Taksim'de 1 Mayıs protestosu

innuendo

HANZALA
Moderatör
Katılım
5 Nis 2007
Mesajlar
9,878
Reaction score
0
Puanları
0
Konum
FİLİSTANBUL
Taksim'de 1 Mayıs protestosu​

özgürlük ve dayanışma partisi (ödp) ile ''yurtsever cephe'' üyelerinden oluşan gruplar, Taksim'de 1 Mayıs kutlaması yapılmasına izin verilmemesini protesto etti.

Taksim tramvay durağında bir araya gelen ödp'li grup, Taksim'de 1 Mayıs kutlamasına izin verilmemesini protesto amacıyla sloganlar eşliğinde Tünel'e kadar yürüdü.

Grup adına yapılan basın açıklamasında, ''Taksim Meydanı'nın 1 Mayıs kutlamalarına açılması istenerek, emek örgütleri olarak bu yılki 1 Mayıs'ı Taksim'de kutlamakta kararlı olunduğu'' ifade edildi.

Öte yandan, kendilerini ''yurtsever cephe'' olarak tanıtan başka bir grup da Taksim'deki bir otelin önünde toplanarak meydanda 1 Mayıs kutlaması yapılmasına izin verilmemesini protesto etti.Grup, açıklamanın ardından yere karanfiller bırakarak dağıldı.

star​

Beyoğlu'nda molotoflu gösteri

Beyoğlu'nda yola ve çevreye molotofkokteylleri atarak emniyet binasına yürüyen grup, polisin müdahalesiyle dağıtıldı.

Tarlabaşı Kalyoncu Kulluk Sokak'ta toplanan bir grup, pankart açarak ve ellerinde bira şişelerinden yaptıkları molotofkokteylleri olduğu halde sokağın başındaki Beyoğlu İlçe Emniyet Müdürlüğü binasına doğru yürüdü. Grubun geldiğini gören polisler havaya ateş açarak grubun dağılmasını sağladı.

Kaçan kişilerden bazıları, sokakta park halinde bulunan 34 BP 5585 plakalı bir midibüse molotofkokteyli atarak kısmen hasar görmesine yol açtı.

Olay yerine gelen takviye güvenlik kuvvetleri, ara sokaklarda yaptıkları çalışmalar sonucu grup üyesi olduğundan şüphelendikleri bazı kişileri gözaltına aldı.

star​
 
Yurtsever Cephe

Bizler, Türkiye Komünist Partisi'nin çağrısıyla ülkemizin dört bir köşesinde kurulmuş olan yurtsever inisiyatiflerin temsilcileri olarak, emperyalizme karşı YURTSEVER CEPHE'yi oluşturduğumuzu, dosta düşmana ilan ediyoruz.

Çünkü ihaneti gördük.

Ülkemizi AB'ye, AB'ye dair boş hayalleri de halkımıza pazarlamaya çalışan işbirlikçi sermaye cephesinin karşısına, bağımsızlık, eşitlik ve özgürlüğe dayalı geleceğimiz için çıkıyoruz.

Kaderimizin Brüksel'de, Berlin'de, Paris'te ya da Londra'da tayin edilmesine izin vermeyeceğiz.

Kaderimizin Washington'da ya da bir başka emperyalist merkezde tayin edilmesine de izin vermeyeceğiz.

Emperyalistlerin çıkarları için öldürmeye ve ölmeye göndereceğimiz tek bir gencimiz yok bizim. ABD'ye, AB'ye ya da NATO'ya askeri üs olarak kullandıracağımız tek bir karış toprağımız yok bizim. Uluslararası tekellere pazarlayacağımız ya da onlara pazar yaratmak için üretim dışı bırakacağımız tek bir fabrikamız, tek bir maden yatağımız, tek bir kamu kuruluşumuz, tek bir dönüm tarlamız yok bizim. "Uluslararası rekabetin gerekleri" adına işsiz kalmasına ya da köle gibi çalıştırılmasına izin verebileceğimiz tek bir insanımız yok bizim.

Geleceğimiz, satılık değil.

Geleceğimiz, sahipsiz de değil.


Geleceğimiz, bu ülkenin yurtsever insanları olarak, bizim ellerimizde.

Geleceğimizin satılmasından çıkar ummayan, "ulusal çıkarlar" ya da "jeo-politik çıkarlar" adı altında ülkemizi şu ya da bu emperyalist ya da kapitalist bloklaşmanın parçası haline getirmeye çalışmayan, halklar arasında düşmanlık yaratmak istemeyen ve sermaye egemenliğine karşı emekten yana olan herkesin yeri, YURTSEVER CEPHE'dir.

YURTSEVER CEPHE, işçisiyle, köylüsüyle, aydınıyla, kadınıyla, genciyle, yaşlısıyla, hekimiyle, hukukçusuyla, mühendisiyle, emekli askeriyle, öğretmeni ve öğrencisiyle, sanatçısıyla, gazetecisiyle, işsiziyle ve her kesimden insanıyla tüm yurtseverleri,


Emperyalist ülkelerle kurulmuş her tür bağımlılık ilişkisinin sona erdirilmesi için,

• AB'ye üyelik sürecinin derhal durdurulması, Gümrük Birliği'ne son verilmesi ve tüm AB kurumlarından çıkılması için,

• Başta NATO, IMF ve Dünya Bankası olmak üzere, emperyalizmin tüm askeri, siyasi, ekonomik ve kültürel kuruluşlarıyla tüm bağların koparılması için,

• Ülkemizin her tür yabancı askeri varlıktan arındırılması için,

• Ülke sınırları dışında bulunan tüm askerlerimizin geri getirilmesi için,

• Bölgemizdeki tüm halklar arasında barışa, kardeşliğe ve eşitliğe dayalı ilişkilerin kurulması için,

• Uluslararası tekellerin ülkemizdeki tüm varlıklarının kamulaştırılması için,

• Ülke kaynaklarının kalkınmamız ve ilerlememiz için en etkin şekilde kullanılmasına yönelik sanayi ve teknoloji politikalarının geliştirilmesi ve uygulanması için,

• Tarımın ve hayvancılığın yıkıma uğratılarak, Türkiye'nin kendini besleyemez duruma düşmesine izin vermemek için,

• Eğitim ve kültür alanlarındaki emperyalist kuşatmanın kırılması için,

• Avrupa Birliği ve benzeri konularda topluma sistematik bir biçimde dayatılan yalanlara karşı, insanlarımızın aklını özgürleştirici haber ve bilgi toplamak, üretmek ve yaymak için,

• Bölgemizde ve dünyada emperyalist saldırganlığa maruz kalan ve ülkeleri işgale uğrayan halklarla dayanışmak için,
kısacası, geleceğimizi kendi ellerimizle kurmamız için, mücadeleye çağırıyor.

MART 2005



Yurtsever Cephe bu'dur (pkk) deil
 
haberi değiştirerek koyma buraya. yurtseverleri pkk lı diye nitelendiremezsin.
teşekkürler Crash güzel yazı
 
CRASH' Alıntı:
Yurtsever Cephe

Bizler, Türkiye Komünist Partisi'nin çağrısıyla ülkemizin dört bir köşesinde kurulmuş olan yurtsever inisiyatiflerin temsilcileri olarak, emperyalizme karşı YURTSEVER CEPHE'yi oluşturduğumuzu, dosta düşmana ilan ediyoruz.

Çünkü ihaneti gördük.

Ülkemizi AB'ye, AB'ye dair boş hayalleri de halkımıza pazarlamaya çalışan işbirlikçi sermaye cephesinin karşısına, bağımsızlık, eşitlik ve özgürlüğe dayalı geleceğimiz için çıkıyoruz.

Kaderimizin Brüksel'de, Berlin'de, Paris'te ya da Londra'da tayin edilmesine izin vermeyeceğiz.

Kaderimizin Washington'da ya da bir başka emperyalist merkezde tayin edilmesine de izin vermeyeceğiz.

Emperyalistlerin çıkarları için öldürmeye ve ölmeye göndereceğimiz tek bir gencimiz yok bizim. ABD'ye, AB'ye ya da NATO'ya askeri üs olarak kullandıracağımız tek bir karış toprağımız yok bizim. Uluslararası tekellere pazarlayacağımız ya da onlara pazar yaratmak için üretim dışı bırakacağımız tek bir fabrikamız, tek bir maden yatağımız, tek bir kamu kuruluşumuz, tek bir dönüm tarlamız yok bizim. "Uluslararası rekabetin gerekleri" adına işsiz kalmasına ya da köle gibi çalıştırılmasına izin verebileceğimiz tek bir insanımız yok bizim.

Geleceğimiz, satılık değil.

Geleceğimiz, sahipsiz de değil.


Geleceğimiz, bu ülkenin yurtsever insanları olarak, bizim ellerimizde.

Geleceğimizin satılmasından çıkar ummayan, "ulusal çıkarlar" ya da "jeo-politik çıkarlar" adı altında ülkemizi şu ya da bu emperyalist ya da kapitalist bloklaşmanın parçası haline getirmeye çalışmayan, halklar arasında düşmanlık yaratmak istemeyen ve sermaye egemenliğine karşı emekten yana olan herkesin yeri, YURTSEVER CEPHE'dir.

YURTSEVER CEPHE, işçisiyle, köylüsüyle, aydınıyla, kadınıyla, genciyle, yaşlısıyla, hekimiyle, hukukçusuyla, mühendisiyle, emekli askeriyle, öğretmeni ve öğrencisiyle, sanatçısıyla, gazetecisiyle, işsiziyle ve her kesimden insanıyla tüm yurtseverleri,


Emperyalist ülkelerle kurulmuş her tür bağımlılık ilişkisinin sona erdirilmesi için,

• AB'ye üyelik sürecinin derhal durdurulması, Gümrük Birliği'ne son verilmesi ve tüm AB kurumlarından çıkılması için,

• Başta NATO, IMF ve Dünya Bankası olmak üzere, emperyalizmin tüm askeri, siyasi, ekonomik ve kültürel kuruluşlarıyla tüm bağların koparılması için,

• Ülkemizin her tür yabancı askeri varlıktan arındırılması için,

• Ülke sınırları dışında bulunan tüm askerlerimizin geri getirilmesi için,

• Bölgemizdeki tüm halklar arasında barışa, kardeşliğe ve eşitliğe dayalı ilişkilerin kurulması için,

• Uluslararası tekellerin ülkemizdeki tüm varlıklarının kamulaştırılması için,

• Ülke kaynaklarının kalkınmamız ve ilerlememiz için en etkin şekilde kullanılmasına yönelik sanayi ve teknoloji politikalarının geliştirilmesi ve uygulanması için,

• Tarımın ve hayvancılığın yıkıma uğratılarak, Türkiye'nin kendini besleyemez duruma düşmesine izin vermemek için,

• Eğitim ve kültür alanlarındaki emperyalist kuşatmanın kırılması için,

• Avrupa Birliği ve benzeri konularda topluma sistematik bir biçimde dayatılan yalanlara karşı, insanlarımızın aklını özgürleştirici haber ve bilgi toplamak, üretmek ve yaymak için,

• Bölgemizde ve dünyada emperyalist saldırganlığa maruz kalan ve ülkeleri işgale uğrayan halklarla dayanışmak için,
kısacası, geleceğimizi kendi ellerimizle kurmamız için, mücadeleye çağırıyor.

MART 2005



Yurtsever Cephe bu'dur (pkk) deil
Atatürk'ün Komünizm Karşıtlığı
Atatürk, millet realitesinin ve milliyetçiliğin temel unsurlarını red ve inkar eden Marksizm'in ve komünizmin kesinlikle karşısındadır. Ülkeyi felakete sürükleyecek, sınıflara bölecek, menfaat gruplarını çatışmaya sokacak bu ideolojilerin her zaman karşısında yer almıştır. Atatürk'ün başlattığı Türk Devrimi doğuşundan itibaren bu tehlikelerle karşılaşmış, Bolşevik liderler, Türkiye'de komünist köylü hareketin yapılmasını sürekli teşvik ve tahrik etmişlerdir. Komünistler, Türkiye'de milli ve bağımsız bir devletin kurulmasını istememişlerdir. Sosyal Hariciye Komiseri Çiçerin, daha 13 Eylül 1919'da, Sivas Kongresi sıralarında, Türk köylüsünün komünist olmayan idarecilere karşı isyan etmesini tavsiye ederek, Türk hareketine karşı davranış ve anlayışını göstermiştir.

Komünizmin Türk Devrimi için sakıncalı ve tehlikeli olduğunu, Büyük Atatürk çeşitli vesilelerle değişik zamanlarda ifade etmiştir. Sivas Kongresi'nden hemen sonra, Amerikalı General Harbord'a verilen 27 Eylül 1919 tarihli muhtırada Mustafa Kemal Paşa, Milli Harekat'ın amacını anlatmış ve komünizmle ilgili görüşlerini şöyle dile getirmiştir:

"Bolşeviklere gelince, bizim memleketimizde bu doktrinin hiçbir şekilde bir yeri olamaz. Dinimiz, adetlerimiz ve aynı zamanda sosyal bünyemiz tamamiyle böyle bir fikrin yerleşmesine müsait değildir. Türkiye'de ne büyük kapitalistler, ne de milyonlarca zanaatkar ve işçi vardır. Diğer taraftan zirai bir problemimiz yoktur. Son olarak, sosyal bakımdan dini prensiplerimiz bolşevizmi benimsemekten bizi uzak tutmaktadır." (Atatürk'ün Tamim, Telgraf ve Beyannameleri, IV., 1917-1938, Ankara, 1964, s.78)

Ayrıca Atatürk, çeşitli zamanlarda komünizmi tehlikeli gördüğünü ve hiçbir zaman bu karanlık sisteme geçit vermeyeceğini ifade etmiştir. Atatürk'ün bu konudaki bir sözü şöyledir:

6 Şubat 1921'de,

"Komünizm içtimai bir meseledir. Memleketimizin hali, memleketimizin içtimai şeraiti, dini ve milli ananelerinin kuvvetli, Rusya'daki komünizmin bizce tatbikine müsait olmadığı kanaatini teyit eder bir mahiyettedir." (Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri, C. III, 2. Baskı, s .20)

2 Kasım 1922'de,

"Şurası unutulmamalı ki, bu tarz-ı idare, bir bolşevik sistemi değildir. Çünkü, biz ne bolşevizim ne de komünist; ne biri ne diğeri olamayız. Çünkü, biz milliyetperver ve dinimize hürmetkarız. Hülasa, bizim şekl-i hükümetimiz tam bir demokrat hükümetidir ve lisanımızda bu hükümet halk hükümeti diye yad edilir." (Ag.e, c .3, 2. Baskı, s. 20)

21 Haziran 1935'te,

"Türkiye'de bolşeviklik olmayacaktır. Çünkü, Türk Hükümeti'nin ilk gayesi halka hürriyet ve saadet verme, askerlerimize olduğu kadar, sivil halkımıza da iyi bakmaktır." (A.g.e., c. 3, 2. Baskı, s. 99)

Son derece ileri görüşlü bir insan olan Atatürk'ün her zaman olduğu gibi bu düşüncesinde de yanılmadığı açık bir gerçektir.

Nitekim, Rus yöneticilerin bu rejimi uyguladıkları ilk yıllarda, kendi vatandaşlarına bile nasıl zalimce davrandıkları bilinmektedir. Kitleler halinde Rus halkının katledildiği gerçeği, tüm dünyanın şahit olduğu bir olaydır. Lenin ve onu izleyen komünist yöneticiler, SSCB'ni meydana getiren milletlere bolluk, refah ve güzel bir yaş- vaad etmiş, ancak sözlerinde durmamışlardır. İnsanlara güzel bir hayat getireceği iddiasıyla ortaya çıkan bu sistem, uygulandığı ülkelerin halklarına ölüm, esaret ve sefaletten başka bir şey getirmemiştir.

Bütün bu olayları yakından izlemiş olan Atatürk, 1932 yılında Amerikalı subay Mac Arthur'la yaptığı bir konuşmada komünizmle ilgili düşüncelerini bütün açıklığıyla şöyle ifade etmiştir:

"Bugün Avrupa'nın doğusunda bütün uygarlıkları ve hatta bütün insanlığı tehdit eden yeni bir güç belirmiştir. Bütün maddi ve manevi imkanlarını top yekün bir şekilde, dünya ihtilali gayesi uğruna, seferber eden bu korkunç kuvvet, üstelik Avrupalılar ve Amerikalılarca henüz malum olmayan, yepyeni siyasal metodlar tatbik etmekte ve rakiplerinin en küçük hatalarından bile mükemmelen istifade etmesini bilmektedir. Avrupa'da çıkacak bir savaşın başlıca galibi ne İngiltere, ne Fransa, ne de Almanya'dır. Sadece bolşevizmdir. Rusya'nın yakın komşusu ve bu memleketle en çok savaşmış bir millet olarak biz Türkler, orada cereyan eden olayları yakından izliyor ve tehlikeyi bütün çıplaklığıyla görüyoruz. Uyanan Doğu milletlerinin düşünce yapılarını mükemmelen sömüren, onların milli ihtiraslarını okşayan ve kinleri tahrik etmesini bilen bolşevikler, yalnız Avrupa'yı değil, Asya'yı da tehdit eden başlıca kuvvet halini almışlardır." (Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri, c. 3, s. 94-95)

Büyük Önder Atatürk Ali Fuat Cebesoy'a yazdığı mektupta komünizm tehlikesine karşı Türk Milleti adına duyduğu endişeyi şöyle dile getirmiştir:

"Komünistliğin memleketimizde değil, henüz Rusya'da bile tatbik kabiliyeti hakkında açık kanaatler hasıl olamadığı anlaşılmaktadır. Bununla beraber içerden ve dışardan çeşitli maksatlarla bu akımın memleketimizi içine girmekte olduğu ve buna karşı akla uygun tedbir alınmadığı takdirde milletin pek çok muhtaç olduğu birlik ve sükununu bozan durumların ortaya çıkması da imkan dairesinde görülmüştü. ..." (31 Ekim 1920, SD, IV, s. 360-361, Ali Fuat Cebesoy'a yazdığı mektuptan)

Atatürk, tüm dünyayı tehdit eden bu tehlikeye karşı, milletin düşüncelerinde ve sosyal kurumlarda uygulanacak yöntemleri çözüm olarak görmektedir. Bu tehlikeye karşı öngördüğü değişiklikleri ise kendi sözleriyle şöyle özetlemek mümkündür:

"Rusya hariç olmak üzere bütün dünyada, her kişi menfaat ve zararı kendine ait olmak üzere hayatını düzenler. Yalnız her kişiye çalışmalarında yeni yasal vasıtalar ve haklar verilir." (Medeni Bilgiler ve M. K. Atatürk'ün El Yazıları, Afet İnan, s. 68)

"Devlet bireyin yerini alamaz, fakat, bireyin gelişme ve kalkınması için genel koşulları göz önünde bulundurmalıdır. Devlet eliyle yapılacak işler, bireyin büyük kar getirmediğinden dolayı yapmayacağı işler veya milli çıkarlar için gerekli olan ekonomik işleri kapsar. Özgürlüklerin ve yurt bağımsızlığının sağlanması ve korunması ile iç işlerinin düzenlenmesi nasıl devletin görevi ise, devlet vatandaşların öğretimi, eğitimi, sağlığıyla ilgilenmek zorundadır. Devlet, memleketin asayiş ve savunması için yollarla, demir yolları ile, telgrafla, telefonla, memleketin hayvanlarıyla, her türlü taşıtlarıyla, milletin genel servetiyle yakından ilgilidir. Memleket yönetiminde ve savunmasında, bu saydıklarımız, toptan, tüfekten, her türlü silahtan daha önemlidir. ... Özel çıkarlar çoğunlukla, genel çıkarlarla tezat halinde bulunur. Bir de, özel çıkarlar, en nihayet rekabete dayanır. Oysa, yalnız bununla ekonomik düzen kurulamaz. Bu kanıda olanlar kendilerini, bir serap karşısında, aldatılmaya terk edenlerdir. ...Bir de, ferdin kişisel çalışmaları, ekonomik kalkınmanın esas kaynağı olarak kalmalıdır. Ferdin inkişafına (gelişme) mani olmamak bilhassa iktisadi sahadaki özgürlük ve teşebbüsler önünde devletin kendi faaliyeti ile bir engel yaratmaması demokrasi prensibinin önemli esasıdır. (Medeni Bilgiler ve M. K. Atatürk'ün El Yazıları, Afet İnan, s. 46-47)

Türkiye'ye sosyal, ekonomik ve kültürel yön vermeyi hedefleyen Atatürk, hedefini gerçekleştirmede komünizmi, halkı için büyük bir tehlike olması dışında farklı bir şekilde değerlendirmemiştir. Çünkü, bu kuramda fert yok, devlet vardı. O, "Ferdin hakkı ferde, devletin payı devlete" diyordu. Ne ferdi yutan devlet, ne devleti sömüren fert olmalıydı. Bu nedenle devletçilik ilkesini esas aldı.

Bu düşüncelerinin aksi yani komünizmin uygulanması halkın özgürlüğünün alınması, ülkenin kalkınma yerine yok olma sürecine girmesi demekti. Bu nedenlerledir ki, Atatürk komünizmi aziz Türk Milleti için büyük bir tehlike olarak görmüştür. Komünizmin hiçbir şekilde, hayatını adadığı vatanına girmesini istemeyen Atatürk Milleti'ni bu büyük tehlikeye karşı uyarmıştır. Yüce Atatürk'ün, "Komünizm, Türk Dünyası'nın en büyük tehlikesidir. Her görüldüğü yerde ezilmelidir." (Faruk Şükrü Yersel, Eskişehir Gazetesi, 1926) sözlerinde Türk Milleti'ne yaptığı uyarı açıktır. Bu nedenle Türk Milleti, komünizmi en büyük düşman bilmeyi ve gördüğü her yerde ezmeyi, Türklüğe karşı manevi bir sorumluluk olarak kabul etmektedir.

Kaldı ki, Türk Milleti'nin üstün zekasının bilincinde olan Atatürk, komünizmin Türkiye'de hiçbir zaman başarılı olamayacağını, bizzat defalarca ifade etmiştir. Örneğin, 1935 yılında yaptığı bir konuşmada "Türkiye hiçbir zaman bolşevik olmayacaktır. Çünkü Türk Hükümeti'nin ilk amacı halka özgürlük ve mutluluk vermek, askerlerimize olduğu kadar sivil halka da iyi bakmaktır." (Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri, c. 3, s. 99) ifadelerini kullanmıştır.

Atatürk başka konuşmalarında da komünizme karşı olan kesin kararını net bir şekilde ortaya koymaktadır. Aynı zamanda Büyük Önder komünizmi, faşizm ve Nazizm'le birlikte şu sözleriyle değerlendirerek bu konulardaki düşüncelerini de şöyle dile getirmektedir:

"Biz büyük savaşlar görmüş, büyük bir milletiz.. Ama savaşçı değil, barışçı felsefeyi benimsemiş bir milletiz. ... Kendimizi dünyadan soyutlayamayız. Dünya nimetlerinin emperyalist ülkeler tarafından zaman zaman pervasızca paylaşıldığını ve bu paylaşma esnasında gelişmemiş ülkelerin tarihten silindiğini hafızalardan silmek kadar gaflet olamaz. Dünyanın bugünkü durumu hiç de parlak görünmüyor. Her ülke, gençliğini bir başka ideolojiye sahip olarak yetiştirme gayreti içinde. İtalya faşizm ideolojisine dört elle sarılmış. Bu ülkenin diktatörü olan Mussolini ülkesinin sekiz milyon faşist gencinin süngüsü üzerinde yaşadığını haykırıp duruyor... Almanya'da Hitler'in yaratarak geliştirmekte olduğu Nazilik de faşizmin bir başka, bir büyük tehkileli benzeridir. Hitler bir ırkçıdır. Dikkat buyurunuz, milliyetçi demiyorum, ırkçıdır diyorum. Alman ırkını en üstün ırk olarak gören bir mecnundur. Tekmil Alman gençliğini peşine takmış, onlara bu ideali aşılamıştır. Moskova'da oynanan oyun ise bir başka türlüdür. Stalin yalnız kendi gençliğine değil, dünya gençliğine komünistlik ideolojisini aşılamaya çalışıyor. Komünistlik propagandasının, fukarası ve cahili çok ülkelerde ne kolay taraftar topladığı ise ortada bir gerçektir." (Atatürk'ün İzinde Bir Ömür Böyle Geçti, Sabiha Gökçen, s.155)

"... Hayır. Ne komünizm ne de faşizm... Bu iki ideoloji de memleketimizin, ulusumuzun gerçeklerine karakterine asla uymaz. Şunu da hemen ilave edeyim ki, ne faşizmin ne de Nazizm'in sonu yoktur." (Atatürk'ün İzinde Bir Ömür Böyle Geçti, Sabiha Gökçen, s.159)

Bu sözlerden de açıkça anlaşıldığı üzere, Atatürk açık beyanlarıyla komünizmi "en büyük düşman" ilan etmiştir. Faşizmin de komünizmin de Türk Milleti içinde barınamayacağına dikkat çekmiştir. Milletine, komünist veya faşist olmamayı, bu eğilimleri her görüldüğü yerde ezmeyi ve komünist yayılmacılığa karşı Misak-ı Milli sınırlarını korumayı vasiyet etmiştir

 
ONUR&bozo bu yaziyi koymanin nedenini anliyamadim biz burda Ataturk'u deil yurtsever cephe ye pkk denilmis onu tartisiyoruz...
Sen hemen yanli sitelerden kopyala yapistir once bi okusaydin...

ama yinede...


Atatürk
Sömürgecilik ve emperyalizm yeryüzünden yok olacak

Türkiye’yi ıslah etme bahanesiyle yönetime sızdılar

Hepiniz bilirsiniz ki, Avrupa’nın en önemli devletleri, Türkiye’nin zararıyla, Türkiye’nin gerilemesiyle ortaya çıkmışlardır. Bugün bütün dünyayı etkileyen, milletimizin hayatını ve ülkemizi tehdit altında bulunduran en güçlü gelişmeler, Türkiye’nin zararıyla gerçekleşmiştir. Eğer güçlü bir Türkiye varlığını sürdürseydi denebilir ki, İngiltere’nin bugünkü siyaseti var olmayacaktı. Türkiye, Viyana’dan sonra, Peşte ve Belgrad’da yenilmeseydi, Avusturya-Macaristan siyasetinin sözü edilmeyecekti. Fransa, İtalya, Almanya da, aynı kaynaktan esinlenerek hayat ve siyasetlerini geliştirmişler ve güçlendirmişlerdir.

Bir şeyin zararıyla, bir şeyin yok olmasıyla yükselen şeyler elbette, o şeylerden zarar görmüş olanı alçaltır. Gerçekten de Avrupa’nın bütün ilerlemesine, yükselmesine ve uygarlaşmasına karşılık, Türkiye gerilemiş, düştükçe düşmüştür. Türkiye’yi yok etmeye girişenler, Türkiye’nin ortadan kaldırılmasında çıkar ve hayat görenler, zararlı olmaktan çıkmışlar, aralarında çıkarları paylaşarak birleşmiş, ittifak etmişlerdir. Ve bunun sonucu olarak, bir çok zekalar, duygular, fikirler Türkiye’nin yok edilmesi noktasında yoğunlaştırılmıştır. Ve bu yoğunlaşma, yüzyıllar geçtikçe oluşan kuşaklarda adeta tahrip edici bir gelenek biçimine dönüşmüştür. Ve bu geleneğin, Türkiye’nin hayatına ve varlığına aralıksız uygulanması sonucunda, nihayet Türkiye’yi ıslah etmek, Türkiye’yi uygarlaştırmak gibi bir takım bahanelerle, Türkiye’nin iç hayatına, iç yönetimine işlemiş ve sızmışlardır. Böyle elverişli bir zemin hazırlamak güç ve kuvvetini elde etmişlerdir.

Avrupa’dan nasihat alma zihniyeti Türkiye’yi geriletti

Oysa bu güç ve kuvvet Türkiye’de ve Türkiye halkında olan gelişme cevherine, zehirli ve yakıcı bir sıvı katmıştır. Bunun etkisi altında kalarak, milletin, en çok da yöneticilerin zihinleri tamamen bozulmuştur. Artık durumu düzeltmek, hayat bulmak, insan olmak için, mutlaka Avrupa’dan nasihat almak bütün işleri Avrupa’nın emellerine uygun yürütmek, bütün dersleri Avrupa’dan almak gibi bir takım zihniyetler ortaya çıktı. Oysa hangi istiklal vardır ki yabancıların nasihatlarıyla, yabancıların planlarıyla yükselebilsin? Tarih böyle bir olay kaydetmemiştir; tarihte böyle bir olay yaratmaya kalkışanlar, zehirli sonuçlarla karşılaşmışlardır. İşte Türkiye de, bu yanlış zihniyetle sakat olan bazı yöneticiler yüzünden, her saat, her gün, her yüzyıl biraz daha çok gerilemiş, daha çok düşmüştür.

Vasilik ve himaye altına giren bir devlet bağımsızlığını yitirir. Egmenlik hakkı teslim olunamaz, ayrılık kabul edilemez. Bağımsızlık bir bütündür. Ya vardır, yok ise devletin kimliği ortadan kalkmış demektir.

Mandacılar diyorlar ki, bizi bağımsız bırakmayacaklar. Onlar ne düşünürlerse düşünsünler ortada bir gerçek var. Her ulus bir devlet halini alıyor ve bir Türk ulusu vardır. Bizi bağımsız bırakmazlar düşüncesi maneviyat bitkinliğinden doğan bir iman eksikliğidir. Bir an için kabul ve teslim edelim ki, bizi devlet olarak yaşatmayacaklar, o halde bunu biz mi isteyelim?

Ahmaklar, memleketi Amerikan mandasına, İngiliz koruyuculuğuna bırakmakla kurtulacak sanıyorlar. Kendi rahatlarını sağlamak için bütün bir vatanı ve tarih boyunca devam edip gelen Türk bağımsızlığını feda ediyorlar.

Oh ne ala! Mücadele yerine mandayı kabul edeceğiz ve rahata kavuşacağız! Bu ne gaflet, bu ne körlük, bu ne budalalık. İstanbul’un yüce kişileri de bu fikirde. İçlerinden biri çıkıp da ya istiklal ya ölüm diyemiyor.

Batıya yaklaştığımızı zannettiğimizde asıl mayamız olan Doğu maneviyatından soyutlanıyoruz

Kurtuluş için, bağımsızlık için eninde sonunda düşmanla, bütün varlığımızla vuruşarak onu yenmekten başka karar ve çare yoktur ve olamaz.

Ordu ile, savaş ile, inat ile bu işin içinden çıkılamaz biçimindeki kaynağı dışarda bulunan öğütlere uymakla bir vatan, bir ulus bağımsızlığı kurtarılamaz. Emperyalistlerin pençesine düşen bir kuş gibi yavaş, sefil bir ölüme mahkum olmaktansa babalarımızın oğlu sıfatıyla vuruşa vuruşa ölmeyi tercih ederiz.

Bunun tersini düşünerek hareket edeceklerin, acılı sonuçlarla karşılaşacakları kuşkusuzdur. İşte böyle yanlış görüşlü, yanlış anlayışlı kişiler yüzünden Türkler her yüzyıl biraz daha gerilemiş, biraz daha çökmüştür.

Bu düşüş, bu alçalış, yalnız maddi şeylerde olsaydı, hiçbir önemi yoktu. Ne yazık ki, Türkiye ve Türk halkı, ahlak bakımından da düşüyor. Durum incelenirse görülür ki Türkiye Doğu maneviyatı ile sona eren bir yol üzerinde bulunuyordu. Doğuyla Batının birleştiği yerde bulunduğumuz, Batıya yaklaştığımızı zannetiğimiz taktirde asıl mayamız olan Doğu maneviyatından tamamıyla soyutlanıyoruz. Hiç şüphesizdir ki, bu büyük memleketi, bu milleti çöküntü ve yok olma çıkmazına itmekten başka bir sonuç beklenemez bundan.

Bu düşüşün çıkış noktası korkuyla, aczle başlamıştır. Türkiye’nin, Türk halkının nasılsa başına geçmiş olan bir takım insanlar, galip düşmanlar karşısında, susmaya mahkummuş gibi, Türkiye’yi atıl ve çekingen bir halde tutuyorlardı. Memleketin ve milletin çıkarlarının gerektirdiğini yapmakta korkak ve mütereddit idiler. Türkiye’de fikir adamları, adeta kendi kendilerine hakaret ediyorlardı. Diyorlardı ki, “biz adam değiliz ve olmayız. Kendi kendimize adam olmamıza ihtimal yoktur”. Bizim canımızı, tarihimizi, varlığımız, bize düşman olan, düşman olduğundan hiç şüphe edilmeyen Avrupalılara, kayıtsız şartsız bırakmak istiyorlardı. Onlar bizi idare etsin diyorlardı.

Türkiye’yi böyle yanlış yollarda boğulma ve yok olma uçurumuna sürükleyenlerin elinden kurtulmak gerekir. Bunun için bulunmuş bir gerçek vardır, ona uyacağız. O gerçek şudur: Türkiye’nin düşünen kafalarını büsbütün yeni bir inançla donatmak... Bütün ulusa sağlam bir maneviyat kazandırmak.

Evet, bizim yabancı düşmanı olduğumuz söylenebilir

Eğer yabancı düşmanlığından o kadar pahalı elde edilen bir bağımsızlığa gölge düşürebilecek her şeyden nefret etmek anlamı çıkarılırsa, evet, bizim yabancı düşmanı olduğumuz söylenebilir. Size açıkça söyledim, sonuna kadar açık sözlü olacağım. Henüz güvencemiz yerinde değildir. Evvelce Türkiye’deki yabancı teşebbüslerinin, yabancı amaçlarının içimizde uynadırdığı kaygılar, bütünüyle ortadan kalkmış değildir. Eğer bazen ihtiyatlı hareket ediyorsak, aşırı derecede kuşkulu davranıyorsak, bize çok pahalıya malolan özgürlüğümüzü kaybetmek korkumuzdandır.

Yüzyılardır düşmanlarımız Avrupa ulusları arasında Türklere karşı kin ve düşmanlık fikirleri telkin etmişlerdir. Batılı zihinlerine yerleşmiş olan bu fikirler özel bir zihniyet vücuda getirmişlerdir. Avrupa’da bugün de Türk’ün her türlü ilerlemeye düşman bir adam olduğu, moral ve fikir yönünden gelişmeye elverişsiz bir adam olduğu sanılmaktadır. Bu zihniyet hâlâ ve bütün olaylara rağmen mevcuttur. Bu çok büyük bir yanılgıdır. Cevabımı basitleştirmek için size şu örneği vereceğim: Farz ediniz ki, karşınızda iki adam var, bunlardan biri zengin ve emrine her türlü araç verilmiş, diğeri ise yoksul ve elinde hiçbir araç yok. İkincinin, bu araç gereç yoksunluğundan başka birinciden hiçbir eksikliği yoktur. İşte Avrupa ile Türkiye birbirine karşı bu durumdadır. Bizi aşağı olmaya mahkum bir halk olarak tanımakla yetinmemiş olan Batı, yıkılmamızı çabuklaştırmak için ne yapmak lazımsa yapmıştır. Batı ve Doğu zihinlerinde birbirine karşıt iki ilke söz konusu ise, bunun en önemli kaynağını bulmak için Avrupa’ya bakmalı. İşte Avrupa’da aralıksız mücadele ettiğimiz zihniyet budur.

Yerine getirdiğimiz görevin esas ruhu tam bağımsızlık!

Bizim huzur ve tatbik kabiliyeti gördüğümüz siyasi meslek, milli siyasettir. Dünyanın bugünkü umumi şartları ve yüzyılların dimağlarda ve karakterlerde topladığı hakikatler karşısında hayale kapılmak kadar büyük hata olmaz. Tarihin ifadesi budur, ilmin, aklın, mantığın ifadesi böyledir. Milletimizin kuvvetli, mesut ve müstekar yaşayabilmesi için, devletin tamamıyla milli bir siyaset takip etmesi ve bu siyasetin iç teşkilatımıza tamamiyle uygun olması ve ona dayanması lazımdır. Milli siyaset dediğim zaman kastettiğim mana şudur: Milli sınırlarımız içinde herşeyden önce kendi kuvvetimize dayanarak varlığımızı koruyup memleketin iç saadet ve imarına çalışmak!

İstiklali tam, bizim bugün, yerine getirdiğimiz görevin esas ruhudur. Bu görev, bütün millete ve tarihe karşı yerine getirilmiştir. Bilgin, bilgisiz, bütün halkımız belki içindeki zorlukları tamamiyle anlamaksızın, bugün yalnız bir nokta çevresinde toplanmış ve sonuna kadar kanını akıtmaya karar vermiştir. O nokta, tam bağımsızlığımızın sağlanması ve sürdürülmesidir. Tam bağımsızlık denildiği zaman elbette siyasal, parasal, ekonomik, yasal, askeri, kültürel ...vb her yönde tam bağımsızlık ve serbestlik demektir. Bu saydıklarımızın herhangi birinde bağımsızlıktan yoksunluk ulusun ve memleketin, gerçek anlamda bütün bağımsızlığından yoksun olması demektir.

Biz bunu sağlamadan ve elde etmeden barışa ve esenliğe erişeceğimiz kanısında değiliz. Görünüş ve yöntem bakımından barış yapabiliriz, anlaşma yapabiliriz, ama tam bağımsızlığımızı sağlayamayacak olan bu gibi barışlar ve anlaşmalarla ulusumuz hiçbir zaman canlılığa ve esenliğe erişmeyecektir. Belki, silahlı çarpışmasını bırakarak yıkıma sürüklenmeye yolaçmış olacaktır. Eğer ulusumuz bunu kabul etseydi, kabul edecek nitelikte bulunsaydı, iki yıldan beri savaşmak hiç de gerekli değildi.

Türkiye’nin savunduğu bütün mazlum milletlerin davası

Biz hakkımızı korumak, bağımsızlığımızı güven altına almak için, toptan bizi mahvetmek isteyen emperyalizme karşı milletçe savaşmayı uygun gören bir doktrini izleyen insanlarız. Biz Batı empeyalistlerine karşı bağımsızlığımızı korumakla kalmıyoruz. Aynı zamanda Batı emperyalistlerinin güçleri ve bilinen her vasıtası ile Türk ulusunu emperyalizme araç olarak kullanmak isteyenlere engel oluyoruz. Bununla bütün insanlığa hizmet ettiğimize inanıyoruz

Türkiye’nin bugünkü mücadelesinin yalnız Türkiye’ye ait olmadığını bütün arkadaşlarımız, ifade etmiş iseler de bunu bir defa daha teyit etmek lüzumunu hissediyorum. Türkiye’nin bugünkü mücadelesi yalnız kendi nam ve hesabına olsaydı belki daha kısa, daha az kanlı olur ve daha çabuk bitebilirdi. Türkiye azim ve mühim bir gayret sarfediyor. Çünkü müdafa ettiği, bütün mazlum milletlerin, bütün şarkın davasıdır. Ve bunu nihayete getirinceye kadar Türkiye kendisiyle beraber olan şark milletlerinin beraber yürüyeceğinden emindir.

Bütün vatandaşlarım tarafından da paylaşılan kanaatim şudur ki, zulüm altında tutulan Asya ve Afrika halkları ile Batıdaki işçiler uluslararası kapitalizmin kendilerini, efendilerinin çıkarları için istismar etmek gayesiyle sabırlarını suistimal ettiklerini anladıkları ve çalışan kitleler tarafından sömürgeci siyasetin meşum tesirinin bilincine varıldığı zaman, burjuva sınıfının kuvveti ortadan kalkacaktır. Sovyetler Birliği’nin Avrupa işçileri üzerindeki yüksek manevi otoritesi ve Müslüman dünyasının Türk milletine olan bağlılığı, şimdiye kadar cehalet ve uyuşukluklarının neticesi olarak itaatleri sayesinde sömürgeci kuvvetini desteklemiş olan herkesi Batı emperyalistlerine karşı birleştirmeye samimi dostluğumuzun kafi geleceğini bize açık şekilde göstermektedir.

Sömürgecilik ve emperyalizm yeryüzünden yok olacak

Şarktan şimdi doğacak olan güneşe bakınız!

Bugün günün ağardığını nasıl görüyorsam, uzaktan bütün şark milletlerinin de uyanışlarını öyle görüyorum. İstiklal ve hürriyetine kavuşacak olan çok kardeş millet vardır. Onların yeniden doğuşu, şüphesiz ki terakkiye ve refaha müteveccih olacaktır. Bu milletler bütün güçlüklere ve bütün engellere rağmen muzaffer olacaklar ve kendilerini bekleyen geleceğe ulaşacaklarıdır.

Sömürgecilik ve emperyalizm yeryüzünden yok olacak ve yerlerinde milletler arasında hiçbir renk, din ve ırk farkı gözetmeyen yeni bir ahenk ve işbirliği çağı hakim olacaktır.
 
Geri
Üst