Keçiören’i de sayarsanız, dört dönemdir belediye başkanı...
Bu bir rekor, Ankara’da iki dönem üst üste belediye başkanlığı yapmış kimse yok. O, bir kez daha kendi rekorunu egale etmeye hazır...
“Allah nasip ederse yine Ankara’ya talibim” diyor Melih Gökçek ve ekliyor: “Hiç kimse alınmasın ama Türkiye’de bir siyasetçinin gelmek istediği makam sırasıyla, bir Cumhurbaşkanlığı, iki Başbakanlık, üç İstanbul Belediye Başkanlığı, dört Ankara Belediye Başkanlığı’dır!”
İklim değişikliği hiç beklemediğı anda en büyük muhalifi oldu. Ankara susuzlukla yüzyüze kaldığında tek seçenek Kızılırmak’tı... O da öyle yaptı, Kızılırmak’ın suyunu Ankara’ya getirdi, 21 gün boyunca Ankaralılar, Kızılırmak’tan içti, o bir şey söylemedi. Melih Gökçek’in tek bir sebebi var, suyun ideolojiye alet edilmesi. İşte bu yüzden açıklamamış. Suya yazılacak ajitasyonlar olacağını bildiği için... Bu bir sebep mi? Onun için öyle... Anlaşılan o ki, suya katılacak en büyük zehir politika ve herkesi öyle ya da böyle zehirliyor!
İlginç bir politikacı Gökçek... Seven seviyor, nefret eden o kadar nefret ediyor. Hırslı, ama bir o kadar da dobra... Lafını esirgemiyor, hele ki üstüne gelindiyse, ortalık toz duman oluyor. Öyle ya da böyle, Ankara gibi bir statüko kalesini üç keredir fethediyor. Keçiören’i de sayarsanız, dört dönemdir belediye başkanı. Bu bir rekor, Ankara’da iki dönem üst üste belediye başkanlığı yapmış kimse yok. O, bir kez daha kendi rekorunu egale etmeye hazır. Şimdilerde ona göre ’sudan’ sebeplerle onu yıkmaya çalışıyorlar. O ise hem kendinden hem de Kızılırmak’tan emin, yoluna devam ediyor. Önüne çıkan her engelde ise tavrı Kızılırmak gibi, sert ve kendince net: Önüme geleni önüme katarım! Kalıyor geriye tek bir soru: “İster belediye başkanı ol, ister sade vatandaş, sattığın suyun hangi çeşmeden geldiğini söylemek farz değil mi? İster siyaset malzemesi edilsin, ister halk sağlığı?..”
* Belediye Başkanlığı’ndan bıkmadınız mı hâlâ?
Hayır. Allah nasip ederse bir daha aday olmak istiyorum.
* Yine Ankara Büyük Şehir Belediye Başkanlığı’na mı?
Tabii, evet.
* İstanbul’a değil, Ankara’ya?
Tabii... Taş yerinde ağırdır. Başbakanım uygun görür beni aday yaparsa, vatandaşım oy verirse bir dönem daha Ankara’da görev yapmak istiyorum.
* Ama AKP içinde Erdoğan’dan sonra ikinci isim olarak sizin isminiz de geçiyor?
Her şeyden önce şunu söyleyeyim; Tayyip Bey’in şu güç, sıkıntılı günlerinde eğer onun yerine Melih Gökçek dahil olmak üzere, parti içinde herhangi bir isim kendisi için ikbal bekliyorsa o dünyanın en şerefsiz adamıdır. Bu konuda bizim de ikbal beklediğimizi fısıldayanlar, yazanlar var. Onlar da söylediklerini ispat etmezlerse, bizim partimizin içindekiler de dahil, hepsi şerefsizdir. Bu kadar açık ve net.
‘Sağ-sol ayrımı yapmadım’
* Peki dördüncü dönem de rahatça seçilir misiniz?
Bu halkın takdiri. Oy verirler mi, vermezler mi göreceğiz. Ama ben geçen dönemden daha fazla, yüzde 55’in de üzerinde oy almak istiyorum. Ankara vefalıdır. Hizmetin karşılığını verir. Ben insanların arasında ayrım yapmıyorum. Hizmet götürürken sağ-sol diye düşünmüyorum. Ben sağcıyım, milliyetçi muhafazakar bir insanım. Ama hiçbir zaman kalkıp da solcu oldukları için insanları dışlamadım. Çayyolu’ndan, 1994 seçimlerinde yüzde 2 oy aldım. Orası CHP’nin kalesidir. 1999’da oyum yüzde 10’a, 2004’te ise yüzde 25’e çıktı.
* Önümüzdeki dönem ne kadar oy bekliyorsunuz?
Hedefim yüzde 50, ama en az yüzde 35 oy alacağıma inanıyorum. Çayyolu’nda kanalizasyon yoktu, kanalizasyon yaptım. Doğalgaz yoktu, doğalgaz getirdim. Kaldırım yoktu, kaldırım yaptım. Yeterli su yoktu, suları 24 saat akar hale geldi. Asfalt yoktu, yeşil yoktu, park yoktu... Hepsini yaptım. Kızılay’a, Ümitköy’den 45 dakikada gelirlerdi... Hem Eskişehir Yolu’nu genişlettim, hem de ona paralel Sabancı Yolu’nu yaptım. Trafik sorunu halloldu. Aşağı yukarı yol 15 dakikaya indi. Yani bir belediye başkanından ne hizmet gerekiyorsa hepsini aldılar. Bir tek metro kaldı. Metronun da kaba inşaatı bitti. Dolayısıyla oradaki arazilerin, evlerin değeri 1’se 2 oldu. Yani ben vatandaşa ayrım yapmadan bu hizmeti verdim. Onlar da ister sağcı olsun, ister solcu bana oy verdiler. Önümüzdeki dönemde de aynı şekilde bir sonuç bekliyorum...
* Peki erken seçim olursa milletvekilliğine adaylığınızı koyar mısınız?
Hayır. Ben mesleğimi seviyorum...
* Ankara’da belediye başkanı olmak müthiş bir güç aslında, değil mi?
Ben bu sözü söyleyince bazı bakan arkadaşlarım alınıyor. Ben protokol açısından söylemiyorum. Katiyen onları küçümsediğim için söylemiyorum. Böyle bir şeyi edepsizlik addederim. Hiç kimse alınmasın ama Türkiye’de bir siyasetçinin gelmek istediği yer, sırasıyla bir Cumhurbaşkanlığı, iki Başbakanlık, üç İstanbul Belediye Başkanlığı, dört Ankara Belediye Başkanlığı’dır... Yani bizim bakan arkadaşların hangisine sorsan, ’Bakanlık mı, yoksa İstanbul ya da Ankara Belediye Başkanlığı mı?’ diye, inanıyorum ki en az yüzde 80-90’ı ‘belediye başkanlığı’ der. Çünkü belediye başkanlığının farkı şu; sen karar veriyorsun, meclisine götürüyorsun, meclisini ikna ettin mi o işi yapıyorsun. Bu kadar basit.
* Sizin için ‘Her yere böyle belediye başkanı lazım’ diyenler de var, ’Milletin parasını çarçur ediyor’ diyenler de...
Doğru. CHP Genel Başkan Yardımcısı Yılmaz Ateş, ’Milletin parasını çarçur ediyor’ diyor. Halbuki biz zamanı parayla satın alıyoruz. Bir fidan 20-25 yılda ağaç oluyor. Siz 300-400 milyon, yerine göre 1 milyar para veriyorsunuz ağaca. Bunu sen yetiştirmeye çalış, daha mı ucuz yetiştireceksin? Küçük ağaç diksen, onun bakımına vereceğin ücret ondan daha mı az? Bir çalışanın bizdeki maaşı 4.5 milyar lira. Senede aldığı para 54 milyar lira. Sen 54 milyar liraya kaç tane ağaç yetiştirebilirsin? Her sene vereceksin bu 54 milyarı. Üstelik o adama böyle büyük 200 ağacı zor baktırırsın. Ama bu ince hesapları Yılmaz Ateş’in pek anlayabileceğini sanmıyorum.
* Peki böyle kaç ağaç diktiniz?
Çok. Tabii o ağaçların arasında tutanı da var, tutmayanı da... Özellikle İtalya’dan getirdiklerimizde fireler oluyor. Ama biz onları garantili alıyoruz. Bu sene kaç ağaç aldık bilmiyorum. Ama özellikle boylu ağaç alıyoruz. Onlara bulvarlara dikiyoruz. Geçen sene böyle 4 bin 900 ağaç diktik galiba... Manisa’da Muradiye Fidanlığı var, oradan da 2 milyon adet çalı ve ağaç aldık. Yarı yarıya... Bunların boyları 2-3 metre. Küçük fidanlar. Bunlardan milyonlarca dikiyoruz.
“MELİH BEY’E YAPILANLAR ÇOK AĞRIMA GİTTİ, AĞLADIM!”
Saat gecenin dokuzu, söyleşiye yeni başlamışken Melih Gökçek’in eşi Nevin Hanım geliyor. Sohbete o da katılıyor... İlk sorum Kızılırmak’tan; “Siz bu suyu içiyor musunuz?” Nevin Hanım, eşine haksızlık edildiğinden emin, “Ben bu suyu içiyorum. En kıymetli varlıklarıma, çocuklarıma da içiriyorum... Suda en ufak art niyet vatan hainliğidir. Ha bir insan tabancayla vurmuşsun, ha kötü su içirmişsin” diyor. Peki bunun garantisi ne? Ona göre eşinin dürüstlüğü... Asla yalan söylemezmiş Melih Bey, o yüzden eleştiriler çok ağrına gitmiş Nevin Hanım’ın... “İnanır mısınız, oturup iki gözü iki çeşme ağladım” diyor. Söylerken yine gözleri doluyor...
Bu bir rekor, Ankara’da iki dönem üst üste belediye başkanlığı yapmış kimse yok. O, bir kez daha kendi rekorunu egale etmeye hazır...
“Allah nasip ederse yine Ankara’ya talibim” diyor Melih Gökçek ve ekliyor: “Hiç kimse alınmasın ama Türkiye’de bir siyasetçinin gelmek istediği makam sırasıyla, bir Cumhurbaşkanlığı, iki Başbakanlık, üç İstanbul Belediye Başkanlığı, dört Ankara Belediye Başkanlığı’dır!”
İklim değişikliği hiç beklemediğı anda en büyük muhalifi oldu. Ankara susuzlukla yüzyüze kaldığında tek seçenek Kızılırmak’tı... O da öyle yaptı, Kızılırmak’ın suyunu Ankara’ya getirdi, 21 gün boyunca Ankaralılar, Kızılırmak’tan içti, o bir şey söylemedi. Melih Gökçek’in tek bir sebebi var, suyun ideolojiye alet edilmesi. İşte bu yüzden açıklamamış. Suya yazılacak ajitasyonlar olacağını bildiği için... Bu bir sebep mi? Onun için öyle... Anlaşılan o ki, suya katılacak en büyük zehir politika ve herkesi öyle ya da böyle zehirliyor!
İlginç bir politikacı Gökçek... Seven seviyor, nefret eden o kadar nefret ediyor. Hırslı, ama bir o kadar da dobra... Lafını esirgemiyor, hele ki üstüne gelindiyse, ortalık toz duman oluyor. Öyle ya da böyle, Ankara gibi bir statüko kalesini üç keredir fethediyor. Keçiören’i de sayarsanız, dört dönemdir belediye başkanı. Bu bir rekor, Ankara’da iki dönem üst üste belediye başkanlığı yapmış kimse yok. O, bir kez daha kendi rekorunu egale etmeye hazır. Şimdilerde ona göre ’sudan’ sebeplerle onu yıkmaya çalışıyorlar. O ise hem kendinden hem de Kızılırmak’tan emin, yoluna devam ediyor. Önüne çıkan her engelde ise tavrı Kızılırmak gibi, sert ve kendince net: Önüme geleni önüme katarım! Kalıyor geriye tek bir soru: “İster belediye başkanı ol, ister sade vatandaş, sattığın suyun hangi çeşmeden geldiğini söylemek farz değil mi? İster siyaset malzemesi edilsin, ister halk sağlığı?..”
* Belediye Başkanlığı’ndan bıkmadınız mı hâlâ?
Hayır. Allah nasip ederse bir daha aday olmak istiyorum.
* Yine Ankara Büyük Şehir Belediye Başkanlığı’na mı?
Tabii, evet.
* İstanbul’a değil, Ankara’ya?
Tabii... Taş yerinde ağırdır. Başbakanım uygun görür beni aday yaparsa, vatandaşım oy verirse bir dönem daha Ankara’da görev yapmak istiyorum.
* Ama AKP içinde Erdoğan’dan sonra ikinci isim olarak sizin isminiz de geçiyor?
Her şeyden önce şunu söyleyeyim; Tayyip Bey’in şu güç, sıkıntılı günlerinde eğer onun yerine Melih Gökçek dahil olmak üzere, parti içinde herhangi bir isim kendisi için ikbal bekliyorsa o dünyanın en şerefsiz adamıdır. Bu konuda bizim de ikbal beklediğimizi fısıldayanlar, yazanlar var. Onlar da söylediklerini ispat etmezlerse, bizim partimizin içindekiler de dahil, hepsi şerefsizdir. Bu kadar açık ve net.
‘Sağ-sol ayrımı yapmadım’
* Peki dördüncü dönem de rahatça seçilir misiniz?
Bu halkın takdiri. Oy verirler mi, vermezler mi göreceğiz. Ama ben geçen dönemden daha fazla, yüzde 55’in de üzerinde oy almak istiyorum. Ankara vefalıdır. Hizmetin karşılığını verir. Ben insanların arasında ayrım yapmıyorum. Hizmet götürürken sağ-sol diye düşünmüyorum. Ben sağcıyım, milliyetçi muhafazakar bir insanım. Ama hiçbir zaman kalkıp da solcu oldukları için insanları dışlamadım. Çayyolu’ndan, 1994 seçimlerinde yüzde 2 oy aldım. Orası CHP’nin kalesidir. 1999’da oyum yüzde 10’a, 2004’te ise yüzde 25’e çıktı.
* Önümüzdeki dönem ne kadar oy bekliyorsunuz?
Hedefim yüzde 50, ama en az yüzde 35 oy alacağıma inanıyorum. Çayyolu’nda kanalizasyon yoktu, kanalizasyon yaptım. Doğalgaz yoktu, doğalgaz getirdim. Kaldırım yoktu, kaldırım yaptım. Yeterli su yoktu, suları 24 saat akar hale geldi. Asfalt yoktu, yeşil yoktu, park yoktu... Hepsini yaptım. Kızılay’a, Ümitköy’den 45 dakikada gelirlerdi... Hem Eskişehir Yolu’nu genişlettim, hem de ona paralel Sabancı Yolu’nu yaptım. Trafik sorunu halloldu. Aşağı yukarı yol 15 dakikaya indi. Yani bir belediye başkanından ne hizmet gerekiyorsa hepsini aldılar. Bir tek metro kaldı. Metronun da kaba inşaatı bitti. Dolayısıyla oradaki arazilerin, evlerin değeri 1’se 2 oldu. Yani ben vatandaşa ayrım yapmadan bu hizmeti verdim. Onlar da ister sağcı olsun, ister solcu bana oy verdiler. Önümüzdeki dönemde de aynı şekilde bir sonuç bekliyorum...
* Peki erken seçim olursa milletvekilliğine adaylığınızı koyar mısınız?
Hayır. Ben mesleğimi seviyorum...
* Ankara’da belediye başkanı olmak müthiş bir güç aslında, değil mi?
Ben bu sözü söyleyince bazı bakan arkadaşlarım alınıyor. Ben protokol açısından söylemiyorum. Katiyen onları küçümsediğim için söylemiyorum. Böyle bir şeyi edepsizlik addederim. Hiç kimse alınmasın ama Türkiye’de bir siyasetçinin gelmek istediği yer, sırasıyla bir Cumhurbaşkanlığı, iki Başbakanlık, üç İstanbul Belediye Başkanlığı, dört Ankara Belediye Başkanlığı’dır... Yani bizim bakan arkadaşların hangisine sorsan, ’Bakanlık mı, yoksa İstanbul ya da Ankara Belediye Başkanlığı mı?’ diye, inanıyorum ki en az yüzde 80-90’ı ‘belediye başkanlığı’ der. Çünkü belediye başkanlığının farkı şu; sen karar veriyorsun, meclisine götürüyorsun, meclisini ikna ettin mi o işi yapıyorsun. Bu kadar basit.
* Sizin için ‘Her yere böyle belediye başkanı lazım’ diyenler de var, ’Milletin parasını çarçur ediyor’ diyenler de...
Doğru. CHP Genel Başkan Yardımcısı Yılmaz Ateş, ’Milletin parasını çarçur ediyor’ diyor. Halbuki biz zamanı parayla satın alıyoruz. Bir fidan 20-25 yılda ağaç oluyor. Siz 300-400 milyon, yerine göre 1 milyar para veriyorsunuz ağaca. Bunu sen yetiştirmeye çalış, daha mı ucuz yetiştireceksin? Küçük ağaç diksen, onun bakımına vereceğin ücret ondan daha mı az? Bir çalışanın bizdeki maaşı 4.5 milyar lira. Senede aldığı para 54 milyar lira. Sen 54 milyar liraya kaç tane ağaç yetiştirebilirsin? Her sene vereceksin bu 54 milyarı. Üstelik o adama böyle büyük 200 ağacı zor baktırırsın. Ama bu ince hesapları Yılmaz Ateş’in pek anlayabileceğini sanmıyorum.
* Peki böyle kaç ağaç diktiniz?
Çok. Tabii o ağaçların arasında tutanı da var, tutmayanı da... Özellikle İtalya’dan getirdiklerimizde fireler oluyor. Ama biz onları garantili alıyoruz. Bu sene kaç ağaç aldık bilmiyorum. Ama özellikle boylu ağaç alıyoruz. Onlara bulvarlara dikiyoruz. Geçen sene böyle 4 bin 900 ağaç diktik galiba... Manisa’da Muradiye Fidanlığı var, oradan da 2 milyon adet çalı ve ağaç aldık. Yarı yarıya... Bunların boyları 2-3 metre. Küçük fidanlar. Bunlardan milyonlarca dikiyoruz.
“MELİH BEY’E YAPILANLAR ÇOK AĞRIMA GİTTİ, AĞLADIM!”
Saat gecenin dokuzu, söyleşiye yeni başlamışken Melih Gökçek’in eşi Nevin Hanım geliyor. Sohbete o da katılıyor... İlk sorum Kızılırmak’tan; “Siz bu suyu içiyor musunuz?” Nevin Hanım, eşine haksızlık edildiğinden emin, “Ben bu suyu içiyorum. En kıymetli varlıklarıma, çocuklarıma da içiriyorum... Suda en ufak art niyet vatan hainliğidir. Ha bir insan tabancayla vurmuşsun, ha kötü su içirmişsin” diyor. Peki bunun garantisi ne? Ona göre eşinin dürüstlüğü... Asla yalan söylemezmiş Melih Bey, o yüzden eleştiriler çok ağrına gitmiş Nevin Hanım’ın... “İnanır mısınız, oturup iki gözü iki çeşme ağladım” diyor. Söylerken yine gözleri doluyor...