Tefsir Üzerine

DÜZCELİ MEHMET

Kendini Arayan Adam

Arkadaşlar...Kur'an-ı Kerim' in her kelimesinin önemli olduğu gerçeğini göz ardı etmeden, içeriğindeki bazı ayet ve kelimelerin üzerinde durarak, İlahî Mesajı daha iyi anlamak maksadıyla, ara sıra güncellemek üzere böyle bir bilgi paylaşımını düşündük. Cenab-ı Hak eksiklerimizi ve kusurlarımızı affedip, okuduklarımız ile istifade edebilmek nasip etsin. Amin...
İlk konumuz Ahzab sûresi 72. ayet ve "Emanet" kelimesi üzerine olacaktır.





İnnâ aradnel emânete ales semâvâti vel ardı vel cibâli fe ebeyne en yahmilnehâ ve eşfakne minhâ ve hamelehal insân(insânu), innehu kâne zalûmen cehûlâ(cehûlen)

1. innâ : muhakkak biz
2. aradna : sunduk, teklif ettik
3. el emânete : emanet
4. alâ es semâvâti : göklere
5. ve el ardı : ve yer
6. ve el cibâli : ve dağlar
7. fe : artık
8. ebeyne : çekindiler
9. en yahmilne-hâ : onun yüklenmek
10. ve : ve
11. eşfakne : korktular
12. min-hâ : ondan
13. ve hamele-ha : ve onu yüklendi
14. el insânu : insan
15. inne-hu : çünkü o
16. kâne : oldu, idi
17. zalûmen : çok zalim
18. cehûlen : çok cahil

Yani: Biz o emaneti göklere, yere ve dağlara arz ettik, onlar, onu yüklenmeye yanaşmadılar, ondan korktular da onu insan yüklendi. O gerçekten çok zalim ve çok cahildir.



AYETTE GEÇEN "EMANET" NEDİR?
Emanetin lügat manası: eminlik, birisine koruması için bırakılan şey. Eminliğin zıddı, hıyanet... Yani, emaneti korumamak, onu emanet edenin değil de, kendi nefsinin arzu ettiği gibi harcamak...

Istılahta, emanet için birçok manalar verilmiş. Bunlar içerisinde en meşhur olanları şunlar:
“Dini tekliflerin tamamı”, “farzlar”, “İslam’ın emirleri”, “insana ihsan edilen her nimet”, “akıl”, “yer yüzüne halife olma kabiliyeti.”

Kur’an güneşinden bir nur:
“Allah hiçbir nefse vüs’atini aşan (güç yetiremeyeceği) bir vazifeyi teklif etmez.”
(Bakara Sûresi, 286)


Bu nefislerden birisi göz; ona işitme vazifesi yüklenmemiş. Bir başkası kulak; ona da anlama teklif edilmemiş. Koyun ruhu tefekkür etmekle, dağlar ve taşlar da ışık vermekle vazifeli değiller... Her varlık kendisine verilen kabiliyete göre bir vazifeye koşulmuş. İnsan ruhunun diğer varlıklardan önemli farklılığı var. Ona cüz’i irade takılmış. Kendisine verilen vazifeyi yapıp yapmamada serbest bırakılmış. Zalim ve cahil oluşunun kaynağı da bu cüz’i iradeyi yanlış kullanması, nefsin emrine vermesi...

Emanet, irade sahibine verilir. Kasaya koyduğunuz para için, “Paramı kasaya emanet ettim.” demezsiniz. Demek ki, cansız eşya emanete muhatap olamıyor... Melekler de onlardan pek farklı değil... Onların vazifelendirilmeleri teklif ile değil, emir iledir.

Emanetle ilgili ayet-i kerimede emanetin göklere, yere ve dağlara “teklif” değil, “arz” edildiğinden bahsedilir. Teklif edilseydi reddetmeleri düşünülemezdi. Arz etmekte bir başka mana vardır. Hani, bir padişah, huzuruna çağırdığı bir askerine bir vazife arz eder. Mesela, ona “Sen katiplik yapabilir misin?” diyebilir. O nefer, padişahından özür dileyerek, “Maalesef benim okuma yazmam yok; olsaydı emrinizi yerine getirirdim.” der. Bu teklif , “Bana bir su getir.” demeye benzemez. Suyu her nefer getirir, ama katipliği herkes yapamaz.

Emanetle ilgili ayette de Cenab-ı Hak, göklerden, yerden ve dağlardan bir vazife istemiştir. Onlara bir emanet arz etmiştir. Bu arz edişin keyfiyetini bilemeyiz ve onların bu vazifeden içtinap etmelerini de bir isyan olarak değerlendiremeyiz. Onlara teklif edilen vazife, onların kabiliyetleriyle, sermayeleriyle, kuvvetleriyle yapabilecekleri cinsten değildir. Ama insanın yaratılış keyfiyeti, ona takılan cihazlar, verilen kabiliyetler, bu vazifeyi yapmasına müsaittir. Nitekim, göklerin çekindiği bu emaneti o yüklenmiştir.

Nedir bu vazife? Bediüzzaman Hazretleri Haşir Risalesinin on birinci hakikatinde bu emanetin “insanın istidadı” olduğuna işaret eder ve bu istidada yüklenen görevi, “Küçücük cüz’i ölçüleriyle, sanatçıklarıyla Halikını (yaratanını), muhit (her tarafı kuşatan) sıfatlarını, külli şuunatını (işlerini), nihayetsiz tecelliyatını ölçerek bilmek.” olarak açıklar.

Kendi misaliyle açıklayalım: “Ben nasıl bu evi yaptım ve yapmasını biliyorum ve görüyorum ve onun sahibiyim ve idare ediyorum. Öyle de: Şu koca kainat sarayının bir ustası var. O usta onu bilir, görür, yapar, idare eder ve hakeza..”

İşte bu ve benzeri nice mukayeseleri yaparak Allah’ın sonsuz sıfatlarını, şuunatını bilme vazifesini gökler, yer ve dağlar yüklenememişlerdir; kendilerinde bunu yapabilecek istidat bulunmadığı için...

Bu âyet-i kerime ile insanın semalardan yüksek olan ehemmiyeti ve kâinatı çok gerilerde bırakan ulvî vazifesi beyan edilerek, insanoğluna küçük şeylerin peşinde koşmaması tavsiye edilmekte. Aksi halde, kendisine verilen kabiliyetleri yerinde kullanmayarak onlara mânen zulmedeceği ve cenneti bırakıp cehennemi satın alacağı için de câhil olacağı ders verilmekte, ihtar edilmekte.


 

DÜZCELİ MEHMET

Kendini Arayan Adam
Cennet' in Reyyân Kapısı



Bu bölüm, Bakara Sûresi 183. ayet ile, orucun farz kılınışı ve özellikle Cennet’ in “REYYÂN” kapısı hakkında olacaktır. Cenab-ı Hak, Cennet' in tüm kapılarından çağrılan kullarından eylesin. Amin...







Yâ eyyuhellezîne âmenû kutibe aleykumus sıyâmu kemâ kutibe alellezîne min kablikum leallekum tettekûn(tettekûne)

1. yâ eyyuhâ : ey
2. ellezîne : kimseler, onlar
3. âmenû : âmenû oldular
4. kutibe : yazıldı
5. aleykum(u): sizin üzerinize, size
6. es sıyâmu : oruç
7. kemâ : gibi
8. kutibe : yazıldı
9. alâ : üzerine
10. ellezîne : onlar
11. min : den
12. kabli-kum : sizden önce
13. lealle-kum : umulur ki böylece siz
14. tettekûne : takva sahibi olursunuz

Yani: Ey îman edenler!. Oruç sizden evvelkilerin üzerine farz olduğu gibi sizin üzerinize de farz olmuştur. Ta ki sakınabilesiniz.

Bu âyeti kerime, orucun pek kadim, mübarek bir fariza olduğunu bildiriyor. Şöyle ki: (Ey müslümanlar! Oruç sizin üzerinize farz olmuştur.) Bu mübarek ibâdet (sizden evvelki) ümmetlerin, Hz. Adem'den itibaren bütün peygamberlerin ve onlara tâbi olan zâtların üzerlerine farz olduğu gibi, sizin üzerinize de farz olmuştur. Evet... Bu öyle mukaddes bir ibâdettir ki, bununla bütün ümmetler mükellef bulunmuşlardır. Bununla beraber bu hususta bir külfet hissedilirse, bu külfete bütün takva sahibi ümmetler, Allah rızasını kazanmak için seve seve katlanmışlardır. Sizler de bu pek feyizli ibâdeti, bir şevk ve muhabbetle ifa ediniz. (Ta ki) Allah'ın emrine muhalefetten sakınabilesiniz. Nefsinizi koruyabilip, takva sahipleri zümresinden olmuş olasınız.





CENNET' İN REYYAN KAPISI :





Cennetin Reyyan kapısından oruç tutanların gireceği bildiriliyor. Oruç tutmayanlar cennete giremeyecek midir?
Bu hadis için (bk. Buharî, Savm, 4; Müslim, Sıyam, 166).

- Evvela, cennete girecek bütün müminlerin oruç tuttuğunu söyleyemeyiz. Çünkü, Müslüman olup oruç tutmadığı halde, affa uğrayarak cennete gidenler de olabilir. Demek bunlar Reyyan kapısından girmeyecekler. Yine, oruç tutacak çağa gelmeden ölenler de bu kapıdan girmeyebilirler.

- Reyyan kelimesi, susuzluğu giderilen, suya kanan, susuzluğu olmayan anlamına gelir.

Bu sözcükle oruçlu iken çekilen susuzluğun mükâfatının da özel olacağı ifade edilmiştir. Ki daha cennete giden yolda bile, o çok sıcak mahşer gününde, susuzluk namına bir şeyin olmadığı bir güzergâhı takip ederek Reyyan kapısından girecekler.

- Bazı önemli amellerin özel konumuna işaret edilmek üzere, onların cennete giden yol güzergâhlarında sekiz cennetin adedine uygun olarak, söz konusu amellerle ilgili ad takılmış sekiz ayrı giriş kapısından söz edilmiştir. Değişik hadislerde geçen bu sekiz kapının adları şöyledir: Mealen: Namaz kapısı, Oruç/Reyyan kapısı, Sadaka/zekât kapısı, Hayır/Cihad kapısı, Tevbe kapısı, Sinirine hâkim/insanları affedenlerin kapısı, Rıza kapısı, Hesaba çekilmeyenlerin-sağ kapısı (bk. Nevevî, ilgili hadisin şerhi).

- Aslında prensip olarak cennete gidenlerden her biri bu amellerin hepsini veya önemli bir bölümünü yaptığına göre, bunun tahsisi hangi kriterlere göre yapılır?

Alimler bu soruya şöyle cevap vermişlerdir: Her insanın belli bir amelde ileri gitmesi, onda terakki etmesi, o konuda derinleşmesi söz konusudur. İşte, her insan, en çok temayüz ettiği amelin adıyla anılan kapıdan çağrılır. Bu kimsenin o kapıdan çağrılması, onun temayüz ettiği güzel amellerinin bir ilanı da olmuş olur.(krş. Nevevî, a.g.y).

- Cennet bir binadan ibaret olmadığına göre, söz konusu kapıların da farklı bir değer sembolü olduğunu düşünmek gerekir. Nitekim, rivayetlerden birinde ifade edildiğine göre, bu kapıları duyan Hz. Ebu Bekir “Ya Resulallah! Bir insanın bütün bu kapılardan da çağrılması söz konusu olabilir mi?” diye sormuş ve “Evet, senin de onlardan olacağını ümit ediyorum.” cevabını almıştı. (Buharî, Fedailu’s-sahabe, 5; Müslim, zekât, 28).

 

HTML

Üst