mustafaacar42
New member
- Katılım
- 27 Ocak 2006
- Mesajlar
- 230
- Reaction score
- 0
- Puanları
- 0
Yeni Şafak gazetesi yazarı İbrahim Karagül'ün tespitleri hayli ilginç:
İşte bugünkü yazısı:
Tarih bize çok acı bir miras bıraktı. Birinci Dünya Savaşı sonrasının travmalarını hala yaşıyoruz. Bölgesel statüko, İngiltere'nin belirlediği statüko onlarca yıldır çatışmalardan, krizlerden, kardeş kavgalarından başka bir şey vermedi bu coğrafyaya. Kürtlerin bugünkü Ortadoğu'da bütün krizlerin merkezinde yer almasının nedeni de bu.
Bize ait olan, bizden olan, ortak kimlik, geçmiş ve gelecek beklentisi, ne varsa yabancılaştırıldı. Bu coğrafyanın çocukları, aslında başkalarının savaşı için yıllarca birbirlerine düşman oldular, birbirlerini yediler, yok ettiler. Etmeye de devam ediyorlar.
Bu kabus büyük bir kıyıma dönüşmeden yapılacak tek şey var: Bizim için yazılan, çizilen her şeyi tersine çevirmek. Bunun için Türkiye dahil, bölgedeki bütün ülkelerin, toplulukların ciddi özverilerde bulunması zorunlu. Aksi takdirde, ne olabileceğini hepimiz biliyoruz.
Türkiye açısında düşünürsek: Yüzyıl boyunca bedel ödeyen bir ülke Türkiye. Bir dünya gücü iken Anadolu'ya hapsedilmiş, sürekli tehdit altında tutulan, sindirilen, kafasını kaldırmasına izin verilmeyen Türkiye, tarihin kendisine bıraktığı ağır mirasın faturasını ödemeye devam ediyor. Kürt meselesi, Kürtlerin, bin yıldır birlikte yaşadığımız, bin yıl daha birlikte yaşamak istediğimiz Kürtlerin temel arayışlarının ötesinde Anadolu'ya hapsedilip bedel ödettirilen Türkiye için yeni bir faturaya dönüştürüldü. Türkiye, başını kaldırıp, zor kararlar almadığı, bir meydan okumaya girişmediği sürece bu koz kendisi için büyük bir yıkıma dönüştürülecek. Sonrasında kimsenin mutlu olmayacağını yakın tarihten çok iyi biliyoruz.
Bugüne gelirsek: Tam da her şeyin bittiği, yolun sonuna gelindiği, savaştan/hesaplaşmadan başka bir yol kalmadığı, bütün arayışların tüketildiği dönemi yaşıyoruz. Ancak tarih, bu ağır faturayı ödeten tarih, bedel ödettiği kadar fırsatlar da sunuyor.
Çarşamba günü Türkiye ile Irak arasındaki statüyü belirleyen 1926 tarihli Ankara Anlaşması'na dikkat çekiğim yazım fazla dikkat çekti. Siyasetin bittiği, askeri seçenek dışında bir şeyin kalmadığı bir dönemde, sürpriz bir diplomasi atağı olarak karşımıza çıkan gelişme, gerçekten de bir çözüm kapısı aralayabilir.
Ankara ile Bağdat arasında yapılan Güvenlik Anlaşması, Mesut Barzani'nin anlaşmanın içeriğine karşı çıkma sebebi, Türkiye ile İngiltere arasında benzer bir yakınlaşmanın doğması, aynı yakınlaşmanın ABD ile de yapılması ve bölgede derin değişimlere zemin hazırlayacak bir sürecin başlaması ihtimali doğdu. Bu nedenle 5 Kasım'da Washington'da yapılacak pazarlık bir dönüm noktası olabilir. Sadece Türkiye için değil, bölgede varolan, bölgeye dışarıdan gelen güçler için de.
Şunları söylemiştik:
1926 bugüne taşınıyor. O dönemdeki yükümlülükler yenileniyor. Türkiye'nin 75 kilometre Irak'a girme hakkı, bugünkü şartlarla hukuki bir zemin kazanıyor. Bu bölgede hiçbir güce temsil hakkı tanınmıyor. Türkiye neredeyse garantör ülke statüsü elde ediyor. Bağdat, bu yaklaşıma çok soğuk değil. Çünkü meselenin dar anlamda PKK ya da terör olmadığını artık herkes biliyor. Bu süreç, Türkiye ile Barzani arasında uzlaşma zemini bile oluşturabilir. Aksi takdirde Barzani'nin otoritesi zayıflatılabilir. Misak-ı Milli farklı biçimde gündeme gelebilir. Bu durum özellikle İran'ı rahatsız edebilir.
Dün Türkiye'de bazı gazeteler konuyla ilgili dikkat çekici bilgiler sundu. Özetle şöyle: 1925'te kurulan Musul Velayet Komisyonu, 1992'de Turgut Özal tarafından Ankara'da bir araya getirildi. Bu komisyon şimdi yeniden toplanmaya çalışılıyor. Komisyonun BM Temsilcisi olan J. Anton Keller Ankara'da toplantıyı organize etmeye çalışıyor. Ona göre bölgedeki 63 aşiret Türkiye'ye bağlanmak istiyor. Barzani, Ankara'ya gelmek isteyen aşiret temsilcilerinin bazılarının pasaportuna el koydu. Komisyon başkanı da Türkiye'nin 75 kilometre Irak'a girmek hakkı olduğunu, Barzani ve Talabani'nin 1992'de Konsey'in alacağı karara uyacağına dair söz verdiğini söylüyor.
O zaman şu tespitleri paylaşalım: Türkiye ile İngiltere arasındaki son anlaşma, Bağdat yönetimi ile belli konularda uzlaşma ABD ile de sağlanırsa yepyeni bir kapı aralanacak demektir. Bu yüzden 5 Kasım görüşmesinin sonuçlarını beklemek gerekiyor. Ancak buna İran'ın ve Rusya'nın tavrı olumsuz olacaktır. Kürt milliyetçiliğinin nasıl dizginleneceği bir başka konu olarak varlığını devam ettirecektir. Atlantik ülkeleriyle böyle bir işbirliği, bölgede yeni cepheleşmeye yol açacaktır. Türkiye, Irak'ta güçlü aktör olacak ancak ABD cephesinin karşısında olan ülkelerle ilişkileri gerilebilecektir. Suudi Arabistan Kralı Abdullah'ın İngiltere ziyaretinin ardından Türkiye'ye gelecek olmasının bu konu ile ne kadar ilgili olduğu henüz bilinmiyor ancak gündeme alınmaması mümkün değil gibi.
Barzani ikna edilir, Türkiye'ye yakınlaştırılabilir, PKK etkisizleştirilir, Kürt meselesi ile ilgili radikal çözümler masaya gelebilir. Ancak Türkiye'nin Musul Vilayeti ile ilgili beklentileri karşılanır. Sözünü ettiğim, harita değişikliği dediğim bu işte. Türkiye, PKK'nın ötesinde, sınırı Irak içlerine uzatabilir.
Büyük pazarlıklar yapılıyor. Nihai pazarlıklar. Sonuçsuz kalmasının yıkım olacağını herkesin bildiği pazarlıklar. Tarihi iddialar raflardan iniyor. Yüz yıl önceki müzakereler yenileniyor. Büyük savaş beklerken sürpriz çözüm gelişebilir. Şu an herkes birbirinin sabrını ölçüyor. Tahammül sınırını. Sinirleri sağlam olan kazanacaktır.
Türkiye'nin tezleri Kerkük değil Musul üzerinden yürütülecekse eğer bu harita değişecek demektir!
yeni şafak---- ibrahim karagül
İşte bugünkü yazısı:
Tarih bize çok acı bir miras bıraktı. Birinci Dünya Savaşı sonrasının travmalarını hala yaşıyoruz. Bölgesel statüko, İngiltere'nin belirlediği statüko onlarca yıldır çatışmalardan, krizlerden, kardeş kavgalarından başka bir şey vermedi bu coğrafyaya. Kürtlerin bugünkü Ortadoğu'da bütün krizlerin merkezinde yer almasının nedeni de bu.
Bize ait olan, bizden olan, ortak kimlik, geçmiş ve gelecek beklentisi, ne varsa yabancılaştırıldı. Bu coğrafyanın çocukları, aslında başkalarının savaşı için yıllarca birbirlerine düşman oldular, birbirlerini yediler, yok ettiler. Etmeye de devam ediyorlar.
Bu kabus büyük bir kıyıma dönüşmeden yapılacak tek şey var: Bizim için yazılan, çizilen her şeyi tersine çevirmek. Bunun için Türkiye dahil, bölgedeki bütün ülkelerin, toplulukların ciddi özverilerde bulunması zorunlu. Aksi takdirde, ne olabileceğini hepimiz biliyoruz.
Türkiye açısında düşünürsek: Yüzyıl boyunca bedel ödeyen bir ülke Türkiye. Bir dünya gücü iken Anadolu'ya hapsedilmiş, sürekli tehdit altında tutulan, sindirilen, kafasını kaldırmasına izin verilmeyen Türkiye, tarihin kendisine bıraktığı ağır mirasın faturasını ödemeye devam ediyor. Kürt meselesi, Kürtlerin, bin yıldır birlikte yaşadığımız, bin yıl daha birlikte yaşamak istediğimiz Kürtlerin temel arayışlarının ötesinde Anadolu'ya hapsedilip bedel ödettirilen Türkiye için yeni bir faturaya dönüştürüldü. Türkiye, başını kaldırıp, zor kararlar almadığı, bir meydan okumaya girişmediği sürece bu koz kendisi için büyük bir yıkıma dönüştürülecek. Sonrasında kimsenin mutlu olmayacağını yakın tarihten çok iyi biliyoruz.
Bugüne gelirsek: Tam da her şeyin bittiği, yolun sonuna gelindiği, savaştan/hesaplaşmadan başka bir yol kalmadığı, bütün arayışların tüketildiği dönemi yaşıyoruz. Ancak tarih, bu ağır faturayı ödeten tarih, bedel ödettiği kadar fırsatlar da sunuyor.
Çarşamba günü Türkiye ile Irak arasındaki statüyü belirleyen 1926 tarihli Ankara Anlaşması'na dikkat çekiğim yazım fazla dikkat çekti. Siyasetin bittiği, askeri seçenek dışında bir şeyin kalmadığı bir dönemde, sürpriz bir diplomasi atağı olarak karşımıza çıkan gelişme, gerçekten de bir çözüm kapısı aralayabilir.
Ankara ile Bağdat arasında yapılan Güvenlik Anlaşması, Mesut Barzani'nin anlaşmanın içeriğine karşı çıkma sebebi, Türkiye ile İngiltere arasında benzer bir yakınlaşmanın doğması, aynı yakınlaşmanın ABD ile de yapılması ve bölgede derin değişimlere zemin hazırlayacak bir sürecin başlaması ihtimali doğdu. Bu nedenle 5 Kasım'da Washington'da yapılacak pazarlık bir dönüm noktası olabilir. Sadece Türkiye için değil, bölgede varolan, bölgeye dışarıdan gelen güçler için de.
Şunları söylemiştik:
1926 bugüne taşınıyor. O dönemdeki yükümlülükler yenileniyor. Türkiye'nin 75 kilometre Irak'a girme hakkı, bugünkü şartlarla hukuki bir zemin kazanıyor. Bu bölgede hiçbir güce temsil hakkı tanınmıyor. Türkiye neredeyse garantör ülke statüsü elde ediyor. Bağdat, bu yaklaşıma çok soğuk değil. Çünkü meselenin dar anlamda PKK ya da terör olmadığını artık herkes biliyor. Bu süreç, Türkiye ile Barzani arasında uzlaşma zemini bile oluşturabilir. Aksi takdirde Barzani'nin otoritesi zayıflatılabilir. Misak-ı Milli farklı biçimde gündeme gelebilir. Bu durum özellikle İran'ı rahatsız edebilir.
Dün Türkiye'de bazı gazeteler konuyla ilgili dikkat çekici bilgiler sundu. Özetle şöyle: 1925'te kurulan Musul Velayet Komisyonu, 1992'de Turgut Özal tarafından Ankara'da bir araya getirildi. Bu komisyon şimdi yeniden toplanmaya çalışılıyor. Komisyonun BM Temsilcisi olan J. Anton Keller Ankara'da toplantıyı organize etmeye çalışıyor. Ona göre bölgedeki 63 aşiret Türkiye'ye bağlanmak istiyor. Barzani, Ankara'ya gelmek isteyen aşiret temsilcilerinin bazılarının pasaportuna el koydu. Komisyon başkanı da Türkiye'nin 75 kilometre Irak'a girmek hakkı olduğunu, Barzani ve Talabani'nin 1992'de Konsey'in alacağı karara uyacağına dair söz verdiğini söylüyor.
O zaman şu tespitleri paylaşalım: Türkiye ile İngiltere arasındaki son anlaşma, Bağdat yönetimi ile belli konularda uzlaşma ABD ile de sağlanırsa yepyeni bir kapı aralanacak demektir. Bu yüzden 5 Kasım görüşmesinin sonuçlarını beklemek gerekiyor. Ancak buna İran'ın ve Rusya'nın tavrı olumsuz olacaktır. Kürt milliyetçiliğinin nasıl dizginleneceği bir başka konu olarak varlığını devam ettirecektir. Atlantik ülkeleriyle böyle bir işbirliği, bölgede yeni cepheleşmeye yol açacaktır. Türkiye, Irak'ta güçlü aktör olacak ancak ABD cephesinin karşısında olan ülkelerle ilişkileri gerilebilecektir. Suudi Arabistan Kralı Abdullah'ın İngiltere ziyaretinin ardından Türkiye'ye gelecek olmasının bu konu ile ne kadar ilgili olduğu henüz bilinmiyor ancak gündeme alınmaması mümkün değil gibi.
Barzani ikna edilir, Türkiye'ye yakınlaştırılabilir, PKK etkisizleştirilir, Kürt meselesi ile ilgili radikal çözümler masaya gelebilir. Ancak Türkiye'nin Musul Vilayeti ile ilgili beklentileri karşılanır. Sözünü ettiğim, harita değişikliği dediğim bu işte. Türkiye, PKK'nın ötesinde, sınırı Irak içlerine uzatabilir.
Büyük pazarlıklar yapılıyor. Nihai pazarlıklar. Sonuçsuz kalmasının yıkım olacağını herkesin bildiği pazarlıklar. Tarihi iddialar raflardan iniyor. Yüz yıl önceki müzakereler yenileniyor. Büyük savaş beklerken sürpriz çözüm gelişebilir. Şu an herkes birbirinin sabrını ölçüyor. Tahammül sınırını. Sinirleri sağlam olan kazanacaktır.
Türkiye'nin tezleri Kerkük değil Musul üzerinden yürütülecekse eğer bu harita değişecek demektir!
yeni şafak---- ibrahim karagül