CounTRy
Gülen Manyak
- Katılım
- 5 Haz 2006
- Mesajlar
- 10,687
- Reaction score
- 0
- Puanları
- 0
Lideri belli kadro, sağlam bir ideoloji...
SOL, ÇIKIŞINI ARIYOR
CHP üzerinden tedavinin şu aşamada hiçbir yolu yok. 2005’te ‘CHP artık vakıf olsun’ demiştim, ben hâlâ aynı düşüncedeyim. Yeni bir sol parti de zor, çünkü yine aynı hastalık olacak. Yeni sol arayışındakiler önce kendi aralarında liderleri belirlesin. Gerekirse dört aday seçsinler, hangisi sivriliyorsa o lider olsun. Bir de mutlaka sağlam ideolojik temele dayansınlar
Livaneli’nin, soldaki bölünmüşlüğün Türkiye’ye neler kaybettirdiğini anlatırken örnek gösterdiği “tarihi” 1994 İstanbul yerel seçiminde DSP, CHP ve SHP’nin oylarının toplamı 34.08, dönemin RP’sinin aldığı oy ise 25.19. Son 2004 yerel seçiminde yine İstanbul’da AKP’nin oy oranı 45.35. DSP, CHP ve SHP’nin toplamı 33.85.
ZÜLFÜ LİVANELİ:
Siyasetin bir şekilde hep içinde olan Zülfü Livaneli’yle halk arasında şarkılar, türküler, romanlar, filmler, konserler, günlük köşe yazıları üzerinden, ta 1980 öncesine uzanan özel bir iletişim hattı var. Üstelik bu özel hat sadece Türkiye’yle değil, dünyayla da bağlantılı… Kim ne derse desin, siyasetle uğraşanların yakalamakta çok zorlandığı bir güç bu ve elbette bir sanatçı olmanın avantajı da büyük. Ama Livaneli siyasetten bütün ümidini kaybetmiş durumda. Ve hatta hayli öfkeli… Onun bu ümitsizliği, öfkesinin nedenleri zaten solun da bir profilini veriyor:
LİVANELİ YORUMLUYOR
MUSTAFA KEMAL: Mustafa Kemal solcu değildi, biz de hiçbir zaman Kemalist değildik. Mustafa Kemal’ı birtakım üstün ve insani özellikleriyle değerlendirmek başka, ama Kemalist olmak başkadır. Kemalizm solun önünde engel olmuştur, ama Mustafa Kemal değil. Çünkü iki Mustafa Kemal vardır: Biri Nazım Hikmet’in “En devrimci baş sensin” dediği, Yaşar Kemal’in “Teneke” oyununda başkumandan olarak övdüğü ve o dönemin bütün solcularının “mazlum milletlerin lideri” olarak gördüğü Mustafa Kemal...
ORDU: Bir de bizim ordunun Latin Amerika orduları gibi bütün yurtseverlere, bütün okuyan yazan insanlara işkence yaptığı ve bunu Kemalizm adına yaptığı bir Mustafa Kemal var. Ordunun Kemalizm maskesi altında yaptıklarını yapmaya hakkı yoktu. Türkiye’nin bu noktaya gelmesindeki bir numaralı sorumlu ordudur. Soğuk savaş döneminde tamamen yanlış bir tahlil yaptı. “Solun karşısındaki herkes benim dostumdur” deyip önce ülkücüleri yarattı, sonra dincilerle kol kola girdi. Ve ordu ne yazık ki hala yanlış tahlil yapıyor.
KÜRTLER: Ahmet Türk benim sezdiğime göre müthiş bir kilit rol oynamak istiyor, ama o kadar zor durumda ki, bütün provokasyonların ortasında, çok mayınlı bir arazide yürümeye çalışıyor. Ben şu anda Türkiye’de en zor rolde Ahmet Türk’ü görüyorum. O bence sağduyulu ve dengeli biri, keşke başarılı olsa diyorum. Çünkü bu mesele Türkiye demokrasisini ve Türkiye toplumunu zehirledi, çürüttü. Türkiye’yi düzeltmek istiyorsak, önce Kürt sorununu çözmek gerekiyor.
NORMAL: Artık “normal” insan olmak çok zor. Çevrende davullar, borazanlar çalarken hiçbir tarikata üye olmadan, yalnız kalabilmeyi başarmak çok zor. Bu tarikat dinci olabilir, laik olabilir, ulusalcı olabilir, orducu olabilir, liberal olabilir. Kimse alınmasın, ama ben bu anlamda kafamı kimseye kiraya vermedim. Ve üzülerek görüyorum ki aydın çevrede, siyasi çevrede, medyada, profesyoneller arasında “normal”leri çok az, ama halktan konuştuğum hemen hemen herkes böyle.
- 12 Eylül’ün sola neler yaptığı malum, peki sol, sola neler yaptı?
Sol özellikle iki noktada kendine büyük zarar verdi. Birincisi, Türkiye 1990 başlarından itibaren üç kutba bölündü: Dinci, Kürtçü ve milliyetçi. İnsanlar sanki Türkiye’nin etrafına üç dev mıknatıs yerleştirilmiş gibi bu kutuplardan birine çekildiler. Eski yoldaşların bile biri kendini milliyetçi kutupta buldu, biri Kürtçü, biri dinci kutupta.
Milliyetçilik tuzağı
- Sol en çok hangi kutba çekildi?
Solun ciddi bir bölümü ne yazık ki kendi yerinde güçlü duramadı ve daha çok milliyetçilik tuzağına düşürüldü. Bugün Ergenekon’a giden yolun taşlarını daha o günlerden döşeyen insanlar oldu. Ben 1990’larda “Ulusal solun tercümesi nasyonal sosyalizmdir, bu da Nazi demektir. Sol asla milliyetçi olmaz, sadece patriot, yani yurtsever olur” diyen, Kassandralık* yapan belki bin yazı yazdım.
- Ne tepkiler almıştınız?
Bazı arkadaşlar bana müthiş kızıyordu. Milliyetçilik yerine ulusalcılık deyince bir şey değişiyormuş gibi bunu savunuyorlardı. “Ulusalcılık” deyince kendilerini rahatlatıyordu birileri, ama hadi çevirin kardeşim ulusalcılığı, karşılığı nasyonalizm. Hadi bakalım şimdi savunun dünyanın bir yerinde de bunu görelim. Almanya’da nasyonalizm lafını telaffuz dahi edemezsiniz.
- İş nereye vardı sonunda?
Bu kutuplaşma o kadar garip bir sonuç doğurdu ki, insanlar kendilerine işkence yapanlarla kol kola girdiler. İşkenceciyle kurban nasıl olur da aynı siyasi hareket içinde buluşur? Susurluk’ta ışıklarını açıp kapatan insanlar buna itibar eder mi; bizim ne alakamız var milliyetçilikle, kendi cellâtlarımızla? Yani hiç mi çizgi kalmadı? İnsanlar o zaman tekrar sağlarına sarımsak, sollarına soğan bağlasın; bu kadar karıştırılır mı? Bunun adı resmen “milliyetçiliğe yamanmış sol”du ve bu, Türkiye’de gerçek sol zemine büyük zarar verdi.
İkinci hata hırslar
- Bu birincisi; ya peki solun ikinci büyük hatası?..
İkincisi, solun kendi içindeki rekabet duygularını, hırslarını aşamamış olması…
- Bu kaç yılın hikayesidir?
1951 tevkifatında bile böyleymiş bu. Solcuları hapsederler, içerdeki solcular birbirine düşermiş, “Vay sen ihbar ettin, vay sen şu oldun, bu oldun” diye. Zavallı Nazım Hikmet’in şair yüreğini kemirenlerin çoğu yine kendi komünist partisindeki yoldaşlarıdır. Hikmet Kıvılcım’ın Nazım için yazdığı kitabı daha hiçbir sağcı yazmadı. Şimdi bu hastalık hâlâ devam ediyor.
- AKP’nin de herhalde çok işine yarıyordur?..
Yarar tabii, çünkü onlar tam tersini yapıyor. Partiyi kuracakları zaman Abdullah Gül’ün milletvekili olma yasağı yok; Bülent Arınç partinin ağabeyi; Şener var; ama “Halk seviyor, Genel Başkan Tayyip kardeşimiz olsun” dediler. Sol ise kamuoyunun önüne çıkıp alkış alan birini gördüğü zaman hemen “Biz bunu nasıl öldürürüz”ün hesabını daha o geceden yapmaya başlar.
1994'te sol kendini baltaladı
- Siz bunu 1994’ten iyi biliyorsunuz değil mi?
Ben ömrüm boyunca bunun aşılması için uğraştım.1994 belediye seçimlerinde de İstanbul’dan solun ortak adayı olmak için ortaya çıktım, bütün liderlerle konuştum, ama bir baktım ki hepsi hayatlarının en büyük mücadelesini bana karşı veriyorlar. 1994’te en vahşi şekilde benim karşımda olanları ben size sayayım: Baykal’ın CHP’si, Ecevit’in DSP’si, SHP adayı olmama rağmen SHP’nin kendisi, Cumhuriyet gazetesinin bazı yazarları, kendine sol diyen bir sürü örgüt, Aydınlık hareketi, daha aklıma gelmiyor. Bunların hepsi bana linç hareketi başlattılar. Ne oldu? 1994’te Türkiye’nin tarihi değişti. Çok az bir puan farkla Tayyip Erdoğan öne geçti. Ankara belediyesinde de aynısı yaşandı. Bütün yerel yönetimlerde sol birbirini baltaladı. Tayyip Erdoğan mübarek olsun o zaman size, başınıza aldınız, helal olsun.
CHP artık vakıf olsun
- Sizce bu hastalığı CHP üzerinden tedavinin bir yolu yok mu?
Bana göre şu aşamada hiçbir yolu yok. 2005’te yine sizinle yaptığımız söyleşide “CHP artık vakıf olsun” demiştim, ben hâlâ aynı düşüncedeyim. Halka soracak olsanız da halkın resmen bağrı yanıyor ve anlamıyorlar; “Nasıl oldu, Türkiye buralara nasıl geldi, Türkiye nasıl teslim edildi, aydınlar nasıl ihanet etti, CHP nasıl hâlâ Baykal’ın elinde”, anlamıyorlar ve isyan ediyorlar.
- Ya peki yeni bir sol parti; böyle bir girişimden heyecan duyar mısınız?
Doğrusu zor, çünkü yine aynı hastalık olacak. Yine kim genel başkan olacak dendiğinde kitlelerin itibar ettiği, arkasından gittiği insanların genel başkan olmaması için her şey yapılacak. Bir ara içinde 50 milletvekilinin olacağı bir örgüt kuruyorduk, epey ciddi bir güç olabilirdik, ama yine bu sorun yüzünden o da dağıldı. Çünkü solda saray darbeleri, komplo gelenekleri var, bundan kurtulamıyor.
Önce lideri seçsinler
- Siz bu deneyimlerinizin sonunda yeni sol arayışındaki kümelenmelere ne tavsiye edersiniz?
Damdan düşen halden bilir, o yüzden ne olur bana bir daha gelip de “Biz aramızda eşitiz, yola çıkacağız, hareket kendi liderini bulacak” demesinler, “Bu ben senin canına okuyacağım, herkes birbirini bıçaklayacak” demektir. Önce kendi aralarında liderlerini belirlesinler. Gerekirse dört aday seçsinler, dört ayrı kamuoyu araştırma şirketiyle halka sorsunlar, hangi isim daha sivriliyorsa onu lider yapsınlar. Kimse buna gelmiyor, kimse kabul etmiyor, ama en önemlisi bu. Bir de mutlaka sağlam bir ideolojik temele dayansınlar. Solun bir enternasyonalizmi vardır, ona sahip çıksınlar.
* Yunan mitolojisinin bir kahramanı olan Kassandra etrafındakileri hem Truva savaşının hem de Truva atının getireceği tehlikelere karşı uyarmaya çalışmış, ancak onu dinleyen olmamıştır.
AVUKAT EŞBER YAĞMURDERELİ:
Yağmurdereli, 2002 seçimlerinden önce de basında açık bir mektup yayımlayarak “Solda birlik çağrısı” yapmış, ancak erken seçim kararı dönemine denk gelince çağrısı olumlu bir sonuca ulaşmamıştı.
İhtiyaçlara görebir süreç başlatılmalı
CHP’nin kendisini dışında tuttuğu kesimlerin bir parti arayışı var. Bugün, mevcut durumdan rahatsız herkesin kendi ihtiyaçlarından dolayı katılabilecekleri bir siyasi süreç başlatmak gerekiyor.
Bu sürece katılacakların illa parti olması gerekmiyor. Partilerin aritmetik toplamından geçmiyor bu dediğim. Tek tek isimlerle de olmaz. Sol bir kitle partisi olmalı. Yani içinde herkes olmalı
Solun öne çıkan isimlerinden avukat Eşber Yağmurdereli siyasetin hemen tüm kanatları tarafından sevilen, herkesle diyalogu olan ender figürlerden biri. Adı bir süre önce Murat Karayalçın’ın gelecek 9 Mayıs’ta bırakacağı SHP Genel Başkanlığı için geçti. Yine bir süre önce CHP’nin zirvesinden partiye davet aldığı konuşuldu. “Benim bu tip hiçbir düşüncem yok” diyen Yağmurdereli, asıl kendi düşüncelerini bakın nasıl anlattı:
- Solda trafik canlanmış vaziyette; bu kesin, ama acaba hangi yöne akıyor, sizin gözleminiz ne?
40-50 yıldır bu ilişkilerin içinde bulunan ve tabii değişik kesimlerle de konuşan biri olmanın avantajıyla sanırım size şunu söyleyebilirim: Herkes kendisinin de içinde bulunduğu, ama sadece kendisine benzeyenlerin yan yana gelmeleriyle yeterli olmayacağını düşündüğü bir açılımın arayışı içinde.
- Biraz daha tarif eder misiniz?
Yani eskiden solun değişik örgütlenmeleri, belli asgari müştereklerde birleşmek suretiyle Türkiye’de sol adına bir çekim odağı olabileceklerini düşünüyorlardı. Ama bugün bu aritmetik toplamın Türkiye’nin karşı karşıya kaldığı sorunları çözmekte yeterli bir güç oluşturamayacağı anlaşılmış vaziyette. Elbette solun kendi tarihsel ve toplumsal vazgeçilmezlerini hesaba katan, ama toplumun geniş kesimlerinin ihtiyaçlarını da örgütleyebilecek yeni bir siyasi yapılanmaya gereksinim var. Hatta bu ihtiyaç o kadar var ki CHP bu konuda insanları asgari ölçülerde umutlandırabilecek bir konumda olsa, oralarda bile bu arayışlar sürdürülebilirdi. Tıpkı 1970’ler CHP’sinde olduğu gibi…
Yeni bir süreç başlatılmalı
- Sosyalistler bugün eğer bunu dahi kendi aralarında tartıştıysa sol cephe bu kez gerçekten seçim kazanmayı istiyor demektir; peki gelinen son nokta ne?
Gelinen nokta şöyle: CHP’nin kendisini dışında tuttuğu kesimlerin bir parti arayışı var. Bu arayıştakilerin yakın taktik hedefi de yerel seçimler. Çünkü yerel seçimlerde bir psikolojik avantaj yaratılırsa bunun genel seçimlerde daha güçlü yan yana gelişlere imkân sağlayacağını düşünüyorlar.
- Planlanan partiden kasıt, bir çatı partisi mi?
Bu tam anlamıyla bir çatı partisi değil. Bugün çatı partisi dediğiniz zaman DTP ile diğer birkaç siyasi partinin arayışları akla geliyor. Oysa artık bugün, mevcut durumdan rahatsız herkesin kendi ihtiyaçlarından dolayı katılabilecekleri bir siyasi süreç başlatmak gerekiyor.
- O ihtiyaçları nasıl tanımlayacağız?
Günlük bir gazeteyi açtığım zaman beni hangi haberler rahatsız ediyorsa, o rahatsız eden olayların temelinde nasıl bir siyaset anlayışı yatıyorsa, işte siyaseten onlar benim ihtiyaçlarımdır; bu kadar basit.
Bir kitle partisi olmalı
- Bu siyasi sürecin içine girecek partileri kimler belirleyecek, onun ölçüsü ne?
Yok, zaten bu sürece katılacakların illa parti olması gerekmiyor. Partilerin aritmetik toplamından geçmiyor bu dediğim. Tek tek isimlerle de olmaz. Mesela şu çağrı bana gerçekçi gelmiyor: “Ahmet sosyalisttir o gelsin, Mehmet liberaldir o da gelsin, Hasan nedir, sosyal demokrattır, o da bu işin içinde olsun…” Bunlar işi kategorize etmek.
- Peki ne olmalı?
Sol bir kitle partisi olmalı. Yani içinde herkes olmalı. Belki bu arayışın asgari ihtiyaç noktaları bana yeterli gelmeyebilir, ideolojik olarak kendimi orada iyi hissetmeyebilirim, ama sıradan insanların özgürlük ve yoksulluktan kurtulma taleplerini karşılayan bir kitle partisinin de dışında kalamam. En arkalarda da olsam ben de mutlaka o yığınların içinde olmayı isterim, olacağım da… O yığınlar dediğim de bugün toplumun en az yüzde 60’ı…
Şu an her şey arayış
- Nasıl yapılacak bu; bir masaya oturup ilkeler belirlenecek, sonra onun altına imzalar atılacak, ondan sonra da bir lider mi çıkarılacak, nasıl olacak?
Öyle bir heyecan yaratmamız lazım ki bu ancak büyük bir proje olarak ortaya çıkarsak olur. Partileri, isimleri aşan, halka ulaşan bir proje. Böyle bir projenin “sosyal demokrat parti” adı altında olması dahi gerekmiyor. İhtiyacın belirlediği şeylere bakmak lazım, yani proje kendisini üretir. Ama onun dışında “Yarın için şöyle bir şey yapılabilir” netliğinde konuşmak da şu anda çok mümkün değil. Yine de ben şunu söyleyebilirim: Sol çıksın yarın desin ki bu yerel seçimlerde, “Şu ilde şu ismi destekliyoruz, bu ilde bunu destekliyoruz.”
- CHP de dahil mi buna?
CHP mutlaka olmalı.
- CHP ve DTP de mi?
Bugünkü ilişkileri dikkate aldığımız zaman asla bir araya gelemezler gibi gözüküyor, ama bir de neresinden bakarsanız bakın, hangi ölçüler içinde görürseniz görün, bunlar aslında aynı alana ait insanların oluşturduğu üst yapılar. Yani aslında tabanda bir CHP’li de demokrasi ihtiyacından söz ediyor, bir DTP’li de varlığının güvencesinin Türkiye’de demokratik sürecin akışkan hale gelmesi olduğunu biliyor. Bu köken birçok psikolojik engelin aşılmasında yardımcı olabilir, ama dediğim gibi “Nasıl yapmalıyız” sorusunun bugün hiç kimsede bir yanıtı olduğunu düşünmüyorum. Şu anda her şey bir arayış noktasında.
Dil ve iletişim sıkıntısı
- Peki o zaman ne yapılmaması gerektiğini söyleyin…
Onu söylerim: Sol artık bu dili kullanmasın, çünkü hem halkla iletişim kuramıyor hem de solun diğer gruplarıyla… Ortak bir dil bulamamak da şöyle sonuçlara yol açıyor: Diyelim bir iki girişimde bulunuluyor, bir şeyler yapalım diye, o arada bir tıkanma olduğu zaman bunun yarattığı çözümsüzlük bu sefer herkesi “Tamam öyleyse, biz de kendi yolumuza gidiyoruz” şeklindeki bir tepkiye götürüyor. Burada asıl olan şudur: Türkiye toplumunun ihtiyaçları konusunda samimi olmak ve problemlerin çözüm yolunun birliktelikten geçtiğini düşünerek o noktada bu samimiyeti bütün ilişkilere ve araçlara taşımak.
YAĞMURDERELİ YORUMLUYOR:
SERMAYE: Oluşturulacak bir kitle partisinin aslında sermayeyle de başka türlü bir ilişki kurmayı denemesi gerekebilir; referanslarını doğru koyarsa bu da mümkün. Mesela AKP’nin uyguladığı iktisadi politikada üretim ve istihdam yok. Oysa ihracatı teşvik eden, uluslararası sermayeyi yatırımlara yönelten ve bu politikalar üzerinden üretimi ve istihdamı arttıran, dolayısıyla gelir dağılımını düzenleyip, yoksullukla mücadele edebilen bir politika bugün Türkiye’de herkesin işine gelir.
TÜRBAN: Türban dediğiniz şey aslında üniversite özgürlüğüyle ilgili bir şeydir. YÖK’ü tartışmaya başladığınız zaman bütün bu sorunların çözümü de belki onun içinden çıkabilir. Bilimi merkeze alan bir hayat tarzı üniversite içinde türban dâhil her türlü sorunu çözer ve bu kimseyi rahatsız etmez.
TEHLİKE: AKP’nin kullandığı terim şu: “Sol belediyeler kıyılarda kaldılar, onların hepsini denize dökeceğim.” Peki, bu ülkede insanlık değerlerini savunanlar denize döküldüklerinde geride nasıl bir ülke kalacak bunu düşünmek gerekiyor. Tehlike gerçekten vardır ve bunun tedbirini almak gerekir. Bu tehlikeyi yaratan da tek başına AKP değildir, AKP ve bağlaşıklarıdır, ama esas olarak da solun içinde bulunduğu etkisiz durumdur…
SOSYAL DEVLET: Laikliğe karşı eylemlerde odak olduğu için Anayasa Mahkemesi AKP’ye ceza verdi. Peki, laiklikle aynı maddede yer alan sosyal devlet, o da Cumhuriyetin vazgeçilemez, değiştirilemez niteliklerinden biri değil mi? Asıl o AKP tarafından tamamıyla tasfiye edilmiş durumda. Başsavcı asıl sosyal devlete karşı eylemlerde odak olduğu için dava açsa AKP’yi kapattırırdı ve çok da haklı olurdu.
AKP’NİN FAYDALARI: Solun bölünmek için AKP’ye ihtiyacı yok. AKP solu bölmedi de, ama en azından bu “liberal solculuk” uydurması üzerinden solu düşünmeye sevk etti. Aslında AKP’nin toplum için şöyle bir iyi tarafı oldu: Türban dedi, insanlar bunun kitapta yeri var mı diye araştırmaya başladılar; faizi AKP ile ilişkilendirerek tartıştılar, AKP’nin ne kadar Müslüman ya da demokrat olup olmadığı noktasında insanları düşünmeye sevk etti. Sol da kendi referanslarını hatırlar duruma geldi ve şunu apaçık gördü ki demokrasi emeği ve özgürlükleri savunmadan kazanılacak bir şey değildir.
SOL, ÇIKIŞINI ARIYOR
CHP üzerinden tedavinin şu aşamada hiçbir yolu yok. 2005’te ‘CHP artık vakıf olsun’ demiştim, ben hâlâ aynı düşüncedeyim. Yeni bir sol parti de zor, çünkü yine aynı hastalık olacak. Yeni sol arayışındakiler önce kendi aralarında liderleri belirlesin. Gerekirse dört aday seçsinler, hangisi sivriliyorsa o lider olsun. Bir de mutlaka sağlam ideolojik temele dayansınlar
Livaneli’nin, soldaki bölünmüşlüğün Türkiye’ye neler kaybettirdiğini anlatırken örnek gösterdiği “tarihi” 1994 İstanbul yerel seçiminde DSP, CHP ve SHP’nin oylarının toplamı 34.08, dönemin RP’sinin aldığı oy ise 25.19. Son 2004 yerel seçiminde yine İstanbul’da AKP’nin oy oranı 45.35. DSP, CHP ve SHP’nin toplamı 33.85.
ZÜLFÜ LİVANELİ:
Siyasetin bir şekilde hep içinde olan Zülfü Livaneli’yle halk arasında şarkılar, türküler, romanlar, filmler, konserler, günlük köşe yazıları üzerinden, ta 1980 öncesine uzanan özel bir iletişim hattı var. Üstelik bu özel hat sadece Türkiye’yle değil, dünyayla da bağlantılı… Kim ne derse desin, siyasetle uğraşanların yakalamakta çok zorlandığı bir güç bu ve elbette bir sanatçı olmanın avantajı da büyük. Ama Livaneli siyasetten bütün ümidini kaybetmiş durumda. Ve hatta hayli öfkeli… Onun bu ümitsizliği, öfkesinin nedenleri zaten solun da bir profilini veriyor:
LİVANELİ YORUMLUYOR
MUSTAFA KEMAL: Mustafa Kemal solcu değildi, biz de hiçbir zaman Kemalist değildik. Mustafa Kemal’ı birtakım üstün ve insani özellikleriyle değerlendirmek başka, ama Kemalist olmak başkadır. Kemalizm solun önünde engel olmuştur, ama Mustafa Kemal değil. Çünkü iki Mustafa Kemal vardır: Biri Nazım Hikmet’in “En devrimci baş sensin” dediği, Yaşar Kemal’in “Teneke” oyununda başkumandan olarak övdüğü ve o dönemin bütün solcularının “mazlum milletlerin lideri” olarak gördüğü Mustafa Kemal...
ORDU: Bir de bizim ordunun Latin Amerika orduları gibi bütün yurtseverlere, bütün okuyan yazan insanlara işkence yaptığı ve bunu Kemalizm adına yaptığı bir Mustafa Kemal var. Ordunun Kemalizm maskesi altında yaptıklarını yapmaya hakkı yoktu. Türkiye’nin bu noktaya gelmesindeki bir numaralı sorumlu ordudur. Soğuk savaş döneminde tamamen yanlış bir tahlil yaptı. “Solun karşısındaki herkes benim dostumdur” deyip önce ülkücüleri yarattı, sonra dincilerle kol kola girdi. Ve ordu ne yazık ki hala yanlış tahlil yapıyor.
KÜRTLER: Ahmet Türk benim sezdiğime göre müthiş bir kilit rol oynamak istiyor, ama o kadar zor durumda ki, bütün provokasyonların ortasında, çok mayınlı bir arazide yürümeye çalışıyor. Ben şu anda Türkiye’de en zor rolde Ahmet Türk’ü görüyorum. O bence sağduyulu ve dengeli biri, keşke başarılı olsa diyorum. Çünkü bu mesele Türkiye demokrasisini ve Türkiye toplumunu zehirledi, çürüttü. Türkiye’yi düzeltmek istiyorsak, önce Kürt sorununu çözmek gerekiyor.
NORMAL: Artık “normal” insan olmak çok zor. Çevrende davullar, borazanlar çalarken hiçbir tarikata üye olmadan, yalnız kalabilmeyi başarmak çok zor. Bu tarikat dinci olabilir, laik olabilir, ulusalcı olabilir, orducu olabilir, liberal olabilir. Kimse alınmasın, ama ben bu anlamda kafamı kimseye kiraya vermedim. Ve üzülerek görüyorum ki aydın çevrede, siyasi çevrede, medyada, profesyoneller arasında “normal”leri çok az, ama halktan konuştuğum hemen hemen herkes böyle.
- 12 Eylül’ün sola neler yaptığı malum, peki sol, sola neler yaptı?
Sol özellikle iki noktada kendine büyük zarar verdi. Birincisi, Türkiye 1990 başlarından itibaren üç kutba bölündü: Dinci, Kürtçü ve milliyetçi. İnsanlar sanki Türkiye’nin etrafına üç dev mıknatıs yerleştirilmiş gibi bu kutuplardan birine çekildiler. Eski yoldaşların bile biri kendini milliyetçi kutupta buldu, biri Kürtçü, biri dinci kutupta.
Milliyetçilik tuzağı
- Sol en çok hangi kutba çekildi?
Solun ciddi bir bölümü ne yazık ki kendi yerinde güçlü duramadı ve daha çok milliyetçilik tuzağına düşürüldü. Bugün Ergenekon’a giden yolun taşlarını daha o günlerden döşeyen insanlar oldu. Ben 1990’larda “Ulusal solun tercümesi nasyonal sosyalizmdir, bu da Nazi demektir. Sol asla milliyetçi olmaz, sadece patriot, yani yurtsever olur” diyen, Kassandralık* yapan belki bin yazı yazdım.
- Ne tepkiler almıştınız?
Bazı arkadaşlar bana müthiş kızıyordu. Milliyetçilik yerine ulusalcılık deyince bir şey değişiyormuş gibi bunu savunuyorlardı. “Ulusalcılık” deyince kendilerini rahatlatıyordu birileri, ama hadi çevirin kardeşim ulusalcılığı, karşılığı nasyonalizm. Hadi bakalım şimdi savunun dünyanın bir yerinde de bunu görelim. Almanya’da nasyonalizm lafını telaffuz dahi edemezsiniz.
- İş nereye vardı sonunda?
Bu kutuplaşma o kadar garip bir sonuç doğurdu ki, insanlar kendilerine işkence yapanlarla kol kola girdiler. İşkenceciyle kurban nasıl olur da aynı siyasi hareket içinde buluşur? Susurluk’ta ışıklarını açıp kapatan insanlar buna itibar eder mi; bizim ne alakamız var milliyetçilikle, kendi cellâtlarımızla? Yani hiç mi çizgi kalmadı? İnsanlar o zaman tekrar sağlarına sarımsak, sollarına soğan bağlasın; bu kadar karıştırılır mı? Bunun adı resmen “milliyetçiliğe yamanmış sol”du ve bu, Türkiye’de gerçek sol zemine büyük zarar verdi.
İkinci hata hırslar
- Bu birincisi; ya peki solun ikinci büyük hatası?..
İkincisi, solun kendi içindeki rekabet duygularını, hırslarını aşamamış olması…
- Bu kaç yılın hikayesidir?
1951 tevkifatında bile böyleymiş bu. Solcuları hapsederler, içerdeki solcular birbirine düşermiş, “Vay sen ihbar ettin, vay sen şu oldun, bu oldun” diye. Zavallı Nazım Hikmet’in şair yüreğini kemirenlerin çoğu yine kendi komünist partisindeki yoldaşlarıdır. Hikmet Kıvılcım’ın Nazım için yazdığı kitabı daha hiçbir sağcı yazmadı. Şimdi bu hastalık hâlâ devam ediyor.
- AKP’nin de herhalde çok işine yarıyordur?..
Yarar tabii, çünkü onlar tam tersini yapıyor. Partiyi kuracakları zaman Abdullah Gül’ün milletvekili olma yasağı yok; Bülent Arınç partinin ağabeyi; Şener var; ama “Halk seviyor, Genel Başkan Tayyip kardeşimiz olsun” dediler. Sol ise kamuoyunun önüne çıkıp alkış alan birini gördüğü zaman hemen “Biz bunu nasıl öldürürüz”ün hesabını daha o geceden yapmaya başlar.
1994'te sol kendini baltaladı
- Siz bunu 1994’ten iyi biliyorsunuz değil mi?
Ben ömrüm boyunca bunun aşılması için uğraştım.1994 belediye seçimlerinde de İstanbul’dan solun ortak adayı olmak için ortaya çıktım, bütün liderlerle konuştum, ama bir baktım ki hepsi hayatlarının en büyük mücadelesini bana karşı veriyorlar. 1994’te en vahşi şekilde benim karşımda olanları ben size sayayım: Baykal’ın CHP’si, Ecevit’in DSP’si, SHP adayı olmama rağmen SHP’nin kendisi, Cumhuriyet gazetesinin bazı yazarları, kendine sol diyen bir sürü örgüt, Aydınlık hareketi, daha aklıma gelmiyor. Bunların hepsi bana linç hareketi başlattılar. Ne oldu? 1994’te Türkiye’nin tarihi değişti. Çok az bir puan farkla Tayyip Erdoğan öne geçti. Ankara belediyesinde de aynısı yaşandı. Bütün yerel yönetimlerde sol birbirini baltaladı. Tayyip Erdoğan mübarek olsun o zaman size, başınıza aldınız, helal olsun.
CHP artık vakıf olsun
- Sizce bu hastalığı CHP üzerinden tedavinin bir yolu yok mu?
Bana göre şu aşamada hiçbir yolu yok. 2005’te yine sizinle yaptığımız söyleşide “CHP artık vakıf olsun” demiştim, ben hâlâ aynı düşüncedeyim. Halka soracak olsanız da halkın resmen bağrı yanıyor ve anlamıyorlar; “Nasıl oldu, Türkiye buralara nasıl geldi, Türkiye nasıl teslim edildi, aydınlar nasıl ihanet etti, CHP nasıl hâlâ Baykal’ın elinde”, anlamıyorlar ve isyan ediyorlar.
- Ya peki yeni bir sol parti; böyle bir girişimden heyecan duyar mısınız?
Doğrusu zor, çünkü yine aynı hastalık olacak. Yine kim genel başkan olacak dendiğinde kitlelerin itibar ettiği, arkasından gittiği insanların genel başkan olmaması için her şey yapılacak. Bir ara içinde 50 milletvekilinin olacağı bir örgüt kuruyorduk, epey ciddi bir güç olabilirdik, ama yine bu sorun yüzünden o da dağıldı. Çünkü solda saray darbeleri, komplo gelenekleri var, bundan kurtulamıyor.
Önce lideri seçsinler
- Siz bu deneyimlerinizin sonunda yeni sol arayışındaki kümelenmelere ne tavsiye edersiniz?
Damdan düşen halden bilir, o yüzden ne olur bana bir daha gelip de “Biz aramızda eşitiz, yola çıkacağız, hareket kendi liderini bulacak” demesinler, “Bu ben senin canına okuyacağım, herkes birbirini bıçaklayacak” demektir. Önce kendi aralarında liderlerini belirlesinler. Gerekirse dört aday seçsinler, dört ayrı kamuoyu araştırma şirketiyle halka sorsunlar, hangi isim daha sivriliyorsa onu lider yapsınlar. Kimse buna gelmiyor, kimse kabul etmiyor, ama en önemlisi bu. Bir de mutlaka sağlam bir ideolojik temele dayansınlar. Solun bir enternasyonalizmi vardır, ona sahip çıksınlar.
* Yunan mitolojisinin bir kahramanı olan Kassandra etrafındakileri hem Truva savaşının hem de Truva atının getireceği tehlikelere karşı uyarmaya çalışmış, ancak onu dinleyen olmamıştır.
AVUKAT EŞBER YAĞMURDERELİ:
Yağmurdereli, 2002 seçimlerinden önce de basında açık bir mektup yayımlayarak “Solda birlik çağrısı” yapmış, ancak erken seçim kararı dönemine denk gelince çağrısı olumlu bir sonuca ulaşmamıştı.
İhtiyaçlara görebir süreç başlatılmalı
CHP’nin kendisini dışında tuttuğu kesimlerin bir parti arayışı var. Bugün, mevcut durumdan rahatsız herkesin kendi ihtiyaçlarından dolayı katılabilecekleri bir siyasi süreç başlatmak gerekiyor.
Bu sürece katılacakların illa parti olması gerekmiyor. Partilerin aritmetik toplamından geçmiyor bu dediğim. Tek tek isimlerle de olmaz. Sol bir kitle partisi olmalı. Yani içinde herkes olmalı
Solun öne çıkan isimlerinden avukat Eşber Yağmurdereli siyasetin hemen tüm kanatları tarafından sevilen, herkesle diyalogu olan ender figürlerden biri. Adı bir süre önce Murat Karayalçın’ın gelecek 9 Mayıs’ta bırakacağı SHP Genel Başkanlığı için geçti. Yine bir süre önce CHP’nin zirvesinden partiye davet aldığı konuşuldu. “Benim bu tip hiçbir düşüncem yok” diyen Yağmurdereli, asıl kendi düşüncelerini bakın nasıl anlattı:
- Solda trafik canlanmış vaziyette; bu kesin, ama acaba hangi yöne akıyor, sizin gözleminiz ne?
40-50 yıldır bu ilişkilerin içinde bulunan ve tabii değişik kesimlerle de konuşan biri olmanın avantajıyla sanırım size şunu söyleyebilirim: Herkes kendisinin de içinde bulunduğu, ama sadece kendisine benzeyenlerin yan yana gelmeleriyle yeterli olmayacağını düşündüğü bir açılımın arayışı içinde.
- Biraz daha tarif eder misiniz?
Yani eskiden solun değişik örgütlenmeleri, belli asgari müştereklerde birleşmek suretiyle Türkiye’de sol adına bir çekim odağı olabileceklerini düşünüyorlardı. Ama bugün bu aritmetik toplamın Türkiye’nin karşı karşıya kaldığı sorunları çözmekte yeterli bir güç oluşturamayacağı anlaşılmış vaziyette. Elbette solun kendi tarihsel ve toplumsal vazgeçilmezlerini hesaba katan, ama toplumun geniş kesimlerinin ihtiyaçlarını da örgütleyebilecek yeni bir siyasi yapılanmaya gereksinim var. Hatta bu ihtiyaç o kadar var ki CHP bu konuda insanları asgari ölçülerde umutlandırabilecek bir konumda olsa, oralarda bile bu arayışlar sürdürülebilirdi. Tıpkı 1970’ler CHP’sinde olduğu gibi…
Yeni bir süreç başlatılmalı
- Sosyalistler bugün eğer bunu dahi kendi aralarında tartıştıysa sol cephe bu kez gerçekten seçim kazanmayı istiyor demektir; peki gelinen son nokta ne?
Gelinen nokta şöyle: CHP’nin kendisini dışında tuttuğu kesimlerin bir parti arayışı var. Bu arayıştakilerin yakın taktik hedefi de yerel seçimler. Çünkü yerel seçimlerde bir psikolojik avantaj yaratılırsa bunun genel seçimlerde daha güçlü yan yana gelişlere imkân sağlayacağını düşünüyorlar.
- Planlanan partiden kasıt, bir çatı partisi mi?
Bu tam anlamıyla bir çatı partisi değil. Bugün çatı partisi dediğiniz zaman DTP ile diğer birkaç siyasi partinin arayışları akla geliyor. Oysa artık bugün, mevcut durumdan rahatsız herkesin kendi ihtiyaçlarından dolayı katılabilecekleri bir siyasi süreç başlatmak gerekiyor.
- O ihtiyaçları nasıl tanımlayacağız?
Günlük bir gazeteyi açtığım zaman beni hangi haberler rahatsız ediyorsa, o rahatsız eden olayların temelinde nasıl bir siyaset anlayışı yatıyorsa, işte siyaseten onlar benim ihtiyaçlarımdır; bu kadar basit.
Bir kitle partisi olmalı
- Bu siyasi sürecin içine girecek partileri kimler belirleyecek, onun ölçüsü ne?
Yok, zaten bu sürece katılacakların illa parti olması gerekmiyor. Partilerin aritmetik toplamından geçmiyor bu dediğim. Tek tek isimlerle de olmaz. Mesela şu çağrı bana gerçekçi gelmiyor: “Ahmet sosyalisttir o gelsin, Mehmet liberaldir o da gelsin, Hasan nedir, sosyal demokrattır, o da bu işin içinde olsun…” Bunlar işi kategorize etmek.
- Peki ne olmalı?
Sol bir kitle partisi olmalı. Yani içinde herkes olmalı. Belki bu arayışın asgari ihtiyaç noktaları bana yeterli gelmeyebilir, ideolojik olarak kendimi orada iyi hissetmeyebilirim, ama sıradan insanların özgürlük ve yoksulluktan kurtulma taleplerini karşılayan bir kitle partisinin de dışında kalamam. En arkalarda da olsam ben de mutlaka o yığınların içinde olmayı isterim, olacağım da… O yığınlar dediğim de bugün toplumun en az yüzde 60’ı…
Şu an her şey arayış
- Nasıl yapılacak bu; bir masaya oturup ilkeler belirlenecek, sonra onun altına imzalar atılacak, ondan sonra da bir lider mi çıkarılacak, nasıl olacak?
Öyle bir heyecan yaratmamız lazım ki bu ancak büyük bir proje olarak ortaya çıkarsak olur. Partileri, isimleri aşan, halka ulaşan bir proje. Böyle bir projenin “sosyal demokrat parti” adı altında olması dahi gerekmiyor. İhtiyacın belirlediği şeylere bakmak lazım, yani proje kendisini üretir. Ama onun dışında “Yarın için şöyle bir şey yapılabilir” netliğinde konuşmak da şu anda çok mümkün değil. Yine de ben şunu söyleyebilirim: Sol çıksın yarın desin ki bu yerel seçimlerde, “Şu ilde şu ismi destekliyoruz, bu ilde bunu destekliyoruz.”
- CHP de dahil mi buna?
CHP mutlaka olmalı.
- CHP ve DTP de mi?
Bugünkü ilişkileri dikkate aldığımız zaman asla bir araya gelemezler gibi gözüküyor, ama bir de neresinden bakarsanız bakın, hangi ölçüler içinde görürseniz görün, bunlar aslında aynı alana ait insanların oluşturduğu üst yapılar. Yani aslında tabanda bir CHP’li de demokrasi ihtiyacından söz ediyor, bir DTP’li de varlığının güvencesinin Türkiye’de demokratik sürecin akışkan hale gelmesi olduğunu biliyor. Bu köken birçok psikolojik engelin aşılmasında yardımcı olabilir, ama dediğim gibi “Nasıl yapmalıyız” sorusunun bugün hiç kimsede bir yanıtı olduğunu düşünmüyorum. Şu anda her şey bir arayış noktasında.
Dil ve iletişim sıkıntısı
- Peki o zaman ne yapılmaması gerektiğini söyleyin…
Onu söylerim: Sol artık bu dili kullanmasın, çünkü hem halkla iletişim kuramıyor hem de solun diğer gruplarıyla… Ortak bir dil bulamamak da şöyle sonuçlara yol açıyor: Diyelim bir iki girişimde bulunuluyor, bir şeyler yapalım diye, o arada bir tıkanma olduğu zaman bunun yarattığı çözümsüzlük bu sefer herkesi “Tamam öyleyse, biz de kendi yolumuza gidiyoruz” şeklindeki bir tepkiye götürüyor. Burada asıl olan şudur: Türkiye toplumunun ihtiyaçları konusunda samimi olmak ve problemlerin çözüm yolunun birliktelikten geçtiğini düşünerek o noktada bu samimiyeti bütün ilişkilere ve araçlara taşımak.
YAĞMURDERELİ YORUMLUYOR:
SERMAYE: Oluşturulacak bir kitle partisinin aslında sermayeyle de başka türlü bir ilişki kurmayı denemesi gerekebilir; referanslarını doğru koyarsa bu da mümkün. Mesela AKP’nin uyguladığı iktisadi politikada üretim ve istihdam yok. Oysa ihracatı teşvik eden, uluslararası sermayeyi yatırımlara yönelten ve bu politikalar üzerinden üretimi ve istihdamı arttıran, dolayısıyla gelir dağılımını düzenleyip, yoksullukla mücadele edebilen bir politika bugün Türkiye’de herkesin işine gelir.
TÜRBAN: Türban dediğiniz şey aslında üniversite özgürlüğüyle ilgili bir şeydir. YÖK’ü tartışmaya başladığınız zaman bütün bu sorunların çözümü de belki onun içinden çıkabilir. Bilimi merkeze alan bir hayat tarzı üniversite içinde türban dâhil her türlü sorunu çözer ve bu kimseyi rahatsız etmez.
TEHLİKE: AKP’nin kullandığı terim şu: “Sol belediyeler kıyılarda kaldılar, onların hepsini denize dökeceğim.” Peki, bu ülkede insanlık değerlerini savunanlar denize döküldüklerinde geride nasıl bir ülke kalacak bunu düşünmek gerekiyor. Tehlike gerçekten vardır ve bunun tedbirini almak gerekir. Bu tehlikeyi yaratan da tek başına AKP değildir, AKP ve bağlaşıklarıdır, ama esas olarak da solun içinde bulunduğu etkisiz durumdur…
SOSYAL DEVLET: Laikliğe karşı eylemlerde odak olduğu için Anayasa Mahkemesi AKP’ye ceza verdi. Peki, laiklikle aynı maddede yer alan sosyal devlet, o da Cumhuriyetin vazgeçilemez, değiştirilemez niteliklerinden biri değil mi? Asıl o AKP tarafından tamamıyla tasfiye edilmiş durumda. Başsavcı asıl sosyal devlete karşı eylemlerde odak olduğu için dava açsa AKP’yi kapattırırdı ve çok da haklı olurdu.
AKP’NİN FAYDALARI: Solun bölünmek için AKP’ye ihtiyacı yok. AKP solu bölmedi de, ama en azından bu “liberal solculuk” uydurması üzerinden solu düşünmeye sevk etti. Aslında AKP’nin toplum için şöyle bir iyi tarafı oldu: Türban dedi, insanlar bunun kitapta yeri var mı diye araştırmaya başladılar; faizi AKP ile ilişkilendirerek tartıştılar, AKP’nin ne kadar Müslüman ya da demokrat olup olmadığı noktasında insanları düşünmeye sevk etti. Sol da kendi referanslarını hatırlar duruma geldi ve şunu apaçık gördü ki demokrasi emeği ve özgürlükleri savunmadan kazanılacak bir şey değildir.
Kaynak: Buradan..