yetiştirilen bitkilerde ortalama sap uzunluğunun 76.1 cm, m2’deki sürgün sayısının 292 adet, cocopeat üzerinde bükme yapılmadan yetiştirilen bitkilerde ortalama çiçek sapı uzunluğu 56.1 cm ve m2’deki sürgün sayısının ise 537 adet olduğu tespit edilmiştir. Sonuç olarak bükme işlemi ile daha kaliteli çiçeklerin elde edildiği, bükme yapılmayan bitkilerde ise verimliliğin daha fazla olduğu belirlenmiştir.
Maloupa ve ark., (1999), serada perlit-zeolit karışımları üzerinde yetiştirilen Madelon güllerinin verim ve kalitesini belirlemek amacıyla yaptığı bir araştırmada; 100:0, 25:75, 50:50 ve 75:25 oranlarında zeolit ve perlit içeren ortamlar kullanılmış, sonuçta; 25:75 oranındaki zeoliterlit ortamının daha fazla sayıda çiçek ve çiçek sapı uzunluğu (>70 cm ve 50-60 cm) oluşturduğu saptanmıştır.
Okhawa ve ark., (1999), kesme gül yetiştiriciliğinde yetiştirme tekniklerinden bükme uygulamasının etkilerini belilemek amacıyla yaptıkları bir çalışmada; dip sürgünleri gelişmelerinin başlangıcında kıvırarak bükmüşler ve büküm yerinin altından büyüyen kalın sürgünleri ise kesme çiçek olarak hasat etmişlerdir. Bu sürgünler geleneksel metoda göre pinç alma yerine kesildiği için gül saplarının böylelikle daha kalın, daha uzun ve daha kaliteli olduğu belirlenmiştir. Bükme metodunun kullanılmasıyla bir bitkiden daha az sayıda gül kesilmesine rağmen birim alana düşen çiçek sayısının dikim sıklığının artırılmasıyla artırılabileceği, bükme metodu ile geleneksel metotlar karşılaştırıldığında, bükme uygulaması ile kesme gül yetiştiriciliği ve hasadının daha kolay olduğu belirtilmiştir.
Sarkka ve Rita (1999), Mercedes ve Frisco gül çeşitlerinde bükme uygulaması ve budamanın verim ve kalite üzerine etkilerini araştırmıştır. Dört haftalık bir dinlenme periyodundan sonra 1.5 yaşındaki Mercedes ve Frisco gül çeşitlerinde sürgünlerin bir kısmı budanmış, bir kısmı da aşağıya yatay bir şekilde bükülmüştür. Hasatta flaştaki kör sürgünlerin bir kısmı bükülmüş bir kısmı da kesilmiştir. Araştırmada beş flaş incelenmiş, birinci ve ikinci flaş (1 Şubat-20 Nisan) süresince ilave ışık verilmiştir. Sonuçta; birinci flaşta her iki çeşidin verimlerinin daha yüksek olduğu, kör sürgün oranının kışın bükme uygulanan bitkilerde budama yapılan bitkilerden daha düşük olduğu, toplam gelişen sürgün sayısının ise yetiştirme tekniğiyle az etkilendiği saptanmıştır. Bükme veya kör sürgünlerin kesilmesinin Mercedes çeşidinde verimi artırırken Frisco çeşidinde verimi artırmadığı, bükme ile çiçekli sürgünlerin yüksekliğinin, bazı flaşlarda ise ticari verim kalitesinin arttığı belirlenmiştir. Mercedes çeşidinde budama ile sadece birinci flaştaki ilk çiçeklenmede kışın bükülen bitkilerden daha fazla verim alındığı, yetiştirme metodunun ise her iki çeşidin vazo ömrünü etkilemediği saptanmıştır. Zorlamanın başlangıcında kışın bükülen sürgünlerin faydalı olduğu, uzun saplı sürgünler arzu edildiğinde Mercedes gibi daha zayıf gelişen çeşitler için hasatta kör sürgünlerin bükülmesinin faydalı olacağı belirtilmiştir.
Ortam kültürü ya kullanılan ortamların ya da ortamların konulduğu yerlerin adıyla anılır. Örneğin; kum kültürü, çakıl kültürü, kaya yünü kültürü, torf kültürü veya yatak kültürü, paket kültürü, torba kültürü ve saksı kültürü şeklinde isimlendirilir. Genelde ortam kültüründe sistemlerin kurulması ve çalıştırılması daha kolaydır. Besin eriyiği açık sistem şeklinde verildiği için ve drene olan besin solüsyonu atıldığından dolayı konsantrasyon ve besin dengeleri her uygulamada aynıdır (Sevgican, 1999).
Akat (2001), örtüaltı gül yetiştiriciliğinde farklı yetiştirme ortamlarının gelişme ve çiçek verimi üzerine ektilerini araştırmıştır. Araştırmada; Smart gül çeşidi ve yetiştirme ortamı olarak da 4 ortam (çam kabuğu, pomza (0-7 mm), 1:1 torf+perlit ve 1:1:1: oranlarında torf+perlit karışımı+pomza+çam kabuğu=karışım) kullanılmıştır. Vegetatif dönemde karışım ve torf+perlit ortamında yetişen bitkilerin daha erken gelişerek, bükme işlemine geldiği saptanmıştır. Çiçek sapı uzunlukları 29.5-52.0 cm arasında değişim göstermiş, çiçek verimi bakımından ise ortamlar arasında % 5’e göre farklılık saptanmıştır. Maksimum toplam çiçek verimi 9.13 adet/bitki ile torf+perlit ortamından elde edilmiş, bunu karışım ortamı 8.40 adet/bitki ile izlemiştir. Sonuç olarak; tüm ortamların karışımı ve torf+perlit karışım ortamlarının ilk gelişim döneminden itibaren bitki gelişimi, kalite kriterleri ve verim bakımından diğer ortamlardan daha iyi sonuç verdikleri belirlenmiştir.
Hoog ve ark (2001), güllerin verim ve kalitesi üzerine bitki sıklığı, bükme ve hasat metotlarının etkilerini araştırmıştır. Araştırıcılar, Hollanda’daki modern gül üreticilerinin gittikçe artan bir oranda yüksek sistemleri kullanmaya başladıklarını, bu sistemde bitkilerin toprak seviyesinin üzerinde suni kök ortamlarında yetiştirildiklerini bildirmişlerdir. Bükülen dallar için boş alan yaratıldığı ve çalışma şartlarının iyileştirildiği belirtilmiştir. Bu sistemin kullanılmasıyla yetiştiricilerin alışık oldukları bitki şeklinin dışında yeni bir şekil oluştuğu, hasadın bitkinin sap dibine yakın veya çok yakın yapıldığında gülün tacının oldukça küçük kaldığı bildirilmiştir. Hollanda’da kullanılan yetiştirme sistemlerinde dalların düzenli olarak büküldüğü, bükmenin ise bitkinin ışıktan faydalanmasını artırdığı bildirilmiştir. Daha fazla ve düzenli bükülen dalların çeşitlere göre farklılık göstermesine rağmen daha az sayıda verim verdiği fakat güllerin ortalama sap ağırlıklarının ise daha yüksek olduğu saptanmıştır. Verimin (kg/m2) çeşitlere göre farklılık gösterdiği, bükmenin etkisinin ise sadece Frisco çeşidinde gözlendiği, Yaprak Alan Indeksinin (Leaf Area Index=LAI) bitki başına ve sezona göre farklılık gösterdiği ve her zaman bükmeyle etkilenmediği tespit edilmiştir. Bükülen dallar üzerindeki yaprakların daha yüksek bir fotosentetik fotosistem 2 etkisi gösterdiği, (fotosistem 2 olmazsa bitkiler gıda üretemez) bükülen saplar üzerindeki yaprakların hasat edilebilir dik saplar üzerindeki yaprakların sıcaklığından yaklaşık 1oC daha düşük olduğu saptanmıştır.
Lieth ve Kim (2001) tarafından yapılan bir araştırmada; , Rosa hybrida “Kardinal” ve “Fire&Ice” gül çeşitlerinin kesme çiçek verimleri tansiyometreye dayalı bir sulama sistemi ile sulanan cocopeat ve geleneksel UC karışım ortamları ile bükme ve geleneksel taç sistemleri arasında karşılaştırılmıştır. Verimlilik ve kaliteyi belirlemek amavıyla Eylül 1997’den Ağustos 1999’a kadar bütün hasat edilebilir çiçekli sürgünlerin sayısı ve uzunluğu ölçülmüş, sürgün bükmenin her iki çeşitte de hasat edilebilir sürgün sayısını azalttığı, ortalama çiçek sapı uzunluğu ve kuru madde oranını ise artırdığı saptanmıştır. Cocopeat’te yetiştirilen Fire&Ice bitkileri UC karışımında yetiştirilen bitkilerden daha fazla sayıda hasat edilebilir çiçekli sürgün verirken, Kardinal çeşidinde ise her iki uygulama arasında hasat edilebilir sürgün sayısında herhangi bir farklılık göstermediği belirlenmiştir. Her iki çeşidin cocopeat ve UC karışım ortamlarında sap uzunluğu ve kuru madde oranı bakımından farklılık göstermediği belirlenmiştir. Yapılan ekonomik değer analizinde Fire&Ice çeşidinde sürgün bükmeyle oluşan sap uzunluklarındaki artışın birim alandaki sürgün sayısındaki azalmadan dolayı meydana gelen ekonomik kaybı dengelemediği, Kardinal çeşidinde ise bükülen ve bükülmeyen sürgünler arasında ekonomik açıdan önemli bir farklılık olmadığı saptanmıştır. Bir çok gül üreticisi tarafından yaygın olarak kullanılan bükme tekniği ve cocopeat ortamı kombinasyonunun diğer uygulama kombinasyonları üzerinde ekonomik açıdan önemli iyileştirmeler meydana getirmediği, bununla birlikte kısa saplı güllerin arzu edilmediği pazarlarda ekstra ve uzun saplı güllerin önemli bir değer kazandığı ve böylece bükme ile daha yüksek bir kazanç elde edilebileceği belirtilmiştir.
Maloupa ve ark. (2001), iki gül çeşidinin verim ve kalitesini belirlemek amacıyla yaptıkları bir araştırmada; cocopeat, perlit-cocopeat (3:1) ve perlit-zeolit (3:1) ortamları üzerinde Bianca ve First Red gül çeşitlerini yetiştirmiştir. Sonuçta; kullanılan üç yetiştirme ortamı ve iki çeşidi arasında farklılıklar saptandığı, First Red çeşidinin cocopeat ve cocopeat-perlit karışımı üzerinde daha iyi çiçek kalitesi verirken, Bianca çeşidinin perlit-cocopeat ve perlit-zeolit ortamları üzerinde daha verimli olduğu saptanmıştır. Farklı ortamlar üzerinde yetiştirilen bitkiler arasında ise fizyolojik parametrelerde önemli farklılıklar bulunmadığı belirtilmiştir.
Pien ve ark., (2001), bükülen gül sürgünlerinde yaprak alan indeksinin optimizasyonunu araştırmıştır. Kesme gül yetiştiriciliğinde bükme tekniğinin çiçeklenen gül sürgünlerinin verim ve kalitesini artırdığından dolayı bu uygulamanın büyük bir başarı sağladığı, bu başarının genellikle bükülen sürgünler üzerindeki fotosentez yaprakları tarafından çiçeklenen sürgüne yüksek bir karbonhidrat içeriği sağlamasından kaynaklandığı belirtilmiştir. Bununla birlikte gölgelenmiş (ve daha yaşlı) yaprakların fotosentez oranının azaldığı, bunun sonucu olarak en altta bükülen sürgünlerin özellikle düşük tabii ışık yoğunluklarında karbon artışına yardım edemedikleri bildirilmiştir. Şubat ayında Rosa hybrida “Frisco” gül çeşidinde bükülen sürgünlerin yaprak kütlesinin altında, ortasında ve üzerinde fotosentetik foton flux yağunluğu (photosynthetic photon flux density=PPFD) ölçülmüştür. Bükülen sürgünlerin yaprak alan indeksi (Leaf Area Index=LAI) aynı zamanda kaydedilmiş ve bükülen sürgünlerin yaprak alan indeksinin yaprak tabakasının ortasında 1.5-2 iken, bükülen sürgünlerin altında 4-5 olduğu tespit edilmiştir. Fotosentez oranı bükülen sürgünlerin yaprak seviyesinin altındaki ve üstündeki yapraklar için farklı ışık yoğunluklarında ölçülmüştür. Büküm tabakasının altındaki doymuş fotosentez oranının azaldığı, bükülen sürgünlerin üstündeki yapraklar için ise % 15’lik bir CO2 değişiminin ölçüldüğü saptanmıştır. Gece solunum oranının azaldığı ve ışık kompensasyon noktasının büküm tabakasının altındaki yapraklarda arttığı belirlenmiştir. Sınırlanmış ışık şartlarında daha alt tabakadaki ışık yoğunluğu ışık kompensasyon noktasının altına düşebilir, bu nedenle daha aşağıdaki yaprak tabakasının karbon dengesi olumsuz olabilir. Daha aşağıdaki büküm tabakasının bükülen sürgünlerin toplam karbon artışına yardımının olumsuz olduğu belirtilmiştir. Bu nedenle onun yaprak alan indeksini sınırlamak daha iyi olabilirdi. Araştırma sonuçlarına dayanarak bükülen sürgünler üzerindeki fotosentez yapraklarının miktarını optimize etmek için, bükülen gül sürgünlerinde yaprak alan indeksinin 1-3.5 arasında tavsiye edildiği belirtilmiştir.
Ryan ve Erwin (2001), Rosa x hybrida L.’nin çiçek kalitesine taç şeklinin etkilerini belirlemek amacıyla yaptıkları bir araştırmada; iki farklı üretim sistemi kullanılarak yetiştirilen kesme güllerin hasat sonrası ömrü ve kalitesindeki farklılıkları belirlenmiştir. Kardinal gül çeşidi sürgün bükme ve geleneksel olarak dikey terbiye edilen sistemde hydroponic bir solüsyonla sulanan kayayünü ortamında yetiştirilmiş, çiçekler 16 Haziran 2000’den 7 Eylül 2000 tarihine kadar iki haftalık periyotlarla hasat edilmiştir. Bütün hasat tarihlerinde sap uzunluklarının geleneksel sistemde 44.5- 54.5 cm arasında, bükülen sürgünlerde ise 68.1-82.1 cm arasında değiştiği saptanmıştır. Çiçek büyüklüğünün bükülen sürgünlerde azaldığı, fakat geleneksel dikey sistemde Hazirandan Eylüle kadar azalmadığı belirlenmiştir. Bununla birlikte bütün hasatlarda çiçek çapının bükülen sürgünler üzerinden hasat edilen sürgünler üzerinde, geleneksel sistemde yetiştirilen bitkilerdeki sürgünler üzerindekilerden % 14 daha büyük olduğu, taç yönetim sistemi ve hasat tarihlerinin vazo ömrüne etkisinin olmadığı, çiçeklerin vazo ömürlerinin ise 9-13 gün arasında değiştiği tespit edilmiştir.
Tjosvold (2001.), tarla toprağında yetiştirilen ticari sera güllerinin verim ve kalitesi üzerine sürgün bükme uygulamasının etkilerini araştırmıştır. Araştırıcı, gül üreticilerinin umumiyetle eski geleneksel dikimleri tamamen kaldırarak, üretimi bükmenin kullanıldığı bir terbiye sistemi ve containerlerde topraksız kültüre dönüştürmek için sera boşluklarını kullanmanın çok büyük faydaları olduğunun farkına vardıklarını, fakat bu sisteme dönüştürme işleminin pahalı ve bazı çevresel etkilere sahip olduğunu bildirmektedir. Bu amaçla araştırmada toprakta yetiştirilmiş ve geleneksel terbiye edilmiş 8 yaşındaki ticari sera gülleri başarılı bir şekilde bükme sistemine dönüştürülmüştür. Beş gül çeşidinin bulunduğu seradaki bitkilere hem bükme hem de geleneksel terbiye sistemi uygulanmış, her iki sisteminde de verim ve kalite bir yıl süreyle gözlenmiştir. Sonuç olarak; bükme uygulamasıyla üretimin 4 çeşitte % 2-22 oranında, taze ağırlığın ise % 2.8-10.2 oranında arttığı, bir çeşitte üretimin % 13 oranında, taze ağırlığın ise % 8.8 oranında azaldığı saptanmıştır. Bükme uygulaması ile sap uzunluğunun 3 çeşitte % 1.3-3.9 oranında arttığı, iki çeşitte ise % 0.7-0.8 oranında azaldığı belirlenmiştir. Sonuçta; önemli çeşitlerin verim ve kalitesi üzerine sadece bükmenin olumlu bir etkiye sahip olduğu belirtilmiştir.
devamı gelecek