//:U.N.G.O.O.D
Altın Üye
Radikal yazarı İbrahim Altınsy köşesinde her yönüyle Beşiktaş'ı değerlendirdi..
Beşiktaş Fenerbahçe derbisinden pek umutlu değildim. Futbol açısından. Hayalimizi genişleten ve “Benim için kazanmak değil, iyi oynayarak kazanmak önemlidir” diyen Denizli, bu sezon pek sıkıntılıydı. Gelişigüzel transferlere yer bulmaya çalışıyordu. Gelişigüzel yakalanmış pozisyonlardan sonra “Pozisyona giriyoruz ama atamıyoruz” bahanesine sığınıyordu. Elbette umudu ayakta tutması lazımdı. Ama Beşiktaş’ın hayatımda gördüğüm en oportünist anti-futbolu oynadığı Trabzon maçından sonra, “Ne yapalım, böyle oynamak zorundaydık” deyince, hocadan umudu keser gibi oldum.
Öte yandan Daum, pragmatik ve oportünist futbolu neredeyse ideoloji haline getiriyordu. “Bir puan bize yeter” lafı futbolcularını sakinleştirme manevrasından öte “Bir puana yatar, bir gol atar üç puanı götürürüz” hesabının özeti olabilirdi.
Bir kısım medyanın, “O buna saldıracak, hep birlikte ağzımızın suyu akarak izleyeceğiz” beklentisinin tersine maçın sakin geçeceğini sanıyordum. Öyle de oldu. Linç partileri arada bir mola veriyor. Beşiktaş tribünleri Topuz’a fazla takmadı... Esprili sloganlar da tamam. Ama bir ağızdan edilen o iğrenç küfürlere, sahaya atılan su bardaklarına ne demeli? Tribün bunları kendi içinde yok edemiyorsa, ‘dünya çapında seyirci’ falan demesin kendine...
Konuk takımı kafes altına almak ise futboldaki en büyük ayrımcılık ve aşağılama... Beşiktaş bu kafesi kaldırmalı. Konacaksa, konuk ya da ev sahibi demeden, sahaya çok yakın olan her yere ağ konmalı. Sonra, Eski Açık tamamen konuk takıma verilmeli. Aynı ailede, aynı apartmanda bir arada yaşıyoruz, statta neden yaşamayalım. Öyle “Biz ilklerin kulübüyüz” demekle olmaz, ilk olacaksan önce bu ayıpları temizlemekte başı çekeceksin.
İki yarılı futbol
Futbola dönersek umduğumdan fazlasını bulduğumu söylemeliyim. Ama sadece ikinci yarıda ve Beşiktaş’ın oyununda buldum bunu. Yoksa Fenerbahçe neredeyse “Bir puan versinler, bu maçı oynamayalım” havasındaydı.
Mustafa Denizli, arkadan gelen bir takım olarak rakibe saygıda kusur etmemiş. Fener her zamanki gibi ilk yarım saatte hızlanarak bir gol bulacaktı. Bunu da kanat beklerini çıkararak yapacaktı. Gol bulunca da oyun içi ve oyun dışı numaralarla tempoyu düşürüp oyunu soğutacaktı. Denizli daha hızlı davrandı. Sola Üzülmez ve Ekrem’i koyarak, Yusuf’u da bunların önüne getirerek, Fener’in sadece Gökhan’a kalmış zayıf sağ kanadından yüklendi. Sonra zamanla Beşiktaş bildik dağınık ve şaşkın oyununa döndü. Üstteki grafiklerde Beşiktaşlı futbolcuların ilk yarıdaki sahaya yayılışını görüyorsunuz. Hasan Gören ve ekibi, oyuncuların kullandıkları alanın ortalamasını alarak belirliyor bunu. Görüleceği gibi Yusuf, Bobo, Ekrem birbirinin üzerine binmiş gibi. Serdar ve Üzülmez kopuk. Fink geride. Ortada bir boşluk var... Fener de ilk yarıda, kendi kafasına göre oynayan Serdar’ın boşalttığı Beşiktaş sağ kanadından rahat geldi ama futbolu, ‘yavan’ nitelemesini aşamadı.
İkinci yarıda ise ne oldu da birden Beşiktaş oyunu Fenerbahçe yarı alanında, hem de yelpaze gibi açılarak ve hızlı gelerek oynamaya başladı? İşte bu sihirli dokunuşun adı Tello’ydu... O girince oyun tamamen değişti. “Futbol bir oyuncuya bu kadar bağlı olur mu?” demeyin. Beşiktaş-Fener maçından birkaç saat önce Premier Lig’de Liverpool’la Manchester City oynadı. Maç orta sahada kontrol oyunu şeklinde pozisyonsuz geçiyordu. City’de Tevez girdi, maç birden coştu. Eğer giren futbolcu taktik kondisyonu yüksek, çok yönlü biriyse bütün çarkları etkiliyor... Serdar Özkan’ın ve Tello’nun yanda yer alan, ‘topla oynamalar’ını karşılaştırdığınızda, Özkan’ın nasıl belirli bir alana sıkışıp kaldığını, Tello’nun ise nasıl sağdan gelerek gol alanlarına müdahil olduğunu görebilirsiniz.
Beşiktaş’ın ikinci yarı sahaya yayılışına bakalım şimdi. Beşiktaşlılar Fener yarı alanında yelpaze gibi açılmış 5’li bir forvet hattı oluşturmuş. Hemen arkalarında Ernst ve Üzülmez (Ferrari ise klasik süpürücü görevinden vazgeçmeyerek onsekizinde beklemekte ısrarlı).
Siyah-Beyazlılar geniş alanda ve dikine geldiklerinde, zaten geriye kaçmaya meyyal Fener defansı elek gibi açıldı. Bu yüzden Üzülmez gibi genellikle gözü kapalı orta yapan bir oyuncu görerek top kesme ya da ikinci golde Tello’ya, üçüncüde İnceman’a yaptığı gibi araya top atma olanağı buldu. “Fener ilk golü yiyince reaksiyon gösteremiyor, sonra kolay gol yiyor” diyen Denizli, İnceman’ı skoru korumak değil arttırmak için oyuna soktu. İnceman ortadan araya kaçarak, koşu yoluna atılan topları, savunmacılar hamle yapamadan değerlendirdi.
Kısacası, Beşiktaş’ın önceki maçlardaki pozisyonları ne kadar gelişigüzelse, Derbi’nin ikinci yarısında yarattığı pozisyonlar kadar örgütlüydü. Ferrari’nin yerine Zapo’yu, Fink’in yerine Cisse’yi koyarsak geçen yılın oturmuş takımıyla yaptı bunu.
Onsekiz önünde vurdular beni
Bu futbol bize yabancı mı? Hiç değil. İnönü’deki Manchester United maçını hatırlayın. Topu her kapışlarında yelpaze gibi açılarak ve dikine geliyordu konuk oyuncular. Bugün gol üretilen alan, onsekiz önündeki 5-10 metrelik kuşak. Rakip basınca araya top atıyorsunuz, basmayınca şut atıyorsunuz, rakip basmakta geç kalınca serbest vuruş kazanıyorsunuz. Barcelona’ya, Arsenal’e bakın; oyuncuları bu alanı sağdan sola, soldan sağa katediyor devamlı. Derbi’deki Tello gibi...
Bu anlayış, pragmatizmi artık intihar noktasına getirmiş Daum’un Fener’i karşısında işledi. İntihar bir: Güiza ve Semih gibi, Alex’i coşturan hareketli golcüler varken, şaşkın Galatasaray savunmasını zora soktu diye Kazım’ı tek santrfor oynatmak. Çağdaş savunmacılar karşısında ofsayttan çıkamayan, Ferrari gibi klasik savunmacılar karşısında ise yüzünü kaleye dönemeyen, pozisyon sezgisi çok zayıf bir oyuncu Kazım. Oyunun gidişine göre santrforun yanına ikinci bir adam olarak kullanılabilir ancak... Derbi’de atak olasılıklarını ve Alex’i böyle öldürdü Daum... İntihar iki: Her şeyi Emre B’ye bağlamak.
O her topu isteyecek, tempoyu artıracak, ya da takım öne geçince saha içi ve dışı oyunlarla tempoyu durduracak. Derbide işler zora girdiğinde rakibine kart göstermek ve gerilim yaratmak için faulü hemen kullanmayı denedi Emre. Rakibe kart yerine, Ernst’ten bir yanak okşaması aldı. Bir oyuncuya kaderini bağlarsan, öteki oyuncularının inisiyatifini öldürürsün.
Bu akşam ki Man U maçı Beşiktaş için sınav... Fener maçının ikinci yarısındaki futbolu, ileride ikili üçlü basan, hızlı oynayan ve çok akışkan paslaşan bir takıma karşı da oynayabilecekler mi? Man U’ya karşı iyi oynamak için onlar kadar hızlı, akışkan ve sert olmanız gerek. “Bir puan, bir gol”, “Rakip genç takımla çıkacak” hesaplarından önce bunun hesabını yapmak gerek.
Beşiktaş’ın baştan beri Şampiyonlar Ligi maçlarında bir sakatlık var; puan hesabı yapıyoruz, sonra da “Manchester United’a en kötü futbolunu oynattık” diye övünüyoruz.
Çocukluğumdan beri gönül verdiğim Siyah-beyazlı formayı dünya gözüyle Old Trafford’da izlemek için orada olacağım. Skor önemli değil, cesur bir oyun görürsem sevineceğim.