TESKERE’NiN “T”Si

sedapinar

New member
Bir alâmete bindiğimiz kesindir de, nereye gittiğimiz belli değildir.

Irak’a şimdi girilir, özellikle Amerika istemediği zaman ve istemediği için girilir, davullarla zurnalarla girilir dedik de girmeden davul zurna çalınır demedik.

Teskere fısıltısı çıktığı ilk andan itibaren nefesimi tuttum, 24 saat bekledim..
Tık yok..

Halbuki ben dün sabah kalktığımda Allah biliyor ya birliklerimizin Kuzey Irak’tan selam gönderiyor olacağını tahmin etmiştim.
Ama öyle olmadı..

Önce Başbakan, partinin ilgili kurulunun toplantısından sonra “Teskere dâhil her şey olabilir” dedi.

Ertesi gün yine Başbakan, “Teskere hazırlığı yapıyoruz, bayramdan sonra Meclise gelebilir” dedi.

“Bayramdan sonra”ya neredeyse bir hafta var..

Eşkıya soluğu Basra’da almıştır bile..

Basra harab olduktan sonra çıkacak teskerenin ben gözünü seveyim.
Ve nihayet bu gece duyduk ki teskere metni Dışişlerinden Başbakanlığa gönderilmiş..
Başbakanlıktan Meclis’e gidecek.

Bayramdan sonra görüşülecek.. Kapsamı-sınırı ve süresi orada “tartışılıp” belli olacak.,Sonra dönüp Başbakanlık askere “direktif” verecek.

Bu direktifte de kapsam-süre ve sınır ayrıca belirtilecek..
Civciv çıkacak, kuş çıkacak.

İsrail geçtiğimiz hafta Suriye’yi vurur ve “notaya” bile cevap vermezken…

İran geçtiğimiz ay PEJAK dolayısı ile kendi sınırının Irak tarafının ve Kandil’in altını üstünü getirirken…

Kendi iç hukuklarından doğan engelleri böyle uzun ve dolambaçlı yollardan geçerek mi aşmışlardı?

Böyle dünyaya ilân mı etmişlerdi?

AB, ABD ve Rusya Türkiye’nin sınır ötesi harekâtına karşı olduklarını çeşitli kanallardan duyurmuşlar.
İyi etmişler..

İlk prensip, “baskın” artık ortadan kalkmıştır.

Bu saatten sonra asker direktifi alıp cebine koymalı ve ilerideki uygun bir zaman ve zeminde kimseye “haber vermeden” kullanmalıdır.

Genelkurmay Başkanı bir sabaha karşı ilgilileri telefonla uyandırıp; “O teskere vardı ya” demelidir, “Kullandık”..
Bu saatten sonra yakışığı budur.

Ankara’dan Kandil’e edilecek “uyarı telefonları” da ancak böyle önlenir.
Yalnız askere verilecek direktifte Büyükanıt’ın daha önce bilmek istediğini duyurduğu
şu üç şey mutlaka bulunmalıdır:

Kuzey Irak’ta; a)PKK’nın peşine düşülecektir, tamam da, b)Peşmerge ile; c) Amerikan askerleri ile karşılaşıldığı zaman ne yapılacaktır?

Ve bu arada Kuzey Irak’taki hilkat garibesinin can ve kan damarı olan Habur’un neden hâlâ kapatılmadığını; Irak’taki Amerikan birliklerinin lojistik ihtiyaçlarının % 60-70’ini karşılayan İncirlik’in faaliyetlerinin neden hâlâ askıya alınmadığını merak ediyorum..
İncirlik’i, Habur’u kapatmak ve Kuzey Irak’ın, Türkiye’de millete satılandan daha ucuza sattığımız elektriğini kesmek için teskereye filan ihtiyaç yoktur ki!
Velhâsılı kelâm..

Bana soracak olursanız; kapsamı ve sınırını bilmem ama eğer olacaksa “harekât”ın zamanının, Bayan Kübra’nın 120 milyara mâl olacağı duyurulan İstanbul’daki görkemli düğün merasimlerinden sonraya tesadüf edeceğine bahse girerim.
“Başkumandan” Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretleri de aynı şekilde “Büyük Taarruzu”, Akşehir’deki bir futbol maçıyla “perdelemişti” ya!

11 Ekim 2007

“57’iNCİ ALAY ÇANAKKALE’DE, TRABLUSGARP’TA, FİLİSTİN’DE, SAKARYA’DA

57’inci ALAY KARABAĞ’DA, KARASU’DA, KERKÜK’TE, KIBRIS’TA

57’İNCİ ALAY HERYERDE..

HEPİMİZ 57’İNCİ ALAY’IN NEFERİYİZ.”


Hüseyin MÜMTAZ

http://www.ilk-kursun.com/yazi/2007/...useyin-mumtaz
 

64general1

New member
Enis BERBEROĞLU
[email protected]

39’uncu ülke oluruz


ANKARA
BAYRAM ertesi çıkacak Kuzey Irak tezkeresi...Hemen sınır ötesi harekát anlamına mı gelecek?

Hiç sanmıyorum.

Tezkere diplomasisi önce Washington’da sınav verecek. Başbakan, ABD Başkanı Bush’a "ciddiyim" derken cebinde tezkere olacak. Bush, Barzani’yi "Türkleri tutamıyorum" diye uyarırken aynı tezkereyi kullanacak. Ama olmazsa, kimse kimseyi ciddiye almazsa...

Hükümetin kıdemli bir üyesinin söylediği gibi;

- Orada zaten 38 ülke vardı... 39’uncu da biz oluruz.

Koalisyon güçleri Irak’a BM kararı ile mi girdi, hayır! Lahey Adalet Divanı’na, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne mi sordular? Yine hayır.

Hukukun üstünlüğü değil, üstünlerin hukuku geçerli o coğrafyada.

O yüzden hiçbir ülkenin Türkiye’ye "dur" deme hakkı yok.

Ama ilginçtir, hiçbir Türkiye Cumhuriyeti bakanı, "asmaktan-kesmekten" söz etmiyor.

Aksine, Türkiye’deki terörle mücadeleden örnek vererek konuşuyor:

- Devletin askeri, polisi, kendisini riske atıyor. Sivilleri koruyor.

- Yani?

- Teröristin peşinde koşuyor, ama halka eziyet etmiyor, adeta cerrah gibi davranıyor.

- Ya Kuzey Irak’a girilirse?

- Aynı tutum orada da sürmeli, PKK’yı Barzani, Talabani, o bünye dışlamalı.

O da geri vermiyor

DİYOR ki, "Pasaportuma uzak kalamam". Ve samimiyetle ekliyor, "Çünkü kimliğimin, kişiliğimin, özümün bir ifadesi..."

* * *

Biliyorsunuz, Türkiye’de Bakan Mehmet Şimşek’in ikinci pasaportu tartışılıyor. Ben dahil çok kişi, "Şimşek artık bakan olduğuna göre İngiliz pasaportunu geri vermeli" diye bastırıyor.

Önerimde hálá ısrarlıyım, ama yazılanlara bakınca, farkımı anlatmak zorundayım.

Mehmet Şimşek’in ikinci pasaportunu suç saymıyorum, sadece artık lüzumsuz görüyorum.

Aslında Şimşek’in ikinci pasaportu Türkiye’ye ihanet değil, aksine devlet politikası eseri.

Malum yurtdışında 4-5 milyon Türk yaşıyor. Bunlardan 900 bini tıpkı Mehmet Şimşek gibi çifte pasaportlu. Yani Türklükten ayrılmadan bulundukları ülkenin vatandaşlığına geçmiş durumdalar.

Aralarından işadamları, doktorlar, ünlü sanatçılar yetişiyor.

Politikaya atılıp çok başarılı olanlar, hükümete girenler de çıkıyor.

Hollanda’da Nebahat Albayrak, Belçika’da Emir Kır gibi.

Nebahat Hanım 40’ına basmadan Hollanda Hükümeti’nde koltuk sahibi oldu.

Ve bazılarınızın Şimşek’a ait olduğunu düşündüğü girişteki cümleler ona ait.

Çünkü Hollanda medyası, bakan olduktan sonra Türk vatandaşlığından çıkıp pasaportunu iade etmesini istiyor. Nebahat Albayrak ise direniyor.

Demek istediğim, her tartışmada madalyonun mutlaka iki yüzü olduğunu hatırlamamız gerekiyor.

Ertuğrul Özkök geçenlerde "Vatan neresi?" diye sordu. O sorunun yanıtı Nebahat Hanım’ın bırakamadığı Türk pasaportunda, Mehmet Şimşek’in işini gücünü bırakıp Türkiye’ye dönüşünde yatıyor.

Özetle diyorum ki, karışmayalım da herkes bu vatanda dünya vatandaşı standardında yaşasın.
 

64general1

New member
İsmail Hakkı Bey’in Rumeli türküsünü duyuyor musunuz?

“Ceddin deden neslin baban...”

Tüm televizyonlar gazeteler bir mehter marşı tutturmuş gidiyor.

Çılgınlar gibi çalan mehteran marşlarına kulak tıkayarak
serinkanlılıkla bir kez daha şu meseleye bakalım mı?

PKK, ordumuzun Irak’a girmesini istiyor. Kanlı provokatif eylemler
yapıyor...

Tüm bu olaylar, bir anda, nasıl başladı hatırlıyor musunuz?

Şırnak Beytüşşebap’ta bir minibüs içinde 12 köylü kurşuna dizildi.

PKK en ufak saldırıları bile üstlenirken bu olayı üstlenmedi.

“Bu katliamı PKK yaptı” diye operasyona başlandı ve o operasyon
esnasında 13 evladımızı Gabar’da şehit verdik.

Türkiye ayağa kalktı ve şimdi hükümet tezkere çıkartıyor.

Bi parça, “gazetecilik” yapınca işin aslının böyle olmadığını
ortaya çıkartabiliyorsunuz.

Beytüşşebap’ta kurşuna dizilen bu insanlar kimdi ve asıl hikaye ne?

Malum 1993 terörün en ateşli zamanları.

O güne kadar hayvancılıkla geçinen bir grup köylü son derece verimli Beytüşşebap’ın verimli meralarını terk etmeye zorlanıyor.

Yıllar sonra köylerine geri dönüyorlar. Ancak bölge Jirki aşiretinin kontrolündedir.

2004 yılında bir su ihalesi açılıyor ve ihaleyi alan müteahhid köye suyu bir türlü getiremiyor. Zira su gelirse bu köylüler yerleşecekler ve tekrar merayı kullanmaya başlayacaklar.

Köylüler ne yapıyor?

Jirki’lere rağmen su yolu inşaatını kendileri yapmaya başlıyor.

O gün taranan minibüsteki 12 vatandaş o inşaattan dönüyordu.

Peki Jirkiler kim mi?

30 yıldan fazla bir süre önce Süryani vatandaşlarla gene arazi üzerine çıkan bir tartışmada 7 askerimizi ve bir cumhuriyet savcısını öldürdüğü öne sürülen, sonra PKK’ya karşı silahlanmayı kabul ettiğinden devlet tarafından “bir şekilde” korunan binlerce silahlı adam...

Mahkemeler tarafından yıllarca “gıyabi tutuklama kararı” ile aranan bu
aşiretin lideri Tahir Adıyaman o tarihlerde Süleyman Demirel tarafından
Köşk’te ağırlanmıştı.

Bu dosya zaman aşımından düştü.

Jirki aşiretine mensup silahlı korucular bu kararı nerede ve nasıl kutluyorlar biliyor musunuz?

7 askerimizin öldürüldüğü Beytüşşebap’ın Başaran Köyü meydanında devletin verdiği silahlarla havaya ateş açarak.

İddia o ki bu 12 köylüyü Jirki aşireti kurşuna diziyor ve orada görevli bir tuğgeneral bir grup gazeteciyle bu gerçeği paylaşıyor.

“Türkiye’yi Irak batağına çekmek isteyen gizli eller var.” diyoruz ya...

Asıl bu iddiaları örten “gizli eller”i merak ediyorum.

Önümüzdeki günlerde çok daha provokatif eylemlerden korkuyorum...

Ve, tam anlamıyla bir savaş çığırtkanlığı yapan medyanın, gerçekte ne
olduğuna kafa yormamasına hayret ve esefle bakıyorum.

Genelkurmay’ın Gabar şehitleriyle ilgili çok ciddi bir soruşturma
başlattığını da yazmadan edemeyeceğim.

Sıralı komutanlarda metal yorgunluğu olur mu?

Bu ciddi soru kamu önünde tartışılır mı? Bilemem.

Ama şunu görüyorum.

Gizli bir el bizi Irak’a çekiyor.

Bu gizli el sadece yurtdışında değil aynı zamanda yanıbaşımızda da
duruyor.

Son olarak Irak’a giren Türkiye, PKK ile savaşmayacaktır.

Bu savaş açık ve kesin bir şekilde ABD’ye karşı verilecektir.

Soru, bu savaşı kimin kazanıp kaybedeceği değil asıl neye sebep
olacağıdır.
 

HTML

Üst