AntidepresaN
New member
Türkiye'nin ve Devletin Paylaşılması...
Türkiye ekonomisinin (ve siyasetinin) üzerinde bir laboratuvar gibi çalışılıyor ve mekanizmalar oluşturuluyor.
1) IMF ile yürütülen "yapay düşük kur" politikası ile YTL yüzde 30-50 arasında aşırı değerlendiriliyor. Bu yolla ekonominin "dış rekabet olanakları" aynı oranda zorlaştırılmış oluyor. Yerli üretici cezalandırılıp ithalat özendiriliyor.
2) AB ile yapılan tek yanlı "ticaret ve uyum anlaşmaları" ve görüşmeler süreci yüzünden şu sonuç doğuyor: a) İmalat sanayinde yüzde 4-5 arası paçal ithal vergisi yetersiz kalıyor. Brezilya gibi Türkiye benzeri ülkeler yüzde 15-20 ithal vergisi uyguluyorlar. b) Bu yetmiyormuş gibi AB ile yapılan tek yanlı gümrük birliği sonucu, Türkiye düşük ithal vergisi uygularken, üçüncü ülkeler Türkiye'ye en yüksek vergileri koyuyorlar. Bu da Türk ekonomisi (ve sanayisi) için "kurumsal haksız rekabetin doğmasına yol açıyor" c) Bu da yetmiyor; Türkiye "tarife dışı konularda da" , bağımsız (ulusal) ticaret politikaları izleme olanağına sahip değil. Türkiye yerine, işleri AB yürütüyor.
3) Yukarıdaki öğelere ek olarak, özellikle AKP döneminde, "her şey özelleştirilerek, serbest piyasaya devredilmektedir". Devletin fiilen küçültülmesi yanında, devletin kamusal görevleri de terk edilmektedir.
Sağlık, eğitim, tarıma destek, teknolojik gelişme ve azgelişmiş yörelere ve alanlara destek gibi "asli kamusal görevler" ortadan kalktığı gibi boşaltılan alanlarda "sermaye çevreleri ve cemaatlerin" egemenliği hızla artmaktadır.
İzlenen politikanın sonuçları
1) Sıfır dolayındaki yıllık cari açık AKP döneminde 34 milyar dolara çıktı.
2) İhracatın ithalatı karşılama oranı yüzde 70'ten yüzde60'ın altına indi.
3) İmalat sanayiinde, "birim üretimde ithal girdi oranı" yüzde 35'ten yüzde 65'e çıktı. Yan sanayiler yavaş yavaş tasfiye oldu. Yerini ithal girdiler aldı. Yerli tesisler kapandı.
4) Türkiye'nin tarım ürünleri de, "tamamen dışa bağımlı duruma sokuldu" . Tarım ürünlerinde, ilk defa olarak dış ticaret açığı oldu.
5) İç ve dış borç toplamı, milli gelire yakın bir düzeye geldi. Dört yıllık AKP döneminde dolar olarak iç ve dış borçlar yüzde 88 ve yüzde 52 arttı.
6) İç piyasada yabancı tekeller (ve devletler) egemenliklerini iyice artırdılar.
7) İşsizlik azalmadı, arttı.
Türkiye'nin içinin boşaltılması
Avrupa'da devletler (ve AB) makro politikalarını "piyasalarını denetim altına alacak biçimde" yürütürler. Batı Avrupa'da "devletin (kamunun) ulusal ekonomideki etki alanı ve etkinliği yüzde 40 dolayındadır" . Ulusal sanayiden eğitime, tarımdan sağlığa "sosyal güvence ve kamusal fayda anlayışı" esastır. Türkiye'de ise AKP döneminde bu oran yüzde 20'ye indirildi.(*)
Batı kapitalizmi bile devleti geniş bir kamusal alanda denetleyici ve yönlendirici bir konumda tutarken bizde neden, tersi yapılıyor? Oysa Türkiye'de azgelişmişlik dolayısıyla, devletin üstlenmesi gereken sosyal ve iktisadi görevler çok daha fazla olmak zorundadır.
Bugünkü politikalarla yürüttükleri amaçlar şunlardır;
1) Devlet yerine, "piyasanın her şeye egemen kılınması" . Piyasanın da cemaatler, tarikatlar ve yandaş şirketler ve çevreler tarafından kullanılması,
2) Bu arada, yabancıların desteğinin sağlanabilmesi için, "Batı tekellerinin iç piyasaya girişlerinin özendirilmesi" . Piyasa üzerinden, "yabancı çıkarlar ile kimi yerli şirket ve belediyelerin" işbirliğinin sağlanması.
Diğer bir deyişle, devletin, yabancı tekellerle kimi yerli çevreler arasında paylaşılması. "Batı'nın çıkarları ile bizim çıkarlarımız iki yüz yıldır ilk defa örtüştü" demelerinin arkasında yatan neden bu olsa gerek. Danışmanları bunu sık sık söylüyorlar.
Oligarşinin marifetleri...
Planlı ve programlı bir biçimde uygulanan bu politikalar içimizdeki "oligarşi'" tarafından yürütülmektedir. "Kimi gayri milli sermaye çevreleri, Batı'yla anlaşan işbirlikçi İslamcılar ve bölücüler" yerel oligarşinin unsurlarıdır. Yerel oligarşi Washington ve Brüksel'in denetimindedir.
- En stratejik kamu kurumlarını yabancılara peşkeş çekenler,
- ABD ve İngiltere'nin yanında Irak'a, işgalci olarak biz de girelim diyenler,
- Yabancı tekeller için "imtiyaz kanunları" çıkartanlar,
- Lübnan'a asker gönderenler,
- AB ile imzalanan tek yanlı anlaşmalara karşı çıkmayan ve destek verenler,
- Dün Annan Planı'na destek verip bugün AB'ye hoş görünmek için Lokmacı köprüsünü yıkan ve Batı emperyalizmine kapı açanlar "aynı cephededirler".
Bu cepheye bakarak içimizdeki oligarşinin kimlerden oluştuğunu rahatlıkla görebiliriz. Oligarşi Türkiye'yi "bir yandan Batı'ya pazarlarken diğer yandan da paylaşılması görevini Batı adına üstlenmiştir. Cumhuriyetin yerine Osmanlı'ya özenenler aslında, "Onun paylaşılmasının özentisi içindedirler."
Hem de emperyalistlerle birlikte... Aynen dün olduğu gibi...
(*) Ulusal Politika Notları, Truva Yayınları, 2007.
Erol Manisalı
Türkiye ekonomisinin (ve siyasetinin) üzerinde bir laboratuvar gibi çalışılıyor ve mekanizmalar oluşturuluyor.
1) IMF ile yürütülen "yapay düşük kur" politikası ile YTL yüzde 30-50 arasında aşırı değerlendiriliyor. Bu yolla ekonominin "dış rekabet olanakları" aynı oranda zorlaştırılmış oluyor. Yerli üretici cezalandırılıp ithalat özendiriliyor.
2) AB ile yapılan tek yanlı "ticaret ve uyum anlaşmaları" ve görüşmeler süreci yüzünden şu sonuç doğuyor: a) İmalat sanayinde yüzde 4-5 arası paçal ithal vergisi yetersiz kalıyor. Brezilya gibi Türkiye benzeri ülkeler yüzde 15-20 ithal vergisi uyguluyorlar. b) Bu yetmiyormuş gibi AB ile yapılan tek yanlı gümrük birliği sonucu, Türkiye düşük ithal vergisi uygularken, üçüncü ülkeler Türkiye'ye en yüksek vergileri koyuyorlar. Bu da Türk ekonomisi (ve sanayisi) için "kurumsal haksız rekabetin doğmasına yol açıyor" c) Bu da yetmiyor; Türkiye "tarife dışı konularda da" , bağımsız (ulusal) ticaret politikaları izleme olanağına sahip değil. Türkiye yerine, işleri AB yürütüyor.
3) Yukarıdaki öğelere ek olarak, özellikle AKP döneminde, "her şey özelleştirilerek, serbest piyasaya devredilmektedir". Devletin fiilen küçültülmesi yanında, devletin kamusal görevleri de terk edilmektedir.
Sağlık, eğitim, tarıma destek, teknolojik gelişme ve azgelişmiş yörelere ve alanlara destek gibi "asli kamusal görevler" ortadan kalktığı gibi boşaltılan alanlarda "sermaye çevreleri ve cemaatlerin" egemenliği hızla artmaktadır.
İzlenen politikanın sonuçları
1) Sıfır dolayındaki yıllık cari açık AKP döneminde 34 milyar dolara çıktı.
2) İhracatın ithalatı karşılama oranı yüzde 70'ten yüzde60'ın altına indi.
3) İmalat sanayiinde, "birim üretimde ithal girdi oranı" yüzde 35'ten yüzde 65'e çıktı. Yan sanayiler yavaş yavaş tasfiye oldu. Yerini ithal girdiler aldı. Yerli tesisler kapandı.
4) Türkiye'nin tarım ürünleri de, "tamamen dışa bağımlı duruma sokuldu" . Tarım ürünlerinde, ilk defa olarak dış ticaret açığı oldu.
5) İç ve dış borç toplamı, milli gelire yakın bir düzeye geldi. Dört yıllık AKP döneminde dolar olarak iç ve dış borçlar yüzde 88 ve yüzde 52 arttı.
6) İç piyasada yabancı tekeller (ve devletler) egemenliklerini iyice artırdılar.
7) İşsizlik azalmadı, arttı.
Türkiye'nin içinin boşaltılması
Avrupa'da devletler (ve AB) makro politikalarını "piyasalarını denetim altına alacak biçimde" yürütürler. Batı Avrupa'da "devletin (kamunun) ulusal ekonomideki etki alanı ve etkinliği yüzde 40 dolayındadır" . Ulusal sanayiden eğitime, tarımdan sağlığa "sosyal güvence ve kamusal fayda anlayışı" esastır. Türkiye'de ise AKP döneminde bu oran yüzde 20'ye indirildi.(*)
Batı kapitalizmi bile devleti geniş bir kamusal alanda denetleyici ve yönlendirici bir konumda tutarken bizde neden, tersi yapılıyor? Oysa Türkiye'de azgelişmişlik dolayısıyla, devletin üstlenmesi gereken sosyal ve iktisadi görevler çok daha fazla olmak zorundadır.
Bugünkü politikalarla yürüttükleri amaçlar şunlardır;
1) Devlet yerine, "piyasanın her şeye egemen kılınması" . Piyasanın da cemaatler, tarikatlar ve yandaş şirketler ve çevreler tarafından kullanılması,
2) Bu arada, yabancıların desteğinin sağlanabilmesi için, "Batı tekellerinin iç piyasaya girişlerinin özendirilmesi" . Piyasa üzerinden, "yabancı çıkarlar ile kimi yerli şirket ve belediyelerin" işbirliğinin sağlanması.
Diğer bir deyişle, devletin, yabancı tekellerle kimi yerli çevreler arasında paylaşılması. "Batı'nın çıkarları ile bizim çıkarlarımız iki yüz yıldır ilk defa örtüştü" demelerinin arkasında yatan neden bu olsa gerek. Danışmanları bunu sık sık söylüyorlar.
Oligarşinin marifetleri...
Planlı ve programlı bir biçimde uygulanan bu politikalar içimizdeki "oligarşi'" tarafından yürütülmektedir. "Kimi gayri milli sermaye çevreleri, Batı'yla anlaşan işbirlikçi İslamcılar ve bölücüler" yerel oligarşinin unsurlarıdır. Yerel oligarşi Washington ve Brüksel'in denetimindedir.
- En stratejik kamu kurumlarını yabancılara peşkeş çekenler,
- ABD ve İngiltere'nin yanında Irak'a, işgalci olarak biz de girelim diyenler,
- Yabancı tekeller için "imtiyaz kanunları" çıkartanlar,
- Lübnan'a asker gönderenler,
- AB ile imzalanan tek yanlı anlaşmalara karşı çıkmayan ve destek verenler,
- Dün Annan Planı'na destek verip bugün AB'ye hoş görünmek için Lokmacı köprüsünü yıkan ve Batı emperyalizmine kapı açanlar "aynı cephededirler".
Bu cepheye bakarak içimizdeki oligarşinin kimlerden oluştuğunu rahatlıkla görebiliriz. Oligarşi Türkiye'yi "bir yandan Batı'ya pazarlarken diğer yandan da paylaşılması görevini Batı adına üstlenmiştir. Cumhuriyetin yerine Osmanlı'ya özenenler aslında, "Onun paylaşılmasının özentisi içindedirler."
Hem de emperyalistlerle birlikte... Aynen dün olduğu gibi...
(*) Ulusal Politika Notları, Truva Yayınları, 2007.
Erol Manisalı