iSpiK
Kadim Dost
TARİHTE TÜRKLER ARASINDAKİ ORTAK ÖZELLİKLER
Türk Devletleri hakkında bilgi verirken hepsine tek tanımlayıcı isim olarak hep “Türk” sözünü kullandık. Halbuki Türk sözü ilk defa Göktürkler için kullanıldı. Arapların İslâmiyet’i yaymak için doğuya geldikleri sırada karşılaştıkları devlet Göktürklerdi. Bu nedenle Arap tarihçiler benzer dili konuşan bütün boylara Türk (Etrâk) dediler. Daha sonra batıdaki tarihçiler de bu adı kullandılar. Çin kaynakları Göktürkler için, T’u-kü-eler diye bahsederler.
Bu bölümde anlatılmak istenen, bütün boylarda görülen ortak ve benzer özelliklerin varlığıdır. Yoksa o dönemde, bugünkü anlamda bir millet ve Türklük anlayışı yoktu. Aynı soya mensubiyet bilinci bugünkü gibi gelişmemişti. Her gurup ve boy kendini diğerlerinden ayrı görüyordu. Bu nedenle de aralarında sıkça savaşıyorlardı. Ancak gelişen olaylar ve çeşitli boylardan oluşan Hunların kurdukları devletler incelendiğinde, sosyal açıdan bazı ortak özellikleri gözlenmektedir. Daha sonra göreceğimiz diğer boyların da kuracakları devletlerde de benzer özellikler görülmektedir.
Askeri anlayışları ve buna uygun özel nitelikler olan gözü peklik, savaşanlar arası dayanışma, üste kesin itaat hemen hepsinde aynıydı. Madenleri işlemeleri, ata hükmetmeleri ve üzengi kullanmalarından savaş taktiklerine kadar benzerlikler vardı. J.P.Roux (s.16), yüksek onur ve verilen söze sadık kalma konusunun bütün Türk tarihi boyunca karşımıza çıktığını aktarır. Türkler, egemenlikleri altındaki halklara ve birbirlerine verdikleri sözleri tutuyorlardı. Yaptıkları antlaşmaları karşı taraf bozmadıkça aynen uyguluyorlardı. Nitekim Atilla, Roma’ya girmeyeceğine dair Papa I.Leo’ya verdiği sözü, kendisini engelleyecek bir güç yokken tutmuştur. Akhunlar ise, kendileri güçlü olmalarına rağmen I.Firuz ihanet edene kadar verdikleri sözden dönmediler. Türklerin güçlü oldukları dönemlerde dahi gösterdikleri bu hoşgörü anlayışı, imparatorluklar kurabilmelerinin önemli bir nedeni olmuştur.
Boyların ırkçılık yaptıklarına pek rastlanmaz. Zaten eğer ırkçılık yapsalardı, egemenlikleri altındaki diğer halkları kendileri gibi olmaya zorlarlardı. Halbuki konu içerisinde de gördüğümüz gibi, diğer halkların kimliklerini muhafaza etmelerine izin verdiler. Ayrıca Bulgar Türklerinden Kurum Hanı iki paragraf aşağıda aktarılan sözlerinden de anlaşılacağı üzere, insanlara iyilik etmeye çalıştılar.
Türk boyları yönetimlerinde adaletten ayrılmamaya gayret ettiler. Zaten adaletten ayrılanlar kısa sürede yıkıldılar. Atilla kendisine suikast düzenleyen Bleda’yı bir heyet önünde sorguya çekti (445). Karadeniz’in kuzeyi ile Hazar Denizi arasında yaşayan Hazar Türklerinde (7-8. yüzyıl) ülkedeki her din mensubunun davalarına bakabilmek için değişik dinlerden yedi ayrı yargıç vardı. Ama, ihanet eden nankörlere karşı hepsi de acımasız oldular.
Yukarıda kısaca bahsedilen üç devletten de anlaşılacağı gibi, Türkler 45-55. enlemlerde 4. ve 6. yüzyıllar arasında çok geniş bir alana hakim oldular. Bu bölgelerden Orta Asya’da halen Türk Devletleri vardır. Hindistan’ın kuzeyinde ise 18. Yüzyılın ortalarına kadar kısa aralıklarla egemenliklerini sürdürdüler. 1919 yılında Anadolu’daki Türklerin yaptıkları Kurtuluş Savaşına bu bölgeden de (bir kısmı bugünkü Pakistan) maddi ve manevi yardımlar gönderildi. (Bazı tarihçiler bugünkü Afganistan’da yaşayan Peştunların, proto-Türk olan Vusunların devamı olduğunu söylerler.) Karadeniz’in kuzeyi ise, kısa bir aradan sonra yaklaşık 1000 yıl kesintisiz olarak Türklerin egemenliğinde kaldı. Hazarlar, Bulgarlar, Peçenekler (kitabın Haçlı Seferleri bölümünde daha ayrıntılı bilgi verilecektir), Kıpçaklar, Tatarlar, Nogaylar hep bu bölgelerde hüküm sürdüler.
Balkan Bulgar Türklerinin hanı Kurum Han, 811 yılında Bizans İmparatoru Nikephoros’u yendi. Yenmesine rağmen Türkler yine de Bizanslılara iyilik etmekten geri durmadılar. İbrahim Kafesoğlu’nun G.Feher’den ve V.Beşevliev’den ayrı ayrı aktardığına göre (s.97), Direklerdeki 2. Bulgar kitabesinde yazılı olan Bulgar Türklerinin hanının şu sözleri bu davranışa işaret etmektedir. “Doğru insanı ve yalancıyı, Tanrı bilir. Bulgarlar (Türkler), Hıristiyanların (Bizanslılar) iyiliği için çok çalıştılar. Ancak onlar bunu unuttu. Fakat Tanrı biliyor.” Gerçekten de Türklerin bu konudaki düşünce ve yapıları günümüze kadar hep aynı kaldı. (Kurum hanın Nikephoros’un kafasını kestirip içinde şarap içtiği iddası vardır. Bu olay Türk kültürüne uymamaktadır. Hakanın yukarıdaki anlayışıyla ve davranışlarıyla da taban tabana zıttır. Ayrıca İbrahim Kafesoğlu’nun aktardığına göre (s.94), bu konuyla ilgili bilgi, olaydan iki asır sonra yazılmış Leon Grammaticos’un eserine, sonradan bilinmeyen birisi tarafından ilave edilmiştir.)
Atilla’dan sonra devlet içerisindeki diğer halklar ayaklanmaya başladı. Bunun üzerine devlet içerisindeki kurucu Hun Türkleri, doğuya doğru kayarak devletlerini sürdürdüler. 540 yılında dahi, Yunanlıları yenecek güçleri vardı. Bu sıralarda I. Göktürk Devleti’nin Avarları (Çin kayıtlarında Juan Juan) yenerek devlet kurmasının sonucunda Avarlar, batıya doğru göç ederek Balkanların kuzeyine kadar geldiler. Bölgede hakimiyet kurdular. Yunanistan’ı işgal ettiler (591). Balkanlarda hakim olan Avarlar, Türkçe konuşuyorlardı. Bu durum Avarların muhtemelen Avrupa’daki Hun Türkleriyle birleştiklerini gösterir. (Çünkü Karadeniz’in doğusunda kalan Avar gurubunun dili Türkçe değildir.) Ancak daha sonra dillerini kaybetmeye başladılar. Böylece önce Slavlaştılar. 8. yüzyılın sonunda Avar hanının vaftiz edilmesiyle tamamen Hıristiyan oldular. (Bu guruptan daha önce göç sırasında ayrılıp doğuda kalanlar bugünkü Dağistanlılardır.)
Avarlar kendilerinden hemen sonra bölgeye gelen Bulgar Türklerini, onlar da kendilerinden sonra gelen Peçenekleri etkilediler. Bu bölgede dillerini kaybeden bazı guruplar önce Slavlaştılar, sonra Hıristiyanlaştılar. Bir kısmı ise doğuya çekilerek orada ayrı bir devlet kurdular. İdil (Volga) Bulgar Türk Devleti böyle kuruldu. Peçeneklerin ise, Malazgirt Savaşında Alparslan’ın yanında yer alanları Müslüman oldular. Balkanlarda kalanların bazıları Hıristiyanlaştılar. Ama bir kısmı Doğuya doğru göç ettiler. (Bu konuda kitabın Haçlı Seferleri bölümünde daha geniş bilgi verildi.)
Tarihte Türklerin boylarında görülen ortak özellikler:
(Bu özelliklerin çoğunu J.P.Roux sıralamaktadır.)
§ Yüksek onur
§ Sözünün eri olma
§ Irkçılık yokluğu
§ Çevresindekilere hizmet arzusu
§ Bağımsızlık isteği
§ Maddi ve manevi sağlamlık
§ Gözü peklik
§ Üste kesin itaat
§ Mağdurlara karşı merhamet
§ Savaşanlar arası dayanışma
§ İhanet edenlere karşı acımasızlık
§ Gerektiğinde kendisinin ve düşmanının hayatını hiçe sayma
Yukarıdaki özellikler bazen toplumsal, bazen kişiseldir. Her özellik Türk olduğunu düşünen her kişide olmayabilir. Ama tarihteki önemli olaylar genelleme yapılmasına izin vermektedir. Belgelenen tarihte Türklerin ilk ünlü devlet adamı olan Mete’den, Atatürk’e kadar, bu özelliklere daha çok sahip olan kişiler Türkleri ileriye taşımışlardır. Dolayısıyla bir kimse kendisinin Türklükle bağdaşır davranışta bulunup bulunmadığına, yukarıdaki özelliklerle ne kadar uyum sağladığına göre karar verirse daha isabetli olur.
İsmail Hakkı KÜPÇÜ
Türk Devletleri hakkında bilgi verirken hepsine tek tanımlayıcı isim olarak hep “Türk” sözünü kullandık. Halbuki Türk sözü ilk defa Göktürkler için kullanıldı. Arapların İslâmiyet’i yaymak için doğuya geldikleri sırada karşılaştıkları devlet Göktürklerdi. Bu nedenle Arap tarihçiler benzer dili konuşan bütün boylara Türk (Etrâk) dediler. Daha sonra batıdaki tarihçiler de bu adı kullandılar. Çin kaynakları Göktürkler için, T’u-kü-eler diye bahsederler.
Bu bölümde anlatılmak istenen, bütün boylarda görülen ortak ve benzer özelliklerin varlığıdır. Yoksa o dönemde, bugünkü anlamda bir millet ve Türklük anlayışı yoktu. Aynı soya mensubiyet bilinci bugünkü gibi gelişmemişti. Her gurup ve boy kendini diğerlerinden ayrı görüyordu. Bu nedenle de aralarında sıkça savaşıyorlardı. Ancak gelişen olaylar ve çeşitli boylardan oluşan Hunların kurdukları devletler incelendiğinde, sosyal açıdan bazı ortak özellikleri gözlenmektedir. Daha sonra göreceğimiz diğer boyların da kuracakları devletlerde de benzer özellikler görülmektedir.
Askeri anlayışları ve buna uygun özel nitelikler olan gözü peklik, savaşanlar arası dayanışma, üste kesin itaat hemen hepsinde aynıydı. Madenleri işlemeleri, ata hükmetmeleri ve üzengi kullanmalarından savaş taktiklerine kadar benzerlikler vardı. J.P.Roux (s.16), yüksek onur ve verilen söze sadık kalma konusunun bütün Türk tarihi boyunca karşımıza çıktığını aktarır. Türkler, egemenlikleri altındaki halklara ve birbirlerine verdikleri sözleri tutuyorlardı. Yaptıkları antlaşmaları karşı taraf bozmadıkça aynen uyguluyorlardı. Nitekim Atilla, Roma’ya girmeyeceğine dair Papa I.Leo’ya verdiği sözü, kendisini engelleyecek bir güç yokken tutmuştur. Akhunlar ise, kendileri güçlü olmalarına rağmen I.Firuz ihanet edene kadar verdikleri sözden dönmediler. Türklerin güçlü oldukları dönemlerde dahi gösterdikleri bu hoşgörü anlayışı, imparatorluklar kurabilmelerinin önemli bir nedeni olmuştur.
Boyların ırkçılık yaptıklarına pek rastlanmaz. Zaten eğer ırkçılık yapsalardı, egemenlikleri altındaki diğer halkları kendileri gibi olmaya zorlarlardı. Halbuki konu içerisinde de gördüğümüz gibi, diğer halkların kimliklerini muhafaza etmelerine izin verdiler. Ayrıca Bulgar Türklerinden Kurum Hanı iki paragraf aşağıda aktarılan sözlerinden de anlaşılacağı üzere, insanlara iyilik etmeye çalıştılar.
Türk boyları yönetimlerinde adaletten ayrılmamaya gayret ettiler. Zaten adaletten ayrılanlar kısa sürede yıkıldılar. Atilla kendisine suikast düzenleyen Bleda’yı bir heyet önünde sorguya çekti (445). Karadeniz’in kuzeyi ile Hazar Denizi arasında yaşayan Hazar Türklerinde (7-8. yüzyıl) ülkedeki her din mensubunun davalarına bakabilmek için değişik dinlerden yedi ayrı yargıç vardı. Ama, ihanet eden nankörlere karşı hepsi de acımasız oldular.
Yukarıda kısaca bahsedilen üç devletten de anlaşılacağı gibi, Türkler 45-55. enlemlerde 4. ve 6. yüzyıllar arasında çok geniş bir alana hakim oldular. Bu bölgelerden Orta Asya’da halen Türk Devletleri vardır. Hindistan’ın kuzeyinde ise 18. Yüzyılın ortalarına kadar kısa aralıklarla egemenliklerini sürdürdüler. 1919 yılında Anadolu’daki Türklerin yaptıkları Kurtuluş Savaşına bu bölgeden de (bir kısmı bugünkü Pakistan) maddi ve manevi yardımlar gönderildi. (Bazı tarihçiler bugünkü Afganistan’da yaşayan Peştunların, proto-Türk olan Vusunların devamı olduğunu söylerler.) Karadeniz’in kuzeyi ise, kısa bir aradan sonra yaklaşık 1000 yıl kesintisiz olarak Türklerin egemenliğinde kaldı. Hazarlar, Bulgarlar, Peçenekler (kitabın Haçlı Seferleri bölümünde daha ayrıntılı bilgi verilecektir), Kıpçaklar, Tatarlar, Nogaylar hep bu bölgelerde hüküm sürdüler.
Balkan Bulgar Türklerinin hanı Kurum Han, 811 yılında Bizans İmparatoru Nikephoros’u yendi. Yenmesine rağmen Türkler yine de Bizanslılara iyilik etmekten geri durmadılar. İbrahim Kafesoğlu’nun G.Feher’den ve V.Beşevliev’den ayrı ayrı aktardığına göre (s.97), Direklerdeki 2. Bulgar kitabesinde yazılı olan Bulgar Türklerinin hanının şu sözleri bu davranışa işaret etmektedir. “Doğru insanı ve yalancıyı, Tanrı bilir. Bulgarlar (Türkler), Hıristiyanların (Bizanslılar) iyiliği için çok çalıştılar. Ancak onlar bunu unuttu. Fakat Tanrı biliyor.” Gerçekten de Türklerin bu konudaki düşünce ve yapıları günümüze kadar hep aynı kaldı. (Kurum hanın Nikephoros’un kafasını kestirip içinde şarap içtiği iddası vardır. Bu olay Türk kültürüne uymamaktadır. Hakanın yukarıdaki anlayışıyla ve davranışlarıyla da taban tabana zıttır. Ayrıca İbrahim Kafesoğlu’nun aktardığına göre (s.94), bu konuyla ilgili bilgi, olaydan iki asır sonra yazılmış Leon Grammaticos’un eserine, sonradan bilinmeyen birisi tarafından ilave edilmiştir.)
Atilla’dan sonra devlet içerisindeki diğer halklar ayaklanmaya başladı. Bunun üzerine devlet içerisindeki kurucu Hun Türkleri, doğuya doğru kayarak devletlerini sürdürdüler. 540 yılında dahi, Yunanlıları yenecek güçleri vardı. Bu sıralarda I. Göktürk Devleti’nin Avarları (Çin kayıtlarında Juan Juan) yenerek devlet kurmasının sonucunda Avarlar, batıya doğru göç ederek Balkanların kuzeyine kadar geldiler. Bölgede hakimiyet kurdular. Yunanistan’ı işgal ettiler (591). Balkanlarda hakim olan Avarlar, Türkçe konuşuyorlardı. Bu durum Avarların muhtemelen Avrupa’daki Hun Türkleriyle birleştiklerini gösterir. (Çünkü Karadeniz’in doğusunda kalan Avar gurubunun dili Türkçe değildir.) Ancak daha sonra dillerini kaybetmeye başladılar. Böylece önce Slavlaştılar. 8. yüzyılın sonunda Avar hanının vaftiz edilmesiyle tamamen Hıristiyan oldular. (Bu guruptan daha önce göç sırasında ayrılıp doğuda kalanlar bugünkü Dağistanlılardır.)
Avarlar kendilerinden hemen sonra bölgeye gelen Bulgar Türklerini, onlar da kendilerinden sonra gelen Peçenekleri etkilediler. Bu bölgede dillerini kaybeden bazı guruplar önce Slavlaştılar, sonra Hıristiyanlaştılar. Bir kısmı ise doğuya çekilerek orada ayrı bir devlet kurdular. İdil (Volga) Bulgar Türk Devleti böyle kuruldu. Peçeneklerin ise, Malazgirt Savaşında Alparslan’ın yanında yer alanları Müslüman oldular. Balkanlarda kalanların bazıları Hıristiyanlaştılar. Ama bir kısmı Doğuya doğru göç ettiler. (Bu konuda kitabın Haçlı Seferleri bölümünde daha geniş bilgi verildi.)
Tarihte Türklerin boylarında görülen ortak özellikler:
(Bu özelliklerin çoğunu J.P.Roux sıralamaktadır.)
§ Yüksek onur
§ Sözünün eri olma
§ Irkçılık yokluğu
§ Çevresindekilere hizmet arzusu
§ Bağımsızlık isteği
§ Maddi ve manevi sağlamlık
§ Gözü peklik
§ Üste kesin itaat
§ Mağdurlara karşı merhamet
§ Savaşanlar arası dayanışma
§ İhanet edenlere karşı acımasızlık
§ Gerektiğinde kendisinin ve düşmanının hayatını hiçe sayma
Yukarıdaki özellikler bazen toplumsal, bazen kişiseldir. Her özellik Türk olduğunu düşünen her kişide olmayabilir. Ama tarihteki önemli olaylar genelleme yapılmasına izin vermektedir. Belgelenen tarihte Türklerin ilk ünlü devlet adamı olan Mete’den, Atatürk’e kadar, bu özelliklere daha çok sahip olan kişiler Türkleri ileriye taşımışlardır. Dolayısıyla bir kimse kendisinin Türklükle bağdaşır davranışta bulunup bulunmadığına, yukarıdaki özelliklerle ne kadar uyum sağladığına göre karar verirse daha isabetli olur.
İsmail Hakkı KÜPÇÜ