
Dubai… Birleşik Arap Emirliklerinin en meshur kenti, 7 emirlikten en bilineni, 21. yüzyılın turizm merkezlerinin başında geliyor. 1995′ten 2005′e kadar nüfusu ikiye katlanmış büyük bir yerleşim yeri. Televizyonlarda gördüğümüz kadarıyla New York tadında gökdelenleri ve lüks otelleri ile son yılların popüler cazibe merkezlerinden biri. Kimilerine göre ise sadece görgüsüzlüğün yol aldığı Bati özentisi basit bir şehir. Nasil düşünürseniz düşünün, eminim Spec Ops: The Line’daki Dubai’yi hiç biriniz hayal etmiyordunuz…
Yakin bir gelecekte geçen hikayeye göre şiddetli bir kum fırtınası sonucunda Dubai, kumların altında kalır. Çöl şehri içine çeker, şaşalı gökdelenler ve lüks binalar eski görkeminden, uzak sadece vahşetin ve ölümün yaşandığı yerler haline gelir. Afganistan görev yapan 33. ordu üslerin bulunduğu yollar üzerinden geçerek evine dönerken burada kum fırtınasına yakalanmıştır. ABD hükümetinin tüm emirlerine rağmen şehri terk etmezler ve isyan edip basi boş Dubai’nin kontrolünü ele geçirmek isterler. Elbette şehirde silahlanmış olan halkın büyük bir kısmı da yağma olaylarına karışmıştır. Kum fırtınasını önceden öğrenen Dubai yönetimi ve elitler, şehri önceden terk etmiş, otorite boşluğu yerli halkın silahlanmasına ve kontrolü ele almak isteyen 33. Ordu ile karşı karşıya gelmesine neden olmuştur. Birleşik Amerika derhal küçük bir Delta ekibi kurarak bölgeye gönderir. İşte biz burada devreye giriyoruz, üç kişiden oluşan Delta Gücü’nün lideri Yüzbaşı Martin’i kontrol ederek.

Oyunun hikayesinden daha fazla bahsederek gizemin tadını kaçırmayalım. Lakin sunu söylemem gerekiyor; oyunun menüsünde Amerikan bayrağını göreceksiniz, hatta marşını dinleyeceksiniz. E senaryo da Arap yarımadasında geçiyor. Haliyle tipik bir propaganda eseri, Müslümanların terörist ABD askerlerinin ise barışçı özgürlükçü kuvvetler olarak lanse edilği bir oyun olarak düşünebilirsiniz. Ancak Spec Ops: The Line farkını burada belli ediyor. Çünkü tek düşman Dubai’deki silahli yerliler değil, dediğim gibi hükümet bizi 33. Ordu hakkında bilgi toplamaya gönderiyor, ayni şekilde CIA ajanları da bu topraklarda. Tüm bunları anlatmama rağmen aslinda birçok şey gizemini hala koruyor merak etmeyin
Spec Ops: The Line’i Xbox 360′ta oynadik ve orada inceledik. Bu benim için bir ilk, PS3′te zaman zaman ‘shooter’ oyunlar oynuyordum ve Xbox’ta ilk defa bu tür bir oyun deneyimim oldu. Her ne kadar konsolda FPS-TPS türü oyunları oynanmanın zor olduğunu savunsam da, Xbox’in gamepad’i sayesinde PS3′e göre çok daha rahat ettim. Ayrıca benim gibi acemiler için de oyunda zorluk seviyesine göre belirlenen ‘hedef alma yardımı’ mevcut. Dilerseniz oyunun zorluğundan bağımsız olarak açabiliyorsunuz.

Oyun boyunca sürekli olarak çatışma halinde olacaksınız. Karşınızdakiler nereli olurlarsa olsunlar, silahlılar ve namluları size doğrultulmuş ise öldürmeden hayatta kalma şansınız olmayacak. Kulağa sıkıcı geliyor olabilir, klasik TPS-FPS ilerleyişi çünkü bu anlattığım. Ancak Spec Ops daha çok ‘cover-shooter’ diye tabir isimlendirilen meydana atlayıp ortalığı kırıp dökmekten ziyade bir siper veya herhangi bir nesne arkasına saklanarak ateş etmeyi gerektiren türde bir oyun. Açıkta hedef olarak durmak, karakterinizin saniyeler içinde ölmesine neden olur elinizde ne kadar güçlü silah olursa olsun. Görevler de çeşitlilik arz ediyor. Kimi zaman rehine kurtarırken, kimi zaman sıcak çatışma alanına girmeden düşman avına çıkacaksınız.
Aynı zamanda taktiksel öğelerin de azcık ucundan kapmış yapımcılar. Bizimle beraber hareket eden iki askerimize herhangi bir düşmanı hedef olarak gösterebiliyoruz. Gözlerini kırpmadan
emirlere uyuyor bu gençler de. Özellikle kalabalık gelen düşman gruplarına karşı daha rahat mücadele edebiliyorsunuz bu sayede. Ayrıca sağa sola saklanmış, sizin uğraşmak istemeyeceğiniz
veya aranızda mesafe olan düşmanlarınızı da takım arkadaşlarınız ortadan kaldırıyor tek hareketinizle.
Tabi ekip halinde ilerlemenin olumsuz yanları da söz konusu. Mesela bir bölgeyi sessiz sedasız temizlemek istiyorsunuz. Susturucular takılı, siz hazırsınız…hatta bir iki nöbetçiyi ortadan kaldırdınız bile. Takım arkadaşlarınız sizin kadar hassas davranmıyorlar bazen ve görünüyorlar düşman birliklerine. Sonrası malum; mermi yağmuruna tutulursunuz.Yapay zeka problemi bununla sınırlı değil. Düşmanlarınız zaman zaman attığınız bombaların üstüne koşuyorlar. Saklanmadan sadece ateş edenler veya deli gibi açıkta koşturanlar da çıkacak karşınıza.

Görsel olarak oldukça başarılı bir iş çıkarmış yapımcılar. Sadece PC’de değil, Xbox’ta da gayet iyi grafiklere sahip Spec Ops: The Line. Kumlar altında kalmış bir şehri hayal etmek bile zor iken, mükemmel bir ‘kum fırtınasına teslim olmuş Dubai’ tasarlamış yapımcılar. Kullanılan renkler de bu duruma uygun olarak seçilmiş. Kumlar fiziksel olarak da etkili oyunda. Bazı binalara kum dolmuş ve bu binaların camlarına ateş ederek kumların kalabalık düşmanlarınızın üzerine dökülmesini keyifle seyredebilirsiniz. Önemli rollere sahip olan karakterlerin modellemeleri iyi. Askeri kıyafetlerinde bulunan detaylar süs olsun diye konulmamış, telsiz konuşmaları yapılırken karakterlerin eli üzerlerindeki telsize ve kulaklıklara gidiyor. Tek kusurlu bulduğum nokta patlama efektleri. Genel olarak güzel olan görsel çalışmanın yanında biraz yapmacık duruyor maalesef.
Sonuç
Yager Development tarafından geliştirilen ve 2K Games’in yayıncılığını üstlendiği (İşin içinde 2K varsa, şüpheye düşmeye gerek yok) Spec Ops: The Line, durgun olan yaz sezonu için ilaç gibi gelmiş bir oyun. Tipik propaganda oyunlarından farklı, hikayesi değişik noktalara temas ediyor ve en önemlisi sürprizler mevcut. Başarılı ara videolarla oyuna sıkı sıkı tutuyor ekran karşısındakini. Seçilen müzikler ve şarkılar da oldukça iyi. Yeterli uzunlukta tek kişilik oyun modunun yanında çoklu oyuncu modu da bulunuyor, her ne kadar ‘co-op’ (iyi giderdi bu oyuna) olmasa da. Günümüz oyunlarının en büyük problemi olan yapay zeka, zaman zaman oyundan alınan keyfi baltalıyor. Sağ omuz merkezli kamera da çok fazla aksiyona girildiğinde saçmalayabiliyor. Bunların dışında göze batan kusuru olmayan Spec Ops: The Line, teknik olarak bakıldığında elit ‘shooter’ oyunları arasında olmasa da iyiler sınıfında yer alıyor.
Ancak oyunun senaryosu, hikayenin ilerleyişi Spec Ops’u bambaşka bir boyuta taşıyor. Zorlu şartlarda mücadele eden, birçok insanın ölümüyle yüzleşen karakterlerin zamanla nasıl psikolojilerinin değiştiğini çok iyi yansıtıyor yapım. Hikayenin akışında tek olumsuz bulduğum nokta; dikkat çekici yerlerin biraz geç gelmesi. Yani oyunu ilk bölümlerde sıkıcı bulup terk etmek olası bir davranış, ama bilin ki ilerleyen bölümler sizi ekrana bağlayacak.