Son Batıl Din 11 Eylülizm

Son Batıl Din 11 Eylülizm



11 Eylül saldırıları Amerikan rüyasından, liberal demokrasiden, modern devlet kuramından pek çok şeyi de alıp götürdü. Değişimden Hıristiyanlık da, İslamiyet de payını aldı. Dahası yepyeni bir inanç sistemi çıktı ortaya; dogmalarını 11 Eylül'ün belirlediği yeni bir din.


--------------------------------------------------------------------------------

11 Eylül saldırılarının birinci yıldönümünde, artık adı Ground Zero olmuş, bir zamanlar İkiz Kulelerin bulunduğu yerde muazzam bir anma töreni düzenlendi. Töreni organize eden heyet lazer ışıkları yardımıyla İkiz Kulelerin bir hologramını oluşturmaya karar vermişti. Bir yıl önce 417 metre yüksekliğindeki iki kulenin bulunduğu yerde göğün derinliklerinde kaybolan ışık huzmeleri ile sanal kuleler dikilmişti. Bu melekleri andıran 'ışıklı kuleler' o gün orada bulunan insanların kafalarında kutsal bir mesajı, içrek, mistik bir zevki kazıdı. 11 Eylül'ün şaşkınlığı, kızgınlığı, nefreti, kararlılığı gitmiş, yerine hatıranın mekanı kutsallaştıran, zamanı donuklaştıran ölümsüzlüğü kalmıştı.

Anma töreninin bitimiyle birlikte lazer ışıkları da söndü; ama kafalara kazınmış 'yeni kutsal mabet' orada kalacaktı artık. Saldırıların üzerinden beş yıl geçti bugün. Bu beş yıl içinde dünya 11 Eylül'ün bir gün değil, bir çağın adı olduğunu öğrendi. İnsafsız, acımasız, paranoyak bir çağ idi bu. Saldırılarla yenilmezlik ve 'zarar verilemezlik' mitleri tarihe karışan ABD, dünya politikası üzerindeki hegemonyasını yeniden tesis için harekete geçti. Bu hareket uluslararası siyasetin bütün yerleşik parametrelerini değiştirecekti.

İkinci Dünya Savaşı'ndan bu yana Batı'da, Soğuk Savaş'ın sona erdiği günden bu yana da bütün dünyada tesis edilmeye çalışılan milletlerarası işbirliği yerini güvensizliğe bıraktı birden. Washington, terörist devletlerin sürekli değişen bir listesini yapıyordu. Devletler bu listede bulunmanın anlamını kavrayamazlarsa, bu onlara 'battaniye bombardımanlarıyla' öğretiliyordu. Afganistan'daki Taliban yönetimi meselenin ciddiyetini anlayamayanlardandı. O dersini alırken Suriye, Libya ve Pakistan durumun ciddiyetini kavradılar. Dev uyanmıştı! Madeline Albright'ın 'elimde kullanamadığım muazzam bir ordu var, bunu garipsiyorum' sözü tarihe karışmış; muazzam ordu harekete geçmişti. Ülkeler işgal edilecek, iç savaşlar başlatılacaktı. Afganistan ve Irak'ta yüz bini aşkın insan hayatını yok yere kaybedecekti. Ama daha korkuncu 'insan' değişecek, başkalaşacaktı…

11 Eylül, insanı bir kere daha insanın kurdu yaptı. Vahşet medeniyeti ele geçirdi; terörle mücadele kılıfı içinde 'öteki düşmanlığı' Haçlı saldırganlığına dönüştü. 11 Eylül yeni bir dünyanın doğduğu talihsiz bir gün oldu. Başak burcunun hırçın, saldırgan, inatçı çocuğuydu '11 Eylül Dünyası'. Bu dünyanın siyaset kuralları farklı, savaş kuralları farklı, ahlak kuralları farklıydı. Mevcut dinleri değiştirmekle kalmadı, mabedi Ground Zero'da olan, kutsalı Amerikan refahı, peygamberi her meselesini Tanrı'ya sorduğundan bahseden George W. Bush, şeytanı İslamofaşizm denilen ne idüğü belirsiz bir ucube olan batıl bir din de çıkardı ortaya. Tanrısı olmayan, günahın cezasını günah işlenmeden veren, sadakat ve kulluğun mükafatı 'dokunulmamak'tan ibaret olan bir dindi bu.

11 Eylül 2001 gününü yaşayanlar dünyanın bir daha asla aynı dünya olmayacağını anlamıştı. Elim hadisenin ardından geçen beş yıl boyunca değişti durdu dünya; George W. Bush'un 'Ya bendensin, ya düşmanımsın' çift kutupluluğuna zamanla 'önleyici saldırı doktrini' eklendi. ABD kendine yönelik bir saldırı ihtimalinin olgunlaşmasını beklemeyecek, tehdit henüz 'anlamlı bir varlık' göstermeden ezilecekti. Bir müddet sonra Dick Cheney'in '%1 Doktrini' eklendi buna: Düşman devletlerden herhangi birinin kitle imha silahları edindiği yönündeki %1'lik bir şüpheye %100'lük bir kesinlikle bakılacaktı.

11 Eylül saldırılarının tekerrür şansı olmayan tekil olaylar olmadığı ortaya çıktıkça başta ABD ve Avrupa ülkeleri olmak üzere çoğu ülkede terörle mücadele yasaları çıkartılmaya başlandı. Yeni yasalar modern devletin üzerine bina edildiği en temel hukuk kurallarını altüst eder mahiyetteydi; 'suçluluğu ispat edilene kadar her şüpheli masumdur' ilkesi yerini 'Suçsuzluğunu ve ileride suç işlemeyeceğini ispat edene kadar her şüpheli suçludur' ilkesizliğine bıraktı. 'Cezanın miktarı suçun verdiği zararla orantılı olmalıdır' prensibi yerini 'cezanın miktarı suçun zarar vermesi muhtemel olan tarafın takdirine bırakılmıştır' acubesine bıraktı. Bu yeni yasal ama meşruiyeti sorumlu düzenlemeler savcıları aynı anda polis ve hakim konumuna getiriyor; adi suçlar bile terör suçu kapsamına alınabiliyordu.

Yasal sistemdeki değişikliği dayatan paranoya devletin vatandaşa karşı görevlerini de yeniden tanımladı: Barış, huzur, demokratik hak ve özgürlüklerin sağlanması yoluyla güvenliğin teminini öngören devlet gitti, yerine güvenliğin temini uğruna barıştan, huzurdan, temel hak ve özgürlüklerden vazgeçebilen bir sistem geldi. Öyle ki liberal eleştirmenler El Kaide'nin 11 Eylül saldırılarıyla ABD'yi yıkamadığını, ama terörle mücadele yasalarıyla modern demokratik devletin yıkılıp yerine halkına güvenmeyen bir tedhiş mekanizmasının geldiğini iddia ettiler.

11 Eylül ve sonrasında yaşananların derin etkilerinden biri de din ve dinî ilimler alanında oldu. Uzun müddettir zamanın Ahir zaman ve Mesih'in ikinci gelişinin yakın olduğuna dair 'işaretler kollayan' Amerikan Protestanlığı 11 Eylül hadisesini Eski ve Yeni Ahit ayetleri arasında arayıp buldu. Hıristiyanlık bu saldırılar karşısında bir dizi ahlaki ve şer'î soru ve meydan okumayla karşı karşıya kalmıştı. Kendi kaynaklarında tatmin edici cevapları bulamayanlar ya Hıristiyanlık dışında arayışlara başladılar, ya da Hıristiyanlığın Evanjelik, Baptist veya fundamentalist yorumlarına sarıldılar.

11 EYLÜL ALLAH’IN CEZASI MI?

Amerikan Protestanlığı tarihinin her döneminde gündelik hadiseleri İncil ve Eski Ahit'in hakikat ve Tanrı kelamı olduğunu ispat etmek için kullanmış. Bu gelenek zamanla kutsal metinlerde bahsedilen kehanetlerin gerçekleşmekte olduğunu gösterme temayülüne dönüşmüş, özellikle Mesih'in ikinci gelişi öncesinde yaşanacağı anlatılan savaş ve barış ortamının işaretleri üzerine yoğun spekülasyonlar yapılmış. 11 Eylül saldırılarının hemen sonrasında bu belanın 'Tanrı'nın homoseksüel ve lezbiyenlere, putperestlere, feministlere ve kürtaj yandaşlarına bir cezası' olduğunu ilan eden Jerry Falwell ve Pat Robertson gibi Evanjelik papazları ortaya çıkaran kültür, işte bu arka plandan beslenmiş.

ABD'nin etkin dış politika lobilerinden Council on Foreign Relations'ın yayınladığı Foreign Affairs dergisi son sayısında 11 Eylül'den bugüne ülke yönetiminde Evanjeliklerin artan gücünü ele alıyor. Walter Russell Mead imzasıyla yayınlanan 'Tanrı'nın Ülkesi?' başlıklı makalede Billy Graham gibi din adamlarının George W. Bush yönetimi, dolayısıyla da ABD'nin yeni dış politikası üzerindeki etkisi ele alınıyor. Prof. Mead 11 Eylül saldırıları sonrasında Amerikan Protestanlığının hemen bütün kiliseleri küçülürken Güney Baptistleri kilisesinin hızla büyüdüğünü tespit etmiş. Dahası başta diğer Evanjelik kiliseler olmak üzere bütün Protestan kiliseleri, hatta ABD'nin ikinci büyük dini ve en büyük kilisesi olan Katolik Kilisesi dahi Güney Baptistlerinin çizgisine kaymaya başlamış.

Mead'e göre Güney Baptistliğinin Amerikan dış politikası üzerindeki etkinliğinin asıl sebebi, ironik bir şekilde, bu mezhebin bağlılarının Hıristiyanlık dışındaki insanların da kurtulabilecekleri yönündeki optimist inançları. Baptistlere kıyasla fundamentalistler ve muhafazakarlar inançlı Hıristiyanların 'kafir' milletlerden uzak durmasını salık veriyorlar. Zira onlara göre Hıristiyan olmayan milletlerin bırakın Tanrı'nın Krallığı'na dahil edilmesini, yeryüzünde dahi huzurlu, müreffeh bir hayat yaşamaları mümkün değil. Bu sebeple bu milletlere demokrasi ve medeniyet getirme çabaları da boş çabalar. Fundamentalistler bu sebeple Hıristiyan ahlak ve inancına dayalı bir dünya sisteminin kurulmasını, veya Hıristiyan olmayan milletlerle işbirliğini sağlayacak uluslararası yapıların tesisini gereksiz, hatta sakıncalı görüyorlar. Nitekim fundamentalist bakış açısıyla yazılan bazı 'Ahir zaman alametleri' kitaplarında Deccal'in bir BM Genel Sekreteri olacağı vurgulanıyor.

Geleneksel Güney Baptizm'i aslında fundamentalistlerden çok da ayrılmıyor. İnançlarına göre insan 'ilk günah' sebebiyle günahkardır ve kendi başına kurtuluşu mümkün değildir. Mesih gelmediği müddetçe insanoğlunun barış ve adalet dolu bir dünya tesis etmek yönündeki bütün gayretleri atıl kalacaktır. Yine de ruhlar kurtarılabilir ve Hıristiyanlar mümkün olduğu kadar fazla ruhu kurtarmak için çalışmalıdır.

YAHUDİLERE İYİ DAVRANMAK İBADETMİŞ

Evanjelikler 11 Eylül'den sonra aldıkları bir dizi kararla işte bu 'ruh kurtarma' işinde üzerlerine düştüğüne inandıkları göreve sahip çıktılar. Liderleri Washington yönetimini daha fazla dış yardım yapmaya, özellikle Hıristiyanların azınlıkta oldukları ülkelerde insan haklarını korumaya ve tabii İsrail'i korumaya davet ediyorlar. Bu son talep, çoğu Hıristiyan mezhebinden farklı olarak Evanjeliklerin Yahudi ırkının Allah'ın planında bir yerinin kalmadığı yönündeki inançları reddetmelerinin ürünü. Genelde bütün Evanjelikler, özelde Güney Baptistleri bütün insanların Allah katında 'Yahudilere nasıl davrandıklarının' hesabını vereceklerine ve Mesih'in gelmesi için Eski Ahit'te kaydedildiği üzere bir İsrail Devleti'nin kurulup, bütün Yahudilerin bu devlete yerleşmesi gerektiğine inanıyor.

11 Eylül'ün Evanjelik ve Baptist Hıristiyanlık'ta yol açtığı en dramatik değişiklik, bugüne kadar dinsizlik, materyalizm ve Darwinizm'i düşman olarak gören bu kiliselerin artık açıktan İslam'ı ve Müslümanları 'kutsal öteki' ilan etmiş olmaları. Kuşkusuz bütün Evanjelikler Jerry Falwell gibi İslam Peygamberi'nin terörist olduğunu iddia etmiyor; veya Hazreti Aişe'nin küçük yaşta iken Peygamber Efendimiz Aleyhisselamla evlenmesinin altında cinsel sapkınlıklar aramıyor; ancak hemen bütün Güney Baptistleri Yeni Ahit'in Esinlemeler Kitabı'nda bahsedilen 'Anti-Mesih ve kavminin Müslüman teröristler olduğunda' müttefikler. Bu yaklaşım bir defa kabul edildiğinde Eski ve Yeni Ahitlerde anlatılan bütün 'kıyamet alametleri' Müslümanları hesaba alarak yeniden kurgulanıyor ve Hazreti Mesih önderliğinde Deccal'ın güçlerine karşı girişilecek savaşın Hıristiyanlarla Müslümanlar arasındaki bir savaş olacağı inancın bir parçası haline geliyor.

Baptistlerin Müslüman düşmanlığını dinin temel unsurlarından birine dönüştürmesi bütün Hıristiyanlar tarafından benimsenen bir tutum değil elbette. Ancak 1965 yılında gerçekleşen II. Vatikan Konseyi ile dinler arası diyalog çağrısı yapan Katolik Kilisesi bile 11 Eylül sonrasında rotasını değiştirmiş görülüyor. Uzmanlar Papa II. John Paul'un halefi olarak rakiplerine kıyasla radikal ve tutucu görüşleriyle bilinen Kardinal Ratzinger'in papalığa seçilmesinde dahi İkiz Kuleler saldırılarının etkisi olduğunu kaydediyorlar.

Başta Güney Baptistleri olmak üzere Hıristiyan mezhepleri 11 Eylül'ün getirdiği ortamda bir dizi ahlaki soruyla da karşılaşıyorlar. ABD'nin Irak işgalini, Güney Lübnan'da yaşanan hadiseleri, Guantanamo Körfezi ve Ebu Greyb yüzsüzlükleri karşısında Amerikan askerlerini koruma ihtiyacı hisseden kilise Amerikan dış politikasındaki saldırgan tavrı değiştirmek yerine kendi 'adil savaş doktrini'ni yenilemeyi tercih ediyor. Öyle ki gerek devlet gerekse din adamlarının arasından 'bireysel hak ve özgürlüklerin doğru şeyler olduklarını, ama bu çağa fazla lüks kaçtıklarını' söyleyenler bile var.

Hıristiyanlıkta yaşanan bu radikalleşme ve İslam karşıtlığını benimseme temayülüne karşılık 11 Eylül saldırılarının dinler arası diyalog ve iletişime bakan 'hayırlı' neticeleri de olmuş. Amerikan halkının 11 Eylül sonrasında İslam'a ve İslam'ı anlatan kitap ve görsel malzemeye olan ilgisinin artması da hayırlı gelişmelerden biri. O dönemi yaşamış isimlerden biri Pakistan asıllı Amerikalı Müslüman profesör Gulam Haider Aasi. Prof. Aasi 11 Eylül öncesinde Hıristiyanlarla diyalog konusunda çekinceleri olan Müslümanların da diyalogun önemini anladıklarını ve kısa zaman içinde başta ABD'de olmak üzere çoğu Batı ülkesinde Müslümanların dinler arası diyalogda inisiyatifi ele aldıklarını anlatıyor. Kendi yaşadığı Chicago'da özellikle Türk Müslümanların faaliyetlerinin gerek Müslüman toplumdaki radikal eğilimleri, gerekse Hıristiyanlar arasındaki 'dışlayıcı yabancı ve Müslüman düşmanlığını' törpülediğini söylüyor Prof. Aasi.

11 Eylül ve sonrasında yaşananlar dinleri yozlaştırırken din müntesiplerini diyaloga, birbirini tanımaya ve dünya barışı için birlikte çalışmaya itmiş ironik bir şekilde. Başka bir ironi de dinin adı kullanılarak işlenmiş bu cinayetin ve daha sonra 'Kutsal Haçlı Seferleri' retoriğiyle sürdürülen karşı saldırının zamanla Amerikan halk kültüründe yeni bir 'sivil din' ortaya çıkarmış olması. Antropologlar bir tanrısı, dinî hiyerarşisi, Ahiret inancı olmayan, fakat ritüeller, dokunulmazlar ve dogmalar geliştiren modern kültlere 'sivil din' adını takıyorlar. İsrail Ordusu'nun kutsal bir ordu olduğu ve Batı Şeria topraklarında yerleşim birimi kurmanın ibadet ayarında olduğu veya İsrail'de bir bina yapmanın bizzat kendi kendini yeniden yapmak olduğu gibi inanışlar modern çağın en belirgin sivil dinlerinden birini oluşturuyor örneğin. Sivil dinler doğruluğu sorgulanamayan, sorgulansa dahi her durumda kendi doğruluğunu kendi mantık silsilesi ile ispat eden veya yanılgıyı arızi bir sebebe bağlayan mekanizmalar geliştiriyor. Bu açıdan çoğu antropolog Marksizm ve Darwinizm'e birer sivil din olarak bakıyor.

SON BATIL DİN 11 EYLÜLİZM

11 Eylül saldırıları ve sonrasında bu saldırılar etrafında kurulan bir dizi mit yeni bir sivil dinin, son bir batıl dinin ortaya çıkış sinyallerini veriyor. Mevcut süreç devam ederse 11 Eylül zamanla kutsal bir güne, Ground Zero kutsal bir mekana, orada hayatlarını kaybeden kişiler bu sivil dinin 'şehitlerine' dönüşecekler. Sivil dinlerin kendine has özelliklerinden olan 'sorgulanamazlık' da sırada. Tıpkı Holokost'un gerçekleşmediği veya katledilen Yahudi ve Polonyalıların sayılarının abartıldığı gibi bir iddia suç unsuru sayıldığı gibi, komplo teorileri ve açıklanamayan sorular karşısında 11 Eylül saldırılarının da zamanla bir dogmaya dönüşmesi kaçınılmaz. Daha şimdiden Amerikan yönetimi komploculara cevap veren internet siteleri yaptırmaya başlamış durumda. ABD'de ve Avrupa ülkelerinde 11 Eylül sonrasında çıkarılmış olan terörle mücadele yasaları zaten İkiz Kulelere yönelik saldırının inkarını veya işin arkasında Afganistanlı veya Arabistanlı değil, Texaslı teröristlerin bulunduğunu iddia edeni 'terör suçundan' içeri tıkmaya müsait. Sadece bir aklı evvelin böyle bir iddianın terörü teşvik ve terör suçunu küçük gösterme niteliği taşıdığını Amerikan savcılarına hatırlatması gerekiyor o kadar.

Time Dergisi son sayısında Harvard Üniversitesi'nden tarihçi Prof. Niall Ferguson'u 2031 yılına göndermiş. 11 Eylül'ün otuzuncu yılından geriye dönüp bakan Prof. Ferguson teröre karşı kazanılmış bir savaş ve yeni bir Amerikan yüzyılının tesis hikayesini anlatıyor gelecekten. Ancak bu savaşın Amerika'yı, Avrupa'yı, dinlerimizi, ideolojilerimizi, dünyayı ve insanı nasıl değiştirmiş olduğunu göremiyor Ferguson. Ortadoğu'nun daha da dindarlaşacağını, petro-dolarların faizsiz bankacılığa kayacağını görebiliyor belki, ama genelde Hıristiyanlığın, özelde Amerikan Protestanlığının nasıl şekilleneceği hakkında hiçbir ipucu vermiyor. Kim bilir belki de Ferguson tümden İsa'sız bir Amerikan yüzyılı öngörüyor.
 

alish

вυяαq αℓι&#1
Enteresan Bi OLay :D
 

kuruntu

Banned
cok ama cok tsk ederim....iyi bir makale....ne kadar bilsende yeniden bazi seyleri okuman veya tahmin ettigin bilmedigin seyleride seni cok sasirtiyor...slmetle kuruntu
 

DOSTYUZ

New member
DÜNYANIN BAŞINA EN BÜYÜK BELA ABD DİR.

1960 LI YILLAR BARIŞCI ÇİÇEK ÇOCUK HAREKETLERİ VAR VE ABD NİN SAVAŞ YANLISI TUMUNA KARŞILAR VE ABD BUNA KARŞI NE YAPIYOR TUTUYOR SATNİSTLER YANINDA YER ALIYOR VE BUNLARA EL ALTINDAN DESTEK VERİYOR SATANİST KİLİSENİN KURULMASINA İZİN VERİYOR. VE ŞİDDETİN BİR AYAĞINA DAHA VESİLE OLUYOR.

NE DİYE BİLİRİM Kİ HER KÖTÜLÜĞÜN ŞİDDETİN SAVAŞIN HER ŞEYİN ARKASINDA ABD VAR.

HATTA ŞU TURUNCU DEVRİMLER VARYA ONLARIN ARKASINDA DA ABD VAR ABD NİN BİR DEMEKROTİKLEŞME FONU VARDIR BİLİRMİSİNİZ BİLMİYORUM. İŞİNE GELMEYEN ÜLKELERDE BU FONU KULLANARAK DARBELER YAPTIRIR BU TURUNCU DEVRİMLERİN PERDE ARKASINDA DA AYNI FON VARDIR .

KEŞKE ŞU TRT NİN YÖNETİMİ DEĞİŞMESEYDİ DE '' BANU AVAR '' IN PROĞRAMLARINI BİR SEYRETSEYDİNİZ. BİRAZCIK OLSUN GERÇEKLER ORDA GÖZÜKÜYORDU .

NEYSE YA YAZ YAZ BİTMEZ :)

ςคﻮคtคא_кђคภร khans ELLERİNE SAĞLIK GÜZEL BİR ÇALIŞMA
 

HTML

Üst