MONTANO
New member
- Katılım
- 17 Ara 2007
- Mesajlar
- 2,084
- Reaction score
- 0
- Puanları
- 0
Sizce JİTEM var mı?
Bir dönem MİT Müsteşarlığı yapan Teoman Koman, ki JİTEM’in esin babası olduğu söylenirdi, “JİTEM diyeni ihbar edin”e vardırmıştı işi. 28 Şubat’ın Genelkurmay Genel Sekreteri Erol Özkasnak, “Susurluk ile TSK’yı birlikte anan, JİTEM’den söz eden vatan hainidir” diyordu.
Yıl 2000...
Mehmet Ağar’a soruyorlar: “JİTEM var mı?”
Diyor ki:
“Olsa ne mahzuru var?”
Resmen böyle bir örgüt yok...
Bir dönem MİT Müsteşarlığı yapan Teoman Koman, ki JİTEM’in esin babası olduğu söylenirdi, açıklamalarında “JİTEM diyeni ihbar edin”e vardırmıştı işi...
28 Şubat’ın Genelkurmay Genel Sekreteri Erol Özkasnak, gazetecilerle yaptığı ve bizim de tanık olduğumuz bir sohbette, “Susurluk ile TSK’yı birlikte anan, JİTEM’den söz eden vatan hainidir” diyordu...
Ne âlâ...
Devletin ve askerin JİTEM’i yadsımasına rağmen Susurluk kazasını takip eden günlerde bu birimin varlığını kanıtlayan resmî kayıtlar, yazışmalar, belgeler basında çarşaf çarşaf yayımlandı. Belgeleri içeren kitaplar basıldı...
Ama resmen JİTEM yok...
Eski Batman Valisi Salih Şarman, bir dönem aralarında boğma telleri ve suikast tabancaları da bulunan kayıp silahlar meselesinde kendisini savunurken “JİTEM’e de silah verildi” demişti...
Ama JİTEM yok...
Şimdi de Şemdinli olaylarından sonra soruluyor?
-JİTEM ya da yeni adıyla JİT var mı?
-Jandarma İstihbarat Dairesi’nin operasyon yapma yetkisi var mı?
Bu kez soran TBMM, TBMM’nin İnsan Hakları Komisyonu...
TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu’nun Şemdinli Raporu’nun taslağında şöyle deniyor:
“Jandarma Genel Komutanlığı bünyesinde olduğu yazılı ve görsel basında sıkça bahsedilen JİTEM, JİT gibi birimlerin mevcut olup olmadığı hakkında ilgili kurumlar gerekli açıklama yapmalıdır. Kanun dışı örgütlenmeler ortadan kaldırılmalı ve bu tür örgütlenmelerde kastı veya ihmali bulunanlar hakkında gerekli cezai takibat yapılmalıdır...”
Ne güzel...
Soru çok...
Muhatap yok...
Devam ediyor rapor:
“Başta güvenlik kuvvetleri olmak üzere kamu görevlileri vatandaşların devlete güvenlerini sarsacak söz, eylem ve işlemden kaçınmalıdır. İtirafçı olarak bilinen haber elemanları kanuni görevlerini yaptıktan sonra yeni kimlikler verilerek bölgeden derhal uzaklaştırılmalıdır. Devlet-itirafçı ilişkisine son verilmelidir...”
Peki nedir bu?
Bir itiraf mı?
Yoksa, “ben bu devlette gözlemciyim, devletin asli sahipleri konuşmalı” serzenişi mi?
TBMM İnsan Hakları Komisyonu Şemdinli Rapor taslağında şu da var:
“Olaylara karışan Astsubay Ali Kaya için ‘iyi çocuktur’ diyen Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt’ın yargıyı etkilemeye dönük açıklaması için ‘talihsizliktir’ (...) Büyükanıt TCK’nın 227. maddesine aykırı hareket etmiştir, bu durumdaki bir kişi 2 ila 4 yıl hapis istemiyle yargılanabilir...”
Şu açık: Üstüne gidilmeyen, tedavisi bulunmayan, imha edilmeyen hastalıklar yeniden ürer ve bulaşıcı hâle gelirler...
Aynı JİTEM gibi...
Hatırlayalım Susurluk davasının gerekçeli kararını:
“Silahlı teşekkülün ancak bir bölümü yargılanmıştır; devletin koruma kalkanı bazılarını korumakta ve bu hukukun üstünlüğü ilkesine zarar vermektedir, bu çerçevede yasa dışı uygulamalar, keyfilik vardır. Suç işleyen yüksek bürokrat ve siyasetçiler de yargı önüne çıkarılmalıdır. Ama bunu engellemek için siyasi ve yasal düzenleme ve manevralar yapılmaktadır...”
Oyun tehlikeli oyundur...
Oyun ölüm oyunudur...
Şimdi JİTEM denince dört dava ortada…
Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı’nca bir kısım subay, astsubay ve kamu görevlileri aleyhine suç işlemek için teşekkül oluşturmak, bir suçu söyletmek için işkence yapmak ve taammüden öldürmek suçlamasıyla yürütülen soruşturma dosyasından hareketle tam 13 yıl sonra hazırlanan iddianame var. Ama yargı yeri belli değil, asker-sivil arasında gidip geliyor…
Bir başka iddianame: Genelkurmay Başkanlığı birçok fezlekeye karşın JİTEM mensubu muvazzaf/emekli, subay/astsubay şahıslarla ilgili gerekli soruşturma izni vermiyor…
Şemdinli: Yargıtay 9. Ceza Dairesi bu kez sanıkların asker olduklarından bahisle yargı yerinin askerî mahkeme olması gerektiğine karar vererek dosyayı mahkemesine iade etmiş, iade üzerine Van 3. Ağır Ceza Mahkemesi bozma ilamı doğrultusunda görevsizlik kararı vermişti. Kovuşturma dosyasının Van Asayiş Kolordu Komutanlığı Askerî Mahkemesi’ne gönderilmesinden sonra bu kez bu mahkeme kendisini görevli sayarak görevsizlik itirazlarını red ve sanıkları tahliye ederek yargılamaya devam etti.
JİTEM’e ilişkin bir davada JİTEM mensubu Gültekin Sütçü mahkûm olmuş, ama mahkeme olayın (cinayetlerin) adli bir hadise olduğuna karar verdi…
Sonuç:
Ortada sonuç yok…
Türkiye’yi anlamak için bir anahtar
Gelişmeleri siyasetçi tavırlarıyla, çıkar gruplarıyla açıklamak her zaman anlamlı olmuyor.
Belki en son söylenecek sözü en başta söylemek ve şunu görmek gerek:
Devletçilik anlayışı yarattığı tüm sıkıntılara rağmen, aslında bugüne kadar “toplumsal sistemin ayakta kalabilmesinin yegane garantörü” olmuştur. Devletçiliğin, zenginlik yaratılması ve dağıtılması açısından oynadığı işlev temelde sosyolojiktir. Başka bir deyişle bizde devletçilik “toplumun alt katmanlarından üst katmanlarına doğru hareket etme ya da bir sınıftan diğerine giriş çıkış yapma imkânı sağlayan bir dolaşım sistemi” olmuştur. Devletçi anlayış, köyden gelenin cumhurbaşkanı olmasından tutun milyarder iş adamı olmasına uzanan, böyle bir dönüşümü mümkün kılan bir düzen oluşturmuştur.
Bilinir; alttan üste, sınıftan sınıfa, statüden statüye geçişleri sağlayan dolaşım sistemleri her toplumun, bütünlüğünü koruyabilmesi için sahip olması gereken olmazsa olmaz bir unsurudur. “Toplumsal ve bireysel beklenti, talepleri, umut, hatta gerçekle birleştiren, bireysel ve kültürel başarı modelleri” oluşturan ve bu yolla çatışmaları patlama seviyesine gelmeden kontrol altına alan mekanizmalardır dolaşım sistemleri. Bu sistemleri kimi ülkelerde daha çok sermaye, kimilerinde daha çok eğitim, kimilerinde daha çok hukuk oluşturur. Bizde ise devletçilik…
Türk devletçiliği sosyolojik işlev olarak “iki ayrı ayar düğmesi”ne sahiptir…
Bir kere, Osmanlı’nın verginin, hanenin ve düzenin temelini oluşturduğu için korumayı ideolojik görev bildiği “çift öküz” sisteminden kalan, bugün de işe yarayan bir refleksle; köylülüğün dünkü durumunda muhafaza edilmesi örneğinde olduğu gibi sosyolojik yapıyı, “sınıf yapısını değiştirmeme işlevi”ni üstelenir. Bu yapıyı ya kontrol altına alır ya da köylülüğe yaptığı gibi destekler. Buna karşılık “tek tek bireylerin sınıflar arasında dolaşmasını müthiş denebilecek ölçüde teşvik eder”, köylülüğü değiştirmeden bazı köylüleri değiştirir, onu kentli, işçi, patron kılar. Bu devletçi düzen hem toplumsal gruplara hem bireylere yönelik “iki yönlü popülizm” üretir.
Bu sistem esnediği ya da çeşitli taleplerle esnetildiği an ülkede sorun çıkar.
Şunu görmek gerekir: “Devletçiliğin ve popülizmin sosyolojik işlevi”, kim ne derse desin uzun süre “Türk toplumunun üzerinde şu ya da bu şekilde konsensüs sağladığı yegane durum” olmuştur. Milliyetçi, muhafazakâr değerler, örfler, refleksler ya da ekonomi ve siyaseti tümüyle birbirinden ayıran alaturka modernleşmeci eğilimler bu işlevin bir tür ürünleridir. Devletçilik modelini cemaatlere, gruplara, dayanışmaya ve bireylere kadar indirgeyen, orada yeniden üreten “toplumsal destek unsurları”dır.
Nitekim bugüne hâkim olan, birbiriyle çelişir gibi dursa da, birbirini andıran yaygın tepkinin arkasında da buradan kaynaklanan bir ilişki vardır. Değişime dirençler, milliyetçilik adı altında verilen tepkiler, teknokratlar hükûmeti gibi, eski günlere dönmek için başkasından medet uman beklentiler, bürokrasinin hırçınlığı…
Bunların hepsi aynı “bohçanın dantelleri”ni andırıyor…