Türk Ordusundan Rahatsızlıkta Batı-Siyasal İslam Birlikteliği

Vtnsvr

New member
Yaşan Nuri ÖZTÜRK



Batı'nın, özellikle Avrupa'nın Türk Ordusu'na kini tarihin tanıdığı en amansız kinlerden biridir.



İngilizler İstanbul'u işgal ettiklerinde ilk istedikleri, Cuma selamlığındaki askerlerimizin oradan uzaklaştırılması olmuştur. (Atatürk'ün Bütün Eserleri, 8/138)



Türkiye, benzeri bir rahatsızlığa, AKP iktidarı döneminde tanık oldu. Anımsayalım, bir AKP 'milletvekili'nin TBMM'deki 'Mareşal Atatürk' tablosuyla, TBMM'de güvenlik görevi yapan askerlerin yürüyüşleri sırasında çıkardıkları seslerden şikâyeti üzerine, 2000'li yıllarda tartışılmıştı.



Aynı AKP'nin kurmay isimleri Türk Ordusu'ndan rahatsızlıklarını değişik vesilelerle ve değişik tavırlar sergileyerek ortaya koymaktadırlar. Bir milletvekilinin,Türk Ordusu'na mensup birliklerin ve okulların Ankara dışına çıkarılmasını ve başkentin 'askerî bir kent' görünümünden kurtarılmasını istemesi ayrı bir örnektir.



Ayrı ve talihsiz bir örnek...



Ne ilginç! Atatürk'ten rahatsızlık konusunda, Haçlı Batı ile siyasal İslamcı odaklar tarihin her döneminde bir biçimde kader ve mücadele birliği yapmışlardır. Bugün de aynen böyle yapmaktalar.

Tam bu noktada, Falih Rıfkı Atay şu ibret verici tespiti vicdanlarımıza iletiyor:



"Kurtuluş Savaşı öncesindeki işgal sırasında, ordu kumandanlarını şu veya bu vasıta ile küçük düşürmek bir parola idi." ((Atatürk'ün Bütün Eserleri, 8/138)



Bugün de aynı değil mi?



İlker Başbuğ'un İsrail gezisi sırasında çekilen resimleri ve bunların dinci bir gazetede yayınlanması, Türk Ordusu'ndan rahatsızlığın tarafları arasındaki yardımlaşmanın yeni bir belgesidir. O fotoğrafları o dinci gazeteye kimler servis yaptı? Her halde turist rehberleri değil.



TÜRK ORDUSU NEDEN RAHATSIZ EDİYOR



Batı'nın Türk ordusuna kininin sebebi sadece Türk ordusunun caydırıcılığı, Haçlı tasallut ve emperyalizmi karşısındaki susturucu ve püskürtücü gücü değildir. Sebeplerin başında, Türk ordusunun, sadece ordu olarak kalmayıp Türk tarihinde aydınlık ve atılımın öncüsü oluşu gelmektedir.



Türkiye, bunca devrimi böylesine kansız ve kavgasız bir biçimde ve çok kısa bir zaman çerçevesinde nasıl başardı? Ordunun, sadece 'asker' olarak kalmayıp, aydınlanma ve ilerlemenin öncülüğünü de yapmış olması sayesinde...



Türkiye'nin işte böyle bir kaderi olagelmiştir. Beğenirsiniz veya beğenmezsiniz, ama gerçek budur.



Türkiye, sanayi devrimini gerçekleştirmemiş, bunun için de, cumhuriyet ve demokrasiyi taşıyan temel iki sınıf olan burjuva ve proleteryayı oluşturamamış bir ülkedir. Buna rağmen hem cumhuriyeti hem de aydınlanmanın motor unsurları olan temel devrimleri akıl almaz bir maharetle hayata geçirebilmiştir. Nasıl? Ordu'nun aydınlanmadaki öncülüğü sayesinde...



Batı'da; demokrasi, özgürlük, insan hakları ve aydınlanmanın yaratıcı ülkelerinden biri olan Fransa'da, sanayi devrimi yaşanmış, burjuva ve proletarya doğmuş olmasına rağmen, cumhuriyetin yerleşmesi büyük badirelerden sonra gerçekleştirilebilmiştir. Serüvene bakın:



1792 cumhuriyetin kuruluşu, 1799 Napolyon'un İmparatorluğunu ilanı, 1814 yeniden krallığa dönüş, 1848 ikinci cumhuriyetin ilanı, 1852 yeniden imparatorluk tartışması ve nihayet 1871'de bugünkü anlamda cumhuriyetin kuruluşu.



Batı bunları biliyor. Batı, bizim birçok nimeti ve değeri, Atatürk'ün eşsiz dehası sayesinde bedavadan elde ettiğimizi de biliyor. Millet olarak bizi kıskanırken, birey olarak Atatürk'e tatmin bulmaz bir kinle diş biliyor. Batı için Atatürk, Orta Asya steplerinin metafizikten habersiz, aydınlık, akıl ve bilim nedir bilmez vahşilerini, tarihsel süreç anlayışlarının hiçbiriyle izah edilemeyecek bir maharetle, aydınlanmanın doruğuna taşıyan, cumhuriyet ve laiklikle donatan affedilemez bir düşmandır.



Atatürk öldü, bu iş bitti diyemezsiniz. Diyebilmenize engel bir güç ve gerçek var: Türk Ordusu.



Türk Ordusu, Atatürk demek, Atatürk'ün ölümsüzlüğünün göstergesi ve garantisi demektir.



Türk ordusu, tagallüp ve tahakküm unsuru değil, öncelikle aydınlanma ve demokrasi unsuru olarak yer almıştır bizim tarihimizde. Batı şöyle düşünmekte ve bunun gereğini yapmayı değişmez iman olarak taşımaktadır: Türk ordusu ya yok olmalı, yahut da ruhu pörsütülmelidir. Birincisini yapmak imkânsız denecek kadar zordur. İkincisine gelince, Türkiye'nin içinden elde edilecek hain ve gafillerle gerekli işbirliği kurulursa amaca ulaşmak mümkündür.



İşte bugün bu 'mümkün' gördükleri amaca ulaşmaya çalışıyorlar. Çünkü Haçlılar biliyorlar ki, İslam dünyasında, o arada Türkiye'de, Atatürk'ün Anıtkabri'ni yok etmeyi Kâbe'yi yok etme şartına bağlasalar, buna razı olacak alçakların sayısı epeycedir.



Batı, özellikle son birkaç yılda, İslam dünyasında yakaladığı bu tarihsel fırsatı heba etmemek için can havliyle çırpınıyor. Esasında nefret ettiği AKP'yi bağrına basıp var gücüyle desteklemesi AKP'de, az önce değindiğimiz hayatî emellerine uygun her şeyi bulmasındandır.



O halde, Türk ordusunu tâciz etmek ve etkisizleştirmek Avrupalı için iki maksada hizmet etmektedir:



1. Haçlı emel ve egemenliğine darbe vuran bir numaralı gücü zaafa uğratmak,



2. İslam dünyasının kaderini değiştirecek örneklere imza atan bir aydınlatma ve ilerletme gücünü etkisiz kılmak.



Büyük Atatürk, Türk ordusunun, işaret ettiğimiz bu özellikli durumuna çok erken bir zamanda dikkat çekmiştir. 30 Ağustos 1925 günü Kastamonu'da yaptığı bir konuşmada bu gerçeğin altını emsalsiz bir vukufla şöyle çiziyor:



"Ordumuz, milletin ilerleme ve yükselme adımlarına öncü olmuştur. Milletimizin bütün inkılaplarında birinci adımı işgal etmiştir. Diğer milletlerde, ordu ile millet yekdiğeriyle daima karşı karşıyadır. Halbuki iş bizde tamamıyla tersinedir..." (Atatürk'ün Bütün Eserleri, 17/290)



İşte, Türk Ordusu dendiğinde Haçlı Batı'yı rahatsız eden temel sebep budur.



Bu temel sebebi bilmeden Türkiye'nin dış politikalarına, özellikle AB ile ilgili politikalarına yön vermeye kalkmak, uçuruma giden kayalıklarda gözleri bağlı olarak yol almaya benzer. Böyle bir yol alışın en dikkat çekici örneği ise AKP iktidarının uyguladığı dış politika, özellikle AB politikasıdır.




AKP'NİN DIŞ POLİTİKASI



Büyük üzüntü duyarak söylemeliyim ki, AKP'nin uyguladığı genelde Batı politikaları, özel olarak da AB politikaları Türkiye üzerindeki Haçlı emellerine tatmin fırsat ve imkânı yaratan, temelinden basiretsiz politikalardır. Eğer 'basiretsiz' tâbirine itiraz ediliyorsa, onun yerine kullanılacak kelime çok daha ağır ve sarsıcı olacaktır.



Bu politikaların üçüncü bir izahı yoktur.



Daha neyi bekleyecekler! Gün bu gündür.



İLK ADIM MGK



Türk Ordusu'nu etkisizleştirme operasyonu, MGK'ya tasallutla başladı.



Tabiî önce MGK, sonra da devamı...MGK bunların, âdeta korkulu rüyası idi. Varsa yoksa MGK. Bunların MGK ile ilgili söz ve tavırlarını okuyunca insan gayrı ihtiyarı şunu düşünüyor: Güneş tutulmaları, gök taşlarının düşmesi, ozonun delinmesi, doğal felaketlerin ortaya çıkması, 11 Eylül terör dehşeti vs. şu bizim MGK yüzünden olmasın!..



Gerçek şu ki, Hıristiyan Avrupa'nın bir tür 'üst kurmaylar Grubu' olan Avrupa Parlamentosu (AP) için MGK, asırlarca korkulu rüyalar yaşatmış bir gücün sembolü olarak ortadadır. Bu sembolden rahatsız olmamalarını beklemek, sadece saflık değil, ahmaklık olur...O MGK ve hatırlattığı güçler ayakta durdukça, bizi AB'ye üye yapacaklarını sanmak da öyle...Unutmayalım, AKP iktidarının oylarıyla MGK'nın kolu-kanadı kırılıp 'sivilleştirilme' işlemi TBMM'de tamamlandığı gün (30 Ağustos 2003) Avrupa âdeta bayram etmişti. Türkiye ve Türkleri tâciz eden demeçleriyle ünlü Günter Verhuegen, gülücükleri ve heyecan dolu demeçleriyle bu bayramın âdeta resmî duyurusunu yapmıştı.



MGK'nun işini bitirdiler; şimdi doğrudan doğruya orduya bindiriyorlar. Fırsatlar yaratarak, bahaneler üreterek, sağdan girerek, soldan girerek, şöyle veya böyle, belirli aralıklarla Türk Ordusu'na mutlaka ve muhakkak sataşıyor veya saldırıyorlar.



6 Ekim 2004 İlerleme Raporu'nu, 17 Aralık 2004 Zirve Kararları'nı, 3 Ekim 2005 Müzakere Çerçeve Belgesi'ni ve nihayet, 8 Kasım 2005 Katılım Ortaklığı Belgesi'ni okuyun, bu söylediklerimi belgeleyecek çok şey bulacaksınız.



Suat İlhan, işin gerçeğini ta bel kemiğinden yakalamış. Şöyle yazıyor:



"Anlaşılıyor ki, Avrupa, bin yıldan daha uzun zamandan beri kahrını çektiği Türk Ordusu ile, AB mevzuatı içinde hesaplaşmaya niyetleniyor. Gerçekte hesaplaşmaya başladılar. AB'nin açık amaçlarından birinin, Türk Silahlı Kuvvetleri'ni küçültmek, etki ve caydırıcılığını azaltmak olduğu anlaşılıyor." (Suat İlhan, Avrupa Birliğine Neden Hayır, s.27-28)



Türk milleti, ordusuna tasallut ve sataşmanın en kahırlı dönemini yaşıyor denebilir.



SÖZÜN ÖZÜ



Avrupa'nın Müslüman Türk'ü tarihe gömme düşünün gerçeğe dönüşmesinin talep belgesi olan Sevr, Mustafa Kemal tarafından engellendi. Gök gözlü kumandan, kollarına girip savaş meydanlarına çektiği milletiyle Sevr'i yırtıp bir paçavra gibi yazanların ve imzalayanların suratına attı.



Mustafa Kemal, Batılı-Haçlı kini doruk noktasına çıkaran bir iş yaptı. Onu asla affetmezler. Mustafa Kemal onların genlerini tâciz etti, tarihsel rüyalarını kararttı, ufuklarını, ocaklarını söndürdü.



Mustafa Kemal Atatürk'e yönelik Batı düşmanlığını değerlendirirken bu arka planı unutmak gafletini gösterenlerin aklına şaşarım.



Şimdi, Türk yeniden 'Hasta Adam' haline getirildi. Düyunu Umûmiye, değişik adlar altında yeniden yaratıldı. Sevr'in şartlarını, çeşitli gerekçelerle 'sineye çekilir' bulan yeni Damat Ferit ekipleri ihdas edilip gereken yerlere oturtuldu.



Batılı-Haçlı için gün tam bu gündür. Korkulu rüyanın tepelenmesi için uygun zamandır.



Mustafa Kemal'i olmayan bir Sevr kulvarındayız
 

Vtnsvr

New member
Türkiye’de darbeyi CIA önlediyse!
Necati Doğru

Gazeteler “aşureyi zenginleştiren” bu habere büyüklü-küçüklü önem vermişti. “2003-2004 yılında düşündüğü darbeleri gerçekleştiremeyen dört yıldızlı yüksek rütbeli subaylardan Şener Eruygur’un” dönemin Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök’ü de vurdurmak üzerine yaptığı plan “CIA’nın uyarısıyla” önlenmiş!

Doğru mu bu?

İster inan!

İster inanma!

CIA, eskiden Türkiye’de darbe yaptırırdı, şimdi “planlanan darbeleri olmadan” önlüyor. Demek ki tarihinin hiçbir döneminde “darbe yapma fikri” hiç eksik olmamış ve 3 büyük darbe yaşamış Türkiye Cumhuriyeti topraklarında “darbeciliğin artık cılkı” çıkmış bulunuyor.

Ne mutlu bize!

Bugünleri de görecek miydik! Ülkemiz Finlandiya, Norveç, İsveç, İsviçre, Fransa, Almanya gibi bundan böyle hiçkimsenin aklına “darbe yapma fikrinin” düşmeyeceği bir sağlıklı yapıya yelken açtı, koşuyor.

CIA sayesinde!



***


CIA haber vermeseydi eşi Sevil Örnek’in iktidar partisi AKP’li belediyeden alacağı olan 75 milyar lira istimlak bedelini versin diye “Başbakan’ın hiçbir baskı altında kalmaksızın, özgür iradesiyle, kendiğinden aracı-iş bitirici olmasına(!)” tanık olan eski Deniz Kuvvetleri Komutanı emekli Oramiral Özden Örnek’in “yapılamayan darbenin hatıra defterinde adı geçen Şener Eruygur,” dönemin Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök’ü öldürtecekti.

CIA, CD’yi verdi.

2004’te darbeyi önledi.

CIA’ya minnet duyalım.

Çünkü bu CIA, daha 1952 yılında Türk Silahlı Kuvvetleri ile birlikte “Özel Harp Dairesi” adlı birimi kurmuş, bu birim akan zaman içinde “Kontrgerilla-Gladio” türünden isimler de değiştirerek sırasıyla 1960, 1971, 1980 darbelerinin altyapılarını hazırlamak için toplumda terör-huzursuzluk- iktidar karşıtlığı eylemlerini de desteklemiş üniversite öğrencilerine silah vererek profesör, savcı, polis şefi, sendikacı, gazeteci, yazar ve hatta başbakan Nihat Erim’i bile vuracak kadar kargaşa yaratabilmişti.

Köküne bir türlü inilemeyen Susurluk ve bugün de “Ergenekon soruşturmasıyla” öğrendiğimiz darbe yapma girişimlerine gelinmişti.

Bu demokrasi düşmanlığı!

Bu çeteleşme!

Bu devlete sızmış cerahat!

CIA’nın da “Türkiye’yi darbeler ülkesi” olarak tutma arzusu ve gayretiyle oluşmuştu. Şimdi ise aynı CIA, Türkiye’de “darbeciliğin kökünü kazıyacak” bir demokratik dönemin açılmasına omuz veriyor.

“Kötülükten” iyilik çıktı.

“Şerden” hayır doğdu.

“Ergenekon soruşturması” ülkemize “darbe fikrinin artık hiçbir zaman kimsenin aklına gelemeyeceği” bir yeni yapı kazandırdı.

Darbesiz Türkiye’ye geldik.

CIA sayesinde...
 

64general1

New member
İlk Adım'dan Neferlere Selâm Olsun !...



Sevgili Dostlar,
Mustafa Kemal'in Neferleri,
Cumhuriyet'in Bekçileri !..

Şu anda " İlk Adım Anıtı " yakınında bir çay bahçesinde, Karadenizden esen serin rüzgara karşı çayımı yudumlarken Mustafa Kemal'i düşünüyor. İçinde bulunduğumuz şu günlerde Mustafa Kemal'i düşünmekten başka bir şey gelmiyor elimizden. Kara Kuvvetleri Komutanımız sayın Org. İlker Başbuğ paşamız, son yaşadıklarımız karşısında basın mensuplarının sorularını yanıtlarken "... Türk ulusu Türk Silâhlı Kuvvetlerine sahip çıkmalı !.. " ifadesini kullanmıştır.

Bütün yurdunu, ulusunu, bayrağını seven bağımsızlığı her şeyin üzerinde görenler, Mustafa Kemal'in ön gördüğü müreffeh ve uygar bir yurdun bireyleri olmayı arzulayanlara çoğunluğa rağmen.1900 'lü yıllardan beri aynı fikri sabite saplananlar günümüzde iktidarı ele geçirmişlerdir. Bu zihniyet içerisinde olanlar için ulusun bölünmez bütünlüğü, vatanın bağımsızlığı ve demokrasi gayelerine ulaşmak için birer amaçtır. Onlar için AB üyesi olmakta çok önemli değildir. Onları için önemli olan AB sürecini uzatmaktır. Bu sürenin uzaması onları amaclarına bir adım daha yaklaştırmaktadır. Onların bu amacı tarih boyu süre gelmiştir.



Amaçlarını ana hatları ile sıralayacak olursak: "Türk Silahlı Kuvvetlerini" etkisiz kılacak zemini hazırlamak. "Yargıyı ve tüm yargı kademe" lerini ele geçirmek. Bütün "kurumlarda kurumlaşıp kadrolaşmak". "Laikliği" kendi anlayışlarına göre yeniden düzenlemek. Mustafa Kemal'i ve Atatürk ilkelerini yok etmek. Kısacası Türkiye Cumhuriyeti'ni geri dönülmez bir kuşatma içerine alarak, kendilerine göre "Ilımlı İslâm Devleti" yaratmaktır.Bu sayede "ulusalcılık fikrinden, tekrar ümmetçilik fikrine yumuşak geçiş yapmaktır.

Siz bakmayın AKP ile SP partisi ileri gelenlerinin bir birlerini suçlamalarına.


Üstadları pirleri değil mi idi. "bu geçiş kanlı mı olacak, kansız mı" demek cüretini gösteren zat-î muhterem. Bu gün ne yazık ki, tüm emellerini tek başlarına yapmaya gücleri yok. Ama onlara ne mutlu ki AB ve ABD zaten böyle bir Türkiye arzuluyor. O zaman yapılacak şey bir an önce AB sürecini başlatmaktır. Yukarıdaki talepleri sanki AB istiyor ve dayatıyor baskısıyla, zamana içerisine yayarak topluma kabul ettirmektir.Diğer AB istekleri ( kürt sorunu, Kıbrıs sorunu, azınlık sorunu, Ermeni soykırımı, Ermeni ambargosu ) ile ilgili konularda ise toplumun hazmedebileceği kadar taviz vermekte bir onlar için bir sakınca yoktur. Sabırlı ve akılcı akılcı bir siyaset sonunda ve AB' nin de yardımıyla, devletin bütün kurumları ele geçirilmiş, Mustafa Kemal'den Cumhuriyetten ve 1923 sonrasının intikamlarını almak onlar için farz olmuştur.

Bu arada istenilen kıvama gelmiş, kuşa dönmüş, bölünmüş ve parçalanmış...
Türkiye AB tarafından, eninde sonunda üyeliğe kabul edilecektir.
Yegane korkuları şudur ki, tam üye olmuş bir Türkiye' de elde ettikleri iktidarı AB ile paylaşmak ve yeniden ulusalcılara kaptırmak tehlikesi olabilir..

O yuzden AB sürecini zamanı geldiğinde kesintiye uğratmak hayati önem arzeder. Zira amaçlarımız doğrultusunda şekillenen Türkiye' de artık AB'nin sonu gelmez taleplerine karşı , toplumda tepkiler, yılgınlık ve hazımsızlık başlayabilir. Onlar için kırılma noktası toplumun hazmetmek kapasitesidir. İşte bu noktada artık, toplumla birlikte hareket etmek, toplum sözcülüğünü yapmak, zaten toplumda hakim olan AB karşıtlığından güç alarak AB ye rest çekmek , toplumun gözünde bir kahraman olmak ve böyle bir ortamda ülkeyi seçime götürüp, daha güçlü olarak iktidarı tekrar ele geçirmek yapılacak en doğru ve akıllı hamle olur düşüncesindeler.


Onların bu gün tüm duaları "Allah, hedefimize ulaşana kadar laikleri ve ulusalcıları bugünkü gibi beceriksiz, korkak, Atatürk ilkelerinden uzak ve basiretsiz eylesin, lakin hedefimize ulaşıldıktan sonra Allah onları gazabımızdan korusun." Ancak bu gafillerin unuttukları bir şey var. Bu uyutmağa çalıştıkları toplumun önderi Mustafa Kemal istikbâlde olabilecek bu gelişmeleri gördüğü için Cumhuriyeti emanet ettiği Türk gençliğine 5 Şubat 1933 yılında Bursa ilinden tekrar bir hatırlatma yaparak " Türk Genci, devrimlerin ve cumhuriyetin sahibi ve bekçisidir. Bunların gereğine, doğruluğuna herkesten çok inanmıştır. Yönetim biçimini ve devrimleri benimsemiştir. Bunları güçsüz düşürecek en küçük ya da en büyük bir kıpırtı ve bir davranış duydu mu, "Bu ülkenin polisi vardır, jandarması vardır, ordusu vardır, adalet örgütü vardır" demeyecektir. Elle, taşla, sopa ve silahla; nesi varsa onunla kendi yapıtını koruyacaktır.


Polis gelecek, asıl suçluları bırakıp, suçlu diye onu yakalayacaktır.

Genç, "Polis henüz devrim ve cumhuriyetin polisi değildir" diye düşünecek, ama hiç bir zaman yalvarmayacaktır. Mahkeme onu yargılayacaktır. Yine düşünecek, "demek adalet örgütünü de düzeltmek, yönetim biçimine göre düzenlemek gerek" Onu hapse atacaklar. Yasal yollarla karşı çıkışlarda bulunmakla birlikte bana, başbakana ve meclise telgraflar yağdırıp, haksız ve suçsuz olduğu için salı verilmesine çalışılmasını, kayrılmasını istemeyecek. Diyecek ki, "ben inanç ve kanaatimin gereğini yaptım. Araya girişimde ve eylemimde haklıyım. Eğer buraya haksız olarak gelmişsem, bu haksızlığı ortaya koyan neden ve etkenleri düzeltmek de benim görevimdir."


" İşte benim anladığım Türk Genci ve Türk Gençliği. "

Bütün düşünceler içerisinde mazi olan yılları, Mustafa Kemal'i ve günümüzde yaşadıklarımızı düşünürken.
Çayımı tazelemeye gelen genç garsona sormak istedim.
Ve dayanamayıp sordum. Keşke sormamış olaydım.
Sorum saadece bir tümce :

- " Bu Anıtın adı neden İlk Adım ? "
Genç delikanlıda yanıt yok.
Soruyu tekrarladığımda ise...
- " Ne bileyim baba, bana ne ne ise o "
İşte Mustafa Kemal'in anladığı Türk gencini ne hâle getirmişiz hep birlikte...

Bütün bunlara rağmen, hâlen umutsuz değilim.
Hele, hele " Çalttı burnuna yükselen al yüzlü oğan güneşi " görür gibiyim.

Hepinize, Mustafa Kemal'in bir zamanlar soluduğu " Ya istiklâl ya ölüm " nefesinden bir nefes gönderiyorum.

Ahmet Selçuk ACUNSAL
 

Vtnsvr

New member
Türk Ordusu



Mehmet Bedri Gültekin

2 Temmuz tarihli Radikal Gazetesi, "Nihayet Bazı Büyük Balıklar" manşeti ile çıktı. Bir gün önce Türk Ordusu'nun bir Kuvvet Komutanı ve bir Ordu Komutanı'nın gözaltına alınması haberi böyle veriliyor.

Manşete yansıyan nefreti ve kini, gizlenemeyen düşmanlığı görüyor musunuz?

Daha da önemlisi "Ergenekon soruşturmasında büyük balığa ulaşma" benzetmesinin sahibi Radikal Gazetesi değil. Soruşturma başladıktan sonra Avrupalı yetkililer birkaç kez "büyük balığa ulaşmanın" gerekliliğinden söz ettiler.

Emperyalistin, Türk Ordusu'nun komutanlarından "yakalanacak veya avlanacak balık" olarak bahsetmesi eşyanın tabiatına uygun.

Köle ruhlu işbirlikçide ise hiçbir yaratıcılığın olmaması normal.

Hedef: Türk Ordusu.

"Özel görevli" gazete

Bir de Taraf Gazetesi var. Özel olarak bu Operasyon için çıktığı konusunda hiçbir şüphe yok. Operasyon bitince kapanacak. Bu "özel görevli gazete"nin başlığı ise özel görevine uygun:

"Darbeci Paşalar Gözaltında"

Hüküm verilmiş. Manşetin hemen yanında tıpkı Radikal Gazetesi'nin yaptığı gibi emekli komutanların "üniformalı" fotoğrafları konmuş. Amaç, bağcıyı dövmek...

Taraf'ın daha önceki yayınları da hatırlarda…

Genelkurmay'ın içinden elde edildiğini duyurduğu belgeler ve diğer haberler; kimin tarafından "beslendiğini" yeterince ortaya koyuyor.

Yasemin Çongar bu "iş" için Amerika'daki işini bıraktı ve "bir süreliğine" Türkiye'ye geldi.

"Vatanı bir kadın memesine satarım" diyen Ahmet Altan, aynı zamanda Gazete'nin "tıyneti"ni açıklayan kıymetli bir ipucu.

Bir de Fethulahçı yazarları var gazetenin. Ekip tamam. Atlantik ötesinden "özel görevle" Türkiye'ye yollananlar, her şeylerini Batı'ya ipotek etmiş, ipini satmış mandacı takımı ve Amerikan İslamcıları.

Ortak hedefleri: Türk Ordusu.

Siyonizmle kolkola

Amerika'nın yürüttüğü "Operasyon"un en "militan" sesleri arasında "Vakit" gazetesini saymazsak tablo eksik kalır.

Yahudi düşmanlığı, bu gazetenin temsil ettiği zihniyetin hareket noktası… Bütün Dünyayı ve bütün gelişmeleri anti-semitizmle açıklarlar.

Ama saplantı derecesindeki bu anti semitizm, Türk Ordusu söz konusu olunca yok oluyor.

Orgeneral Başbuğ'un Ağlama Duvarı'nda bir tertibin parçası olarak çekildiği anlaşılan fotoğraflarını Vakit gazetesine kim ulaştırdı dersiniz? Demek ki Atatürk, Türk Devrimi ve Türk Ordusu söz konusu olunca MOSSAD müttefik haline gelebiliyor.

MOSSAD tezgâhında imal edilen malzemeler, makul savaş malzemesi haline dönüşebiliyor.

Elbette bütün bunlara "Operasyon Medyası"nın diğer bütün televizyon ve gazetelerini de eklemek gerekir. Hepsi Türk Ordusu'na yönelik yayınlarını özellikle son günlerde yoğunlaştırmış bulunuyorlar.

Kaybedilen mevziler

Kritik soru şudur: Ordu neden hedeftedir? Bu sorunun cevabı aynı zamanda İktidar, Soros ve Fethullah medyasında Ordu'ya yönelik kampanyayı anlamamızı sağlayacaktır.

1 Temmuzda gerçekleştirilen gözaltılar üzerine şiddetlenen Türk Ordusu düşmanı yayınları da başka türlü anlayamayız.

Amerika Türkiye'de önemli mevziler kazandı. Abramowitz'in daha 1996 yılında Başbakan adayı olarak belirlediği kişi öngörülen koltuğa oturdu. Cumhurbaşkanlığı makamında ise ABD ile "iki sayfa 9 maddelik gizli anlaşma imzaladığını itiraf eden" zat oturuyor.

Emniyet içindeki F tipi örgütlenmenin ulaştığı boyut, Ordu'nun en üst rütbeli komutanlarının ve yüksek yargı mensuplarının, Ana Muhalefet Partisi'nin rahatlıkla dinlendiği boyutlara ulaştı.

Basın yayın organlarının büyük çoğunluğu Amerikan çıkarlarına uygun yayın çizgisinde.

Fethullahın CIA raporlarına geçen 25 milyar dolarlık sermaye gücü Türkiye'nin sermaye yapısının büyük bir hızla değiştiğini gösteriyor. Geleneksel sermaye çevrelerinin "yarın başıma acaba ne gelecek" korkusu, Sinan Aygün'ün yaşadıklarından sonra bir kuruntu olmaktan çıkmıştır.

Devletin diğer kurumlarındaki kadrolaşma üzerine fazla bir şey söylemeye gerek yok. Eğitim ve sağlık başta olmak üzere bütün bakanlıkların durumu ortada.

İkinci Çuval Olayı

Bütün bunlar tamam. Ama gene de önemli bir eksik var. Silahlara kumanda edemezsiniz iktidar olamazsınız. Amerika ve işbirlikçileri yukarıda sıraladığımız adımları attılar. Ama Türk Ordusu'nu ele geçiremediler.

İşte son günlerde yaşadığımız "kıyametin" sebebi budur.

4 Temmuz 2003 yılında Süleymaniye'de Türk Ordu mensuplarının başına geçirilen "çuval"dan daha büyük bir "Çuval Olayı" ile karşı karşıyayız.

Eski Birinci Ordu Komutanı emekli Orgeneral Sayın Hurşit Tolon'un fotoğrafta görüldüğü kadarıyla etrafı 27 Polisle sarılı olarak götürüldüğünü gösteren fotoğraftaki manzara, 4 Temmuz'da Süleymaniye'de gerçekleşen olaydan daha az vahim değildir.

Türk Milletine; "Bak! En güvendiğin kurumun en üst rütbesine çıkmış komutanlarını da işte böyle götürüyorum, önümde kimse duramaz!" mesajı verilmektedir.

Türk Ordusu, Türk Milletinin emperyalist emellerin kurbanı olmasını engelleyecek en önemli silahıdır.

Saldırılara karşı Ordusuna sahip çıkmak, milletimizin yaşamsal görevidir.
 

Kara Kartal

Banned
bu rahatsızlıklarını demokratik kılıflar uydurarak yaptıkları düşmanlıkları örtbas ediyorlar kamufule ediyorlar.....

ne oldu anayasa komisyonu kurmuşlardı????pusudamı bekliyorlar???

işbirlikçi hainlere ve onlara destek verip alkışlayan hödüklere gereken yanıt er geç verilir...
 

HTML

Üst