SABIRLA OKUYUNUZ ÖĞRENİNİZ GERÇEKLERİ....
25 yıldır terörle mücadele ediyoruz. Türkiye üzerine kirli oyun oynayanlar, ummadıkları bir sonuçla karşılaştı. İşte dosta güven veren, düşmanı ürküten sonuç.
Şehitlerimizi son yolculuğuna uğurladığımız bugünlerde böyle bir yazı yazmak kolay değil. Bu nedenle, sabırsız okuyucularımız için küçük bir not Hemen “bu da ne demek” diye feveran etmeyiniz. İzah edeceğim
Kafkaslardaki gerginlik ürkütmesin. Bu durum Türkiye’yi sanıldığı kadar sarsmaz. Nitekim Başbakan Erdoğan tatiline kaldığı yerden devam etmek üzere dün yine Akdeniz sahillerine gitti. Başbakan telaşlı görüntü verse piyasalar sarsılır. Tatildeymiş gibi davranıp oradan takip etmesi daha sağlıklı karardır. Gelelim konuya
Biliyor muydunuz, çeyrek asırdır mücadele ettiğimiz bölücü terörün dolaylı da olsa çok kritik bir noktada Türkiye’ye ciddi bir katkı yaptığını Şer gibi görünen bu illetin milletçe daha büyük bedeller ödemememiz ve daha güvensiz bir ülke olmamamız açısından yarar sağladığını
Doğrudur, terör canımızı yakıyor Türkiye bu çetin coğrafyada özgür ve bağımsız yaşamanın bir bedeli olarak çok sayıda şehit veriyor. İçiniz müsterih olsun, bu topraklarda Mehmetçik tükenmez. Biri ölür, bini gelir.
Ama dolaylı da olsa kabul etmemiz gereken bir gerçek var Türkiye Kıbrıs çıkarmasına kadar Türk ordusunun gereksinimi olan her şeyi dışarıdan, özellikle de ABD’den alıyordu. Askerin üst başına giydiği kıyafetler, belindeki palaskası, kasaturası bile yerli üretim değildi. Tam anlamıyla gırtlağımıza kadar dışarı bağımlıydık.
Kıbrıs’a çıkarma yaptık, oradaki soydaş ve dindaşlarımızın katledilmesinin önüne geçtik diye başta ABD olmak üzere dost bildiğimiz tüm müttefik ülkeler ülkemize çetin bir ambargo uygulayınca gözümüz açıldı. Çünkü 2 dolarlık yedek parçayı temin edemediğimiz için onlardan satın aldığımız uçakları yerinden kaldıramaz olmuştuk.
Türkiye o tarihten sonra askeri ihtiyaçlarını hızla kendi karşılama yoluna gitti. Gelinen nokta yeterli mi, elbette değil Başbakan Erdoğan 29 Temmuz’da Milli Tank Projesi Sözleşmesi (Altay projesi) imzalarken, 2011 yılına kadar savunma sanayiinde ihtiyacın en az yarısını yerli kaynaklarla karşılamayı hedeflediklerini söyledi. Demek henüz yarıya bile gelememişiz Buna da şükür demek lazım. O da olur inşallah.
Gençler için not: 1991’e kadar dünya iki kutupluydu. Başını ABD’nin çektiği ve çok partili rejimlerin oluşturduğu demokratik ve kapitalist Batı Blok’u Diğeri de, başını Sovyet Rusya’nın çektiği, tek partili rejimlerin hüküm sürdüğü Komünist Doğu Blok’u� Biz Batı Blok’u içindeydik.
İnönü’den zoraki tavır
İnönü’nün çok partili sisteme geçmesi öyle iddia edildiği gibi demokrasi tutkusundan falan kaynaklanmadı. Rusya İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra bizi açıkça tehdit etti. Kars ve Ardahan’ı istemekle kalmadı, Boğazlarda da söz sahibi olmak istedi. İnönü o telaşla Batı Blok’u içinde yer alabilmek için zorunluluktan çok partili rejime geçmek zorunda kaldı.
Konuyu dağıtmayalım. İki bloklu dünyada biz o gırtlağımıza kadar ABD’ye bağımlıydık.
Bugünkü Gürcistan da yakın zamana kadar Sovyet Rusya’ya bağlı bir cumhuriyetti. Şimdi anladınız mı, Rusya’nın 23 bin tankı varken Gürcistan’ın neden sadece 128 tankı olduğunu Rusya’nın 1080 savaş uçağına karşılık Gürcistan’ın 8 tane olduğunu Bu damardan bağımlılık Gürcistan’ın kendi milli sanayisini gelişmesini engelledi ve şimdiki çaresizliğe mahkûm oldu.
Türkiye bu bağımlılık döneminde NATO’nun hurda çöplüğü gibiydi. ABD kendisi daha iyisini geliştirince, o ana kadar kullandığı silahları ikinci el olarak bize satardı. Hani çöpe atacağımıza siz alın muhabbeti
İşte gırtlağımıza kadar dışarıya bağımlı olduğumuz dönemde Türkiye Kıbrıs çıkarması yapınca, ardından ambargoya muhatap olunca, mevcut imkânlarıyla (daha doğrusu imkânsızlığıyla) baş başa kaldı. Erken yaşanan bu çaresizlik Türkiye’nin gözünü açtı ve hızla toparlanma çabasına girdi.
Gelelim terör mevzuuna
1980’li yılların ikinci yarısından itibaren başımıza musallat edilen terör belası güvenlik açısından ikinci bir kırılma noktası oluşturdu. Hantal bir yapıda olan Türk ordusu ekipmanını modernize ihtiyacı doğdu. Rahmetli Özal F16 projesini devreye soktu ve diğer askeri teçhizatta da yerli üretime hız verilmeye başlandı.
Kıbrıs çıkarması hariç, Türk Kurtuluş Savaşı’ndan beri silahlı mücadeleye girişmemiş olan Türk ordusu terörle mücadele kapsamında silaha sarıldı. Üstelik terörle mücadele gayri nizami bir harp usulü şeklinde cereyan ettiği için, Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) daha mobil ve daha teknik harp teçhizatıyla donatıldı. Bu sayede Türk ordusunun hemen her şeyi yenilendi.
Üstelik silahlı kuvvetlerimiz Soğuk Savaş dönemindeki durağan yapısından, terörle mücadele zorunluluğundan dolayı daha muharip, daha atik ve daha seri bir düzene geçti. Terörle mücadele, subaylarımızın tamamına yakınını görev yaptıkları süre içinde sıcak temasla öyle veya böyle bir şekilde karşılaşmasını sağladı ve deneyim kazanmalarına imkân verdi.
Türk ordusu 25 yıldır terörle mücadele zorunluluğu nedeniyle elde ettiği bu deneyimle şu an dünyanın en nitelikli, savaşa en hazır ordusu durumundadır. Nitekim geçtiğimiz kış aylarında kötü hava koşullarına rağmen yapılan K. Irak harekâtı dünyanın gözünü TSK’ya dikmesine neden olmuştur. Bu büyük operasyonda, bir tatbikatta verilebilecek olandan daha az insan zayiatı verilmiştir.
İşte 20. asrın son yıllarına girerken vermek zorunda kaldığımız terörle mücadeleye, dünyadaki dengelerin yeniden kurgulandığı dönemde içinde yaşadığımız yeni yüzyılın başlarında Türk ordusunun gücünü dikkate alma ve bölge ile ilgili çıkar hesaplarında varlığını göz önünde tutma zorunluluğunu ortaya çıkarmıştır. Türkiye’nin hariç tutulduğu hiçbir senaryonun bu bölgede işe yaramamasının bir nedeni de budur. Türk ordusu şu an Avrupa’nın en güçlü ordusudur. Dünyanın da 8. büyük askeri gücüdür.
TSK’dan neden rahatsızlar
Terörle mücadelenin Türk ordusuna kazandığı muharip deneyim, birçok ülkenin bu tecrübeden yararlanma arzusunu da tetiklemiştir. Nitekim TSK’nın 100 bin yabancı askeri hem de kendi ülkelerinde eğittiğini biliyor muydunuz?
Dünyanın sayılı orduları arasında yer alan Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK), eğitim ve bilgi birikimini dost ve müttefik ülkelerin silahlı kuvvetleriyle de etkin bir şekilde paylaşıyor. TSK bugüne kadar aralarında Pakistan, Kuveyt, Gambiya, Singapur, Azerbaycan, Arnavutluk, Kırgızistan, İsrail, Gürcistan, Polonya, Çin, Moğolistan, Moldova, Suriye, Kongo, Bangladeş, Mısır, Tunus, Bulgaristan, Romanya, Malezya, Makedonya, Hırvatistan, Slovakya, Senegal, Letonya, Mali, Burkina Faso, Moritanya, Ürdün, Birleşik Arap Emirlikleri, Fransa, Özbekistan, Türkmenistan, Kazakistan, Bosna-Hersek, Ukrayna, Macaristan, Litvanya, Kore, Umman Sultanlığı, Rusya Federasyonu ve Afganistan’ın bulunduğu 50’yi aşkın ülke ile Askeri Alanda Eğitim, Teknik ve Bilimsel İşbirliği Anlaşması (Çerçeve Anlaşması) ve 43 ülke ile de Askeri Eğitim İşbirliği Anlaşması imzaladı. TSK, 26 ülkeyle de çerçeve anlaşması imzalama çalışmalarını sürdürüyor.
Türkiye’de 94 ülkeden 21 bine yakın askeri personele kendi ülkemizde, 16 ülkeden toplam 93 bin 792 personele de kendi ülkelerinde yerinde eğitim verdi. TSK’nın web sayfasında yer alan bilgiye göre, halen (2007-2008 döneminde) 29 ülkeden 971 Misafir Askeri Personel’in eğitim ve öğretimine devam ettiği bilgisine yer verilmektedir.
TSK, çoğu 1990’lı yıllarda bağımsızlığını kazanan ülkeler olmak üzere Balkanlar, Kafkaslar ve Orta Asya’daki dost ve müttefik ülkelere askeri malzeme yardımı da yapıyor. İşte bugün Rusya’yı rahatsız eden konulardan biri de budur. Türkiye kendi güvenlik çemberini oluşturmak için komşu ülkelerle yakın askeri ve ekonomik işbirliği geliştirmiş, bu durum bölge üzerine hesabı olan diğer devletleri rahatsız etmiştir.
Terörle mücadele, faturası ağır olsa da, en ihtiyaç duyduğumuz şu dönemde güçlü ve deneyimli bir Türk ordusunu ortaya çıkarmıştır. Çok kritik bir aşamada ulusal güvenliğimizin teminatı olmuştur. Dosta güven veren, düşmanı ürküten bir Türkiye fotoğrafı ortaya çıkmıştır. Hasımlarımızı rahatsız eden de budur.
Şehitlerimizi bu vesile ile bir kez daha rahmetle anıyoruz. Onlar sayesinde ayaktayız.
KAYNAK: Haber7.com ve osmanozsoy.com
25 yıldır terörle mücadele ediyoruz. Türkiye üzerine kirli oyun oynayanlar, ummadıkları bir sonuçla karşılaştı. İşte dosta güven veren, düşmanı ürküten sonuç.
Şehitlerimizi son yolculuğuna uğurladığımız bugünlerde böyle bir yazı yazmak kolay değil. Bu nedenle, sabırsız okuyucularımız için küçük bir not Hemen “bu da ne demek” diye feveran etmeyiniz. İzah edeceğim
Kafkaslardaki gerginlik ürkütmesin. Bu durum Türkiye’yi sanıldığı kadar sarsmaz. Nitekim Başbakan Erdoğan tatiline kaldığı yerden devam etmek üzere dün yine Akdeniz sahillerine gitti. Başbakan telaşlı görüntü verse piyasalar sarsılır. Tatildeymiş gibi davranıp oradan takip etmesi daha sağlıklı karardır. Gelelim konuya
Biliyor muydunuz, çeyrek asırdır mücadele ettiğimiz bölücü terörün dolaylı da olsa çok kritik bir noktada Türkiye’ye ciddi bir katkı yaptığını Şer gibi görünen bu illetin milletçe daha büyük bedeller ödemememiz ve daha güvensiz bir ülke olmamamız açısından yarar sağladığını
Doğrudur, terör canımızı yakıyor Türkiye bu çetin coğrafyada özgür ve bağımsız yaşamanın bir bedeli olarak çok sayıda şehit veriyor. İçiniz müsterih olsun, bu topraklarda Mehmetçik tükenmez. Biri ölür, bini gelir.
Ama dolaylı da olsa kabul etmemiz gereken bir gerçek var Türkiye Kıbrıs çıkarmasına kadar Türk ordusunun gereksinimi olan her şeyi dışarıdan, özellikle de ABD’den alıyordu. Askerin üst başına giydiği kıyafetler, belindeki palaskası, kasaturası bile yerli üretim değildi. Tam anlamıyla gırtlağımıza kadar dışarı bağımlıydık.
Kıbrıs’a çıkarma yaptık, oradaki soydaş ve dindaşlarımızın katledilmesinin önüne geçtik diye başta ABD olmak üzere dost bildiğimiz tüm müttefik ülkeler ülkemize çetin bir ambargo uygulayınca gözümüz açıldı. Çünkü 2 dolarlık yedek parçayı temin edemediğimiz için onlardan satın aldığımız uçakları yerinden kaldıramaz olmuştuk.
Türkiye o tarihten sonra askeri ihtiyaçlarını hızla kendi karşılama yoluna gitti. Gelinen nokta yeterli mi, elbette değil Başbakan Erdoğan 29 Temmuz’da Milli Tank Projesi Sözleşmesi (Altay projesi) imzalarken, 2011 yılına kadar savunma sanayiinde ihtiyacın en az yarısını yerli kaynaklarla karşılamayı hedeflediklerini söyledi. Demek henüz yarıya bile gelememişiz Buna da şükür demek lazım. O da olur inşallah.
Gençler için not: 1991’e kadar dünya iki kutupluydu. Başını ABD’nin çektiği ve çok partili rejimlerin oluşturduğu demokratik ve kapitalist Batı Blok’u Diğeri de, başını Sovyet Rusya’nın çektiği, tek partili rejimlerin hüküm sürdüğü Komünist Doğu Blok’u� Biz Batı Blok’u içindeydik.
İnönü’den zoraki tavır
İnönü’nün çok partili sisteme geçmesi öyle iddia edildiği gibi demokrasi tutkusundan falan kaynaklanmadı. Rusya İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra bizi açıkça tehdit etti. Kars ve Ardahan’ı istemekle kalmadı, Boğazlarda da söz sahibi olmak istedi. İnönü o telaşla Batı Blok’u içinde yer alabilmek için zorunluluktan çok partili rejime geçmek zorunda kaldı.
Konuyu dağıtmayalım. İki bloklu dünyada biz o gırtlağımıza kadar ABD’ye bağımlıydık.
Bugünkü Gürcistan da yakın zamana kadar Sovyet Rusya’ya bağlı bir cumhuriyetti. Şimdi anladınız mı, Rusya’nın 23 bin tankı varken Gürcistan’ın neden sadece 128 tankı olduğunu Rusya’nın 1080 savaş uçağına karşılık Gürcistan’ın 8 tane olduğunu Bu damardan bağımlılık Gürcistan’ın kendi milli sanayisini gelişmesini engelledi ve şimdiki çaresizliğe mahkûm oldu.
Türkiye bu bağımlılık döneminde NATO’nun hurda çöplüğü gibiydi. ABD kendisi daha iyisini geliştirince, o ana kadar kullandığı silahları ikinci el olarak bize satardı. Hani çöpe atacağımıza siz alın muhabbeti
İşte gırtlağımıza kadar dışarıya bağımlı olduğumuz dönemde Türkiye Kıbrıs çıkarması yapınca, ardından ambargoya muhatap olunca, mevcut imkânlarıyla (daha doğrusu imkânsızlığıyla) baş başa kaldı. Erken yaşanan bu çaresizlik Türkiye’nin gözünü açtı ve hızla toparlanma çabasına girdi.
Gelelim terör mevzuuna
1980’li yılların ikinci yarısından itibaren başımıza musallat edilen terör belası güvenlik açısından ikinci bir kırılma noktası oluşturdu. Hantal bir yapıda olan Türk ordusu ekipmanını modernize ihtiyacı doğdu. Rahmetli Özal F16 projesini devreye soktu ve diğer askeri teçhizatta da yerli üretime hız verilmeye başlandı.
Kıbrıs çıkarması hariç, Türk Kurtuluş Savaşı’ndan beri silahlı mücadeleye girişmemiş olan Türk ordusu terörle mücadele kapsamında silaha sarıldı. Üstelik terörle mücadele gayri nizami bir harp usulü şeklinde cereyan ettiği için, Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) daha mobil ve daha teknik harp teçhizatıyla donatıldı. Bu sayede Türk ordusunun hemen her şeyi yenilendi.
Üstelik silahlı kuvvetlerimiz Soğuk Savaş dönemindeki durağan yapısından, terörle mücadele zorunluluğundan dolayı daha muharip, daha atik ve daha seri bir düzene geçti. Terörle mücadele, subaylarımızın tamamına yakınını görev yaptıkları süre içinde sıcak temasla öyle veya böyle bir şekilde karşılaşmasını sağladı ve deneyim kazanmalarına imkân verdi.
Türk ordusu 25 yıldır terörle mücadele zorunluluğu nedeniyle elde ettiği bu deneyimle şu an dünyanın en nitelikli, savaşa en hazır ordusu durumundadır. Nitekim geçtiğimiz kış aylarında kötü hava koşullarına rağmen yapılan K. Irak harekâtı dünyanın gözünü TSK’ya dikmesine neden olmuştur. Bu büyük operasyonda, bir tatbikatta verilebilecek olandan daha az insan zayiatı verilmiştir.
İşte 20. asrın son yıllarına girerken vermek zorunda kaldığımız terörle mücadeleye, dünyadaki dengelerin yeniden kurgulandığı dönemde içinde yaşadığımız yeni yüzyılın başlarında Türk ordusunun gücünü dikkate alma ve bölge ile ilgili çıkar hesaplarında varlığını göz önünde tutma zorunluluğunu ortaya çıkarmıştır. Türkiye’nin hariç tutulduğu hiçbir senaryonun bu bölgede işe yaramamasının bir nedeni de budur. Türk ordusu şu an Avrupa’nın en güçlü ordusudur. Dünyanın da 8. büyük askeri gücüdür.
TSK’dan neden rahatsızlar
Terörle mücadelenin Türk ordusuna kazandığı muharip deneyim, birçok ülkenin bu tecrübeden yararlanma arzusunu da tetiklemiştir. Nitekim TSK’nın 100 bin yabancı askeri hem de kendi ülkelerinde eğittiğini biliyor muydunuz?
Dünyanın sayılı orduları arasında yer alan Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK), eğitim ve bilgi birikimini dost ve müttefik ülkelerin silahlı kuvvetleriyle de etkin bir şekilde paylaşıyor. TSK bugüne kadar aralarında Pakistan, Kuveyt, Gambiya, Singapur, Azerbaycan, Arnavutluk, Kırgızistan, İsrail, Gürcistan, Polonya, Çin, Moğolistan, Moldova, Suriye, Kongo, Bangladeş, Mısır, Tunus, Bulgaristan, Romanya, Malezya, Makedonya, Hırvatistan, Slovakya, Senegal, Letonya, Mali, Burkina Faso, Moritanya, Ürdün, Birleşik Arap Emirlikleri, Fransa, Özbekistan, Türkmenistan, Kazakistan, Bosna-Hersek, Ukrayna, Macaristan, Litvanya, Kore, Umman Sultanlığı, Rusya Federasyonu ve Afganistan’ın bulunduğu 50’yi aşkın ülke ile Askeri Alanda Eğitim, Teknik ve Bilimsel İşbirliği Anlaşması (Çerçeve Anlaşması) ve 43 ülke ile de Askeri Eğitim İşbirliği Anlaşması imzaladı. TSK, 26 ülkeyle de çerçeve anlaşması imzalama çalışmalarını sürdürüyor.
Türkiye’de 94 ülkeden 21 bine yakın askeri personele kendi ülkemizde, 16 ülkeden toplam 93 bin 792 personele de kendi ülkelerinde yerinde eğitim verdi. TSK’nın web sayfasında yer alan bilgiye göre, halen (2007-2008 döneminde) 29 ülkeden 971 Misafir Askeri Personel’in eğitim ve öğretimine devam ettiği bilgisine yer verilmektedir.
TSK, çoğu 1990’lı yıllarda bağımsızlığını kazanan ülkeler olmak üzere Balkanlar, Kafkaslar ve Orta Asya’daki dost ve müttefik ülkelere askeri malzeme yardımı da yapıyor. İşte bugün Rusya’yı rahatsız eden konulardan biri de budur. Türkiye kendi güvenlik çemberini oluşturmak için komşu ülkelerle yakın askeri ve ekonomik işbirliği geliştirmiş, bu durum bölge üzerine hesabı olan diğer devletleri rahatsız etmiştir.
Terörle mücadele, faturası ağır olsa da, en ihtiyaç duyduğumuz şu dönemde güçlü ve deneyimli bir Türk ordusunu ortaya çıkarmıştır. Çok kritik bir aşamada ulusal güvenliğimizin teminatı olmuştur. Dosta güven veren, düşmanı ürküten bir Türkiye fotoğrafı ortaya çıkmıştır. Hasımlarımızı rahatsız eden de budur.
Şehitlerimizi bu vesile ile bir kez daha rahmetle anıyoruz. Onlar sayesinde ayaktayız.
KAYNAK: Haber7.com ve osmanozsoy.com