icemen
New member
- Katılım
- 7 Şub 2007
- Mesajlar
- 20,136
- Reaction score
- 0
- Puanları
- 0
Yeni ve güzel bir güne uyanmıştı insanlar.
Geçim derdinde olanlar işe yetişme telaşındaydılar.
Okuyanlar okulun, simitçi fırından aldığı sıcak simitlerini kahvaltı menülerine satıp da yolunu bulabilmenin derdindeydi.
Trafik denen keşmekeş yine seyretmeye başlamıştı caddelerde ufaktan.Işıklarda araba camlarını silerek üç beş kuruş kazanan talihsiz çocukların ilk ‘vurgun’ fırsatlarıydı.
İnsanların birbirlerine uykulu gözlerle ‘’ Günaydın’’ dedikleri bir zaman dilimiydi.
Bense daha başımı yastığa yeni koymuş, gözlerimi tavana dikmiş, akşamki kupa finalini düşünüyordum.
Geceden tatmayı planladığım o güzel uykunun içine etmişti şu maç. Kalkıp birkaç satır kelam edip içimi döktükten sonra rahat bir uyku çekebilirdim artık.
Yenilme ihtimalimizi düşünmedim hiç, birnevi deli cesaretiydi. Resmen yeneceksiniz deyip sonunu yine bir temenniyle, aslında kendi adıma bir yalvarışla bitirmiştim.
Dosta düşmana karşı güldürün yüzümüzü demiştim, güldürün ki boşa gitmesin bu satırlar.
Giydiğiniz formanın ve o kutsallığın sol tarafında, tam kalbinizin üstüne denk gelen kısımda var olan armayı hissedin, o formanın kimlerin sırtından geçerek sizlere ulaştığını düşünün ve ne olur, Allah aşkına bunun için oynayın.
Beni duyduklarından değil tabi ki, fakat o gün her ne olursa olsun sebebi kartallar gibi bir mücadelenin ardından vakur başımızı dik hale getirmişti Beşiktaş ve biz dosta düşmana karşı kadehleri keyiften kaldırabiliyorduk nihayet.
Akabinde gelen şampiyonluk da adeta cila olmuştu bu çakırkeyfliğe ve biz alelade ‘Şerefe’ler yerine dolu dolu ‘’Şeref’e…’’ diyorduk artık gözlerimizde alemlere nispet bir mutluluk ve gururla.
Beşiktaş kadar Beşiktaşlılığı sevdiğimizi, senelerce şampiyon olamasak da sinek sıklette gram eksilmeyeceğini bağıra çağıra beklemiştik.Cebinde sadece bir sıcak çorbaya parası yetecek adamın kaşık kullanmadan karnını doyuruşu gibi, o ekmeği çorbaya banıp banıp yerkenki açlığı gibi açtık ve şimdi bizden fazla doymayı hak etmiyordu kimseler.
Velakin kısa sürdü, ya da meşhur etme vaadiyle kandırdıkları ikinci sınıf aktrislerin filmlerini oynatmaya direten satılmış sinemacılar tarafından kısa metraj gösterilmeye çalışıldı bu film.
Yeniden renklere boyandı gereksizce her yer ve çakallar baş, kuzular kurt oluverdi.
Buna rağmen içimizdeki umut kırıntılarını ekmeye çalışırken çorak arazilere, belki meyve vereceklerini düşünürken betonarme gönüllerde dahi; -hani her daim umuda olan ihtiyaçtandır belki de bilinmez- nerede bir umut cümlesi görsek tünelin ucundaki ışık misali insanüstü bir çabayla ve düşe kalka dizlerimizin üzerinde bile olsa oraya yürüyesimiz var şimdi.
Velhasıl ilk bakışta ‘’Ne diyor bu adam?’’ denilebilecek bir cümle gördüm.Çok basitti, birbirine benzer, hatta birbiriyle aynı olan iki kelimenin bir araya gelişiydi ama içerdiği anlam belki de hayata bile her gün neden gözlerimizi açtığımızın özetiydi.
‘’Bitmeden bitmez.’’ diyordu o güzel cümle…
Her türlü çamuru atıp kirletmeye çalışsalar da masum beyazımızı, üç beş maçla şampiyonu linç etme kampanyaları başlatılmış olsa da ve kendilerine babalık yapanların sözünü tutmasına çanak tutsa da bu bozuk çarkın bütün dişlileri, biz artık ezbere biliyorduk ki tünel bitmeden ucunda bir ışık görme umudumuz da bitmemeliydi.
Dosta düşmana karşı derkenki inancımızı bize aşılayan vasıfların hepsini hala taşıyordu bu takım en nihayetinde.
Hala ‘’Şeref’inle oyna, Hakkı’nla kazan’’ diyebileceğimiz iki gurur timsali vardı mazisinde.
Hala göğsüne şanlı bayrağı alma şerefine erişebilen tek takımdı.
Hala siyahın vakarı, beyazın temizliği vuruyordu kirlenmiş yüzlere tokat misali.
Ve o forma, o ruh, o inanç çok şeylere gebeydi.
Bunlar var olduğu sürece topun üç direğin arasından geçmesi hiç zor değildi.
Bizim bizden başka dostumuz yok, düşmansa bitmek tükenmek bilmiyor bildiğiniz üzere…
Kanımca şimdi yine dosta düşmana ‘’Aklınızı başınıza devşirin’’ demenin vaktidir.
Beşiktaş’ın ağır taş olduğunu ve fırtına koparıp yıkılmasını bekleyenlere cevaben ancak ve ancak onların üzerine yıkılabileceğini göstermenin zamanıdır.
Bu takıma ve bu hocaya işkembeden sallayıp aklısıra üzerimize poyraz estirenlere vereceğimiz cevap şimdiden hazır, lâkin Beşiktaş’ın zaferini beklemektedir.
Zira rüzgar kayadan yalnızca üzerindeki tozları alabilir, daha fazlası hayalden ileri gelir.
Şimdi siz adına ister totem deyin isterseniz evvelden tutmuş bir numaradan medet ummak olsun yaptığım; ben bir kez daha umut iklimine doğru çıkıyorum yola ve biliyorum ki benimle birlikte bir inanmış kitle de aynı yolun yolcusu.
Yerlerimizi aldık, nevalelerimiz hazır.Veda cümlelerimiz bile ‘’Şen ola düğün’’ tadında bu yola çıkarken.
‘’Gidip dönmemek, gelip bulmamak var’’ derken tüm yolcular; biz aksine gidip gururla, zaferle dönmeyi ve geldiğimizde safları daha da sıklaşmış, titreyip silkinmiş ve inanmış, sevdasını haykıran bir siyah beyaz dünya bulmayı bekliyoruz.
Kaşık kullanmadan ve ekmeği banarak harp çıkacakmışcasına hızla tüketip o zafer çorbasını, Beşiktaş’ın sevincine doyabilmek istiyoruz.
Soğuk bilinen o diyarda, kalın giyinmeye hacet olmadan anadan üryan olup Beşiktaş özsuyuyla yıkanarak arınmak ve daha sonra kalın giyinmeye hacet olmadan Beşiktaş’a, Beşiktaşlılığa, ,inanmışlığa, tünelin ucundaki o ışığa ve en önemlisi de birbirimize sarılıp iliklerimize kadar ısınmak istiyoruz.
Kalbimizin orta yerindeki o malum yangını söndürmeye yeltenen tazyikli sulara inat biz Beşiktaş ateşini yakacağımıza, inanmayanlar için o ateşi cehennem edeceğimize inanıyoruz.
Yeter ki sen inan kendine.
Yeter ki kalk ayağa ve yürü güneşe…
Yalvarıyorum sana aşkların en güzeli;
Yarın Moskova’dan başlayarak ve daha sonra durmaksızın bilimum soğuk iklimlerde bir tek, bir tek sen ısıt içimi…
Döndüğünüzde Moskova Flarmoni Orkestrası’na nazire yaparcasına büyük Beşiktaş korosunu bulacaksınız.
Haydi gelin serinin devam filmini çekelim.
Dosta düşmana karşı güldürün yüzümüzü…
alıntı:forza
Geçim derdinde olanlar işe yetişme telaşındaydılar.
Okuyanlar okulun, simitçi fırından aldığı sıcak simitlerini kahvaltı menülerine satıp da yolunu bulabilmenin derdindeydi.
Trafik denen keşmekeş yine seyretmeye başlamıştı caddelerde ufaktan.Işıklarda araba camlarını silerek üç beş kuruş kazanan talihsiz çocukların ilk ‘vurgun’ fırsatlarıydı.
İnsanların birbirlerine uykulu gözlerle ‘’ Günaydın’’ dedikleri bir zaman dilimiydi.
Bense daha başımı yastığa yeni koymuş, gözlerimi tavana dikmiş, akşamki kupa finalini düşünüyordum.
Geceden tatmayı planladığım o güzel uykunun içine etmişti şu maç. Kalkıp birkaç satır kelam edip içimi döktükten sonra rahat bir uyku çekebilirdim artık.
Yenilme ihtimalimizi düşünmedim hiç, birnevi deli cesaretiydi. Resmen yeneceksiniz deyip sonunu yine bir temenniyle, aslında kendi adıma bir yalvarışla bitirmiştim.
Dosta düşmana karşı güldürün yüzümüzü demiştim, güldürün ki boşa gitmesin bu satırlar.
Giydiğiniz formanın ve o kutsallığın sol tarafında, tam kalbinizin üstüne denk gelen kısımda var olan armayı hissedin, o formanın kimlerin sırtından geçerek sizlere ulaştığını düşünün ve ne olur, Allah aşkına bunun için oynayın.
Beni duyduklarından değil tabi ki, fakat o gün her ne olursa olsun sebebi kartallar gibi bir mücadelenin ardından vakur başımızı dik hale getirmişti Beşiktaş ve biz dosta düşmana karşı kadehleri keyiften kaldırabiliyorduk nihayet.
Akabinde gelen şampiyonluk da adeta cila olmuştu bu çakırkeyfliğe ve biz alelade ‘Şerefe’ler yerine dolu dolu ‘’Şeref’e…’’ diyorduk artık gözlerimizde alemlere nispet bir mutluluk ve gururla.
Beşiktaş kadar Beşiktaşlılığı sevdiğimizi, senelerce şampiyon olamasak da sinek sıklette gram eksilmeyeceğini bağıra çağıra beklemiştik.Cebinde sadece bir sıcak çorbaya parası yetecek adamın kaşık kullanmadan karnını doyuruşu gibi, o ekmeği çorbaya banıp banıp yerkenki açlığı gibi açtık ve şimdi bizden fazla doymayı hak etmiyordu kimseler.
Velakin kısa sürdü, ya da meşhur etme vaadiyle kandırdıkları ikinci sınıf aktrislerin filmlerini oynatmaya direten satılmış sinemacılar tarafından kısa metraj gösterilmeye çalışıldı bu film.
Yeniden renklere boyandı gereksizce her yer ve çakallar baş, kuzular kurt oluverdi.
Buna rağmen içimizdeki umut kırıntılarını ekmeye çalışırken çorak arazilere, belki meyve vereceklerini düşünürken betonarme gönüllerde dahi; -hani her daim umuda olan ihtiyaçtandır belki de bilinmez- nerede bir umut cümlesi görsek tünelin ucundaki ışık misali insanüstü bir çabayla ve düşe kalka dizlerimizin üzerinde bile olsa oraya yürüyesimiz var şimdi.
Velhasıl ilk bakışta ‘’Ne diyor bu adam?’’ denilebilecek bir cümle gördüm.Çok basitti, birbirine benzer, hatta birbiriyle aynı olan iki kelimenin bir araya gelişiydi ama içerdiği anlam belki de hayata bile her gün neden gözlerimizi açtığımızın özetiydi.
‘’Bitmeden bitmez.’’ diyordu o güzel cümle…
Her türlü çamuru atıp kirletmeye çalışsalar da masum beyazımızı, üç beş maçla şampiyonu linç etme kampanyaları başlatılmış olsa da ve kendilerine babalık yapanların sözünü tutmasına çanak tutsa da bu bozuk çarkın bütün dişlileri, biz artık ezbere biliyorduk ki tünel bitmeden ucunda bir ışık görme umudumuz da bitmemeliydi.
Dosta düşmana karşı derkenki inancımızı bize aşılayan vasıfların hepsini hala taşıyordu bu takım en nihayetinde.
Hala ‘’Şeref’inle oyna, Hakkı’nla kazan’’ diyebileceğimiz iki gurur timsali vardı mazisinde.
Hala göğsüne şanlı bayrağı alma şerefine erişebilen tek takımdı.
Hala siyahın vakarı, beyazın temizliği vuruyordu kirlenmiş yüzlere tokat misali.
Ve o forma, o ruh, o inanç çok şeylere gebeydi.
Bunlar var olduğu sürece topun üç direğin arasından geçmesi hiç zor değildi.
Bizim bizden başka dostumuz yok, düşmansa bitmek tükenmek bilmiyor bildiğiniz üzere…
Kanımca şimdi yine dosta düşmana ‘’Aklınızı başınıza devşirin’’ demenin vaktidir.
Beşiktaş’ın ağır taş olduğunu ve fırtına koparıp yıkılmasını bekleyenlere cevaben ancak ve ancak onların üzerine yıkılabileceğini göstermenin zamanıdır.
Bu takıma ve bu hocaya işkembeden sallayıp aklısıra üzerimize poyraz estirenlere vereceğimiz cevap şimdiden hazır, lâkin Beşiktaş’ın zaferini beklemektedir.
Zira rüzgar kayadan yalnızca üzerindeki tozları alabilir, daha fazlası hayalden ileri gelir.
Şimdi siz adına ister totem deyin isterseniz evvelden tutmuş bir numaradan medet ummak olsun yaptığım; ben bir kez daha umut iklimine doğru çıkıyorum yola ve biliyorum ki benimle birlikte bir inanmış kitle de aynı yolun yolcusu.
Yerlerimizi aldık, nevalelerimiz hazır.Veda cümlelerimiz bile ‘’Şen ola düğün’’ tadında bu yola çıkarken.
‘’Gidip dönmemek, gelip bulmamak var’’ derken tüm yolcular; biz aksine gidip gururla, zaferle dönmeyi ve geldiğimizde safları daha da sıklaşmış, titreyip silkinmiş ve inanmış, sevdasını haykıran bir siyah beyaz dünya bulmayı bekliyoruz.
Kaşık kullanmadan ve ekmeği banarak harp çıkacakmışcasına hızla tüketip o zafer çorbasını, Beşiktaş’ın sevincine doyabilmek istiyoruz.
Soğuk bilinen o diyarda, kalın giyinmeye hacet olmadan anadan üryan olup Beşiktaş özsuyuyla yıkanarak arınmak ve daha sonra kalın giyinmeye hacet olmadan Beşiktaş’a, Beşiktaşlılığa, ,inanmışlığa, tünelin ucundaki o ışığa ve en önemlisi de birbirimize sarılıp iliklerimize kadar ısınmak istiyoruz.
Kalbimizin orta yerindeki o malum yangını söndürmeye yeltenen tazyikli sulara inat biz Beşiktaş ateşini yakacağımıza, inanmayanlar için o ateşi cehennem edeceğimize inanıyoruz.
Yeter ki sen inan kendine.
Yeter ki kalk ayağa ve yürü güneşe…
Yalvarıyorum sana aşkların en güzeli;
Yarın Moskova’dan başlayarak ve daha sonra durmaksızın bilimum soğuk iklimlerde bir tek, bir tek sen ısıt içimi…
Döndüğünüzde Moskova Flarmoni Orkestrası’na nazire yaparcasına büyük Beşiktaş korosunu bulacaksınız.
Haydi gelin serinin devam filmini çekelim.
Dosta düşmana karşı güldürün yüzümüzü…
alıntı:forza