Bir Türk gazetesinin ne anlam ifade ettiği bilemeyebilirsiniz. Gurbetteyseniz ve yakında bir gazete bayii varsa, bodoslamadan dalarsınız. Gözleriniz birbirine benzeyen yüzlerce basılı kağıt arasında, sizin gazetenizin, o çok tanıdık logosunu arar. Onu elinize aldığınızda, akrabanıza sarılmış gibi hissedersiniz.
Tabii şöyle bir ihtimal de var, bulunduğunuz yerin civarında gazete bayii yoktur ya da sizin gazeteniz, bulduğunuz yerin civarına gelmiyordur. Bire bir karşılaşmanız mümkün değildir. O zaman ilk yapacağınız iş, internete saldırmaktır. Tamam, 1. tercih, gazeteyi elinde tutmaktır ama 2. tercih, memlekette olan biteni öğrenmektir. İnternet, işte bu yüzden bulunmaz bir nimettir.
İtalyan marketinde Türk markası
Dubai'de Panini...
Hem patiseri, hem brasirie, hem cafe, hem şaküteri...
Burası çok fonksiyonlu bir yer. Bir tarafta fırın var, bir şeyler pişiyor, üstte tuzlular, altta tatlılar, açık mutfak, şeffaf, her şey gözünüzün önünde; diğer tarafta ellerinde eldivenler güler yüzlü İtalyan adamlar, dünyanın en iştah açıcı Basri sandviçlerini hazırlıyor, aman Allah'ım dondurma da var...
Yeni yerler keşfetmeyi seviyoruz.
Kendi başımıza evde farklı yemekler denemek için alışveriş yapmak, sahip olduğumuz en büyük lükslerden biri. Yeni çıkan soslar, rengarenk boy boy farklı makarnalar, erkekler için yemek pişirme önlükleri, çeşit çeşit bıçak setleri...
Oyuncakçı dükkanına girmiş çocuk gibiyiz.
‘A bu da var. Şunu gördün mü? Buna baktın mı? Şunu tattın mı?'
Raflar arasında dolanırken, Tanrım o da ne!
Zeytinyağı.
Bir duvar tamamen zeytinyağı kaplı. O müthiş şişeler, ilgimizi çekiyor. İnanılmaz güzeller. Acayip estetik bir görüntü. Hepsi birer obje gibi. Al yani sehpanın üzerine koy.
İtalyan yapmış!
Derkeeeen... Kendimi tutamıyorum, ağlamaya başlıyorum. Çünkü orada bir sürü küçük zor okunan lafın içinde bir marka görüyorum: TARİŞ.
Allah'ın Dubai'sinde şık bir İtalyan şaküterisinin içinde, 30 değişik çeşit Tariş zeytinyağı görüyorum, İtalyanlar bunu göğüslerini gere gere satıyorlar, en iyi mallarından biri olarak...
Türk milli takımı Dünya Kupası'nda 3. olduğu zamanki gibi oluyorum, fena halde duygulanıyorum. O sanat eserlerinden alıp evimizin yolunu tutuyoruz.
Burnumuzu çeke çeke...
HAMİŞ: Memleketimden uzakta bana bu duyguyu yaşatan Tariş'e teşekkürü borç bilirim.
VİRGİNİA’DAN Geçen gün evime çok yakın bir marketin temizlik malzemeleri satan reyonunda, gözlerim yuvalarından fırlayacaktı. “Duru” yazıyordu. Hey Allah’ım bir duygulandım, bir duygulandım. Gurbet tam da budur işte, elalemin marketinde Duru sabunu görürsün, ağlarsın! (Nazlı S.)
MOSKOVA’DAN Moskova’da teknolojik ürünler ve beyaz eşya satan bir mağazada, Türkiye’de üretilmiş bir ütü masası gördüm. Size komik gelebilir ama aynı duyguları yaşadım. Hatta uzun zamandır görüşmediğim bir arkadaşıma rastlamışım gibi gidip dokundum. Tabii beni duygulandıran o ütü masasını hemen aldım. (Hüseyin K.)
NEW JERSEY’DEN Bir hafta önce, “Senin pastalardan yapıversene anne” diye tutturdu oğlum. Onu mu kıracağım? Alışverişe çıktım. New Jersey’deki küçük bir bakkalda bir raf dolusu Tat çekirdeksiz vişne kompostosu görünce, saçma ama gurbet böyle yapıyor insanı… Gözlerimden yaşlar boşanmaya başladı. Geçen gün de kız kardeşim, bizim apartmanın hemen yanındaki bir markete gitti. Geldiğinde, kahkahalarla ağlamaktaydı. Halini ancak bu şekilde izah edebiliyorum. Elinde tuttuğu Ülker’in Çokonat gofretini gösterip “Çokonat… İnanabiliyor musun? Çok uzun zamandır yememiştim bunlardan. Elin Amerikası’nda elin Hintlisi satıyordu…. Tahmin edersin ki, adamdaki bütün Çokonatları hemen aldım” dedi. (Filiz Ç.)
ABUDABİ’DEN Peki Panini’de çalışan Türk arkadaşı da gördünüz mü? Bize zeytinyağları İngilizce olarak anlatıp tanıtmaya çalışırken, benim ukalalık yapıp “I know I am from Turkey” dememle, onun da gülerek “Me too!” demesi olaya farklı bir boyut katmıştı. Evet, ben de çok duygulandım. Ama Türkiye’deki fiyatının 4 katı fazla para ödeyince, 2. kez almakta tereddüt ediyor insan. Bir dahaki sefere memleketten yüklenip geleceğim. (Aycan A.)
BAHREYN’DEN Marketten, Türk malı diye kilolarca şeftali alıyorum. Kendim aldığım yetmiyormuş gibi çevremdeki herkesi de teşvik ediyorum: “Bizim oraların şeftalisi bir başka olur, lütfen siz de alın…” (Merter Ü.)
CİDDE’DEN Manzara şudur: Alışveriş yaparsın, eve gelirsin… Birdenbire çığlık atarsın, etiketin bir yerinde “Made in Turkey” yazıyordur. Hele “Türk bakkalına salça gelmiş, yufka gelmiş…” gibi konuşmalar bitirir insanı. Hiçbir şey durduramaz seni, koştur koştur o salçaları, yufkaları almaya gidersin. (Canan A.)
CENEVRE’DEN Uzun süredir cam kapaklı bir sürahi arıyordum. Bir türlü istediğim gibi olanı bulamıyordum. Geçen hafta İsviçre’de yaygın bilinen bir market olan Manor’dan bir tane aldım. Raftan kutusuz aldığım için çok da incelemedim. Ama tam istediğim gibiydi. 2 gün sonra evde mavi kapağının kenarında küçük, hatta minicik bir yazı gördüm: Paşabahçe. Gözlerim doldu. Allah’tan ağladığımı kimse görmedi! (Meltem.)
AMERİKA’DAN Yazınız şöyle bir iç geçirtti bana. Yaklaşık 10 yıldır yurtdışında olup hálá Sezen Aksu dinleyen, hálá Kulin’in kitaplarını okuyan, hálá inatla evde Türk simiti kıvamını tutturmaya çalışan, çocuklarıyla azimle Türkçe konuşup, İngilizce cevaplar alan bir işhanımı anne’yim. Bana birileri gün geçtikçe Türkiye’ye olan özlemin artacak, hatta bu özlemde dolayı gece yarılarına kadar kaynana-gelin programları dahil Türk televizyonlarındaki her şeyi satellite üzerinden izleyeceksin dese, hayatta inanmazdım. Bizim memleket çok özel ama bir o kadar da kafa karıştırıcı. İyi ile kötü içiçe. Eskiyle yeni birbirine karışmış. Akıllılar asgari ücretli, ahmaklar köşe dönücü. Bizi biz yapan en özel tarafımız ise duyarlılığımız. Allah, için sizde de var bu. Olan biteni öyle yalın ve güzel bir biçimde anlatıyorsunuz ki, dayanamayıp size bu e-mail’i yazıyorum. Uzakta olmak da göreceli bir kavram degil mi? Biz mi Türkiye’den uzaktayız, yoksa her sabah Türkiye’de uyanmaktan bıkmış, fırsat olsa o an kaçıp gidecek olan orada yasayanlarımız mı? (Nüge.)
HOLLANDA’DAN 33 yıl Hollanda’da yaşadım. Şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki, insan gurbette tuhaf alışkanlıklar geliştiriyor: Mesela, arabayla yolda giderken önüne bir Türk TIR mı çıkıyor, sevindirik oluyorsun. “N’apsam da ona Türk olduğumu anlatsam?” diyorsun. “Korna mı çalmalıyım, penceremi açıp ona el mi sallamalıyım?” Ya da “Kardeş, memleket nere?” diye bağırmak istiyorsun. Hele hemşeriysen, TIR’ın plakası da doğduğun ile aitse… Gel keyfim gel. Ben daha ne delilikler yaptım. Otoparkta duran bir Türk TIR’ın yanına yaklaştım ve o çamurluklarına bakıp, “Bu çamur muhakkak Türkiye’nin çamurudur” diye elimi sürdüm. Biliyorum saçma geliyor ama gurbet böyle yapıyor işte adamı. (Ahmet)
SİNGAPUR’DAN 9,5 yıldır Singapur’dayım. Eskiden Türk ürünü bulmak neredeyse imkansızdı. Şimdi, seyrek de olsa mümkün. Bulur bulmaz çok alıyorum ki, dükkan sahipleri “A ne güzel satılıyor. Bir daha getirelim” desinler. Satın aldığım şeylerin içinde Kent marka lolipop, Bifa marka bayatlamış gofret, Duru sabunu, kuru kayısı, kuru incir, Ülker marka bisküvi, gül ve kayısı reçeli var. Sürekli gelmiyor, o yüzden bulur bulmaz alıyorum, bayat bile olsa memleket koktuğu için tüketiyorum. Yeni aldığım buzdolabının ise Türkiye’de imal edildiğini öğrenince çocuklar gibi sevindim. Neredeyse ağlayacaktım. (Ali İ.)
YENİ ZELANDA’DAN Size Yeni Zelanda’dan yazıyorum. Allah’a şükür burada Türk malı bulabiliyoruz. Özellikle Hazer Baba ve Şah Baba markalı lokumların, ambalajı çok güzel. Ne var ki, Türk lokumu ile alakaları yok. Bir de ayıptır söylemesi bayat oluyorlar. Bir alan, bir daha almıyor. Üzüntüm, olan Türk lokumuna oluyor. Halk yavaş yavaş lokumdan soğuyor. Sanırım, yakında kimse almayacak. Lütfen firmaları uyarın. Yurtdışındaki kişiler ***** değil. Geçenlerde bir yerden alışveriş yapıyordum, Türk olduğumu söyleyince koştu içeriden ne getirdi biliyor musunuz? Kalebodur karosu. Evinin banyosunu yeniliyormuş. “Çok kaliteli” dedi. Bir de büyük bir markette Aygaz gaz sobası gördüm. Hemen kasiyere “Bak, bunlar benim ülkemden geliyor” diye hava yaptım… (Fahreddin)
BREZİLYA’DAN Brezilya, Sao Paulo’da yaşıyorum. Benim hastalığım da başka: Marketlerde Türkiye etiketli, kayısı, kuru incir gibi ürünler görünce, eğri filan duruyorlarsa hemen düzeltiyorum. Ya da kutuyu çaktırmadan öne alıyorum. Maksat, memleketimizin ürünü daha iyi görünsün. (Vedat)
HİNDİSTAN’DAN Eşim, İngiliz bir diplomat. Bu yüzden son 5 senedir sürekli hareket halindeyiz. 2 sene önce Hindistan’ın kuzey tarafında bulunan Simla’daydık. Simla, Hindistan’ın Nepal sınırına yakın, Tibet’e komşu bir yere konuşlandırılmış harika bir yer. Himalayaların o enfes görüntüsü, Budist ve Hindu tapınakları… Kısacası, dünyanın damındasınız ve etrafta gezilecek tonla şahane yer var. Bir sabah, maymun tanrı Hanuman’ın tapınağını ziyaret etmeye karar verdik. Tapınak yürüyerek yaklaşık 4-5 km. Bir süre sonra acıktık, yolda gördüğümüz ufak bir bakkala daldık. Bisküvi almak niyetindeyim. Fakat önümüzde sıra var. Tamamını portakal rengi kıyafet giymiş Budist rahipler oluşturuyor. Onlar da bisküvi alıyor. Ben de bari şu rahiplerin aldıklarından alayım dedim. Kalmış mıdır acaba? Birden bire, Allah’ın Himalayasında bir de ne göreyim? Eti bisküvileri. Kremalı olanı bile var. Budist rahipler Eti bisküvileri yiyor! Nasıl gururlandım anlatamam… (A. Wilson)
FRANSA’DAN 30 yıldır Paris’te yaşıyorum. Bir gün Fransız bir arkadaşımla adres arıyoruz. Gözüme kestirdiğim ilk kişiye Türkçe, “İyi günler kardeşim” dedim ve aradığım sokağı sordum. O da bana “İyi günler abi” dedi, “İlk soldan dön, ileride…” diye cevap verdi. Yine Türkçe teşekkür edip ayrıldım. Yanımdaki Fransız arkadaşım, hayretler içinde kaldı, “Nasıl anladın onun Türk olduğunu?” diye sordu. Sadece gülümsedim. (Süha B.)
TÜRKİYE’DEN Siz şimdi düşünebiliyor musunuz, içi İtalyan zeytinyağları ve İtalyan konserve ve yiyecekleriyle dolu olan bir dükkanın önünden geçen bir İtalyan’ın heyecanlanacağını… (Murat U.)
ALMANYA’DAN Komşumuz, Almanya’dan kesin dönüş yaparken, Türkiye’de yoktur diye marketteki zücaciye reyonunu boşaltıyor, eve geldiğinde yeni bardaklarının altındaki Paşabahçe yazısını görüyor. Onun da gözleri doluyor: Ama sinirden! (Semra P.)
İSVEÇ’TEN Geçenlerde konsoloslukta bir işim oldu. Tam kapısına geldiğimde, tabii ki kapısında Türk bayrağı sallanıyordu, içimden “Ey şanlı bayrağım, ne güzel dalgalanıyorsun!” diye bir şey geçti ve hüngür hüngür ağlamaya başladım. İçimden kapıdaki koruma görevlilerine bile sarılmak geldi. Bunu Türkiye’de yaşayan anlamıyor işte. Anlatıyorum, “Aman, hadi be sen de!” diyorlar. Değil işte. Bu arada İsveçli eşim de sadece Apikoğlu sucuk yiyor! (R.V)
KANADA’DAN Ben çok uzun yıllardan beri Kanada’da yaşayan bir Türk olarak size şunu söylemeliyim ki, artık sizin sandığınız gibi yurtdışında şunu bunu özlemek gibi bir şey kalmadı. Yazdıklarınızı abartılı buluyorum. (Nuran Ö.)
AMERİKA’DAN Her markete gidişimde, California’nın renk renk organik meyve ve sebzelerini görür, ülkemde neden hormonlu ve tarım ilaçlı meyvelerini yemek zorunda kaldığıma hayıflanırım. Yürüyüşe çıkarım, kimse çarpmaz bana, kimse yere de tükürmez gözümün önünde. Oysa ülkeme gidince, iki adımda bir tüküren insanlardan çokluğunu görürüm, hayıflanırım. Her metroya, trene, otobüse binişimde, tacize uğramamanın rahatlığı ile içinde gideceğim yere gider ve dönerim. Neden ülkemde bunu yaşayamadığıma hayıflanırım. Sabah sokağa çıktığımda güler yüzle “Günaydın” diyen insanlara “Size de günaydın” demenin mutluluğunu yaşarım. Oturduğum apartmanda, tepeme halılar silkelenmediği, olur olmaz saatlerde, tamirat, koşuşturma ve topuklu ayakkabı sesleri gelmediği için mutluluk duyarım. Neden bunların ülkemde de olamadığına hayıflanırım. Dürüst, yalanı sevmeyen, hümanist; beni dış görünüşüm ve giyim kuşamımın markası ile değerlendirmeyen buradaki arkadaşlarımın samimiyetine güvenirim. Ülkemde ise henüz arkamı bile dönmeden dedikoduya başlayan sözde arkadaş ve komşuların o samimiyetsizliğine hayıflanırım. Kafe ve restoranlarda sigara içilmediği için rahat rahat kahvemi içer, yemeğimi yerken, neden bunun ülkemde bir hayat memat meselesi gibi hálá tartışıldığına ve zaman kaybedildiğine hayıflanırım. Harvard Square’de muhtemelen yüksek eğitim için gelmiş zengin çocuklarının BMW’lerinden ya da jeep’lerinden, Amerikalıların şaşkın bakışları arasında, en üst volümden İbrahim Tatlıses arabesklerinin fışkırmasına hayıflanırım. Yazarları, aydınları söyledikleri ile değil ürettikleri ile değerlendiren bu ülkede, ülkemde neden öyle olmadığına hayıflanırım. Daha pek çok şeye hayıflanırım. Bir de en çok, burada, kendi ülkemde olduğumdan neden daha çok huzurlu ve mutlu olduğuma hayıflanırım. (Sevgi L.)
AMERİKA’DAN Kendimi tanıtayım: 45 yıl önce Amerika’ya beş parasız geldim. New York’taki ilk işim, bulaşık yıkamaktı. Şansa bakın ki, yıllar sonra Amerika’nın en büyük Yatırım Bankası Shearson Lehman Brothers’ın Başkan Yardımcılığı’na kadar yükseldim. Türkiye’de Sermaye Piyasası Kanun tasarısını hazırladım ve 4 kitabım yayınladı. Şubat ayında da anılarım yayınlanacak: “Amerika’da 40 Yıl.” Size bir şey söylesem inanmayacaksınız: Yurtdışında yaşayan biz Türkler, yurdumuzu içeride yaşayanlardan daha fazla severiz. Daha milliyetçiyiz. Kıbrıs gibi, Ermeni Soykırımı iddiaları gibi ülkemizi ilgilendiren, tehdit eden konularda, her birimiz rütbesiz birer askeriz. Gazetelere, politikacılara tekzip mektupları yazarız. Türkiye yanlısı olan senatör adaylarının seçim kampanyalarına bağışta bulunuruz. Buna karşı Türkiye’de çok az insan gerek ülkede ve gerekse dışarıda bize yapılan haksızlıklara isyan eder. Bu da bizi üzer. Ben buradan İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne ve Kadıköy belediyelerine mektuplar yazdım, Göztepe Parkı’na cami yapılmasının ne kadar büyük bir ilkellik olduğunu anlattım. Bana kızıyorlar: “Bu ülkede herkes çıkarlarının doğrusunda hareket eder. Bilmezmiş gibi davranıyorsun. Tabii çok uzun yıllar Amerika’da yaşadın, unuttun.” Duyarsızlıkları karşısında hayretler içerisinde kalıyorum. Ve üzülüyorum. Türkiye’de herkes bir şeylerin değişmesini istiyor, ama kılını bile kıpırdatmıyor. (Yılmaz E.)
HİNDİSTAN’DAN Gazeteci olarak vazifeli oğlumuzu Yeni Delhi’de ziyarete gitmiştik. Bekar oğlumuz, pek çanak çömleğe itibar etmez. “Evine katkıda bulunalım” istedik. Alışverişe çıktık. Bardak vesaire derken, Alman annesi “Aaa bunlar Paşabahçe” demez mi? “Yaa evet” dedim, eşimden bile gizlemeye çalıştığım bir gururla. Sonra, başka bir yerde Bodrum işi nazar boncuklara rastladık. Eşim “A bak, yine Türk malı!” dedi. Türk baba olarak nasıl gururlandığımı varın siz tahmin edin. (Tosun M.)
AMERİKA’DAN Yılbaşı gecesinde 11 çeşit yemek dururken, arkadaşımın yaptığı poğaçalara saldırdım. Neden? Türk usulü yapılmıştı. Son iki senedir de pantolonlarımı Banana Republic’ten alıyorum. Neden? Etiketlerinde “Made in Turkey” yazıyor. E insan bu kadar uzun süre yurtdışında yaşayınca, biraz tuhaflaşıyor (Güneş.)
FRANSA’DAN Demek ki, bu “Made in Turkey sendromu” yurtdışında yaşayan tüm Türkler’de var. Türkiye’dekilere eminim abartılı gelecektir ama bunu yaşamayanın anlaması çok zor. Cidden o etiketi görünce, sanki aile yadigarı bir eşyaymış gibi en basit malın değeri bile 1000 kat artıyor. Zamanında, yurtdışına yufka peynir götürenlere gülerken, şimdi “Ya bavuluma sığmazsa?” diye 3 gün önceden yerini ayarlamaya başlıyorum… (İpek L.)
İTALYA’DAN Benim de gelir dönerim! Üzerine de kaymaklı ekmek kadayıfım gelir! O kadar ki, bir kaç sene evvel hızımı alamayıp, döner yapma işine giriştim. Almanya’dan yüklenip, Sicilya’ya getirdiğim küçük döner makinem ile yarı uydurma, yarı İstanbul Yeşilyurt’taki Kasap Mustafa’nın, “Abla, soğana, süte yatırıp marine edeceksin” tarifiyle, küçük çapta bir döner ustası oldum. Şimdi Catania sakinlerine döner partileri veriyorum…
MADAGASKAR’DAN Madagaskar’da yaşayan bir Türk’üm. Ben sizin yaşadıklarınıza dahi özlem duyuyorum. Halim o kadar vahim. Avrupa’nın çeşitli ülkelerinde yaşayan pek çok dostum var, her fırsatta onlara, gurbetin oralar değil de, buralar olduğunu söylüyorum. Benim için döneri hayal etmek bile lüks, burada en fazla açma, poğaça falan hayal edebiliyorsunuz! (Zafer Y.)
LÜKSEMBURG’TAN Geçen gün, Lüksemburg’taki Belçika süpermarketinde Gemlik zeytini görünce, ben de ağladım. Kapağında kocaman bir Türk bayrağı vardı. Kapağında Yunan bayrağı olan Yunan zeytiniyle yan yana duruyorlardı. (Didem B.)
İNGİLTERE’DEN 28 yıldır Londra’nın göbeğinde yaşıyorum. Bizim buralar, İstanbul’u hiç aratmaz. Meşhur siyah taksilerimiz ve iki katlı otobüslerimiz, Türkiye’nin turizm reklamlarıyla doludur. Şimdi siyah taksilerimiz, beyaz eşya pazarının yüzde 30′nu elinde tutan Beko reklamlarıyla doldu. Marks & Spencer’den Harrods’a kadar satılan kuru incir, üzüm ve fındığın hemen hemen tümü bizim toprakların ürünüdür. Havlu, tekstil, deri, cam, zücaciye mallarının da büyük kısmında “Made in Turkey” yazmaktadır. Ikea’da satılan bardak, çarşaf, havlu ne alırsanız Türk malıdır. Fakat geçen ay tuhaf bir şey oldum, İstanbul’da Metro City’de, kendimi bir an bizim İngiliz çarşılarından birinde zannettim: M and S, River İsland, Accessories, Faith, Body Shop, Evans v.s. Bunların çoğunun malı Türk ürünü. Neden bir sürü vergi ödeyip, kendi ürettiğimiz malı ithal edip, kulağı ters göstermek gibi satın aldığımızı anlamış değilim. (Mihrişah.)
TÜRKİYE’DEN Dubai’deki bir İtalyan markette, Tariş marka zeytinyağı görünce ağlamak, eğer benim atladığım bir ironik tarafı yoksa, gerçekten çok acıklı! Bu devirde, bu dünyada aklımın hiç mi hiç almadığı bir şey… (Semih)
Kentucky’de Kivanc
Hicbir seye benzemez kendi vatanindan, kendi insanlarindan ayri kalmak. Yasanmadan bilinmez. Yasandigi zaman anlatilmaz. Ben de anlatamiyorum su anda.. Sirf bu yuzden..
“..ve hicbir ayrilik bu kadar aci vermedi
cunku hep coktan secmeliydi ayriliklar.
Simdi ise sadece ozlemlerimi buyukten kucuge
siralamak dusuyor bana.”
Boyle de siirler yazdirir. :..)
Tabii şöyle bir ihtimal de var, bulunduğunuz yerin civarında gazete bayii yoktur ya da sizin gazeteniz, bulduğunuz yerin civarına gelmiyordur. Bire bir karşılaşmanız mümkün değildir. O zaman ilk yapacağınız iş, internete saldırmaktır. Tamam, 1. tercih, gazeteyi elinde tutmaktır ama 2. tercih, memlekette olan biteni öğrenmektir. İnternet, işte bu yüzden bulunmaz bir nimettir.
İtalyan marketinde Türk markası
Dubai'de Panini...
Hem patiseri, hem brasirie, hem cafe, hem şaküteri...
Burası çok fonksiyonlu bir yer. Bir tarafta fırın var, bir şeyler pişiyor, üstte tuzlular, altta tatlılar, açık mutfak, şeffaf, her şey gözünüzün önünde; diğer tarafta ellerinde eldivenler güler yüzlü İtalyan adamlar, dünyanın en iştah açıcı Basri sandviçlerini hazırlıyor, aman Allah'ım dondurma da var...
Yeni yerler keşfetmeyi seviyoruz.
Kendi başımıza evde farklı yemekler denemek için alışveriş yapmak, sahip olduğumuz en büyük lükslerden biri. Yeni çıkan soslar, rengarenk boy boy farklı makarnalar, erkekler için yemek pişirme önlükleri, çeşit çeşit bıçak setleri...
Oyuncakçı dükkanına girmiş çocuk gibiyiz.
‘A bu da var. Şunu gördün mü? Buna baktın mı? Şunu tattın mı?'
Raflar arasında dolanırken, Tanrım o da ne!
Zeytinyağı.
Bir duvar tamamen zeytinyağı kaplı. O müthiş şişeler, ilgimizi çekiyor. İnanılmaz güzeller. Acayip estetik bir görüntü. Hepsi birer obje gibi. Al yani sehpanın üzerine koy.
İtalyan yapmış!
Derkeeeen... Kendimi tutamıyorum, ağlamaya başlıyorum. Çünkü orada bir sürü küçük zor okunan lafın içinde bir marka görüyorum: TARİŞ.
Allah'ın Dubai'sinde şık bir İtalyan şaküterisinin içinde, 30 değişik çeşit Tariş zeytinyağı görüyorum, İtalyanlar bunu göğüslerini gere gere satıyorlar, en iyi mallarından biri olarak...
Türk milli takımı Dünya Kupası'nda 3. olduğu zamanki gibi oluyorum, fena halde duygulanıyorum. O sanat eserlerinden alıp evimizin yolunu tutuyoruz.
Burnumuzu çeke çeke...
HAMİŞ: Memleketimden uzakta bana bu duyguyu yaşatan Tariş'e teşekkürü borç bilirim.
VİRGİNİA’DAN Geçen gün evime çok yakın bir marketin temizlik malzemeleri satan reyonunda, gözlerim yuvalarından fırlayacaktı. “Duru” yazıyordu. Hey Allah’ım bir duygulandım, bir duygulandım. Gurbet tam da budur işte, elalemin marketinde Duru sabunu görürsün, ağlarsın! (Nazlı S.)
MOSKOVA’DAN Moskova’da teknolojik ürünler ve beyaz eşya satan bir mağazada, Türkiye’de üretilmiş bir ütü masası gördüm. Size komik gelebilir ama aynı duyguları yaşadım. Hatta uzun zamandır görüşmediğim bir arkadaşıma rastlamışım gibi gidip dokundum. Tabii beni duygulandıran o ütü masasını hemen aldım. (Hüseyin K.)
NEW JERSEY’DEN Bir hafta önce, “Senin pastalardan yapıversene anne” diye tutturdu oğlum. Onu mu kıracağım? Alışverişe çıktım. New Jersey’deki küçük bir bakkalda bir raf dolusu Tat çekirdeksiz vişne kompostosu görünce, saçma ama gurbet böyle yapıyor insanı… Gözlerimden yaşlar boşanmaya başladı. Geçen gün de kız kardeşim, bizim apartmanın hemen yanındaki bir markete gitti. Geldiğinde, kahkahalarla ağlamaktaydı. Halini ancak bu şekilde izah edebiliyorum. Elinde tuttuğu Ülker’in Çokonat gofretini gösterip “Çokonat… İnanabiliyor musun? Çok uzun zamandır yememiştim bunlardan. Elin Amerikası’nda elin Hintlisi satıyordu…. Tahmin edersin ki, adamdaki bütün Çokonatları hemen aldım” dedi. (Filiz Ç.)
ABUDABİ’DEN Peki Panini’de çalışan Türk arkadaşı da gördünüz mü? Bize zeytinyağları İngilizce olarak anlatıp tanıtmaya çalışırken, benim ukalalık yapıp “I know I am from Turkey” dememle, onun da gülerek “Me too!” demesi olaya farklı bir boyut katmıştı. Evet, ben de çok duygulandım. Ama Türkiye’deki fiyatının 4 katı fazla para ödeyince, 2. kez almakta tereddüt ediyor insan. Bir dahaki sefere memleketten yüklenip geleceğim. (Aycan A.)
BAHREYN’DEN Marketten, Türk malı diye kilolarca şeftali alıyorum. Kendim aldığım yetmiyormuş gibi çevremdeki herkesi de teşvik ediyorum: “Bizim oraların şeftalisi bir başka olur, lütfen siz de alın…” (Merter Ü.)
CİDDE’DEN Manzara şudur: Alışveriş yaparsın, eve gelirsin… Birdenbire çığlık atarsın, etiketin bir yerinde “Made in Turkey” yazıyordur. Hele “Türk bakkalına salça gelmiş, yufka gelmiş…” gibi konuşmalar bitirir insanı. Hiçbir şey durduramaz seni, koştur koştur o salçaları, yufkaları almaya gidersin. (Canan A.)
CENEVRE’DEN Uzun süredir cam kapaklı bir sürahi arıyordum. Bir türlü istediğim gibi olanı bulamıyordum. Geçen hafta İsviçre’de yaygın bilinen bir market olan Manor’dan bir tane aldım. Raftan kutusuz aldığım için çok da incelemedim. Ama tam istediğim gibiydi. 2 gün sonra evde mavi kapağının kenarında küçük, hatta minicik bir yazı gördüm: Paşabahçe. Gözlerim doldu. Allah’tan ağladığımı kimse görmedi! (Meltem.)
AMERİKA’DAN Yazınız şöyle bir iç geçirtti bana. Yaklaşık 10 yıldır yurtdışında olup hálá Sezen Aksu dinleyen, hálá Kulin’in kitaplarını okuyan, hálá inatla evde Türk simiti kıvamını tutturmaya çalışan, çocuklarıyla azimle Türkçe konuşup, İngilizce cevaplar alan bir işhanımı anne’yim. Bana birileri gün geçtikçe Türkiye’ye olan özlemin artacak, hatta bu özlemde dolayı gece yarılarına kadar kaynana-gelin programları dahil Türk televizyonlarındaki her şeyi satellite üzerinden izleyeceksin dese, hayatta inanmazdım. Bizim memleket çok özel ama bir o kadar da kafa karıştırıcı. İyi ile kötü içiçe. Eskiyle yeni birbirine karışmış. Akıllılar asgari ücretli, ahmaklar köşe dönücü. Bizi biz yapan en özel tarafımız ise duyarlılığımız. Allah, için sizde de var bu. Olan biteni öyle yalın ve güzel bir biçimde anlatıyorsunuz ki, dayanamayıp size bu e-mail’i yazıyorum. Uzakta olmak da göreceli bir kavram degil mi? Biz mi Türkiye’den uzaktayız, yoksa her sabah Türkiye’de uyanmaktan bıkmış, fırsat olsa o an kaçıp gidecek olan orada yasayanlarımız mı? (Nüge.)
HOLLANDA’DAN 33 yıl Hollanda’da yaşadım. Şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki, insan gurbette tuhaf alışkanlıklar geliştiriyor: Mesela, arabayla yolda giderken önüne bir Türk TIR mı çıkıyor, sevindirik oluyorsun. “N’apsam da ona Türk olduğumu anlatsam?” diyorsun. “Korna mı çalmalıyım, penceremi açıp ona el mi sallamalıyım?” Ya da “Kardeş, memleket nere?” diye bağırmak istiyorsun. Hele hemşeriysen, TIR’ın plakası da doğduğun ile aitse… Gel keyfim gel. Ben daha ne delilikler yaptım. Otoparkta duran bir Türk TIR’ın yanına yaklaştım ve o çamurluklarına bakıp, “Bu çamur muhakkak Türkiye’nin çamurudur” diye elimi sürdüm. Biliyorum saçma geliyor ama gurbet böyle yapıyor işte adamı. (Ahmet)
SİNGAPUR’DAN 9,5 yıldır Singapur’dayım. Eskiden Türk ürünü bulmak neredeyse imkansızdı. Şimdi, seyrek de olsa mümkün. Bulur bulmaz çok alıyorum ki, dükkan sahipleri “A ne güzel satılıyor. Bir daha getirelim” desinler. Satın aldığım şeylerin içinde Kent marka lolipop, Bifa marka bayatlamış gofret, Duru sabunu, kuru kayısı, kuru incir, Ülker marka bisküvi, gül ve kayısı reçeli var. Sürekli gelmiyor, o yüzden bulur bulmaz alıyorum, bayat bile olsa memleket koktuğu için tüketiyorum. Yeni aldığım buzdolabının ise Türkiye’de imal edildiğini öğrenince çocuklar gibi sevindim. Neredeyse ağlayacaktım. (Ali İ.)
YENİ ZELANDA’DAN Size Yeni Zelanda’dan yazıyorum. Allah’a şükür burada Türk malı bulabiliyoruz. Özellikle Hazer Baba ve Şah Baba markalı lokumların, ambalajı çok güzel. Ne var ki, Türk lokumu ile alakaları yok. Bir de ayıptır söylemesi bayat oluyorlar. Bir alan, bir daha almıyor. Üzüntüm, olan Türk lokumuna oluyor. Halk yavaş yavaş lokumdan soğuyor. Sanırım, yakında kimse almayacak. Lütfen firmaları uyarın. Yurtdışındaki kişiler ***** değil. Geçenlerde bir yerden alışveriş yapıyordum, Türk olduğumu söyleyince koştu içeriden ne getirdi biliyor musunuz? Kalebodur karosu. Evinin banyosunu yeniliyormuş. “Çok kaliteli” dedi. Bir de büyük bir markette Aygaz gaz sobası gördüm. Hemen kasiyere “Bak, bunlar benim ülkemden geliyor” diye hava yaptım… (Fahreddin)
BREZİLYA’DAN Brezilya, Sao Paulo’da yaşıyorum. Benim hastalığım da başka: Marketlerde Türkiye etiketli, kayısı, kuru incir gibi ürünler görünce, eğri filan duruyorlarsa hemen düzeltiyorum. Ya da kutuyu çaktırmadan öne alıyorum. Maksat, memleketimizin ürünü daha iyi görünsün. (Vedat)
HİNDİSTAN’DAN Eşim, İngiliz bir diplomat. Bu yüzden son 5 senedir sürekli hareket halindeyiz. 2 sene önce Hindistan’ın kuzey tarafında bulunan Simla’daydık. Simla, Hindistan’ın Nepal sınırına yakın, Tibet’e komşu bir yere konuşlandırılmış harika bir yer. Himalayaların o enfes görüntüsü, Budist ve Hindu tapınakları… Kısacası, dünyanın damındasınız ve etrafta gezilecek tonla şahane yer var. Bir sabah, maymun tanrı Hanuman’ın tapınağını ziyaret etmeye karar verdik. Tapınak yürüyerek yaklaşık 4-5 km. Bir süre sonra acıktık, yolda gördüğümüz ufak bir bakkala daldık. Bisküvi almak niyetindeyim. Fakat önümüzde sıra var. Tamamını portakal rengi kıyafet giymiş Budist rahipler oluşturuyor. Onlar da bisküvi alıyor. Ben de bari şu rahiplerin aldıklarından alayım dedim. Kalmış mıdır acaba? Birden bire, Allah’ın Himalayasında bir de ne göreyim? Eti bisküvileri. Kremalı olanı bile var. Budist rahipler Eti bisküvileri yiyor! Nasıl gururlandım anlatamam… (A. Wilson)
FRANSA’DAN 30 yıldır Paris’te yaşıyorum. Bir gün Fransız bir arkadaşımla adres arıyoruz. Gözüme kestirdiğim ilk kişiye Türkçe, “İyi günler kardeşim” dedim ve aradığım sokağı sordum. O da bana “İyi günler abi” dedi, “İlk soldan dön, ileride…” diye cevap verdi. Yine Türkçe teşekkür edip ayrıldım. Yanımdaki Fransız arkadaşım, hayretler içinde kaldı, “Nasıl anladın onun Türk olduğunu?” diye sordu. Sadece gülümsedim. (Süha B.)
TÜRKİYE’DEN Siz şimdi düşünebiliyor musunuz, içi İtalyan zeytinyağları ve İtalyan konserve ve yiyecekleriyle dolu olan bir dükkanın önünden geçen bir İtalyan’ın heyecanlanacağını… (Murat U.)
ALMANYA’DAN Komşumuz, Almanya’dan kesin dönüş yaparken, Türkiye’de yoktur diye marketteki zücaciye reyonunu boşaltıyor, eve geldiğinde yeni bardaklarının altındaki Paşabahçe yazısını görüyor. Onun da gözleri doluyor: Ama sinirden! (Semra P.)
İSVEÇ’TEN Geçenlerde konsoloslukta bir işim oldu. Tam kapısına geldiğimde, tabii ki kapısında Türk bayrağı sallanıyordu, içimden “Ey şanlı bayrağım, ne güzel dalgalanıyorsun!” diye bir şey geçti ve hüngür hüngür ağlamaya başladım. İçimden kapıdaki koruma görevlilerine bile sarılmak geldi. Bunu Türkiye’de yaşayan anlamıyor işte. Anlatıyorum, “Aman, hadi be sen de!” diyorlar. Değil işte. Bu arada İsveçli eşim de sadece Apikoğlu sucuk yiyor! (R.V)
KANADA’DAN Ben çok uzun yıllardan beri Kanada’da yaşayan bir Türk olarak size şunu söylemeliyim ki, artık sizin sandığınız gibi yurtdışında şunu bunu özlemek gibi bir şey kalmadı. Yazdıklarınızı abartılı buluyorum. (Nuran Ö.)
AMERİKA’DAN Her markete gidişimde, California’nın renk renk organik meyve ve sebzelerini görür, ülkemde neden hormonlu ve tarım ilaçlı meyvelerini yemek zorunda kaldığıma hayıflanırım. Yürüyüşe çıkarım, kimse çarpmaz bana, kimse yere de tükürmez gözümün önünde. Oysa ülkeme gidince, iki adımda bir tüküren insanlardan çokluğunu görürüm, hayıflanırım. Her metroya, trene, otobüse binişimde, tacize uğramamanın rahatlığı ile içinde gideceğim yere gider ve dönerim. Neden ülkemde bunu yaşayamadığıma hayıflanırım. Sabah sokağa çıktığımda güler yüzle “Günaydın” diyen insanlara “Size de günaydın” demenin mutluluğunu yaşarım. Oturduğum apartmanda, tepeme halılar silkelenmediği, olur olmaz saatlerde, tamirat, koşuşturma ve topuklu ayakkabı sesleri gelmediği için mutluluk duyarım. Neden bunların ülkemde de olamadığına hayıflanırım. Dürüst, yalanı sevmeyen, hümanist; beni dış görünüşüm ve giyim kuşamımın markası ile değerlendirmeyen buradaki arkadaşlarımın samimiyetine güvenirim. Ülkemde ise henüz arkamı bile dönmeden dedikoduya başlayan sözde arkadaş ve komşuların o samimiyetsizliğine hayıflanırım. Kafe ve restoranlarda sigara içilmediği için rahat rahat kahvemi içer, yemeğimi yerken, neden bunun ülkemde bir hayat memat meselesi gibi hálá tartışıldığına ve zaman kaybedildiğine hayıflanırım. Harvard Square’de muhtemelen yüksek eğitim için gelmiş zengin çocuklarının BMW’lerinden ya da jeep’lerinden, Amerikalıların şaşkın bakışları arasında, en üst volümden İbrahim Tatlıses arabesklerinin fışkırmasına hayıflanırım. Yazarları, aydınları söyledikleri ile değil ürettikleri ile değerlendiren bu ülkede, ülkemde neden öyle olmadığına hayıflanırım. Daha pek çok şeye hayıflanırım. Bir de en çok, burada, kendi ülkemde olduğumdan neden daha çok huzurlu ve mutlu olduğuma hayıflanırım. (Sevgi L.)
AMERİKA’DAN Kendimi tanıtayım: 45 yıl önce Amerika’ya beş parasız geldim. New York’taki ilk işim, bulaşık yıkamaktı. Şansa bakın ki, yıllar sonra Amerika’nın en büyük Yatırım Bankası Shearson Lehman Brothers’ın Başkan Yardımcılığı’na kadar yükseldim. Türkiye’de Sermaye Piyasası Kanun tasarısını hazırladım ve 4 kitabım yayınladı. Şubat ayında da anılarım yayınlanacak: “Amerika’da 40 Yıl.” Size bir şey söylesem inanmayacaksınız: Yurtdışında yaşayan biz Türkler, yurdumuzu içeride yaşayanlardan daha fazla severiz. Daha milliyetçiyiz. Kıbrıs gibi, Ermeni Soykırımı iddiaları gibi ülkemizi ilgilendiren, tehdit eden konularda, her birimiz rütbesiz birer askeriz. Gazetelere, politikacılara tekzip mektupları yazarız. Türkiye yanlısı olan senatör adaylarının seçim kampanyalarına bağışta bulunuruz. Buna karşı Türkiye’de çok az insan gerek ülkede ve gerekse dışarıda bize yapılan haksızlıklara isyan eder. Bu da bizi üzer. Ben buradan İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne ve Kadıköy belediyelerine mektuplar yazdım, Göztepe Parkı’na cami yapılmasının ne kadar büyük bir ilkellik olduğunu anlattım. Bana kızıyorlar: “Bu ülkede herkes çıkarlarının doğrusunda hareket eder. Bilmezmiş gibi davranıyorsun. Tabii çok uzun yıllar Amerika’da yaşadın, unuttun.” Duyarsızlıkları karşısında hayretler içerisinde kalıyorum. Ve üzülüyorum. Türkiye’de herkes bir şeylerin değişmesini istiyor, ama kılını bile kıpırdatmıyor. (Yılmaz E.)
HİNDİSTAN’DAN Gazeteci olarak vazifeli oğlumuzu Yeni Delhi’de ziyarete gitmiştik. Bekar oğlumuz, pek çanak çömleğe itibar etmez. “Evine katkıda bulunalım” istedik. Alışverişe çıktık. Bardak vesaire derken, Alman annesi “Aaa bunlar Paşabahçe” demez mi? “Yaa evet” dedim, eşimden bile gizlemeye çalıştığım bir gururla. Sonra, başka bir yerde Bodrum işi nazar boncuklara rastladık. Eşim “A bak, yine Türk malı!” dedi. Türk baba olarak nasıl gururlandığımı varın siz tahmin edin. (Tosun M.)
AMERİKA’DAN Yılbaşı gecesinde 11 çeşit yemek dururken, arkadaşımın yaptığı poğaçalara saldırdım. Neden? Türk usulü yapılmıştı. Son iki senedir de pantolonlarımı Banana Republic’ten alıyorum. Neden? Etiketlerinde “Made in Turkey” yazıyor. E insan bu kadar uzun süre yurtdışında yaşayınca, biraz tuhaflaşıyor (Güneş.)
FRANSA’DAN Demek ki, bu “Made in Turkey sendromu” yurtdışında yaşayan tüm Türkler’de var. Türkiye’dekilere eminim abartılı gelecektir ama bunu yaşamayanın anlaması çok zor. Cidden o etiketi görünce, sanki aile yadigarı bir eşyaymış gibi en basit malın değeri bile 1000 kat artıyor. Zamanında, yurtdışına yufka peynir götürenlere gülerken, şimdi “Ya bavuluma sığmazsa?” diye 3 gün önceden yerini ayarlamaya başlıyorum… (İpek L.)
İTALYA’DAN Benim de gelir dönerim! Üzerine de kaymaklı ekmek kadayıfım gelir! O kadar ki, bir kaç sene evvel hızımı alamayıp, döner yapma işine giriştim. Almanya’dan yüklenip, Sicilya’ya getirdiğim küçük döner makinem ile yarı uydurma, yarı İstanbul Yeşilyurt’taki Kasap Mustafa’nın, “Abla, soğana, süte yatırıp marine edeceksin” tarifiyle, küçük çapta bir döner ustası oldum. Şimdi Catania sakinlerine döner partileri veriyorum…
MADAGASKAR’DAN Madagaskar’da yaşayan bir Türk’üm. Ben sizin yaşadıklarınıza dahi özlem duyuyorum. Halim o kadar vahim. Avrupa’nın çeşitli ülkelerinde yaşayan pek çok dostum var, her fırsatta onlara, gurbetin oralar değil de, buralar olduğunu söylüyorum. Benim için döneri hayal etmek bile lüks, burada en fazla açma, poğaça falan hayal edebiliyorsunuz! (Zafer Y.)
LÜKSEMBURG’TAN Geçen gün, Lüksemburg’taki Belçika süpermarketinde Gemlik zeytini görünce, ben de ağladım. Kapağında kocaman bir Türk bayrağı vardı. Kapağında Yunan bayrağı olan Yunan zeytiniyle yan yana duruyorlardı. (Didem B.)
İNGİLTERE’DEN 28 yıldır Londra’nın göbeğinde yaşıyorum. Bizim buralar, İstanbul’u hiç aratmaz. Meşhur siyah taksilerimiz ve iki katlı otobüslerimiz, Türkiye’nin turizm reklamlarıyla doludur. Şimdi siyah taksilerimiz, beyaz eşya pazarının yüzde 30′nu elinde tutan Beko reklamlarıyla doldu. Marks & Spencer’den Harrods’a kadar satılan kuru incir, üzüm ve fındığın hemen hemen tümü bizim toprakların ürünüdür. Havlu, tekstil, deri, cam, zücaciye mallarının da büyük kısmında “Made in Turkey” yazmaktadır. Ikea’da satılan bardak, çarşaf, havlu ne alırsanız Türk malıdır. Fakat geçen ay tuhaf bir şey oldum, İstanbul’da Metro City’de, kendimi bir an bizim İngiliz çarşılarından birinde zannettim: M and S, River İsland, Accessories, Faith, Body Shop, Evans v.s. Bunların çoğunun malı Türk ürünü. Neden bir sürü vergi ödeyip, kendi ürettiğimiz malı ithal edip, kulağı ters göstermek gibi satın aldığımızı anlamış değilim. (Mihrişah.)
TÜRKİYE’DEN Dubai’deki bir İtalyan markette, Tariş marka zeytinyağı görünce ağlamak, eğer benim atladığım bir ironik tarafı yoksa, gerçekten çok acıklı! Bu devirde, bu dünyada aklımın hiç mi hiç almadığı bir şey… (Semih)
Kentucky’de Kivanc
Hicbir seye benzemez kendi vatanindan, kendi insanlarindan ayri kalmak. Yasanmadan bilinmez. Yasandigi zaman anlatilmaz. Ben de anlatamiyorum su anda.. Sirf bu yuzden..
“..ve hicbir ayrilik bu kadar aci vermedi
cunku hep coktan secmeliydi ayriliklar.
Simdi ise sadece ozlemlerimi buyukten kucuge
siralamak dusuyor bana.”
Boyle de siirler yazdirir. :..)