Vtnsvr
New member
Gündüz AKGÜL
Emekli Cumhuriyet Savcısı
Genel seçimler yapılıp milletvekili seçilenler, yalnız seçildikleri bölgenin milletvekili olmayıp tüm yurttaşların milletvekili olma durumundadırlar.
Anayasamızın109/2 maddesi, Başbakanın milletvekilleri arasında Cumhurbaşkanınca atanacağı amir hükmünü taşımaktadır.
Başbakan, hükümeti kurup güvenoyu aldıktan sonra artık partisinin değil, tüm Türkiye’nin Başbakanı sıfatını alır.
03.Kasım.2002 tarihinde yapılan genel seçimlere iktidar olan AKP’de aldığı ceza nedeniyle milletvekili seçilemeyen Recep Tayyip Erdoğan, sonradan Anayasada ve yasalarda yapılan değişiklerle ve Siirt’te seçimlerin yenilenmesi ile milletvekili seçilerek Abdullah Gül’den Başbakanlığı devraldığı 11. Mart.2003 tarihinden bu güne kadar Başbakanlığı devam etmektedir.
Ne yazık ki bu süre içinde Sayın Erdoğan, tüm yurttaşları kucaklayacak bir Başbakan yerine, duruma göre karar vermeyi uygun görerek, yazının başlığında ki soruyu sormamıza olanak sağlamıştır.
Örneğin;
*Mahkemeler tarafından verilen kararları beğenmediğinde,
“Mahkemenin bu konuda söz söyleme hakkı yoktur. Söz söyleme hakkı din ulemasınındır.” Veya “Efendi bu senin değil, Diyanet’in işi” diyerek bir Başbakan sorumluluğu ile mahkeme kararlarına saygı göstermesi gerekirken, partisinin çıkarını ön plana alarak mahkeme kararlarını küçümsemiştir.
*Derdini anlatmak isteyen çiftçiye, bir çözüm bulmak yerine, “Lan
terbiyesizlik yapma, hadi ananı al git buradan” diyebilmiştir.
*Bir yurttaşın şehit cenazesi sırasında söylediği, "Şehit cenazesi görmekten bıktık" sözlerine karşılık, yurttaşın acısına ortak olması ve sabır dilemesi gerekirken, yıllardır terör belası ile mücadele eden ve yüzlerce şehit veren Silahlı Kuvvetlerimizi incitecek şekilde, "Canım kardeşim, bakınız askerlik herhalde yan gelip yatma yeri değil. Terörle savaşırken elbette şehitler olacak. Bu gerçeği sizinle paylaşmaya mecburum." Yanıtını verebilmektedir.
*Sağ ve sol siyasi partiler arasındaki birleşme çalışmalarında, Anayasanın 68/2. maddesine göre “Siyasi Partiler, demokratik siyasi hayatın vazgeçilmez unsurlarıdır” amir hükmüne karşın, birleşmeleri içine sindirememiş, birleşmenin partisinin iktidarını engelleyeceği telaşıyla “40 tane çürük yumurtayı bir araya getirsen, bir sağlam yumurta etmez” demekten kendini alamamıştır.
*Cumhurbaşkanlığı seçimi öncesinde de muhalefet partilerinin, uzlaşma ile bir Cumhurbaşkanı seçilmesi eleştirilerini hoş karşılamayarak "Verdik ellerine çelik çomağı, oynuyorlar." Diyerek, demokratik hayatın vazgeçilmez unsuru olarak sadece kendi partisini görmüş ve diğerleriyle alay etmiştir.
*Anayasa Mahkemesi’nin Cumhurbaşkanlığı seçimi için toplantı yeter sayısının 367 olması gerekir kararı karşısında, bir Başbakana yakışmayacak şekilde Türk yargısı için, “Bu karar yargı açısından yüzkarasıdır.” İfadesini kullanmıştır.
*Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanı seçilmesinden sonra bir köşe yazarının “O benim cumhurbaşkanım olmayacak" diye yazarak, özgürce düşüncesini belirtmesi ve eleştiri hakkını kullanması karşısında, her zaman özgür düşünceden dem vuran Başbakan, düşüncesini hiçbir takıyye yapmadan yüreklice açıklayan O, yazara “Benim cumhurbaşkanım olamaz” diye ifadeler kullanıyor. Maalesef edep adap bilmeyenler de var. Bunu diyenler önce TC vatandaşlığından çıkmalı. Cumhurbaşkanı kim olursa olsun hepimizin cumhurbaşkanı. Senin değilse çık vatandaşlıktan, git kimi seçersen seç.” Diyerek tepkisini göstermiş, düşüncenin özgürce dile getirilmesini, hukuka, yurttaşlara karşı yaptığı adap dışı sözlerini bir anda unutmuş ve ülke kendi tapulu malı imiş gibi yazara ülke dışına çıkma yolunu göstermiştir. ( O, yürekli yazar herkesin bildiği gibi Bekir Coşkun’dur)
*Laik Cumhuriyetin bu iktidarla tehlikede olduğunu anlatmaya çalışan bilim insanları Rektörlere "Bir rektör çıkıyor darbe çağrısı yapıyor. Kimsin sen? Otur oturduğun yerde. Orduya akıl verme, ordu ne yapacağını senden çok daha iyi bilir." Diyerek, anlatılmaya çalışılan tehlikeyi göz ardı ederek Rektörleri darbe kışkırtıcılığı yapmakla suçlamakta sakınca görmemiştir.
*İşçi örgütlerinin 1 Mayıs’ı Taksimde kutlamak istemelerini kınamak için, Parti Meclisinde konuşan Başbakan “Ayakların başları yönettiği bir yerde kıyamet kopar” Diyerek milyonlarca emekçiyi ayak olarak niteleyerek küçüksemekte sakınca görmemiştir.
*Son olarak ta, bu yazıyı yazmama neden olan, çevre dengesinin bozulmasını, doğanın korunması, kirlilik, küresel ısınma tehdidi, gibi konularda öncülük görevini yapan çevrecilere karşı Rize’de yaptığı şu konuşma olmuştur. “50–60 kişi birlikte yürüyorlar, yanlarına medyayı da alıyorlar. Sanki Türkiye yürüyormuş gibi davranıyorlar. Dünyanın her yerinde çevreciler var, bunlar boş vakitlerinde bu işi yapıyorlar. Asıl çevreci benim. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı zamanında neler yaptığım ortada” diyerek çevrecileri küçüksemeye başladı. (Bu olayla ilgili enfes ironik bir yazı yazan dostum Kemal Öncü’nün, bu yazsısını www.asahaber.net sitesinden okuyabilirsiniz)
Tüm bu olanlarda sonra Sayın Başbakana sormak istiyorum.
Sizin kimin başbakanısınız?
Tüm Türkiye yurttaşlarının mı? Yoksa işinize geldiği gibi davrananların mı?
Emekli Cumhuriyet Savcısı
Genel seçimler yapılıp milletvekili seçilenler, yalnız seçildikleri bölgenin milletvekili olmayıp tüm yurttaşların milletvekili olma durumundadırlar.
Anayasamızın109/2 maddesi, Başbakanın milletvekilleri arasında Cumhurbaşkanınca atanacağı amir hükmünü taşımaktadır.
Başbakan, hükümeti kurup güvenoyu aldıktan sonra artık partisinin değil, tüm Türkiye’nin Başbakanı sıfatını alır.
03.Kasım.2002 tarihinde yapılan genel seçimlere iktidar olan AKP’de aldığı ceza nedeniyle milletvekili seçilemeyen Recep Tayyip Erdoğan, sonradan Anayasada ve yasalarda yapılan değişiklerle ve Siirt’te seçimlerin yenilenmesi ile milletvekili seçilerek Abdullah Gül’den Başbakanlığı devraldığı 11. Mart.2003 tarihinden bu güne kadar Başbakanlığı devam etmektedir.
Ne yazık ki bu süre içinde Sayın Erdoğan, tüm yurttaşları kucaklayacak bir Başbakan yerine, duruma göre karar vermeyi uygun görerek, yazının başlığında ki soruyu sormamıza olanak sağlamıştır.
Örneğin;
*Mahkemeler tarafından verilen kararları beğenmediğinde,
“Mahkemenin bu konuda söz söyleme hakkı yoktur. Söz söyleme hakkı din ulemasınındır.” Veya “Efendi bu senin değil, Diyanet’in işi” diyerek bir Başbakan sorumluluğu ile mahkeme kararlarına saygı göstermesi gerekirken, partisinin çıkarını ön plana alarak mahkeme kararlarını küçümsemiştir.
*Derdini anlatmak isteyen çiftçiye, bir çözüm bulmak yerine, “Lan
terbiyesizlik yapma, hadi ananı al git buradan” diyebilmiştir.
*Bir yurttaşın şehit cenazesi sırasında söylediği, "Şehit cenazesi görmekten bıktık" sözlerine karşılık, yurttaşın acısına ortak olması ve sabır dilemesi gerekirken, yıllardır terör belası ile mücadele eden ve yüzlerce şehit veren Silahlı Kuvvetlerimizi incitecek şekilde, "Canım kardeşim, bakınız askerlik herhalde yan gelip yatma yeri değil. Terörle savaşırken elbette şehitler olacak. Bu gerçeği sizinle paylaşmaya mecburum." Yanıtını verebilmektedir.
*Sağ ve sol siyasi partiler arasındaki birleşme çalışmalarında, Anayasanın 68/2. maddesine göre “Siyasi Partiler, demokratik siyasi hayatın vazgeçilmez unsurlarıdır” amir hükmüne karşın, birleşmeleri içine sindirememiş, birleşmenin partisinin iktidarını engelleyeceği telaşıyla “40 tane çürük yumurtayı bir araya getirsen, bir sağlam yumurta etmez” demekten kendini alamamıştır.
*Cumhurbaşkanlığı seçimi öncesinde de muhalefet partilerinin, uzlaşma ile bir Cumhurbaşkanı seçilmesi eleştirilerini hoş karşılamayarak "Verdik ellerine çelik çomağı, oynuyorlar." Diyerek, demokratik hayatın vazgeçilmez unsuru olarak sadece kendi partisini görmüş ve diğerleriyle alay etmiştir.
*Anayasa Mahkemesi’nin Cumhurbaşkanlığı seçimi için toplantı yeter sayısının 367 olması gerekir kararı karşısında, bir Başbakana yakışmayacak şekilde Türk yargısı için, “Bu karar yargı açısından yüzkarasıdır.” İfadesini kullanmıştır.
*Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanı seçilmesinden sonra bir köşe yazarının “O benim cumhurbaşkanım olmayacak" diye yazarak, özgürce düşüncesini belirtmesi ve eleştiri hakkını kullanması karşısında, her zaman özgür düşünceden dem vuran Başbakan, düşüncesini hiçbir takıyye yapmadan yüreklice açıklayan O, yazara “Benim cumhurbaşkanım olamaz” diye ifadeler kullanıyor. Maalesef edep adap bilmeyenler de var. Bunu diyenler önce TC vatandaşlığından çıkmalı. Cumhurbaşkanı kim olursa olsun hepimizin cumhurbaşkanı. Senin değilse çık vatandaşlıktan, git kimi seçersen seç.” Diyerek tepkisini göstermiş, düşüncenin özgürce dile getirilmesini, hukuka, yurttaşlara karşı yaptığı adap dışı sözlerini bir anda unutmuş ve ülke kendi tapulu malı imiş gibi yazara ülke dışına çıkma yolunu göstermiştir. ( O, yürekli yazar herkesin bildiği gibi Bekir Coşkun’dur)
*Laik Cumhuriyetin bu iktidarla tehlikede olduğunu anlatmaya çalışan bilim insanları Rektörlere "Bir rektör çıkıyor darbe çağrısı yapıyor. Kimsin sen? Otur oturduğun yerde. Orduya akıl verme, ordu ne yapacağını senden çok daha iyi bilir." Diyerek, anlatılmaya çalışılan tehlikeyi göz ardı ederek Rektörleri darbe kışkırtıcılığı yapmakla suçlamakta sakınca görmemiştir.
*İşçi örgütlerinin 1 Mayıs’ı Taksimde kutlamak istemelerini kınamak için, Parti Meclisinde konuşan Başbakan “Ayakların başları yönettiği bir yerde kıyamet kopar” Diyerek milyonlarca emekçiyi ayak olarak niteleyerek küçüksemekte sakınca görmemiştir.
*Son olarak ta, bu yazıyı yazmama neden olan, çevre dengesinin bozulmasını, doğanın korunması, kirlilik, küresel ısınma tehdidi, gibi konularda öncülük görevini yapan çevrecilere karşı Rize’de yaptığı şu konuşma olmuştur. “50–60 kişi birlikte yürüyorlar, yanlarına medyayı da alıyorlar. Sanki Türkiye yürüyormuş gibi davranıyorlar. Dünyanın her yerinde çevreciler var, bunlar boş vakitlerinde bu işi yapıyorlar. Asıl çevreci benim. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı zamanında neler yaptığım ortada” diyerek çevrecileri küçüksemeye başladı. (Bu olayla ilgili enfes ironik bir yazı yazan dostum Kemal Öncü’nün, bu yazsısını www.asahaber.net sitesinden okuyabilirsiniz)
Tüm bu olanlarda sonra Sayın Başbakana sormak istiyorum.
Sizin kimin başbakanısınız?
Tüm Türkiye yurttaşlarının mı? Yoksa işinize geldiği gibi davrananların mı?