Tarİhden DÖnem Ödevİ Aldim Çok Acİl Yardim LÜtfen

black_fear

New member
Katılım
16 Mar 2007
Mesajlar
1
Reaction score
0
Puanları
0
KONU : kapitülasyonların osmanlı devletine etkileri
ilgilenenlere şimdiden teşekkür ederimm :goz:
 
KapİtÜlasyonlar

Sözlük anlamıyla; bir ülkenin, vatandaşlarının zararına olacak şekilde yabancılara verilen ayrıcalıklar. Osmanlı Devleti'nde Kanuni Sultan Süleyman döneminde 1535'de ilk kez padişah fermanıyla Fransızlara tanınan hakların tümü.

Fransa Kralı I. François 1525'de Cermen İmapartoru V. Carlos tarafından esir alınmış bunun üzerine Kralın annesi Kanuni'ye bir mektup yazarak yardım istemiştir. Bu sırada Mohaç Seferi'ne çıkacak olan Kanuni, bu yardımla Habsburglarla yakınlaşma sağlanabilir düşüncesiyle, yardım etmeyi kabul etmiştir. Fakat herşey Sultan Süleyman'ın planladığı gibi olmamış, Fransız dostluğu zamanla resmi bir kimlik kazanmıştır.
1535'te Fransızlarla Osmanlı Devleti arasında imzalanan antlaşmayla Fransızlara birtakım haklar verilmiştir. Kapitülasyonlar, bu dostluk antlaşmasının yarattığı yakınlaşma ortamında verilmiş olan haklardır. Buna göre; Fransız bayrağı taşıyan gemiler Osmanlı egemenliğinde bulunan bütün limanlarda serbestçe ticaret yapabileceklerdi. Diğer yabancı devletler gemilerini, Osmanlı egemenliğinde bulunan denizlerde ancak Fransız bayrağı altında ticaret yapabileceklerdi. Bu sayede Fransızlar kapitülasyonlar gereği Osmanlı denizlerinde serbestçe ticaret yapma özgürlüğüne kavuşmuştu. Ayrıca Osmanlı İmparatorluğu sınırları içinde yaşayan Katoliklere ibadet özgürlüğü verilmesi, Fransız konsoloslarına kendi vatandaşlarıyla ilgili sorunların çözümlenmesinde yargı yetkisi tanınması gibi hükümler, daha sonraki yıllarda İmparatorluğun zayıflamasıyla, devletin bağımsızlığını yok edecek kurallar haline getirilmiştir.

1569, 1581, 1597, 1614, 1673 ve 1740 yıllarında yeni kapitülasyonlar verilmiştir. 1740 kapitülasyonlarıyla, Fransa'ya tanınan haklar daha da genişletilmiş, diğer batılı ülkelere de aynı hakların tanınması kabul edilmiştir. 1740 kapitülasyonlarından sonra Osmanlı sınırları içerisindeki yabancı devletlere çok geniş ticaret yapma olanakları sağlanmış, hatta bu haklar sayesinde İstanbul'da yanacı postaneler açılmıştı.

Sevr Antlaşması'nın imzalanmasıyla kapitülasyonlardan yararlanma hakkı Yunanistan ve Ermenistan'a verilmiş, yabancı gemilere, Türk gemilerine tanınan bütün hakların tanınması kararlaştırılmıştır. 22 Mart 1922'deki Sakarya Zaferi'nden sonra Paris'te toplanan İtilaf Devletleri Dışişleri bakanları konferansında ise İngiltere, Fransa, İtalya, Japonya, Türkiye ve kapitülasyonlardan yararlanan öbür devletlerin katılmasıyla kurulacak bir komisyonca kapitülasyon hükümlerinin gözden geçirilmesi konusunda karara varılmıştır. Kapitülasyonlar Lozan Barış Antlaşmasıyla yürürlükten kalkmıştır.

Bilindiği üzere Osmanlı iktisadî zihniyetinin en temel prensiplerinden birisi ülkede eşya ve emtia sıkıntısının çekilmesini önlemek ve bu amaca yönelik olarak da ihracatı sınırlamaktı. Aslında kapitülasyonlar, bu klasik stratejiyi benimsemiş olan iktisadî zihniyetle çatışmaz, hatta onu destekler. Bu sayede ülkeye giren mallar artar ve Osmanlı devlet adamlarının korkulu rüyası olan kıtlık sorununa çözüm bulunur. Fakat XIX. yüzyıldan itibaren artık Osmanlı klasik iktisadî paradigması değişmeye başlar. Böylece kapitülasyonlar da farklı bir açıdan değerlendirmeye tabi tutulur ve bunlar, Tanzimatçı Osmanlı bürokratlarının gözünde iktisadî modernleşmenin önündeki en ciddî engel olarak görülür. XIX. yüzyılın özellikle ikinci yarısından iti baren Osmanlı ülkesinde faaliyete geçen bazı yabancı şirketler, ve özellikle de sigorta şirketleri halka büyük zararlar verirler. Özellikle, Avrupadaki bir sigorta şirketinin acentesi olmadıkları halde, onların isimlerini kullanarak Osmanlı ülkesinde faaliyet yapan ve halktan prim toplayan sigorta şirketleri çok önemli bir sorun olarak karşımıza çıkar. 1890lı yılların başında ülkede on beş sigorta şirketi veya acentesi faaliyet gösterirken, yedi-sekiz yıl içinde bu sayı kırk dörde yükselir. Vatandaşlardan sigorta primi toplayan bu şirketler, hasar oluştuğunda çeşitli gerekçeler göstererek, sigortalıya ödeme yapmazlar. Devletin bu kuruluşları denetim altına alma çabaları da, aşağıda izah edeceğimiz gibi, kapitülasyonlara aykırı olduğu gerekçesiyle sonuçsuz kalır. Yabancı sigorta şirketlerinin halka verdiği zarar, yabancı gazetelere bile yansır ve Viyanada çıkan bir gazete sigorta şirketlerinin birer çekirge sürüsü gibi Şarka müstevli oldukları şeklinde değerlendirmeler yapar. Bu durum İstanbul Ticaret Odasını da rahatsız eder ve Oda yetkilileri yabancı sigorta şirketlerinden içtüzüklerini ve temsilcisi oldukları sigorta şirketinden almış oldukları vekâletnameleri ibraz etmelerini ister. Ancak yabancı sigorta şirketleri Ticaret Odasına bu konuda cevap vermeye bile tenezzül etmezler. Avrupadaki bazı şirketlerin temsilcisi olan sigorta şirketleri de sigortalıya tazminat ödememek için işi yokuşa sürerler: şirket içtüzüğüne dayanarak, anlaşmazlık halinde davanın ancak Paris, Londra veya Avrupanın başka bir yerinde açılabileceğini; dava kazanıldığında da paranın şirket merkezinin bulunduğu ülkedeki bankaya yatırılması gerektiğini ifade ederler. Bu türlü bahaneler ileri sürerek tazminata hak kazananlara ödeme yapmazlar. Bu şirketler, kapitülasyonları bahane ederek, hiçbir malî sorumluluk altına girmeden ve devlete vergi ödemeden Osmanlı ticaret hayatına katılırlar. Bu durum yerli üreticileri ve zanaatkârların hâlini daha da kötüleştirir. Zira zaten sermaye, bilgi, ticarî vizyon ve yetişmiş eleman açılarından Avrupalı şirketlerle rekabet edecek gücü olmayan yerli zanaatkar ve tüccarların, faaliyet gösterebilmek için ayrıca devlete vergi vermeleri ve devletin koyduğu bazı kurallara uymaları gerekiyordu. Bu ise rekabet şartlarını daha da ağırlaştırıyordu. Yani yerli üreticinin rekabet şansı kapitülasyonlar nedeniyle neredeyse sıfıra inmekteydi. Öte yandan kapitülasyonlar, devlet olmanın en önemli göstergelerinden birisi olan kendine mahsus bir iktisadî siyaset belirlenmesinin önündeki en büyük engel olduğu gibi, reform süreci boyunca, yabancı devletler tarafından ülkenin iç işlerine karışmak amacıyla bir müdahale aracı olarak da kullanıldılar. Bu müdahalenin en somut örneği, devletin yabancı şirketleri denetim altına alma sürecinde yaşanır. Devlet, her şeye rağmen bir yandan yerli müteşebbisleri teşvik edici bazı tedbirler alırken, bir yandan da yabancı şirketleri denetlemek ve iktisadî faaliyetlerini kontrol altına almak adına bazı girişimlerde bulunur. Ülkede yatırım yapmak isteyen yerli ve yabancı yatırımcılara, fabrika kurmak üzere yurt dışından getirecekleri âlet, edevat ve makineleri gümrük vergisinden muaf tutmak, fabrikaların kurulacağı devlete ait arazileri ücretsiz olarak vermek ve devlete ait arazilerde bulunan bazı hammadde kaynaklarından ücretsiz yararlanmalarını sağlamak gibi teşvikler sağlanır. Şirket kurma mevzuatı yemden düzenlenir ve maden şirketlerinin kurulması kolaylaştırılır. İhracatı teşvik için de yurt dışına çıkarılacak deri ürünlerinden gümrük vergisi alınmaz. Bundan amaç yerli ürünlerin emtia-i ecnebiyyeye rekabet edebilmesiydi. Ancak bu noktada, ithal yasakları koymak veya ithalatı yüksek oranda vergilendirmek, yerli sanayiye ucuz hammadde sağlayabilmek için hammaddelere ihraç yasağı koymak veya yüksek oranda vergilendirmek gibi yerli sanayii gerçekten koruyucu tedbirleri alıp hayata geçiremedi. Bunun nedeni ise, sık sık tekrarlandığı gibi, kapitülasyonlar dı. Kapitülasyonlar ve Devletin Yabancı Şirketleri Denetim Altına Alma Çabaları Osmanlı Devleti, mahkemelerini yetkili merci olarak kabul etmeyen, devlete vergi ödemeyen ve devlet denetimini reddeden yabancı şirketlerle kendi vatandaşları arasında sorun çıktığında, kapitülasyonlar yüzünden vatandaşlarının haklarını koruyacak tedbirleri alamıyordu. Birçoğu kendi ülkelerinde de tescil edilmemiş olan şirketlere, herhangi bir denetim ve yaptırım uygulayamıyordu. Bu yüzden özellikle XIX. yüzyılın ikinci yarısından itibaren, kapitülasyonların doğurduğu iktisadî sonuçlar tartışılmaya başlanır. İktisadî bağımsızlıkla siyasi bağımsızlık arasındaki yakın ve doğrudan ilişkiyi burada izah etmeye gerek yok. Burada ele alınan süreç ise bu ilişkiyi açık ve çarpıcı bir şekilde ortaya koymaktadır. Osmanlı tarihinde kapitülasyonlara karşı ilk ciddî tavır 1713’te sadrazam olan Ali Paşa tarafından alındı. Ali Paşa, bu imtiyazların Osmanlı padişahlarınca tek taraflı olarak verildiğini ve dolayısıyla hukukî alt yapılarının son derece zayıf olduğunu gördü. Yani sonuçta tahta geçen bir padişahın, söz konusu imtiyazları vermek istememesi durumunda Avrupalı devletlerin elinde teamüllerin dışında her hangi bir hukukî dayanak noktası yoktu. Ali Paşanın bu konuya dikkat çekmiş olma sı, Fransız elçisi Marquis de Bonnacın uyanmasına neden oldu. Hatta elçinin, Bu adam [Ali Paşa] iki üç yıl daha kalsaydı belki de kapitülasyonları kaybedecektik. Kapitülasyonların hukuksal temeli o denli zayıftır ki bunların devamı için boyuna uğraşmak gerekir. Benim amacım kapitülasyonların yenilenmesi ve pe-kiştirilmesidir şeklindeki sözleri bu hukukî altyapı zayıflığına işaret eder. Ali Paşanın Pe-tervaradinde şehit düşmesi neticesinde bu girişim, 1740ta Fransaya daha da geniş imtiyazların verilmesiyle sonuçlanır.

BUGÜNKÜ KAPİTÜLASYONLAR
Bizlere okullarda kapitülasyon diye öğretilen şey, Osmanlı’nın Fransa’ya ve İngiltere’ye tanımak zorunda kaldığı ticari ve siyasi ayrıcalıklardı.
Aslında bunda bir yanlış anlama var. Bir kere Osmanlı bu ayrıcalıkları en zayıf zamanında değil, güçlü zamanında, ta Fatih zamanında vermeye başlamış. İlk kapitülasyon verilen ülke de, çoğumuzun bildiği gibi Kanunî zamanında Osmanlılar’ın bir mandası olan Fransa değil, o zamanın ticaret devi Hollanda.
O kapitülasyonların amacı güçlü Osmanlı devletinin bazı ülkeleri ticaret yoluyla destekleyerek, düşman devletlere karşı yanında yer almasını sağlamak. Günümüzde bunun benzerini görmek isteyen, ABD’ye bakabilir. Orada da özellikle Çin’e mahsus, onların ABD’yle ticaretlerini artırmaya yönelik kararlar alınıyor. Amaç, Çin’i tek başına kapalı bir devlet olarak bırakmamak. Amerikalılar, Çin’le ticaretin bu ülkeyi Batı sistemine yaklaştıracağını umuyorlar.
Ancak günümüzde kapitülasyon dendiğinde, bizlerin zarar, başkalarının ise kâr ettiği ayrıcalıkları kastediyoruz. Kimilerine göre tarihe gömülmüş olan kapitülasyonlar, aslında bugün IMF’nin ve Dünya Bankası’nın eliyle aleyhimize olacak şekilde hortlamış durumda.
Son krizden sonra hâlâ emir altında çalışmayı yeğleyenlere göre, küreselleşme bunu gerektiriyor. Oysa ülkemizden daha fazla “küreselleştiği” açık olan Malezya’da da IMF programı patladığında ilk yapılan iş IMF’yi kapı dışarı etmek olmuştu. IMF’nin dayatmalarının bir kısmının krizle doğrudan bir ilişkisi yok. Nitekim geçen ay doların yükselmesine, yani -varsa- cebimizdeki paranın bir kısmının daha çalınmasına yol açan süreçte, IMF resmen hükümete alacağı kararları, hatta atayacağı isimleri dikte ettirdi. Bunun artık bağımsızlık ve yönetim haysiyetiyle bir ilişkisi olmadığı açık.
Bütün bunları, iflas ettiğini açıklamaktan çekinen bir idarenin harfiyen uygulamasından başka yol var mı? Elbette yok. O sebeple, bu krizin de her kriz gibi aslında siyasi bir kriz, yani toplum ve devlet arasındaki ilişkideki güven ve anlayış sorununa dayandığını anlamak gerekiyor. Krizi doğuran bu değil mi? O zaman çözüm de bu ilişkinin açık, şeffaf, sorumlu ve hesap verir hale getirilmesi.
Sadece iktisadi tedbirlerle, o da IMF’nin yani Batı dünyasının para kolunun talimatlarıyla kriz atlatılmaya çalışılırsa, sonuç bugünkü perişan halden de kötü olacak. Osmanlı, bazı ülkeleri yanına çekmek için verdiği ayrıcalıkları, gün gelip bütün devleti onların eline bırakmaya kadar vardırmıştı. Bizler için de daha baştan menfaati olmayan bu ayrıcalıkların giderek katmerlenmesi hayra alamet değil.
Oy verenlerin ve vatandaşların değil, dışarıdakilerin direktiflerine göre ülkeyi yönetmenin şu andaki krizi daha da derinleştireceği açık. Ne diyelim, sonumuz hayrolsun!

KAPİTÜLASYONLAR Yabancılara verilen her türlü imtiyazlar. Eskiden "imtiyazat-i Ecnebiye" denirdi. Devletin yabancılara tanıdığı imtiyaz ve muafiyetlerdir. Kelime bati dillerinde çeşitli manalar ile ifade edilir. Fransızca’da teslim olma, İtalyanca’da yabancılara tanınan imtiyaz manalarında kullanılır. Osmanlı Devleti'ndeki kapitülasyonlar İtalyanca’daki "Capitulazione" ile bütünüyle ifade edilir. Bir ülkedeki yabancıların statüsü demektir. Kapitülasyonlar çok eski zamanlarda bile mevcuttu. Bir Hıristiyan devletin Müslüman halk lehine veya iki İslâm devletinin karşılıklı olarak tabâları için veya bir Hıristiyan devletinin bir Hıristiyan topluluğuna kapitülasyon seklinde hak ve imtiyazlar vermiştir.

Kapitülasyonlar; adli, mali, idari ve dini kategorilere ayrılır. Adlî imtiyaz, yabancıların kendi konsolosluklarında yargılanması sonucu doğdu. İdari imtiyazlar, karasulardaki yabancı gemilere suç olsa bile girememek; yabancıları yurt dışına çıkaramamak yükümlülüğü getirmektedir. Kapitülasyonlar içinde en önemlisi iktisadi ve ticari yükümlülükte olanıdır. Kapitülasyona sahip devletlerin tab'ası, bir çok vergi ve resimden muaf tutulmuştur. Dini olanı ise din ve mezheplere gösterilen hoşgörüdür.

Devletin yabancılara tanıdığı; karşılıklı, karşılıksız ticarî, hukukî, siyasî ve dini imtiyazlar olarak umumi tarifi yapılan Kapitülasyonlar; tarihte ve günümüzde birçok devletler tarafından verilmiştir. Milletlerarası siyasi, askeri, dini ve iktisadi antlaşmalar birbirlerine imtiyaz verme hükmündedir. Serbest bölgeler, limanlar, şehirler, serbest mübadele prensibi, açık kapı siyaseti, Avrupa İktisadi İşbirliği Teşkilâtı, Ortak Pazar’ın mahiyeti yabancılara imtiyaz yükümlülüğü tanır. Tarihteki, birçok savaşlar, teşkilâtlar ve deyimler kapitülasyonların hükümlerindendir. Ondokuzuncu yüzyıldaki Çin ile Büyük Britanya (İngiltere) arasındaki "Afyon Savaşı" emperyalizm kapitülasyonlarının mahiyetinin misalleridir.

Türklerde ve hususiyetle Osmanlı Devletinde ilk imtiyazın başlangıcı, Sultan Birinci Murad Hân (1360-1386) zamanındadır. 1365'de, Dalmaçya kıyılarında fakir bir ülke olan Ragusa Cumhuriyeti'ne, beşyüz duka haraç karşılığında verilen ticari imtiyazdır. Bizans imparatorlarından Justiniaus'un ülkesinde yaşayan Ermenilere miras ve evlenme gibi meselelerini kendi töre ve kanunlarına göre yapmaları imtiyazı vermesi; Iran ve Osmanlı Devleti'nin ülkesindeki Hıristiyan devletleri konsoloslarına tanıdıkları imtiyazları, karşılıklı olarak kendi konsoloslarına da kararlaştırıp taahhüt etmeleri, Bizans İmparatorluğu'nun Sultan Yıldırım Bayezid Han'a İstanbul’da bir Türk mahallesi kurma ve bu mahallede oturan Türklerin davalarına bakmak üzere, Türk kadısı ile din islerine bakacak müftü tayin etme hakki tanıması verilebilecek misallerdendir. Doğu ticaretini devam ettirmesinin ancak Osmanlılarla iyi münasebetler kurmakla mümkün olabileceğini bilen Ragusa devleti, Osmanlılardan himaye istedi. Ragusa gemilerinin doğu sularında serbest dolaşıp, deniz ticaretinin Osmanlılarca korunmasına karşılık, yıllık 500 dukalık haraç vereceklerdi. Bu antlaşma bizde kapitülasyonların başlangıcını teşkil eder. Bu ahidnâme 1408, 1411, 1445, 1451, 1453, 1481, 1512 olmak üzere yedi defa yenilendi. Osmanlı sultanlarından Birinci Murad, Süleyman Çelebi ve Musa Çelebi, Birinci Mehmed, Fatih Sultan Mehmed, İkinci Bayezid ve Birinci Selim Han zamanlarında Avrupa devletlerine kapitülasyonlar verildi. Zamanla Venedikliler, Cenevizliler, Rumlar ve Ermeniler ile, Fransa, İngiltere, Hollanda devletlerine de imtiyazlar yerildi. "Hümâyûnnâme" adi verilen bu imtiyazlar aslında birer ihsandır. Hıristiyanlık ve mezhepleri ile Musevilerin İslâm ülkelerinde îslâmiyetin faziletlerinden faydalanabilmeleri için verildi.

18 Şubat 1536'da Kanunî Sultan Süleyman Hân’ın Fransa Kralı Birinci François'e verdiği "Uhûd-i atika" meşhurdur. Kanuni'nin Osmanlı Devleti'nin iktisadî, siyasî, askerî ve sosyal bakımdan en güçlü olduğu onaltıncı yüzyılda; fakir, zayıf, muhtaç ve kralını dahi esaretten kurtardığı Fransa'ya imtiyaz vermesi ileriye dönük ticari ve siyasi yatırımdır. Damat İbrahim Pasa ile Fransa Kralı François'in elçisi Jean de La Forest arasında yapılan bu anlaşmaya göre:

1- Fransız ticaret gemileri Osmanlı sularında serbestçe dolaşacaklar, istedikleri limana girebileceklerdir.

2- Fransız tacirlerinden diğer yabancı tacirlere nazaran daha az bir gümrük resmi alınacaktı.

3- Osmanlı ülkesinde yerleşmiş olan Fransızlar din ve mezheplerinde tam serbest olacaklardı.

4- Fransız tacirleri arasındaki ticari ve hukuki davalara, Türkiye'ye gönderilecek olan bir Fransız yargıcı bakacaktı.

5- Fransız tacirleriyle Türkler arasındaki davalara Türk mahkemeleri bakacaklardı..Ancak, bu mahkemelerde bir Fransız tercüman bulunacaktı.

6- Türkiye'de ölen bir tacirin mali, veya Türk sularında batan bir geminin mal ve eşyası Fransa'daki varislerine verilecekti.

7- Türk tacirleri de Fransa kralına ait topraklarda ve denizlerde bu haklardan faydalanacaktı.

8- Bu imtiyazlar, ancak anlaşmayı imzalayan hükümdarların sağ kaldıkları süre içinde geçerli olacaklardı. Kapitülasyonlar 1569, 1579, 1580, 1614, 1673, 1740 yıllarında yenilenip, imtiyazlar genişletildi. Daha başka ülkelere verildi.

Kanuni devri, Osmanlı Devleti'nin her bakımdan en parlak devridir. Bu devirde fütuhatlar çok gelişti, kültür ve sanat en parlak zamanı yaşadı. Babası Yavuz Sultan Han’ın doğuya iki büyük seferi, hilâfetin Osmanlılara geçmesi, Kanuni'yi batıya yöneltti. Kanunî’nin Osmanlı Devleti'ni cihan devleti haline getirmesi ve Avrupa'da hakim kılması karşısında İspanya-Alman Kralı Şarlkent buna karsı çıkıyor ye çareler arıyordu. Almanya imparatoru ve İspanya Kralı Şarlkent Avrupa’nın büyük bir kısmini idaresi altında bulunduruyordu. Dokuzuncu asırdan beri Avrupa, Bizans hariç, bu çapta bir Hıristiyan devleti görmemişti. Kristof Kolomb'un 1492 de İspanya namına Amerika yi keşif etmesi İspanya’yı en güçlü mevkiine çıkarttı. Avrupa ekonomisini kurtaran Amerikan gümüşü İspanya’nın inhisarında idi. Amerika kıtasının fethine başlayarak tabii kaynaklarından istifade etmesi ile daha da güçleniyordu. Bu gayri tabii büyüme, birçok Avrupa devletini tehdit ediyordu. Fransa ve İngiltere krallıkları dehşetli bir tehdit altındaydı. Kanuni Sultan Süleyman Hân’ın en büyük hedefi bu devi yıpratmak, parçalamak ve ortadan kaldırmaktı.

Bu devirde Luther, Papa'ya bas kaldırmıştı. Şarl kent Papa’yı destekliyordu. Luthercileri ezmeğe karar vermişti. Avrupa'da mezhep kavgaları kıtayı kana boyuyordu. Lutherciler her tarafta çoğalıp, yayılıyorlardı. Katolik ve Protestanlık arasındaki kanlı katliamlar gittikçe çoğalıyordu. Reformist Luther bile "Yâ Rabbim! Büyük Türkleri bir an önce başımıza getir ve senin ilâhi adaletinden onlar sayesinde nasibimizi alalım..." diye dua ediyordu.

6 Aralık 1525'de Fransa elçisi Kontlen Frangipani, Kanuni Sultan Süleyman Han tarafından kabul edildi. Elçi, doğrudan doğruya Fransa Kralı Birinci Fransuva'dan değil, annesi Louise de Savoie'dan geliyordu. Zira Birinci Fransuva, İmparator-Kral Şarlkent'in esiri olarak İspanya’da mahpustu. Annesi, Cihan Hakanı’ndan oğlunun kurtarılmasını ve Fransa’nın Alman-İspanyol istilâsına maruz kalmasının önlenmesini rica ediyordu. Zira Avrupa'da Şarlkent'e karsı durabilecek ancak bir Fransa kalmıştı. Fransa seddi yıkılınca, Şarlkent'in Hıristiyan Avrupa’ya hakim olması, Osmanlı Devleti için bir tehdit arz ediyordu.

Şarlkent Iran Sahi Tahmasb'a haber yollayarak Osmanlı Devleti'ne karşı ittifak kurmak istediğini bildirdi. Kardinal Polo, Şarlkent'e söyle diyordu:.

"Eğer Tanrı, Büyük Türk’e, Iran Sahi Tahmasb'in şansında büyük bir düsman tahrik etmeseydi, Avrupa ve Hıristiyanlık, çoktan mahvolurdu."

Kanuni'nin Fransa'ya verdiği ticari imtiyazlarla, Fransa'da ticaret yoluyla İspanya ve Venedik gibi kazançlar sağlıyordu; diğer Avrupa devletlerinin yanında prestijini artırıyor, üstün bir mevkiye çıkarıyordu. 18 Şubat 1536'da Fransa'ya bugünkü rayiçle 20 milyar TL. gibi muazzam bir yardim yapıldı. Böylece Fransa Şarlkent'e karsı koyabilecek bir güce erişiyordu. Osmanlı devleti bununla da kalmadı. Donanma-i Hümâyûn birçok kereler Fransa’nın yardımına gönderildi. Kanuni'nin bu siyaseti ile Avrupa' da Osmanlı Devleti'nin hakimiyeti, nüfuzu ve dolâyısıyla İslâmiyet yayılıyor ve Hıristiyan Avrupa birliği engelleniyordu. Ortodokslar, nasıl ki İstanbul' da Fatih'in hâkimiyetini görmek istiyorlarsa; Protestanlar da Avrupa'da Kanuni'nin hâkimiyetini, Osmanlı adaletini görmek istiyorlardı.

Zamanla Avrupa devletlerinin suiistimalleri ve Osmanlı Devleti'nin zayıflaması ile daha önce verilen kapitülasyonlar, Osmanlının aleyhine dönmeğe başladı. Osmanlı Devleti ondokuzuncu yüzyıl boyunca kapitülasyonlardan kurtulmanın çarelerini aradı. Fakat dış borçlanmalar sebebiyle her seferinde bütün yabancı devletleri karşısında buldu. Bununla birlikte Birinci Dünya Savaşı’ndan az önce l Ekim 1914 tarihinden itibaren geçerli olmak üzere 9 Eylül'de kapitülâsyonları kaldırdı. Fakat, savaş sonunda uğranılan yenilgi üzerine yapılan Sevr Antlaşması ile yabancılara tanınan haklar arttırıldı. Ancak, İstiklâl Savaşı'ndan sonra, Türk Milleti bağımsızlığını elde edince, 24 Temmuz 1923 Lozan Antlaşması ile kapitülasyonlar kesin olarak kaldırıldı.

KAPİTÜLASYONLAR
Osmanlı İmparatorluğunda, yabancıların statüsünü tespit eden sözleşme şartları,” Kutsal Roma Germen İmparatorluğunda, seçici prenslerin hakimiyet ve yetkilerini pekiştiren hükümlerdir.Özellikle batılıların dini ve ticari durumlarını göz önünde tutan Türk hükümdarları, onlara bir lütuf olarak daimi veya muvakkat kaydı ile bazı imtiyazlar verilmiştir. I.Murat, Süleyman Çelebi ve Musa Çelebi, I.Mehmet İstanbul’un fethinden sonra Fatih, II. Beyazıt ve I.Selim devirlerinde tek taraflı hakimiyet tasarrufları ile batılılara verilen müsaadeler bu tür imtiyazlardandır. Öte yandan Kanuni 1528’de Mısır’daki Fransız ve Katalonyalılara, Memluklar zamanında verilmiş bir kısım imtiyazları yenilemekte bir sakınca görmemişti. Çünkü verilen ve yenilenen bu imtiyazlar, Osmanlı hükümdarları nazarında kendilerinden farklı yaşayan Hristiyanlar için bir atıfet eseri idi, isteyince de geri alabilirlerdi. Bununla birlikte, burada, ticari hayatın yürütülmesini isteyen Batılıların çıkarları da bahis konusudur. Fakat, başlangıçta adeta küçümseyici bir lütuf olarak ihsan edilen bu imtiyazlar(kapitülasyonlar), Batının güçlendiği ve Osmanlıların çökmeye başladığı dönemde memleketin aleyhine ayrıcalık ve dokunulmazlık sistemi haline geldi. Öyle ki, bunlar batılı devletler tarafından bağımsız bir devletin hakimiyet hakları ile uyuşmayacak şekilde bir suistimal ve tazyik vesilesi yapıldı. Kapitülasyon anlaşmalarının en tanınmışı şubat 1536’da Kanuni’nin Sadrazamı Damat (makbul) İbrahim Paşa ile françois I’in elçisi jean de la Forest arasında,Barış Dostluk ve Ticaret antlaşması adı altında yapıldı. Mütekabiliyet esası üzerinde yapılan bu kapitülasyon antlaşması,ileride başka milletlere verilecek olanlara örnek olması bakımından da ayrı bir önem taşır.16 maddeden ibaret olan bu antlaşmanın esasları ticaret serbestliği, deniz nakliyatı serbestliği. Esaret korsanlık, mal ve can emniyeti ile adli hükümler üstünde toplanır. Antlaşmaya göre Fransız uyrukluları arasında davalara Fransız Konsolosu’nun bakması kabul olunuyor, ayrıca 7. maddeyle ticaret ve ikamet serbestliği kefalet altında alınıyordu. 15. maddeye göre de Fransız 10 yıl vergiden muaf tutuluyorlardı.
Bu antlaşma ile batı ve Osmanlı devleti arsında bir nevi devletler hukuku tesisi yoluna gidilmiştir. Çünkü , burada François I, ilk defa olarak kanuni ile eşit bir taraf muamelesi görmüştür.Antlaşma süresi iki hükümdarın hayatları boyunca olacaktı. Fakat ileride söz konusu imtiyazlar, yeni antlaşmalarla yenilenecek ve Fransızlar lehine genişleyecektir. Nitekim, önce Fransızlar lehine ikamet, seyri sefain, ticaret ve din serbestisi ile bazı konsolosluk hak ve imtiyazları kabul edilmişken, sonradan Doğudaki hristiyan tebaayı himaye ile Kudüs’teki “makamatı mübareke “yi muafaza etme, Türk denizlerinde yabancı ticaret gemilerini yalnız Fransız bayrağı ile seyir edebilmesi zorunluluğu gibi yeni hak ve imtiyazlar elde etmişlerdir. Bu ilk kapitülasyon antlaşmasının Türkçe aslı bulunamamıştır. Bununla birlikte Fransızca metnin 1581 temmuzunda Türkçe aslından tercüme edilmek suretiyle meydana getirildiği ve 1782’de Paris’e gönderildiği bilinmektedir.
Aralık 1569’da yapılan ikinci antlaşmada kapitülasyon hakkından yararlanamayan bütün yabancı gemiler, Osmanlı sularında Fransız bayrağı ile seyir edecekti ve bu yeni antlaşma ile Fransız tebaasına müddetsiz vergi muafiyeti kabul edilmişti. Üçüncü antlaşma temmuz 1581’de III. Murat ile III.Henri arasında yapıldı. Osmanlı sularında yabancı gemilere Fransız bayrağı çekme imtiyazı münhasıran Fransa’ya bırakıldı.( Bu nedenle bütün batılılara Frenk denmiştir.) Şubat 1597’de, imtiyaz antlaşması yenilendi. Beşinci antlaşma mayıs 1604’te I.Ahmet ile IV. Henri arasında yapıldı. Bununla Fransa’ya yabancı ticaretine himaye hakkı tanındı. Bir fermanlı sefirleri bulunmayan yabancı devlet tebaası ticaret maksadıyla Türkiye’ye geldiklerinde, teamül gereği Fransız bayrağının himayesini haiz olacaklar ve Fransız sefir ve konsoloslarına itaat edeceklerdi. Altıncı antlaşma haziran 1673’te IV. Mehmet ile XV. Louis arasında imzalandı. Buna göre Fransızlardan Kudüs’ü ziyarete gelenlere ve kamame kilisesi ruh ballarına taarruz olunmayacak, Fransızlar arasında çıkacak kanlı ve şeni olaylara da Türk makamları değil, Fransız elçi ve konsolosları el koyacaktır.fransız tüccarı ile tebaadan biri ihtilfa düşerek kadıya başvurursa, Fransız tercümanı hazır olmadan kadı davaya bakmayacaktır. Ayrıca, bu tarihe kadar Fransız tüccarı <<memaliki mahruse >> ye getirip götürdüğü imtiadan yüzde beş gümrük verirken, bundan sonra yüzde üç gümrük verecektir. Yedinci antlaşma 28 mayıs 1740’ta I.Mahmut ile XV. Louis arasında imzalandı, 1536 muahedesinden sonra en önemli antlaşma budur. Çünkü yalnız bu akdi imzalayan padişahı değil, ondan sonra gelecekleri de hükümleriyle bağlıyordu. Diğer ağırlaştırıcı hükümler arasında Osmanlı memurlarının Fransız uyruklarının evine giremeyecekleri, Fransız tebaasının vergiden muaf olduğu ve gümrük resminin arttırılmayacağı da yer alıyordu.Böylece Osmanlılar, türlü sebeplerle bahis konusu imtiyazları (kapitülasyon) yenileyerek (tecdid) Fransızlara verdiler. Sonra İspanya’ya düşman olan İngiltere’ye de aynı hakkı tanıdılar. 1580’de kraliçe II.Elizabeth zamanında ticari ve mali hükümleri kapsayan bir kapitülasyon antlaşması imzalandı.Bunu 1603, 1606, 1622, 1624, 1641 ve 1662 tarihlerinde yenileri takip etti. 1612, 1634 ve 1668 senelerinde Hollanda ile de kapitülasyon antlaşmaları yapıldı.
Osmanlı Devlet bütün XIX. yy. boyunca, özellikle Tanzimat döneminde bunlardan kurtulmanın çarelerini aradı. Fakat dış borçlanmalar sebebiyle her seferinde bütün yabancı devletleri karşısında buldu.Bununla birlikte, Birinci Dünya savaşından az önce 1 Ekim 1914 tarihinden itibaren geçerli olmak üzere 9 Eylül’de kapitülasyonları kaldırdı. Ama, savaş sonunda uğranılan yenilgi üzerine yapılan Sevres antlaşması ile yabancılara tanınan haklar daha da artırıldı. Ancak, Kurtuluş savaşından sonra, Türk milleti tam bağımsızlığını elde edince, 24 Temmuz 1923 Lozan (Lausanne) antlaşması ile kapitülasyonlar kesin olarak kaldırılır.
Doğu ve Uzakdoğu ülkelerinde. kapitülasyonlar Mısır’da kapitülasyon düzeni karma mahkemeler kurularak değişiklikten geçirilmişti. Sonra, 1949’da bu mahkemeler de kaldırıldı. Kapitülasyonlar İran’da 1928’de şah Rıza Pehlevi tarafından kaldırıldı 1904 Tarihli Fransa – Siyam antlaşması da kapitülasyonların kaldırılmasını öngörüyordu.
Bu kapitülasyonlar 1932 mevzuatıyla kaldırılmıştır. Japonya’da daha 1900’de kaldırılan kapitülasyon, Çin’de <<imtiyazlar>> düzeninden sonra son buldu
Hukuk kapitülasyon terimi önceleri <<bir yerin teslimi için yapılan antlaşma>> anlamına gelirdi. Sonraları bir devletin, diğer bir devletin vatandaşlarına tanıdığı yargı muafiyetini ifade etmeye başladı. Nihayet daha başka birtakım imtiyazlar da bu terimin kapsamına girdi. Türkçe’de kapitülasyona akitname, Uhudu Atika ve imtiyazat-ı ecnebiye de dendi.
Kapitülasyonların nasıl ortaya çıktığı hakkında, birbirinden oldukça farklı görüşler ileri sürüldü. Kapitülasyonların İslam hukuku ve ilkelerinin sert ve şiddetli olmasından, yabancılara farklı muamele edilmesinden doğduğu şeklindeki görüş doğru değildir. Çünkü kapitülasyonlar İslamiyetten çok önce ilk çağlardan itibaren görüldü. Üstelik Müslüman ülkeler arasında veya bir Müslüman ülke lehine bir Hıristiyan ülke tarafından ve Hıristiyan ülkeler arasında kapitülasyon uygulamaları oldu.Tarihte bunun birçok örneği vardır: Justinianus Bizans’ta yaşayan Ermenilerin miras, evlenme gibi kemdi kanunlarına göre çözümlemelerine izin verdi; iki İslam Devleti olan Osmanlı imparatorluğu ile İran arasındaki antlaşmada yabancı konsoloslara tanınan imtiyazlar bu iki ülke taraflarına da karşılıklı olarak tanındı; Yıldırım Beyazıt, Bizans’taki bir mahalleye Türkmen yerleştirme ve bu Türkmenlerin davalarına bakmak üzere bir kadı ile, din işlerini yürütecek bir imam tayini hakkını elde etti. Bazı görüşlere göre kapitülasyon veren devletler Avrupa ticaretini doğuya çekerek mallarını Avrupa’ya satmak amacıyla hareket ettiler. Doğruluk payı olmakla beraber bu açıklama da yetersizdir.Aslında kapitülasyonlar ilk zamanlarda, değişik bir sosyal ve kültürel yapı içindeki Batılılara inanç ve adaletlerinde serbest olabilmeleri için doğu ülkelerince verilmiş birer imtiyazdı.Sonradan, batının din ve medeniyet farkları ileri sürerek imtiyazlarını devam ettirmesi için birer bahane oldu; bu durumdan da batı sömürgeciliği ve dolayısıyla iktisadi yapısı yararlandı.
Kapitülasyonlar iki türlü görünmektedir: ya gerçek bir antlaşma niteliğinde ,yani iki taraflıdır veya bir imtiyazdan doğan tek taraflı hükümlülüklerdir. Türk kapitülasyonları daima tek taraflı hukuki işlemlere dayandı. Sultanların, yabancı devlet vatandaşlarının tabi olacakları muameleleri bildiren iradeleriyle ortaya çıktı. Önceleri her hükümdarın vaadi niteliğinde olan bu kapitülasyonları hükümdar değiştikçe yenilemek gerekir.
1740 Kapitülasyonunda Sultan I.Mahmut, kendisinden sonra gelecekleri de bağlayan bir iradeyle bu duruma son verdi.Türkiye’de kapitülasyonların bu şekilde uygulanması, yabancıların Osmanlı devletindeki hukuki statülerini belirtir antlaşma niteliğinde görülmesi mümkün olmayacak tek taraflı kararnamelere dayandığını gösterir.
 
Geri
Üst