Türkiye’nin“ortak değeri” Atatürk’tür!

yoldaş-

New member
Tayyip’ten “açılım” yerine “kıvırtma”

Tayyip, AKP’nin 3. Olağan Kongresi’nde yaptığı konuşmada şöyle buyurmuş:

“Bu ülkenin tarihinden, Ahmet Yesevi’yi, Hacı Bektaş-ı Veli’yi, Pir Sultan’ı, Hacı Bayram Veli’yi çıkartmaya kalkarsanız, onları görmezden gelirseniz, onları yok sayarsanız bu ülke öksüz, yetim, köksüz kalır. Yunus Emre’siz bir Türkiye dilsiz kalır. Mevlana’sız bir Türkiye ruhsuz kalır. Sabahat Akkiraz’a kulak vermeyen, dinlemeyen bir Türkiye türküsüz kalır. Tatsoy Efendi’yi yok sayan Türkiye’nin besteleri yarım kalır. Cem Karaca bu ülkenin hasretini çektiği kadar, bu ülke de Cem Karaca’nın hasretini çekti. ‘Hoşçakalın İki Gözüm’ diyen Ahmet Kaya’ya vefa göstermeyen bir Türkiye’nin şarkıları eksik kalır. Nasıl Mehmet Akif’siz bir Türkiye tahayyül edilemezse, Nazım Hikmet’siz bir Türkiye eksik sayılır. Seversiniz, sevmezsiniz, beğenirsiniz, beğenmezsiniz, görüşlerini kabul edersiniz, etmezsiniz ama Ahmedi Hani’siz, Bitlisli Said-i Nursi’siz bir Türkiye’nin maneviyatı noksan kalır.”

Hatırlarsınız, kısa bir süre önce de AKP grup toplantısında benzer bir “duygusal” konuşma yapmıştı Tayyip ve AKP’li milletvekilleri gözyaşlarını tutamamışlardı.

Peki ama bugüne kadar muhalefetten medyaya, şehit ailelerinden çiftçiye, toplumun her kesimiyle kavga halinde olan ve Türkçemize “öfke de bir hitabet sanatıdır”, “artistlik yapma lan”, “Ananı da al git” gibi pek çok güzel özdeyiş kazandıran Kasımpaşalı Tayyip’teki bu duygusal “değişim”in sebeb-i hikmet-i ne olsa gerek?

Aslında Tayyip’in konuşmasının içeriği ve zamanlamasına bakıldığında Tayyip’in neden birden bire “kardeşlik” ve “beraberlik” mesajları verip, Mevlana’dan, Hacıbektaş’tan, Yunus Emre’den bahsetmeye başladığı sorusunun cevabı da kendiliğinden ortaya çıkıyor.

AKP’nin Kürt açılımı Türkiye’yi koşar adım bölünmeye götürürken ciddi bir toplumsal tepkiyi de beraberinde getiriyor ve bu toplumsal tepki AKP’de giderek artan bir deprem etkisi yaratıyor.

Kürt açılımının yarattığı toplumsal tepkiyi dizginleyemeyen AKP ise zaten bir süredir açılımı makyajlama çabası içindeydi ve bu doğrultudaki ilk adım da “Kürt açılımı”nın bir gecede “demokratik açılım”a dönüştürülmesi olmuştu. Ancak bu ayak oyunu elbette tek başına yeterli değildi.

Tayyip’in AKP kongresinde yaptığı son konuşma da aslında toplumsal tepkiyi dizginlemek için oynanan bu oyunun yeni bir sahnesi. Tayyip konuşmasında, herkesin merakla beklediği “nedir bu açılım” sorusuna cevap vermek yerine kıvırtmayı tercih etmiş. Ama bu zevahiri kurtarmaya yönelik hamasi nutuklarla ancak etrafındaki şakşakçıları ve yandaş basındaki üç beş köşe yazarını tatmin edebilir.

Tayyip aklınca her kesimden ve her görüşten bir “değer”ler bütünü yaratarak artık kabak tadı vermeye başlayan o eski “mozaik toplum” teorilerini duygusal bir sosa bulayıp yeniden piyasaya sürmeye çalışıyor.

Böylelikle bu uyduruk “ortak değerler” teorisi aracılığıyla o bilindik “hepimiz kardeşiz” nakaratı içinde “Türkiye Türklerindir” anlayışı yıkılacak ve her kesimden bu sözde “ortak değerler” aracılığıyla Türkiye güle oynaya bir etnik ve dinsel koalisyona çevrilecek.

Kürt açılımı ve arkasından gelecek diğer açılımlar da böylelikle meşrulaştırılacak.

Oyun bu.

Kim bu Ahmedi Hani?


Tayyip’in öne çıkardığı isimlere baktığımızda da aslında oynanan oyunun ne olduğunu açıkça görebiliyoruz. Örneğin; Ahmedi Hani. Kimdir, nedir, neyin nesi, kimin fesidir ki bu Ahmedi Hani, o olmadan Türkiye’nin maneviyatı eksik kalıyor?

Ahmedi Hani ne zaman Türkiye’nin ortak ve vazgeçilmez bir değeri olmuş da bizim haberimiz yok. Hadi diyelim ki biz bilmiyoruz, iyi de bu adamın adını bilen, duyan kaç kişi var? Dünya tarihine ne gibi bir etkisi olmuş, hangi eserleriyle insanlığa yön vermiş, hangi alanda çığır açmış, hangi ilerlemeye katkı sunmuş, bilen varsa söylesin biz de öğrenelim.

Ahmedi Hani’nin kim olduğunu ancak ansiklopedilere bakarak öğrenebiliyorsunuz ve oralarda da adını bulabilirseniz, hakkında edinebileceğiniz tek şey bir Kürt şeyhi olduğu.

AKP’nin faşist propaganda aygıtı işte tam da burada devreye giriyor ve yüzlerce yıl önce yaşayıp pek de suya sabuna dokunur bir iz bırakmamış bir Kürt şeyhi, Kürt açılımının topluma kabul ettirilmesi için adeta bir ruh çağırma seansıyla yüzyıllar sonra getirilip önümüze konuyor.

Ahmed Hani gibi adı sanı bilinmeyen ve edebi anlamda herhangi bir değeri olmayan birtakım kitaplar yazmış bir Kürt şeyhini Türkiye’nin “ortak değeri” olarak kabul ettirdikten sonra ise asıl sinsi plana geliyor sıra; “Kürt realitesi”nin Türk toplumuna kabul ettirilmesine. Öyle ya; madem Kürtler bu ülke için bu kadar önemli bir ortak değer yaratmışlardır, o zaman onlar da bu toprakların öz sahipleridirler. Hem de en az Türkler kadar! İşte bu sahte değer imal etme operasyonunu ulaşmak istediği nokta tam da budur.

Said-i Nursi ortak değerimiz, Atatürk değil!


Şeriatçı kafa bu göz boyamayı sinsice yürütür ama yine de faşist kimliğini gizleyemez. En birleştirici ve kucaklayıcı göründüğü durumda bile bölücü ve dışlayıcıdır.

Örneğin Tayyip için Bitlisli Said-i Kürdi ortak bir değerdir; hem de, ister beğenelim, ister beğenmeyelim!

Said-i Kürdi’nin çocukları için Said-i Kürdi büyük bir “alim” olabilir ama bunu bütün bir millete dayatmaya gelince orada biraz durmak gerekir. Ne yani adam kendine “Bediüzzaman” deyip zamanlar ve mekanlar üstü bir varlıkmış izlenimi vermeye çalıştı diye biz de buna inanmak zorunda mıyız?

Ayrıca Said-i Kürdi Türkiye’nin maneviyatı için nasıl ve ne zaman vazgeçilmez bir değer olmuş acaba? Bizim bildiğimiz Said-i Kürdi bir tarikat şeyhidir ve kendi tarikatı dışında da onun büyük bir “alim” olduğunu düşünen tek bir kişi yoktur. Öyleyse Said-i Kürdi’nin kendi müritleri tarafından bile okunmayan, okunsa da anlaşılmayan risalelerindeki dinsel sapmaları bütün millete mâl etmeye ve dayatmaya kimin ne hakkı olabilir? Hele hele bir ülkenin başbakanlık koltuğunda oturan birisi bunu nasıl yapabilir?

Evet, İslam dünyasında yer edinmiş ve bütün dünyanın da kaynak olarak aldığı, kabul ettiği, pek çok ünlü İslam bilgini vardır ama ne yazık ki Said-i Kürdi bunların arasında yer almamaktadır. O nedenle “Ben söyledim oldu” şeklindeki faşist dayatmayla ancak kendinizi kandırırsınız, ama gerçekleri değiştiremezsiniz!

Üstelik, bu kadar ortak değerin içinde, ilginçtir; Türkiye’yi ve Türk milletini yok oluştan kurtaran, bugün Tayyip’in başbakanlık koltuğuna oturduğu cumhuriyeti kuran, Türklerin Ata’sı Atatürk’ün adı ustalıkla gizlenmektedir. Öyle ki Atatürk’ün adı takıyyeden bile olsa anılmamaktadır nedense.

Oysa birileri çıkıp Türkiye’nin ortak değerlerinden bahsediyorsa istese de istemese de, fikirlerini benimsese de benimsemese de ilk telaffuz etmesi gereken isim hiç tartışmasız Atatürk’tür. Üstelik bu sadece Türkiye için geçerli bir gerçek değildir. Dünyanın neresine giderseniz gidin, kime sorarsanız sorun Türkiye dendiğinde ilk akla gelen şey Atatürk olacaktır. Atatürk’süz bir Türkiye, Türkiyesiz bir Atatürk mümkün değildir. Ama Tayyip Erdoğan, pek çok kimsenin adını bile bilmeyeceği türkücü Sabahat Akkiraz’ı bile saymaktadır ortak değer olarak, ama her ne hikmetse bu ülkenin kurucusu Atatürk’ü görmezden gelmektedir.

Peki bizim “ortak değerci” faşistlerimiz neden Atatürk’ün adını anmazlar? Anmazlar çünkü; Said-i Kürdi için Atatürk “Deccal”dir ve Said-i Kürdi’nin çocukları da bu nedenle Atatürk’e düşmandırlar.

Şimdi bütün bu gerçekler ortadayken; Said-i Kürdi gibi Türk milleti bağımsızlığını kazanmak için işgal güçleriyle bir ölüm kalım savaşı içindeyken İngiliz ajanlığı yapıp Milli Mücadele’yi arkadan vuran bir işbirlikçiyi Türkiye’nin maneviyatı için vazgeçilmiz bir isim olarak gösterip, Türk milletinin maneviyatını yoktan var eden Atatürk’ü yok saymak ve sonra da kalkıp birlik ve beraberlikten, kardeşlik ve bir arada yaşamaktan bahsetmek, en basitinden utanmazlık değilse nedir?

“Nerden baksan tutarsızlık, nerden baksan ahmakça”

Tayyip Erdoğan’ın kafasına göre sayıp döktüğü isimler arasında mantıklı bir ilişki yakalamaksa neredeyse imkânsız. Bu isimler hangi kriterlere göre belirlenmiş, bunu anlamak da mümkün değil. Hâl böyle olunca bütün dünyada tanınan Mevlana gibi bir değerle Türkiye’de bile pek az insanın tanıdığı türkücü Sabahat Akkiraz yan yana gelebilmekte, Said-i Kürdi gibi Nur tarikatı dışında kimsenin önemsemediği ve İslam dünyasında da adı sanı bilinmeyen bir tarikat şeyhi, Hacı Bektaş-ı Veli gibi bir isimle yan yana konulabilmektedir.

Tayyip Erdoğan sağcıların yıllardır yaptıkları bir başka karşılaştırmayı da konuşmasında tekrarlamış ve Necip Fazıl’la Nâzım Hikmet’i de birlikte zikretmiş. Böylelikle Nâzım üzerinden Necip Fazıl’ı aklamaya girişmiş.

Nâzım Hikmet’le Necip Fazıl’ı hangi kategori içinde yan yana getirmiş Tayyip, bunu da anlayabilmiş değiliz. Nâzım Hikmet’i Türkiye’nin ortak değeri olarak anmasına denilecek bir şey yok elbette. Ama zaten Nâzım’ın da Tayyip tarafından anılmaya ihtiyacı yok. Tersine Tayyip’in Nâzım’a ihtiyacı var. Hatırlarsanız daha düne kadar AKP’nin aslında ne kadar da özgürlükçü olduğunu göstermek için Nâzım’ın vatandaşlık hakkını gündeme getirmiş ve Nâzım’ın ismini kullanarak AKP’nin faşist kimliğini aklamaya girişmişti Tayyip.

Yalnızca Tayyip değil, Türkeş’ten Demirel’e kadar pek çok azılı sağcı da konuşmalarında Nâzım’dan alıntılar yapıp, yıllarca vatan haini olarak damgaladıkları Nâzım’ı yıllar sonra yâdetmek durumunda kalmışlardı. Zaten “değer” dediğiniz şey de budur. İnsanlığın ortak değeri olan kişiler ortaya koydukları eserlerle ve insanlık tarihine vurdukları mühürle kendilerini ölümsüz kılarlar ve siz isteseniz de istemeseniz de, beğenseniz de beğenmeseniz de eserleriyle yaşamaya devam ederler.

Nâzım Hikmet işte böylesi bir büyük değerdir. Menderes’in DP’si tarafından vatandaşlıktan çıkarıldığı günden bugüne altmış yıl geçmiş neredeyse ama Nâzım Hikmet o günden beridir bütün dünya tarafından “Büyük Türk şairi” olarak anılmaktadır. Bu gün Menderes’i kimse hatırlamaz ama Nâzım’ın şiirleri bütün dünya dillerinde yayınlanmaya devam etmektedir. Bugün bütün dünyada Türkiye denildiğinde akla Nâzım mı gelmektedir, yoksa onu Türk vatandaşlığından atan Menderes mi?

Gelelim Nâzım’la Necip Fazıl’ı karşılaştırmaya. Tayyip, Necip Fazıl’ın şiirlerini seviyor olabilir. Etrafındaki “Bu şarkı bitmez” korosu da Necip Fazıl hayranı olabilir, ama Necip Fazıl gibi Türkiye’de bile ancak bir elin parmaklarını geçmeyecek kadar insanın şiirlerini okuduğu birisini bütün dünyanın ortak değeri olmuş bir Nâzım Hikmet’le nasıl karşılaştırabilirsiniz. Adama gülerler.

Gerçi Şeriatçı kafayı da anlamak gerekir. Kendi tarihinde övünülecek hiçbir şey bulunmayan, tarihi işbirlikçiliğin tarihi olan Şeriatçı, kendisini, kendi tarihini ve kendi sahte kahramanlarını aklamak için solun büyük değerlerini kullanmak zorundadır. Kimse bizi Tayyip’in bir Nâzım hayranı olduğuna inandıramaz. Ama Necip Fazıl’ı aklamak için Nâzım’ı kullanmak, Said-i Kürdi’yi hoş göstermek için onu Pir Sultan’la birlikte anmak zorundadır.

O nedenle bunların hiçbir şeyinde tutarlılık aramamak gerekir. Zaten faşist mantığın böylesine bir tutarlılık arayışına da ihtiyacı yoktur. Bu faşist zihniyet için tek doğru kendi söylediği ve kendi inandıklarıdır. Bütün toplum da onların kafalarında yarattığı bu sözde değer ve inançları benimsemek zorundadır.

Bu komediyi Tayyip’in bol isimli değerler çorbasında adını zikrettiği isimlerden Ahmet Kaya yıllar önce çok güzel tanımlamıştı aslında; “Nerden baksan tutarsızlık, nerden baksan ahmakça!”

Kürt-İslamcı kültür faşizmi

Ancak bu tutarsızlar kendi faşist mantıkları içinde son derece tutarlı bir iş yapmaktadırlar. Bugün Atatürk Türkiyesi’ni yıkarak yerine Kürt-İslamcı bir faşist rejim kurma özlemi içinde olanlar her alanda Türklükle bir savaş içindedirler. Bu savaş siyasi alanda yürüyen ama kültürden sanata, bilimden edebiyata kadar her alanda devam eden bir savaştır.

Türk milletinin yarattığı değerlerin yıkılması ve onların yerine Kürt İslamcı değerlerin ikame edilmesi bu hesaplaşmanın ilk aşamasıdır. Bundan sonraki aşama bütün milli değerlerimizin yok edilmesidir. Nihai hedefse Türk milletinin ve Türk vatanının yok edilmesidir.

Kürt-İslamcı faşistler, Said-i Kürdi’lerin, Necip Fazıl’ların, Ahmedi Hani’lerin yüceltildiği, Atatürk’ün, Nâzım Hikmet’in Pir Sultan’larınsa adının bile yasaklanacağı bir karanlık rejim özlemi içindedirler.

O nedenle Tayyip’in açtığı tartışma sadece bir değer tartışması değildir. Kürt-İslamcı güçlerle Türk milleti nihai bir hesaplaşmaya girmektedir ve bu hesaplaşmanın bir ayağı da ulusal kültür savaşıdır.

Kürt-İslamcı faşizm iktidar gücünü kullanarak kendi değerlerini Türk toplumuna dayatmanın hesapları içindedir ancak unuttukları bir şey var; değerleri değer yapan şey iktidar gücü değil tarihtir.

Kürt-İslamcı faşistler istedikleri kadar uğraşsınlar, akibetleri, o sahte değerleri gibi tarihin çöplüğüne gömülmek olacaktır.


http://www.turksolu.org/256/kahramanoglu256.htm
 

LOOPUSED

Altın Üye
türksolu BAYA BÜYÜKK bir çap belirtmekte ki binde 1' lik formatını kalkıp bu yazıda isimleriyle belirttiği hem said-i Nursi hem necip FAZIL gibilere sataşarak kendine çap derdine düşmüş.

yaa şu forumda bile necip fazılın tozu olmayan ben ,bütün bir yazı hayatını ve eserini okumuşken dilimde tefessüh etmiş onun ağzı ve hissiyatıyla yazdığımda nutku ve nefesi tutulmuş, sesi soluğu çıkmaz olmuş nice clonsu yorum sahibi kaçacak yer ararken, kendi döneminde üstadın; başta varlık-ulus-ve birçok babıali komprodörünün apışıp kaldığını tek bir yazısıyla döneminde başka yazarlara nefes bile aldırmadığı ortada olan necip fazıla sataşmak olsa olsa marjinal solun kendine yüklediği, olmayan içi boş tanımsız havayı bir nebze olsun kendi balonuna doldurmak , ve hiçte uçmayacak olan o balona necip fazıla ve saidi nursiye küfrederek havalanma istidanı yakalamaya çaılışmak olabilir.. ama nafile... balonlar bile helyum la dolar, boş havagazıyla değil..
 

oLdness_07

The Darkness
Türklerin ortak değeri Atatürk olduğu için mi Ergenekon Terör Örgütü yargının karşısında ?
 

HTML

Üst