.DepresyoN
Banned
- Katılım
- 3 Ocak 2009
- Mesajlar
- 235
- Reaction score
- 0
- Puanları
- 0
Tarikatın Kolları...
Hukukun üstünlüğünü ve yargının bağımsızlığını savunurum...
Bir hukuk devletinde bireyler eğer suç işlediyse kimliklerine bakılmaksızın gözaltına alınırlar ve sorgulanırlar.
Bu kişilerin meslekleri ne olursa olsun bir ayrım yapılmaz, bir başka deyişle “ayrıcalıklı kişi” olarak görülmez.
Olaya bu açıdan bakıp Türkiye’de olup bitenleri irdelemeye çalışalım:
Ergenekon davasının birinci ayağının iddianamesi 2500 sayfa ve 450 klasörden oluşuyor...
İddianamenin önemli bir bölümü telefon dinlemeleri. Pek çok kişinin adı bu telefon konuşmalarında yer alıyor.
Hukuk devletinin ilkeleri bellidir...
İnsanlar ev, kahve sohbetlerinde, telefon konuşmalarında “siyasal iktidarın ülkeyi nereye götürdüğü” konusunda düşüncelerini söyleyebilirler.
2008’de yurtdışında toplantıda konuşurken bir izleyici şu soruyu yöneltti:
“AKP iktidarından kurtulmanın yolu TSK’nin darbe yapmasından geçer, siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?”
Verdiğim yanıt çok kısa oldu:
“Ben 12 Mart’ları, 12 Eylül’leri, 28 Şubat sürecini yaşamış bir gazeteciyim... En kötü sivil iktidar en iyi askeri rejimden iyidir. Bir askeri darbe, demokrasi ve özgürlükleri ortadan kaldırır ve bugünleri arar duruma geliriz...”
Soruyu soran kişi çok kızdı benim yanıtıma ve salondan ayrıldı...
Bana o soruyu soran kişi suç mu işlemişti?
Bence hayır!
Bireyler siyasal yanlışlar yapabilir, değerlendirmeleri de farklı olabilir...
***
Devlet içinde “başına buyruk silahlı güç odakları” faili meçhul cinayetlere karışmadı mı? Karıştı! Pek çok arkadaşımızı, meslektaşımızı bu cinayetlerde yitirmedik mi? Yitirdik!
TBMM Faili Meçhul Siyasi Cinayetleri Araştırma Komisyonu’nun 1994 yılında hazırladığı rapor da ortada, Susurluk raporu da...
Toprak altından çıkan silahlar, mermiler, bombalar polisin elinde...
Peki kimin bu silahlar, bombalar, mermiler? Ankara “Zir Vadisi”nde 800 mermi bulundu ama silahlar yok. Bu konuda dün değindiğim gibi açıklama yapan da yok...
Kimi gazeteciler “komplo teorileri” kuruyor...
Ergenekon’da kim suçlu, kim suçsuz ayırt edilemiyor!
Hele işin içine “Fethullahçı örgütlenme” girdiğinde, tarikat şeyhinin müritleri ortalığı ayağa kaldırıyor...
Doç. Dr. Hakan Yavuz’un açıklamalarının bir bölümünü dün aktardım. Cemaatlere pek uzak durmayan Yavuz bile Fethullahçıların yarattığı “Korku İmparatorluğu”ndan söz edip ekliyordu:
“Cemaat 28 Şubat’ın rövanşını alıyor. Gözaltı dalgaları sürecektir. 28 Şubat’ın simge isimleri de alınacaktır.”
Hakan Yavuz ne Atatürkçü Düşünce Derneği’nin ne de Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği’nin genel başkanı!
Cemaatlere karşı olan bir ad değil... Bir bilim insanı olarak yaşananları değerlendirip gözlemlerini aktarıyor.
Dün kaldığım yerden devam edersem, bir önemli noktanın altını çizmekte yarar var.
Hakan Yavuz ne diyordu:
“Cemaat içine sızdığı ve ele geçirdiği estrümanlarla bir korku imparatorluğu yaratmış.”
Konuyu açmakta yarar var:
Hakan Yavuz’un “Enstrüman” dediği şey nedir?
Özellikle istihbarat birimleri ve yargı...
***
Çünkü Fethullahçılar “duyarlı kurumlara” sızmışlar... Kamuoyu bunun adını “F Tipi” olarak biliyor...
Hakan Yavuz’un Sky Türk’te yaptığı bir başka saptaması da şöyleydi:
“Cemaat 28 Şubat’ın rövanşını alıyor.”
Ve ekliyordu Hakan Yavuz:
“28 Şubat’ın bir ayağı da medya idi. Kanadoğlu’nun maruz kaldığı muamele 28 Şubat’ın en önemli enstrümanı olan bir büyük medya patronu için de hazırlanıyor olabilir.”
Soner Yalçın Hürriyet’te (18 Ocak 2009) bence çok önemli bir yazı yazdı ve ilişkiler zincirinin halkalarını ortaya döktü...
Soner Yalçın soruyordu:
“Türkiye’nin en güvenilir kurumuna karşı yapılan bu sistematik psikolojik savaşın amacı nedir? TSK bir karşı darbenin saldırılarına mı maruzdur?”
HİKMET ÇETİNKAYA Cumhuriyet,23.01.2009 http://www.irtica.org/index.php?option=com_content&task=view&id=2014&Itemid=70
Hukukun üstünlüğünü ve yargının bağımsızlığını savunurum...
Bir hukuk devletinde bireyler eğer suç işlediyse kimliklerine bakılmaksızın gözaltına alınırlar ve sorgulanırlar.
Bu kişilerin meslekleri ne olursa olsun bir ayrım yapılmaz, bir başka deyişle “ayrıcalıklı kişi” olarak görülmez.
Olaya bu açıdan bakıp Türkiye’de olup bitenleri irdelemeye çalışalım:
Ergenekon davasının birinci ayağının iddianamesi 2500 sayfa ve 450 klasörden oluşuyor...
İddianamenin önemli bir bölümü telefon dinlemeleri. Pek çok kişinin adı bu telefon konuşmalarında yer alıyor.
Hukuk devletinin ilkeleri bellidir...
İnsanlar ev, kahve sohbetlerinde, telefon konuşmalarında “siyasal iktidarın ülkeyi nereye götürdüğü” konusunda düşüncelerini söyleyebilirler.
2008’de yurtdışında toplantıda konuşurken bir izleyici şu soruyu yöneltti:
“AKP iktidarından kurtulmanın yolu TSK’nin darbe yapmasından geçer, siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?”
Verdiğim yanıt çok kısa oldu:
“Ben 12 Mart’ları, 12 Eylül’leri, 28 Şubat sürecini yaşamış bir gazeteciyim... En kötü sivil iktidar en iyi askeri rejimden iyidir. Bir askeri darbe, demokrasi ve özgürlükleri ortadan kaldırır ve bugünleri arar duruma geliriz...”
Soruyu soran kişi çok kızdı benim yanıtıma ve salondan ayrıldı...
Bana o soruyu soran kişi suç mu işlemişti?
Bence hayır!
Bireyler siyasal yanlışlar yapabilir, değerlendirmeleri de farklı olabilir...
***
Devlet içinde “başına buyruk silahlı güç odakları” faili meçhul cinayetlere karışmadı mı? Karıştı! Pek çok arkadaşımızı, meslektaşımızı bu cinayetlerde yitirmedik mi? Yitirdik!
TBMM Faili Meçhul Siyasi Cinayetleri Araştırma Komisyonu’nun 1994 yılında hazırladığı rapor da ortada, Susurluk raporu da...
Toprak altından çıkan silahlar, mermiler, bombalar polisin elinde...
Peki kimin bu silahlar, bombalar, mermiler? Ankara “Zir Vadisi”nde 800 mermi bulundu ama silahlar yok. Bu konuda dün değindiğim gibi açıklama yapan da yok...
Kimi gazeteciler “komplo teorileri” kuruyor...
Ergenekon’da kim suçlu, kim suçsuz ayırt edilemiyor!
Hele işin içine “Fethullahçı örgütlenme” girdiğinde, tarikat şeyhinin müritleri ortalığı ayağa kaldırıyor...
Doç. Dr. Hakan Yavuz’un açıklamalarının bir bölümünü dün aktardım. Cemaatlere pek uzak durmayan Yavuz bile Fethullahçıların yarattığı “Korku İmparatorluğu”ndan söz edip ekliyordu:
“Cemaat 28 Şubat’ın rövanşını alıyor. Gözaltı dalgaları sürecektir. 28 Şubat’ın simge isimleri de alınacaktır.”
Hakan Yavuz ne Atatürkçü Düşünce Derneği’nin ne de Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği’nin genel başkanı!
Cemaatlere karşı olan bir ad değil... Bir bilim insanı olarak yaşananları değerlendirip gözlemlerini aktarıyor.
Dün kaldığım yerden devam edersem, bir önemli noktanın altını çizmekte yarar var.
Hakan Yavuz ne diyordu:
“Cemaat içine sızdığı ve ele geçirdiği estrümanlarla bir korku imparatorluğu yaratmış.”
Konuyu açmakta yarar var:
Hakan Yavuz’un “Enstrüman” dediği şey nedir?
Özellikle istihbarat birimleri ve yargı...
***
Çünkü Fethullahçılar “duyarlı kurumlara” sızmışlar... Kamuoyu bunun adını “F Tipi” olarak biliyor...
Hakan Yavuz’un Sky Türk’te yaptığı bir başka saptaması da şöyleydi:
“Cemaat 28 Şubat’ın rövanşını alıyor.”
Ve ekliyordu Hakan Yavuz:
“28 Şubat’ın bir ayağı da medya idi. Kanadoğlu’nun maruz kaldığı muamele 28 Şubat’ın en önemli enstrümanı olan bir büyük medya patronu için de hazırlanıyor olabilir.”
Soner Yalçın Hürriyet’te (18 Ocak 2009) bence çok önemli bir yazı yazdı ve ilişkiler zincirinin halkalarını ortaya döktü...
Soner Yalçın soruyordu:
“Türkiye’nin en güvenilir kurumuna karşı yapılan bu sistematik psikolojik savaşın amacı nedir? TSK bir karşı darbenin saldırılarına mı maruzdur?”
HİKMET ÇETİNKAYA Cumhuriyet,23.01.2009 http://www.irtica.org/index.php?option=com_content&task=view&id=2014&Itemid=70