Siz Kara Fatma' yı Tanır mısınız?

DÜZCELİ MEHMET

Kendini Arayan Adam
Dedenizin, ninenizin göğsüne yatıp, elleri saçlarınızı okşarken, hiç kahramanlık hikayeleri dinlediniz mi onlardan?

--- Gavurun dölleri köye girmişidi! Her yeri yakiyeleedi, yikiyeleedi! Emme lakin bizde Yusufların Memet diye bi yağız delikanlı varıdı. Attığını gözünden vuruveridi alimallah… vs vs

Ben babaannemin ve dedemin ağzından Yunanlılardan yana çektikleri sıkıntıları çok dinlemişimdir. Sonrasında Atatürk’ün köylerine gelmesi ve mutlu son diye biterdi genelde. Çocuktuk o zamanlar tabi. Ama bu hikayeler nedense çok hoşuma giderlerdi. Daha sonraları bu kahramanları merak ettim, araştırdım. Kitaplar aldım, adını sanını ilk defa duyduğum bu ıssız kişiler için. İçlerinden çoğu beni ben yapmıştı, ben farkında olamadan. Fakat bir tanesini atlamışım. “Kara Fatma” (annem, ellerinden öperim) diye biri daha varmış meğerse. Sonunda bi şekilde tanışmıştım, ama hiç de hoşnut olmamıştım bu durumdan. Niye mi? Sabredip okursanız (ya da tahammül edip okuyabilirseniz) anlayacaksınız.


Hani bazen yaprakları kelam-ı kadime dönmüş eski dergi sayfalarını karıştırırken yüreğinizin orta yerine bir ağırlık, karabasan gibi çöker ya...
Yedigün dergisinin 1930’lu sayılarını karıştırırken de aynı hal arız oldu bana. Fotoğrafta, sadece o hülyalı bakışlarındaki derinliği korumuş bir kadın başı bana bakıyordu. Gözüm bir yerden ısırıyordu bu bakışları ama nereden?
Bakışlarım fotoğrafların üzerindeki başlığa kayıyor ister istemez. “Kara Fatma Rus manastırında” kelimelerini bir hamlede okuduğumda kendime, ‘Yok canım, o olamaz, olsa olsa bilmediğimiz başka bir Fatma’dan bahsediyor olmalı’ diye teselli vermeye çalışırken, asıl darbe, resim altı yazısında balyoz gibi iniyordu beynime. Şöyle diyordu bu iki büklüm olmuş kadının fotoğrafı altında: “Açlığımı kimseye belli etmemek için odama kapanır, ağlarım.”



Yaşadığım yürek burkuntusuna rağmen yine de bu ‘açlıktan ağlayan kadın’ portresini bildiğim Kara Fatma’ya yakıştırmama inadım formundaydı. Ne var ki bu direnişim, asker kıyafetli bildiğimiz Kara Fatma fotoğraflarının birinin altında güneş görmüş inatçı Erzurum karı gibi eriyordu. “Şimdi 55 yaşındayım” diyordu belinde kaması ve göğsünde fişekliği olan kadın, ve devam ediyordu: “Askere gittiğim zaman 24 yaşında idim.”



Çatıdan üzerime iri bir buz parçası düşer gibi oldu. Bu o... Evet, bu o...
O 9 Ağustos 1933 tarihli Yedigün’ün 22. sayısında yakışıklı bir efsane çöküyor ve ikrah ettiren acılıkta bir tarih yazılıyordu.
Erkek askerler için Mehmetçik hangi anlamı taşıyorsa, orduya katılan kadın askerlere de genel olarak “Kara Fatma” denildiğini biliyoruz. Üstelik bilinen ilk Kara Fatma, 1854-1856 Kırım Harbi’ne katılmış; kendisi Çukurova’daki Cirit aşiretine mensup bir ocağın kâhyasıdır. Ayağında çizmeleri, başında tülbent sargısı, belinde silahları ve elinde kamçısıyla ve dahi güneşten esmerleşmiş yüzüyle erkekten bir farkı olmadığını, bizzat Gazi Ahmed Muhtar Paşamız anlatıyor. Hatta Sivastopol Destanı’nda adının “Nisâlar kahramanı” olarak geçtiğini dahi biliyoruz.



Lakin Kurtuluş Savaşı’ndaki Kara Fatmaların en meşhuru, Erzurumlu olanıdır. Kocası Binbaşı Derviş Bey’le birlikte kâh Kars cephesinde, kâh Balkanlarda savaşmış. Edirne’de Bulgarlara karşı mücadele vermiş, ağaç kabuğu kemirerek hayatta kalanlardan biri olmuş. Mütarekeden sonra ise kaybetmiş eşini. Sonra onu İstanbul’dan Sivas’a giderek Mustafa Kemal Paşa ile görüşürken görürüz; ardından o artık cephelerdedir: İzmit, Düzce, Adapazarı, İznik civarında Yunanlılara baskınlar düzenlerken, köylerden, kasabalardan gönüllü toplarken karşımıza çıkar. Bir de gazetecilere ilginç bir figür olarak görünmüş olmalı ki, 1923 yılına kadar kendisiyle çeşitli söyleşiler yapılmış, korkusuzluğu, cesareti ve yaralı olduğu halde gözünü budaktan esirgemeyişi vurgulanmış, adı Garp cephesinde bir efsane bulutu gibi dolaşmış; bir de kendisine bağlanmak istenen maaşı Kızılay’a bırakmasındaki yüce gönüllülüğü.
Velhasıl Erzurumlu Fatma Seher Hanım ya da nam-ı diğer Kara Fatma, Kurtuluş Savaşı’nın sembol ismi olarak günümüzde ders kitaplarına kadar girmeyi başarmıştır.
Lakin Yedigün dergisinde bulduğum söyleşi, Kara Fatma’nın 1923-1944 arasında gözlerden uzak geçen hayatı üzerindeki karanlığı kaldırıyordu. Bugünden bakınca Kurtuluş Savaşı gazileri Lozan’dan sonra sanki yere göğe sığdırılamamış gibi geliyor bize. Onlara topyekün sahip çıkılmış ve bir dedikleri iki edilmemiş zannediyoruz. Ne kadar yanıldığımızı birazdan bir kere daha anlayacağız.
Kara Fatma, 1933 yılında İstanbul’un Galata semtindeki Rus manastırının bir odasında sefalet içinde yaşamaktadır. Aradığı kişiyi 2. kattaki 9 numaralı odada bulan muhabir Mekki Sait Bey’i önce bir Rus çocuğu karşılar ve kendisine Kara Fatma’nın odasını gösterir. Muhabir onu, komşularının artıklarıyla karnını doyuran ve yalnız kaldığı zamanlarda utancından hüngür hüngür ağlayan birisi olarak anlatır bize. Kara Fatma’nın odasında iki çuval seriliymiş ya, kendisi yerde tahta üzerinde yatıyormuş. Çuval dediği, torunlarının yatağı. Köşede bir tencere, soğuk bir sac mangalın yanında aylarca evvel yere nasıl bırakıldıysa öyle duruyordur.
Kara Fatma konuşmaya, iş bulamamaktan şikayet ederek girer: Kapıcılığa, hatta çöpçülüğe bile razıdır torunlarına bakabilmek için. Ama kimse iş vermemiştir ona.
Yaralarından söz eder sonra, savaşta aldığı. Kızının parmaklarını şarapnel uçurmuş, evlenip çoluk çocuğa karıştıktan sonra ise delirmiş. Böylece torunlarına bakmak zorunda kalmış Kara Fatma. Yine de göğsüne taktığı İstiklal madalyasından gurur duymaktadır: “Bütün sefaletimi unutturan, beni yaşatan, bu İstiklal madalyasıdır. Açım ama şerefliyim!”
Aç ama şerefli kadın ağlamaya başlar o sırada. Ağlarken anlatır, anlatırken ağlar:
- Bazen çocukların elinden tutuyor, ‘Şu yetimler aç kalmış, ölecekler’ diye nineleri olduğumu sezdirmeden onlar için yardım toplamaya çıkıyorum. Ne yapayım, siz söyleyin!
Muhabirin aklına torunlarının nerede olduğunu sormak gelir. Sokaktadırlar; birazdan geleceklerdir. Dilenmekten dönerken birinin avucunda 100, diğerininkinde 60 para olacaktır. “Al nine” derler, “hiç harcamadık, olduğu gibi sana getirdik. Bir çay pişiremez misin bunlarla? Ekmek batırıp da beraber yiyelim.”
Torunlarıyla birlikte dilenen bu Kara Fatma portresine alışık olmayan yüreğiniz hop oturup hop kalktı, biliyorum ama gerçeğin yüzü bazen böylesine acımasız ve soğuktur.
1944’te (69 yaşında) yeniden hatırlanıp Defterdarlık’ta bir işe yerleştirilen Kara Fatma, 1954 yılına gelindiğinde artık 79 yaşındadır ve yine sefil bir vaziyette İstanbul’da bir kulübede tek başına yaşamaktadır. Tek Parti dönemini perişanlıklarla geçiren Kara Fatma’ya doğru dürüst bir maaş ne zaman bağlanmıştır bilir misiniz? Demokrat Parti devrinde, 22 Şubat 1954’te. Ancak özel bir kanunla kendisine ‘ömür boyu’ 170 lira maaş bağlanan Kara Fatma’nın ömrü bu maaşı yemeye yetmeyecek ve ertesi yıl Erzurum’da hayata gözlerini yumacaktır.







Sağlığında bir gazeteciye, “Göğsümde bir şarapnel parçası var. Acı veriyor.” demişti.
Tarihimizin göğsündeki şarapneller ne olacak Fatma teyze, sen söyle?
Mustafaarmagan.com




1939’ da yoksulluk içinde zatürreden ölen Seyid onbaşı’ nın, devlet desteğini reddettiği için bu durumlara düştüğü söyleniyor. Fatma annemin acı gerçeğini kimse değiştiremez ama ne olur birileri bana Seyit onbaşı hakkında bakılmadığı için yoksulluktan öldüğü haberlerinin gerçek olmadığını söylesin. Eğer gerçekse ve imkan var dı da sahip çıkılmadı ise, olayda katkısı olan herkesin Allah belasını versin.
 

s3phir0th

New member
Ne Tarihimize sahip çıkabiliyoruz ne halk kahramanlarımıza.Yozlaştıkça unutuyoruz,anlamıyoruz, kavramıyoruz.Bizim nerden geldiğimizi,Küllerinin arasından bir milletin nasıl dirildiğini unutturmak istiyorlar.Ama biz unutmayacağız, unutturmayacağız.Bugünkü yaşamımızı bize vermek için yaşamından vazgeçen bütün isimsiz kahramanlarımızın ruhu şad olsun...
 

LOOPUSED

Altın Üye
güzel yazıydı kardeş. eline sağlık..koca seyit hakkında da aynı şeyler üç aşağa beş yukarı aynıdır ama kara fatma kadar değil en azından. çünkü bizim çok yakın bir köyümüzde yaşadı. dedmlerin işlerine gelirmiş odun işi falan yaparmış son zamnalrında ve çalışarak yaşlanmış. evlatlarıda iyi kötü kendi halinde yaşadılar..en son kızı 2 yıl evvel öldü ALLAH rahmet eylesin hepsi imanlı kişilerdi.
 

Superhoca

New member
Allah rahmet eylesin. Böylesine büyük değerlerimize sahip çıkamıyoruz. yazıklar olsun bize... :( elin gavuruna muhtaç etmişiz
 

DÜZCELİ MEHMET

Kendini Arayan Adam
Herşeyin zengini, vefanın fakiri olduk

güzel yazıydı kardeş. eline sağlık..koca seyit hakkında da aynı şeyler üç aşağa beş yukarı aynıdır ama kara fatma kadar değil en azından. çünkü bizim çok yakın bir köyümüzde yaşadı. dedmlerin işlerine gelirmiş odun işi falan yaparmış son zamnalrında ve çalışarak yaşlanmış. evlatlarıda iyi kötü kendi halinde yaşadılar..en son kızı 2 yıl evvel öldü ALLAH rahmet eylesin hepsi imanlı kişilerdi.

Senin adına çok sevindim. Demek dede tarafından o kadar yakındınız he! Ne mutlu sana. Bu kahramanları yakından uzaktan hiç göremedik. Tektük Kurtuluş Savaşı gazilerini de geçen bir kaç sene içinde kaybettik. Son gazimiz de yeni vefat etti. Artık hiçbiri yoklar. Lakin ben en çok neye yanıyorum biliyor musun? Bugüne kadar hayatta olan son gazilerden neden en az bir veya birkaçını gidip ziyaret edip ellerini öpüp dualarını almadım diye geçenlerde çok kızdım kendime. Halbuki şöyle bi bakıyorum da Türkiye' nin en az yarısını gezmişim. Ama boş gezmişim. Neyse, Cenab-ı Hak cümlesinin ruhlarını aziz, mekanlarını Cennet, bizleri kendilerine komşu eylesin. Amin.

ONLAR SON GAZİLERDİ - ARTIK YOKLAR (İZLE)
 

HTML

Üst