Siyasal İslam'ın Yükselişi

YaRpAK.

New member
Siyasal İslam'ın Yükselişi



22 Temmuz sonrası ortaya çıkan tablonun yarattığı şaşkınlıktan ve Türkiye'nin geleceğine ilişkin korkulu bekleyişten sıyrılmak için seçim sonuçlarını doğru analiz etmeli, gerçekçi bir yorum yapmalı ve doğru mesajlar vermeliyiz.

Bu seçimin sonuçları, önümüzdeki süreçte, iki konuda önemli gelişmeler yaşanacağını göstermektedir;

1) AKP'nin daha büyük bir oy oranıyla ikinci kez tek başına iktidar olması, 4 Kasım 2002'de başlatılan, Cumhuriyetin temel değerlerinin alt üst edilerek, düzeni Ilımlı İslam'a dönüştürme sürecinin önünü açmıştır.

2) PKK'nın yasal ve siyasi kanadı gibi çalışan DTP'nin bağımsız adaylarla barajı aşarak meclise girmesi, üniter devlet yapısını yıkmak için başlatılan dış destekli bölücü terörün TBMM'de sözcülerinin olması demektir. Böylelikle etnik ayrılıkçılık, kazanılan resmi statü nedeniyle siyasi mesajları daha rahat verecek, dışarıdan daha çok destek alacak ve resmi görüşmeler yapabilecektir.

HAKSIZ REKABET

Bu seçim, ABD'nin, AB'nin, Talabani'nin, Barzani'nin, Yunanistan'ın, Rumlar'ın, Arap sermayesi'nin, uluslararası sermayenin, yerli ve yabancı medyanın sınırsız destek verdiği AKP ile CHP ve MHP arasında geçmiştir.

22 Temmuz, haksız rekabetin en üst seviyeye çıktığı bir seçim olarak da anımsanacaktır. AKP, devletin olanaklarını eleştiriler karşısında geri adım atmadan sonuna kadar kullanmıştır.

Bir başka önemli gelişme de, AKP'ye, hiçbir iktidara nasip olmayan medya desteğidir. AKP'nin yüksek oy aldığına ve birinci parti olduğuna ilişkin anketlerin sürekli yayınlanması, medyanın iktidar partisine yaptığı önemli katkıdır. Bu tür anketlerin amacı, "Nasıl olsa AKP açık ara önde, yapılacak bir şey yok" duygusunu oluşturmaya yöneliktir. Siyaset bilimi, böylesi anketlerin yüzde 2­3'lük bir seçmen kitlesini etkilediğini, seçmen psikolojisi bakımından ortaya koymuştur.

SEÇMEN İÇİN ÖNEMLİ OLMAYANLAR

Görülen o ki, bölücü terörün geldiği nokta, yani ülkenin sınırlarının değiştirilmesi tehlikesi, bunu tetikleyen Irak'ın kuzeyindeki oluşum, Barzani ve Talabani'nin tehdit ve hakaretleri seçmenin önemli bir bölümünü etkilememiş,

** AKP'nin önde gelen isimlerinin yolsuzluk dosyaları, dokunulmazlıklarının devam etmesi seçmenin önemli bir bölümünü ilgilendirmemiş,

** Başbakan ve bakan çocuklarının iş dünyasındaki hızlı yükselişleri seçmenin önemli bir bölümünün umurunda olmamış,

** Ülke ekonomisinin birçok sektörünün yabancı yatırımcıların eline geçmesi seçmenin önemli bir bölümü tarafından tehlike olarak algılanmamış,

** Özelleştirme adı altında en karlı ulusal kuruluşların yabancılara yok pahasına satılması, seçmenin önemli bir bölümü tarafından tehlike olarak görülmemiş,

** Emeklinin, çiftçinin, işçinin, memurun yoksullaşması, ağır borçlar altında ezilmesi seçmenin önemli bir bölümü tarafından normal karşılanmış,

** Şehit cenazeleri, etnik kimliklerin ön plana çıkartılması seçmenin önemli bir bölümünce normal gelişmeler olarak görülmüş,

** Başbakan'ın Öcalan'a "sayın", şehitleri "kelle" diyebilmesi seçmenin önemli bir bölümünce doğru ifadeler olarak kabul edilmiş,

** ABD'nin ve AB'nin dayatmaları, Türkiye'ye yönelik taleplerini, PKK'ya destek vermeleri seçmenin önemli bir bölümünce dert edilmemiş.

BAZI HATIRLATMALAR

Buraya kadar makro bir bakış açısıyla soyut bir değerlendirme yaptık. Ama bu duruma nasıl gelindi, bu sonuçları ortaya çıkaran temel etkenler nelerdir sorusuna yanıt vermek gerekiyor.

Bu yanıta geçmeden önce sayısal bir gerçeği anımsatmakta yarar var. ANAVATAN-DYP birleşmesindeki fiyaskoya kadar, AKP'nin oy oranının yüzde 35'in üzerinde olacağını tahmin ediyordum. Birleşmenin gerçekleşmemesi üzerine her iki partinin oylarının toplamının önemli bir bölümünün AKP'ye yöneleceğini anladım. İşte bu nedenle seçim sonuçları konusundaki tahminlerimi soran yabancı medya kuruluşlarına, AKP yüzde 45­50 arası dedim. 3 Kasım 2002 Seçim sonuçlarına göre, ANAP yüzde 5.13, DYP yüzde 9.54 oy almıştı. Yüzde 15'e yakın bir oy oranına sahip olan bu iki siyasi partiden birinin seçime katılmadığını, DP'nin de yüzde 5 oy aldığını düşünürsek, bir miktar oyun AKP'ye gittiği anlaşılacaktır.

Bu seçimin en kazançlı partisi DSP olmuştur. 2002'de yüzde 1.22 oy alan DSP'nin, adaylarını CHP listelerinden milletvekili seçtirmesi, daha açık bir deyişle ortaya yüzde 1.22 koyup 13 milletvekili alması, Türkiye siyasi tarihinde eşi benzeri olmayan bir örnektir.

3 Kasım 2002 seçiminin ardından, bir sonraki seçimde AKP'nin, en azından aldığı oy oranını koruyacağını ısrarla vurgulamıştım. O günkü tabloyu, siyaset sosyolojisi, siyaset psikolojisi ve siyaset bilimi açısından incelediğimde, vardığım sonuçları merhum Bülent Ecevit'e, bugün DSP yöneticisi ve milletvekili olan kişilerden oluşan bir grubun önünde anlatmış, "Sayın Ecevit, sunduğum raporda önerdiğim çalışma modeli uygulamaya konulmazsa, sıraladığım nedenlerden ötürü AKP, 2005­2010 arası yüzde 50 oy oranına yaklaşır" demiştim.

1980 SONRASI DEĞİŞİMLER

Türkiye, 1980'li yıllardan itibaren çok önemli iki değişim yaşamıştır.

1) 12 Eylül darbesinin ardından toplum ciddi bir depolitizasyon sürecine itilmiş, özellikle sol büyük bir baskı altına alınarak ezilmiş, İslamcı gruplar kollanmış, siyasetteki dengeler hızla değişmeye başlamıştır.

2) Bölücü terör nedeniyle Güneydoğu'dan anakentlere göç başlamıştır. Anakentler ayrıca, kırsal kesimde yaşanan yoksulluk nedeniyle ülkenin diğer bölgelerinden de göç almıştır.

İç göç nedeniyle anakentleri kuşatan varoşlar büyümüş, buralarda yaşayan insanlar kent yaşamıyla bütünleşemediğinden "Kent Köylü" olarak adlandıracağımız kitleler ortaya çıkmıştır. Depolitizasyon süreci de magazin, eğlence, dedikodu, arabesk, futbol gibi kitleleri uyuşturmaya yönelik programlara ağırlık veren bir medyanın katkısıyla hızlanmıştır.

Ülke nüfusunun yoğunlaştığı İstanbul, Ankara, İzmir, Adana, Bursa, Mersin gibi anakentlerin çıkardığı toplam milletvekilli sayısına bakılırsa, bu illerde çoğunluğu sağlayan siyasi partinin seçimlerde birinci parti olabileceği görülecektir. İşte bu nedenle iç göçün tetiklediği bir diğer değişiklik de, siyasi partiler arasındaki dengelerde yaşanmaya başlanmıştır.

Varoşlarda yaşayanlar, artık anakentlerin seçmen nüfusunun yüzde 65'ini oluşturmakta ve bu kitlelerin yöneldiği siyasi parti, seçimlerden başarıyla çıkabilmektedir. Buna karşın, sayısal azınlığa düştüğü gözlemlenen Atatürkçü, cumhuriyet değerlerine bağlı kesimler ise, anakentlerin merkezlerine sıkışmakta ya da uydu kentlerde yoğunlaşmaktadır. Bu, aynı kentte, yaşam tarzları ve siyasi tercihleri farklı iki toplumun, giderek birbirinden ayrılmasına neden olmaktadır.

Siyasal İslamcı kesim, anakentlerde yaşayan seçmen kitlelerinin büyük bölümünün yoksullardan oluştuğu gerçeğini kavramış ve bu insanların somut taleplerinin günlük ihtiyaçları kapsadığını anlamıştır. Bu nedenle belediye yönetimlerini ele geçirmeye ve belediyelerin olanaklarını yoksullar için kullanmaya çalışan Siyasal İslam'ın her geçen gün büyüyen yeşil sermayeyi de arkasına alması tehlikenin boyutlarını büyütmüştür.

SİYASAL İSLAM'IN TESPİTLERİ

Söz konusu varoşlar solun kaleleri olarak bilinirken, ne olmuştur da Refah, Fazilet, Saadet ve AKP gibi partilerin oy depolarına dönüşmüştür.

Her şeyden önce, Siyasal İslamcı kesim, diğer siyasi partilere göre toplumdaki değişimin sosyolojik, psikolojik ve ekonomik analizlerini daha iyi yaparak, yoksul yığınların somut taleplerini belirlemiş, sayısal çoğunluğu oluşturan yoksul seçmen kitlelerini ebediyen kendine bağlayacak yöntemlere yönelmiştir. Buradaki en önemli tespit, yoksul kesimlerin temel beklentisinin yiyecek, giyecek, yakacak, parasal yardım, sağlık hizmetleri vb günlük gereksinimlerinin karşılanması olmuştur.

Siyasal İslamcı kesimin yaptığı bir başka doğru tespit ise, söz konusu kitlelere ulaşmanın ve onları sürekli oy deposu olarak tutmanın yolunun yerel yönetimleri kazanmaktan geçtiğidir. Özellikle 1990'lı yıllardan itibaren belediye başkanlığını kazandıkları anakentlerin olanaklarını, bugün "Sadaka siyaseti" olarak tanımlanan bir tarzda kullanan Siyasal İslam, sadece varoşlarda değil, az gelirli vatandaşların yaşadığı semtlerde de benzeri bir çalışmanın içine girmiştir.

Bugün, yoksulların sürekli yoksul kalmasını isteyen, her türlü yardımı siyasi rüşvet olarak kullanan, böylelikle bu kitleleri kendilerine bağımlı kılan belediyeleri Siyasal İslam'ın elinden almak kolay mıdır? Siyasal İslam'ın yürüttüğü bu çalışma, kişide sırasıyla, kendisine değer verildiği, bir gruba ait olduğu duygularını oluşturmakta ve son aşamada kadercilikle birlikte cemaatleşmeyi sağlamaktadır.

Yine de, siyasal İslamcı kesimin kaydettiği büyük ilerlemenin nedenleri daha derindedir. Atatürk'ten sonra başlayan "Termidor", yani devrimlerin durdurulması süreci, Demokrat Parti'nin iktidar olmasıyla "Karşı Devrim" sürecine dönüşmüş, Menderes'in Başbakan oluşuna kadar köşelerinde bekleyen tarikat ve cemaatler, artık siyasete müdahale edebilecek rahatlığa kavuşmuştur. Demokrat Partili yıllarda sadece oy vermekle yetinen bu gruplar, 1970 ve 1980'li yıllardan itibaren sadece oy veren değil, seçilen de olmak istemiştir. İşte bu nedenledir ki, sağdaki partilerin yöneticileri seçimler öncesi tarikat ve cemaatleri ziyaret etmekte, destek istemekte, karşılığında milletvekili aday listelerinde bu gruplara kontenjanlar ayırıp, sayılar üzerinde pazarlıklar yapmaktadır.

1990'lar ise, bir dönem oy veren, sonra da seçilen olmakla yetinen tarikat ve cemaatlerin artık ülke yönetimini talep ettiği yıllar olmuştur. 1995 seçimleri bir dönüm noktasıdır. İlk kez Siyasal İslamcı Refah Partisi seçimden birinci parti olarak çıkmıştır. Tansu Çiller'in yardımıyla iktidara gelen bu partinin, 28 Şubat sürecinde hükümetten ayrılmasına kadar tehlikenin sadece siyasi boyutları algılanabilmiş, sosyal boyutu gündeme gelmemiştir. Nitekim Fazilet Partisi 18 Nisan 1999 seçiminde milletvekili sayısında düşüş yaşasa da, yerel seçimde yüzde 23'le birinci parti olup yeni belediyeler kazanmış, ilan edilenin aksine seçimlerin galibi DSP değil, Fazilet Partisi olmuştur (Ecevit'e gönderdiğim 28 Haziran 1999 tarihli yazımda, "18 Nisan 1999 seçiminin sonuçları mutlaka doğru okunmalıdır. Aksi takdirde Türkiye'yi çok büyük bir tehlike beklemektedir. Siyasal İslam önümüzdeki seçimde tek başına iktidara gelmenin hesaplarını yapmaktadır. ABD, Amerikancı İslam'ı savunacak yeni bir parti kurdurmak için Siyasal İslamcı kadrolarla özellikle de İstanbul Belediyesi'nin kadrolarıyla yakından ilgilenmektedir" demiştim. Ayrıca, Müslüman Kardeşler modeline dikkat çekip, buna karşı bir Çalışma Modeli sunmuştum).

Tarikat ve cemaatlerin desteklediği Siyasal İslam hep geleceği kurgulamış, şartların olgunlaşmasını sabırla beklemiş, TSK ile karşı karşıya gelmemeye özen göstermiştir. Ordunun tepkisi söz konusu olduğunda bir adım geri atan Siyasal İslam, ilk kez 27 Nisan bildirisinde geri adım atmamıştır. Aslında bu, ulaşılan özgüvenin yanısıra ABD ile AB'nin yadsınmaz desteğinden de kaynaklanmaktadır. Siyasal İslam bu tutumuyla, gelecekte benzeri bir durumda, bildiği yolda gitmekten vazgeçmeyeceğinin işaretini vermiştir.

MÜSLÜMAN KARDEŞLER MODELİ

1990'lı yıllar, AKP kadrolarının da içinden yetiştiği tarikat ve cemaatlerin iş dünyasında büyüdüğü, medyada söz sahibi olduğu, özel okul ve dershane sektöründe öne geçtiği, sağlık alanında büyük yatırımlar yaptığı, ama hepsinden önemlisi sosyal alanda etkiliğini arttırdığı dönemdir. Türkiye'de, Müslüman Kardeşler Örgütü modelini örnek alan bir çalışmayı uzun yıllar önce uygulamaya koyan Siyasal İslam, bu modelin gereği olan "Toplum içinde alternatif toplum" yaratma yönünde çaba sarf etmektedir. Bunun için önceleri belediyelerin olanakları seferber edilirken, Yeşil Sermaye'nin desteği alınırken, 2002'den bu yana İktidar olmanın sınırsız olanakları da kullanılmaktadır.

Mısır kökenli Müslüman Kardeşler Örgütü modeline göre, yoksulların en temel gereksinimleri belirlenir. Ardından, ücretsiz sağlık hizmeti sunan hastaneler, sağlık merkezleri kurulur, öğrencilere sürekli artan sayıda burs sağlanır, dini eğitim veren kuruluşlar yaygınlaştırılır, aşevleri açılır, daha geniş yığınları giydiren, maddi yardım dağıtan hayır kuruluşları çoğaltılır. Düğün, bayram, doğum gibi özel günlerde insanlara yalnız olmadıklarını hissettirecek ziyaretler yapılır, hediyeler verilir. Kısacası bir süre sonra, mevcut düzenin sorunlarını çözemediğine, kendilerine devletin değil de, İslam Dini'nin sahip çıktığına inandırılmış, giyimiyle, yaşam tarzıyla farklı, toplumun geri kalanına etki etmeye çalışan bir toplum yaratılır.

Bunun en somut örneği Filistin'de görülmektedir. Arafat'ın laik modeline direnen HAMAS, Müslüman Kardeşler modelini yıllarca uyguladıktan sonra seçimleri kazanarak parlamentodaki çoğunluğu elde etmiştir. Hamas'ın Filistin'de dine dayalı bir düzen kurmak istemesi çatışmalara neden olmuştur. Bu nedenle, bugün, Gazze ve Batı Şeria'da iki ayrı dünya görüşü ve iki ayrı yönetim egemendir.

SONUÇ

AKP'li yönetici ve belediye başkanlarının milyonlarca yoksula yardım dağıtıldığını, bunun elektronik ortamda kayıtlar tutularak düzenli bir şekilde yürütüldüğünü övünçle söylemeleri, aslında utanılacak bir durumdur. Başbakan ve AKP'nin önde gelen yöneticilerinin, muhalefeti eleştirmek için kullandıkları, "İki koyunu güdemezler" söylemi, halkı zavallı, muhtaç bir sürü olarak gördüklerinin kanıtıdır. Ayrıca, Başbakan Erdoğan'ın sıkça kullandığı, "Fakir fukara, garip guraba" söylemi ise, oy deposu olarak gördükleri kesimi işaret etmesi bakımından önemlidir.

22 Temmuz'u doğru tahlil etmek yerine, karşılıklı suçlamalarla, kimin daha çok Atatürkçü olduğu tartışmasına girip, aynı söylem ve politikalarda ısrar etmek, aday listelerinde kendilerine yer verilmediği için bu sonuçların alındığını söyleyenlere itibar etmek yanlış yola gitmektir.

Siyasal İslam sabrederek, uzun erimli düşünerek bugüne geldi. Yoksulluk ve eğitimsizlik gerçeğini çok iyi kullandı.

"Nasıl olsa Ordu var, gerektiğinde müdahale eder" rahatlığının bir kenara bırakılmaya başlandığı Cumhuriyet Mitingleri, sivil güçlerin gericiliğe karşı mücadelesinde bir kıvılcım olarak kalmamalıdır. Laik Cumhuriyet'in, demokrasinin ve Atatürk'ün, sadece orta sınıf olarak adlandırılan, belli bir eğitim ve yaşam standardına ulaşmış insanların sahip çıktığı değerler değil, tüm vatandaşlara ait değerler olduğunu ortaya koyacak sabırlı bir çalışma içine girilmedikçe, yaşanacakları tahmin etmek güç değil.

Gürbüz EVREN http://www.hakimiyetimilliye.org/index.php?news=1531
 

HTML

Üst