[me|2wi$]
H & M
Şu fânî dünyâ saadetleri içinde hiçbir şey, âzîz Türk çocuklarına Türk dilini öğretmek kadar güzel hizmet değildir.
Vatan çocuklarına bir milletin yarattığı ve yaşattığı dili, bütün güzellikleri, incelikleri, yücelikleri ve güzel sesleriyle öğretmek..
Onları, böyle bir dilin sihirli ifâdelerine yükselterek; her an, daha çok duyan, düşünen, anlayan ve yaratan insanlar olarak yetiştirmek...
Dilin, böylesine tılsımlı vâsıta olduğunu bilmek ve bütün bunları, bilerek, severek yapmak...
Burada cesaretle söyleyebilirim ki yeryüzünde nice insan, böyle büyük bir sanatın, böyle şerefli bir hizmetin vazifelisi olduğunu düşünmemiştir. Çünkü bilindiği ve zannedildiği gibi, bu güzel hizmet, yalnız dil ve edebiyat hocalarının vazifesi değildir. Muallimler, hangi dersin hocası olurlarsa olsunlar, Türk çocuklarına herşeyden çok Türkçeyi öğretecek, onlara, anadillerinin ses ve söz güzelliklerinden, ifâde ve mânâ zenginliklerinden güfteler ve besteler vereceklerdir. Öğretmen değil de anne ve baba iseniz, abla ve ağabey iseniz, bu sizin daha sevgili vazîfenizdir. Yavrularınıza, sözlerini halk dehâsının yarattığı ve bestesi yine halk sanatından yükselen ninni’ler söylemekten başlayarak, öğreteceğiniz en güzel şey, Türkçe’dir.
Aradaki fark, bunu bilmekte ve bunu Türkçe’nin bütün incelik ve güzelliklerini benimseyerek, zevkle ve ülkü ile yapmaktadır.
Çünkü diller, milletlerin en azîz, en tılsımlı, en kıymetli servetleridir. Çünkü dillerin bir ses güzelliği ile dalgalanıp bir duyurma, anlatma ve inandırma gücüne ulaşmaları, kısa zamanda olmamıştır.
Çünkü yeryüzünde diller kadar millet ferdlerini birbirlerine bağlayan, onlara birbirlerini sevip anlamakta, hele sevgilerini dile getirmekte azîz yardımcı olan başka kuvvet mevcud değildir.
Bir târih boyunca ordu ordu insanları, savaş meydanlarından geçirerek, zafere, gaazî veya şehîd olmaya koşturan cihangirler, büyük başarılarını, birçok da, savaşçılara duyurabildikleri hitabet dili’nin büyüleyici güzelliğiyle kazandılar.
Bizim târihimizde: Bu denizler, bu ırmaklar bize yetmez! Daha deniz, daha ırmak istiyoruz! Yurdumuzu öylesine büyültelim ki gök kubbesi ona çadır, güneş de bayrak olsun! diyen Oğuz Han; yine böyle bir hitabeyle, kendisine isyan etmiş bir orduya Çaldıran gibi zafer kazandıran Yavuz Sultan Selîm ve daha nice cihangirler, bu târihî zaferlerini, birçok da, kütlelere söz söyleyiş’lerindeki inandırıcı lisâna borçludurlar.
Mermere can veren heykeltıraş gibi, kelimelere ses ve hayat veren söz sanatkârının da bu başarısı, söze mû-sıkî’nin duyurucu kudretini katabildiği ölçüde derin ve ölümsüzdür. Bu bakımdan, büyük ses şâiri Bâkî’nin: “Âvâzeyî bu âleme Dâvûd gibi sal / Bakî kalan bu kubbede bir hoş sadâ imiş.” mısralarında, yalnız şiir anlayışı bakımından değil, dil anlayışı bakımından da varılmış derin hakikat vardır.
Çünkü, tekrar edelim ki: Dillerin bir mûsikî kudreti kazanması, kelimelerin birer nağme güzelliği alması, kısa zamanda olmamıştır. Denilebilir ki dil ve edebiyat sanatı, bu güzel neticeye varmak için, sanat ve edebiyat târihinin daha ilk anlarından başlayarak; söz’ü ses’le birleştirmeğe çalışmıştır.
Bunun en açık delili, söz’ün en güzel sesli ifâdesi olan şiir sanatı’nın, başlangıçta mûsikî sanatından ayrı olmayışıdır: Bilindiği gibi, ilk şiirler, asırlarca, hattâ çağlarca, mûsikî âletlerinden çıkan seslerle birlikte söylenmiştir. (...)
Türkçe budur ve bundan sonra da böyle olacaktır.
Burada, son bir hâtıra olarak, Türk Dili’nin daha eski bir âşıkına döneceğim: Bu Türk Dili âşıkı, Divânü Lûgaati’t-Türk yazarı, Kâşgarlı Mahmud’dur. Kâşgarlı Mahmud, bundan dokuz asır evvel, hem de Bağdad’da, Türk Dili için şunları söylüyordu: Türk dilini öğreniniz! Çünkü Türklerin uzun sürecek saltanatları olacaktır!
Onun dediği oldu.
Fakat söylediği sözlerin hakikati bitmedi.
Çünkü bu söz, bugün için de doğrudur ve şöyle bir değişiklikle, bugün de söylenebilir:
Türk dilini seviniz! Çünkü Türklerin en az geçmişleri kadar büyük geleceği olacak ve bu gelecek, o geçmişe dayanacaktır.
(*)Bu Metin, Nihad Sâmi Banarlı’nın Türkçe’nin Sırları adlı kitabındaki ‘Bir Dil Konferansı’ başlıklı yazısından kısaltılarak alınmıştır.
dilimize sahip ÇıkaLım..ama önCe bunu nasıL yapmamız gerektiğini de bi düşüneLim..
saygıLar + sevgiLer
Vatan çocuklarına bir milletin yarattığı ve yaşattığı dili, bütün güzellikleri, incelikleri, yücelikleri ve güzel sesleriyle öğretmek..
Onları, böyle bir dilin sihirli ifâdelerine yükselterek; her an, daha çok duyan, düşünen, anlayan ve yaratan insanlar olarak yetiştirmek...
Dilin, böylesine tılsımlı vâsıta olduğunu bilmek ve bütün bunları, bilerek, severek yapmak...
Burada cesaretle söyleyebilirim ki yeryüzünde nice insan, böyle büyük bir sanatın, böyle şerefli bir hizmetin vazifelisi olduğunu düşünmemiştir. Çünkü bilindiği ve zannedildiği gibi, bu güzel hizmet, yalnız dil ve edebiyat hocalarının vazifesi değildir. Muallimler, hangi dersin hocası olurlarsa olsunlar, Türk çocuklarına herşeyden çok Türkçeyi öğretecek, onlara, anadillerinin ses ve söz güzelliklerinden, ifâde ve mânâ zenginliklerinden güfteler ve besteler vereceklerdir. Öğretmen değil de anne ve baba iseniz, abla ve ağabey iseniz, bu sizin daha sevgili vazîfenizdir. Yavrularınıza, sözlerini halk dehâsının yarattığı ve bestesi yine halk sanatından yükselen ninni’ler söylemekten başlayarak, öğreteceğiniz en güzel şey, Türkçe’dir.
Aradaki fark, bunu bilmekte ve bunu Türkçe’nin bütün incelik ve güzelliklerini benimseyerek, zevkle ve ülkü ile yapmaktadır.
Çünkü diller, milletlerin en azîz, en tılsımlı, en kıymetli servetleridir. Çünkü dillerin bir ses güzelliği ile dalgalanıp bir duyurma, anlatma ve inandırma gücüne ulaşmaları, kısa zamanda olmamıştır.
Çünkü yeryüzünde diller kadar millet ferdlerini birbirlerine bağlayan, onlara birbirlerini sevip anlamakta, hele sevgilerini dile getirmekte azîz yardımcı olan başka kuvvet mevcud değildir.
Bir târih boyunca ordu ordu insanları, savaş meydanlarından geçirerek, zafere, gaazî veya şehîd olmaya koşturan cihangirler, büyük başarılarını, birçok da, savaşçılara duyurabildikleri hitabet dili’nin büyüleyici güzelliğiyle kazandılar.
Bizim târihimizde: Bu denizler, bu ırmaklar bize yetmez! Daha deniz, daha ırmak istiyoruz! Yurdumuzu öylesine büyültelim ki gök kubbesi ona çadır, güneş de bayrak olsun! diyen Oğuz Han; yine böyle bir hitabeyle, kendisine isyan etmiş bir orduya Çaldıran gibi zafer kazandıran Yavuz Sultan Selîm ve daha nice cihangirler, bu târihî zaferlerini, birçok da, kütlelere söz söyleyiş’lerindeki inandırıcı lisâna borçludurlar.
Mermere can veren heykeltıraş gibi, kelimelere ses ve hayat veren söz sanatkârının da bu başarısı, söze mû-sıkî’nin duyurucu kudretini katabildiği ölçüde derin ve ölümsüzdür. Bu bakımdan, büyük ses şâiri Bâkî’nin: “Âvâzeyî bu âleme Dâvûd gibi sal / Bakî kalan bu kubbede bir hoş sadâ imiş.” mısralarında, yalnız şiir anlayışı bakımından değil, dil anlayışı bakımından da varılmış derin hakikat vardır.
Çünkü, tekrar edelim ki: Dillerin bir mûsikî kudreti kazanması, kelimelerin birer nağme güzelliği alması, kısa zamanda olmamıştır. Denilebilir ki dil ve edebiyat sanatı, bu güzel neticeye varmak için, sanat ve edebiyat târihinin daha ilk anlarından başlayarak; söz’ü ses’le birleştirmeğe çalışmıştır.
Bunun en açık delili, söz’ün en güzel sesli ifâdesi olan şiir sanatı’nın, başlangıçta mûsikî sanatından ayrı olmayışıdır: Bilindiği gibi, ilk şiirler, asırlarca, hattâ çağlarca, mûsikî âletlerinden çıkan seslerle birlikte söylenmiştir. (...)
Türkçe budur ve bundan sonra da böyle olacaktır.
Burada, son bir hâtıra olarak, Türk Dili’nin daha eski bir âşıkına döneceğim: Bu Türk Dili âşıkı, Divânü Lûgaati’t-Türk yazarı, Kâşgarlı Mahmud’dur. Kâşgarlı Mahmud, bundan dokuz asır evvel, hem de Bağdad’da, Türk Dili için şunları söylüyordu: Türk dilini öğreniniz! Çünkü Türklerin uzun sürecek saltanatları olacaktır!
Onun dediği oldu.
Fakat söylediği sözlerin hakikati bitmedi.
Çünkü bu söz, bugün için de doğrudur ve şöyle bir değişiklikle, bugün de söylenebilir:
Türk dilini seviniz! Çünkü Türklerin en az geçmişleri kadar büyük geleceği olacak ve bu gelecek, o geçmişe dayanacaktır.
(*)Bu Metin, Nihad Sâmi Banarlı’nın Türkçe’nin Sırları adlı kitabındaki ‘Bir Dil Konferansı’ başlıklı yazısından kısaltılarak alınmıştır.
dilimize sahip ÇıkaLım..ama önCe bunu nasıL yapmamız gerektiğini de bi düşüneLim..
saygıLar + sevgiLer