“İlk önce geldiler komünistleri alıp götürdüler. Ben sesimi çıkarmadım.
Faşist diktaya doğru
Yukarıdaki sözler Nazi dönemi Almanyasından bir profosöre ait. Ama günümüz Türkiyesi için de, yakın geleceğin Türkiyesi için de büyük önem taşıyor.
2002 yılında AKP iktidara geldiğinde, pek çok liberalimiz ve liberalleşmiş solcumuz endişeye gerek olmadığını söylüyordu; iktidara gelmekle birlikte aslında AKP düzenin içine girmiş olacak ve değişecekti.
Bu düşünce o kadar yaygın ve güçlü bir hale gelmişti ki CHP Başkanı Baykal da bu düşünceden hareketle Tayyip Erdoğan’ın siyasi yasağının kalkması için yolu açtı ve Tayyip Erdoğan bu sayede partisinin başına geçebildi.
Fakat AKP hiç de beklenildiği gibi düzen içinde erimedi, aksine düzeni eritmeye başladı. AKP’nin düzeni eriten bu tür uygulamaları ise başta Şeriatçı tabanı olmak üzere devlet ve millet düşmanlığını liberalizm sanan bir kısım sapkın aydıncıkların büyük desteğini aldı.
Şimdi aynı sapkın liberallerimiz sözde AKP’yi uyarıyorlar: “Sakın %47’ye güvenerek her şeyi ben yaparım diye düşünme”. Ama ortada 2002-2007 arası koca bir beş yıl var ve bu beş yılda AKP %47’yle değil %34’le her istediğini yaptı. Bu nedenle liberallerin sözlerini elbette dinleyecek değil.
Ancak mesele liberallerin meselesi değil, Türkiye’nin ve Türk halkının meselesi. Çünkü AKP’nin başladığı yolun sonunda bizleri bekleyen bir faşist dikta var.
AKP her ne kadar demokrasi, insan hakları, özgürlükler sloganları ile hareket etse de, ideolojileri ve kökleri bunların demokrat olmasına izin vermez. Çünkü Şeriatçı ideoloji katı despotik bir toplumu öngörür. Biat etmek yani boyun eğmek bunların toplumsal sistemidir. Ama boyun eğenlerin olduğu bir toplumda mutlaka boyun eğilecek egemenler de bulunur.
Şeriatçılar her ne kadar daha fazla özgürlük deseler de bu özgürlüğün yaşam alanını bırakmazlar. Çünkü daha fazla özgürlük değil daha fazla tek tip toplum isterler. Siyasi simgeleri ve bayrakları olan türban bile bunun içindir, herkesi aynı kalıba sokmak Şeriatçı ideolojinin özünde vardır.
AKP’nin bugüne kadarki tüm uygulamaları ve yönelimi de toplumda tekçi bir düzen kurmaya yöneliktir. Bu düzende egemen olan güç, karşısına çıkan her tür muhalefete savaş açar.
Toplumun sindirilmesi
Fakat Şeriatçı hareketin faşistleşmesinin ikinci bir boyutu da vardır, toplumun sindirilmesi.
Toplumun bir kesimi zaten kandi tabanlarıdır, kendi tabanları o nedenle zaten her tür uygulamaya ikna edilmiştir.
Bunun dışında kalan bir kesim ise, parasal güçle, iş yaratarak, makam yaratarak, yardımlarla satın alınır ve böylece ikna edilir.
Ama yine de toplumun daha büyük bir kesimi bu sisteme ikna olmamıştır. İşte bu ikna olmayanlar için faşistlerin ikna ederek kaybedecek zamanları yoktur. O nedenle toplumun geri kalanını sindirme yoluna giderler.
Toplumun sindirilmesinde en büyük yöntem komplolar kurmak, bu komplolarla kamuoyu baskısı yaratmak, muhalefeti tecrit etmektir.
İstisnasız tüm faşist rejimler işe bu tür komplolarla başlarlar. Önce hayali bir düşman yaratılır, sonra o hayali düşmana karşı savaş açılır, toplumdaki her tür sorunun kaynağı ve sebebi olarak o hayali düşman gösterilir ve en sonunda hayali düşman ya içeri tıkılır ya öldürülür ya da toplama kampına gönderilir.
Bu yolla toplumun ikna olmayan kesimlerine bir mesaj verir faşist; eğer bize karşı koyarsanız yarınki hayali düşman da siz olursunuz ve aynı cezalara katlanırsınız.
Bu sindirme yöntemi çok büyük ölçüde de başarılı olmuş bir yöntemdir. Böylesi bir cezalandırmayı istemeyenler birden faşizmin dümen suyuna girmeye başlarlar. İktidarla aralarındaki ayrılıkları değil de aynılıkları ön plana çıkartarak politika yapmaya başlarlar. Bir süre sonra tümüyle iktidar yörüngesine otururlar.
Merkez sağ ve sol faşizme boyun eğer
Tecrübeyle sabittir ki faşist rejim kurulan ülkelerin hiçbirinde merkez sağ ve merkez sol, muhalefet görevi üstlenememiştir. Toplumsal muhalefet ve faşizme karşı mücadele sadace ve sadece devrimci güçler tarafından verilmiştir.
Bunun böyle olması da son derece doğaldır, çünkü merkez ideolojilerin bu tür radikal ve devrimci bir direniş sergilemek için yeterli bir motivasyonu yoktur. İster sağda ister solda olsun merkezci eğilimler, hep liberaldir, liberal olması nedeniyle de her seferinde daha rahat bir yaşamı tercih eder ve faşistle uzlaşır.
Faşistle uzlaşmayacak tek kesim ise, mevcut liberal toplumsal düzenden de, bu liberal düzen yıkılınca kurulacak faşist düzenden de memnun olmayacak kesimdir, bu ise toplumun devrimci, gerçek yurtsever ve sosyalist kesimidir.
Almanya faşizmin en uç boyutlara ulaştığı bir ülke. Faşizm döneminde bu ülkede ne merkez sağ bir parti ne de sosyal demokrat parti kalmıştır. Faşizmin azgınlaşan gücünün karşısına bir barikat kurmak yerine hep Nazileri izlemiş, ses çıkartmamışlardır. Naziler iktidarı ele geçirdiğinde ise zaten bu partiler kapatılmıştır. Geriye bir tek Alman komünistleri kalmıştır ve Almanya’da faşizme karşı mücadeleyi bu kesim üstlenmiştir.
Almanya faşizmi Fransa’ya taşıdığında ise Fransa’nın iktidardaki sağ partisi Hitler’e tabi olmuştur. Tüm Fransa 2 saatte Almanya’ya teslim edilmiştir. Ondan sonra ortada hiçbir muhalif kesim kalmamıştır. Sadece Fransız komünistleri direniş kuvvetleri örgütleyerek faşizme karşı koymuşlardır.
Benzeri örnekleri faşizmin pençesine düşen tüm ülkelerden verebiliriz. Ama bizim ülkemizden de.
AKP faşizminin ilk beş yılında yanında kimler vardı?
AKP’nin iktidarı alması için en büyük desteği sosyal demokrat CHP verdi. Meclis’te her tür Cumhuriyet düşmanı yasa çıkarılırken AKP’nin yanında yine CHP vardı. İlk beş yıllık dönemde CHP, AKP’nin yedek gücü olmaktan başka bir şey yapmadı.
Şimdi AKP’nin ikinci beş yılı başladı ve bu defa CHP’nin rolünü MHP üstlenmiş gözüküyor. Mecliste her tür faşizan kararlar MHP’nin desteğiyle alınıyor.
Yani faşizmin karşıtı, alternatifi gibi görünen veya algılanan partiler aslında faşist partinin sadece koltuk değneği işlevini görüyor.
AKP’nin iktidarı alması için en büyük desteği sosyal demokrat CHP verdi. Meclis’te her tür Cumhuriyet düşmanı yasa çıkarılırken AKP’nin yanında yine CHP vardı. İlk beş yıllık dönemde CHP, AKP’nin yedek gücü olmaktan başka bir şey yapmadı.
Şimdi AKP’nin ikinci beş yılı başladı ve bu defa CHP’nin rolünü MHP üstlenmiş gözüküyor. Mecliste her tür faşizan kararlar MHP’nin desteğiyle alınıyor.
Yani faşizmin karşıtı, alternatifi gibi görünen veya algılanan partiler aslında faşist partinin sadece koltuk değneği işlevini görüyor.
Ulusalcı çete korkutması
İşte böylesi bir ortamda faşist parti toplumu sindirmek için harekete geçiyor. Ülkücüler ve sosyal demokratlar zaten AKP’nin dümen suyunda girdiğine göre, merkez sağ zaten tümüyle eritildiğine göre, geriye kalan kesimin sindirilmesi faşizmin mutlak egemenliğinin kurulması için gerekmektedir.
İşte bu kesim için sindirme harekâtı iki yıldır sürdürülmektedir. Faşistler, karşılarına ulusalcı dedikleri düşmanı almışlar ve buna karşı bir yıldırma, sindirme, bastırma kampanyası başlatmışlardır.
Danıştay’a düzenlenen saldırıdan bu yana iki yıldır toplumda sürekli bir ulusalcı çeteler sahte düşmanı yaratılmakta ve toplum bu hayali düşmana düzenlenen operasyonlar yoluyla korkutulmakta, sindirilmektedir.
Mesele ortada bir ulusalcı çetenin olup olmaması değildir. Çünkü böyle bir çete olmasa bile faşistler toplumu baskı altına almak için böylesi bir çete yaratmak zorundaydı. Kimbilir belki de bize izletirdikleri kendi yarattıkları çetelerdir...
Ama bildiğimiz bir şey var, bu tür operasyonlar üç beş kişi için yapılmaz. Türkiye’yi yerle bir edecek bir çeteden bahsediliyor ama nedense bu çetelerle ilişkili insan sayısı iki elin parmağını aşmıyor.
O halde sormak gerekiyor, bu mu iktidar için tehlike?
Asıl hedef Türk milleti
Elbette değil.
Asıl tehlike Cumhuriyet mitinglerinde meydana çıkan Türkiye’nin ulusal, milliyetçi ve Atatürkçü potansiyelidir. Bu potansiyel, Türkiye’nin faşizme direnme gücünü ve olanakları göstermektedir. Bu potansiyelin sindirilmesi AKP açısından esas hedeftir.
O nedenle bir hayali ulusalcı çete düşmanı yaratılmıştır. Şimdi o hayali çeteye operasyon düzenlenmektedir ve insanlara şu mesaj verilmektedir: Sakın ha örgütlenmeyin! Eğer örgütlenecek olursanız, yarın siz de bu çete davalarının içine dahil edilirsiniz.
Bu yolla ulusal güçler ve halk sindirilirken ikinci bir mesaj daha verilmektedir: Sizi savunacak kimsenin çıkacağını da asla um-mayın!
Burası oldukça önemli kısmı sindirme operasyonunun.
Birincisi ulusal duruşu olan, hükümetle uğraşan, terör örgütleriyle uğraşan avukatlar, bu operasyonlarda çete kapsamına alınmaktadır. Böylelikle vatandaşa şu mesaj verilmektedir; sizi savunacak avukatlar bile içerde olacak, o nedenle sessiz oturun.
İkincisi, sizi savunacak herhangi bir parti veya kitle örgütü olmayacaktır. Bakın MHP’ye kendi eski adamlarını savunuyor mu? Ya da bakın CHP’ye bu kadar hukuksuz bir operasyon karşısında çıtı çıkıyor mu?
Üçüncüsü, Ordu’ya hele hiç güvenmeyin. Bakın yüzbaşıdan başladık tuğgenerale kadar geldik. Ama ne eski yüzbaşıyı ne de eski tuğgenerali savunan bir Ordu yok. O nedenle ayağınızı denk alın.
İşte böylesi bir sindirme operasyonu ile karşı karşıyayız. AKP’nin hedefini çok iyi bilmeliyiz. Bunların derdi çete değil ulusal güçlerdir. Çünkü demokratik siyaset yoluyla var olan her tür ulusal örgütlenmeye de karşıdırlar. Onlar kendi işbirlikçiliklerinin karşısına dikilecek her tür ulusal güce bu nedenle çete muamelesi yapmaktadırlar.
Burada kritik nokta ise örgütlenmektir. Aslında faşistler toplumun kendi karşısında örgütlenmesine karşıdırlar. Onlar suskun toplum, sindirilmiş toplum istemektedirler. Toplum susacaktır, örgütlenmeyecektir ki faşizmi rahat rahat getirebilsinler.
Ama bu sindirme operasyonunun bir de ters etkisi var. Yine tecrübeyle sabittir ki faşist uygulamalar toplumun örgütlenmesine engel olmaz aksine örgütlenmeyi zorunluluk haline getirir.
AKP’liler istiyorlarsa örnek aldıkları faşist rejimlerin nasıl yıkıldığına bir baksınlar, toplum susmuş mu!..
Başbakan Tayyip Erdoğan yurtdışına burslu gönderilecek öğrencilere hitaben bir konuşma yapmış ve şöyle demiş: “Biz Batının ilmini sanatını almadık. Maalesef değerlerimize ters düşen ahlaksızlıklarını aldık.”
Bildiğimiz gibi Başbakan bundan bir süre önce de ne kadar şerefsiz olduğu şeklinde algılanabilecek bir açıklama yapmıştı. Biz de kendisini uyarmıştık, açıklamalarını Türkçe bilen bir danışmana hazırlatması konusunda.
Ama bu açıklama ile birlikte Başbakanın açıklamalarını kendisinin yaptığını anlıyoruz. Aklından geçenleri söylemektedir Başbakan. Şimdi Başbakan’a soralım o zaman: Nedir ahlaksızlığın? Biliyoruz çok Avrupa ABD gezisine çıktın, onlardan ne tür ahlaksızlık aldın?
Yok, sen almadın da çoğul konuşuyorsan, etrafında Batıdan ahlaksızlık alan tanıdıkların mı var? Hele hele, çocukların yurtdışında okudu ve şimdi yurtdışında okuyacak çocuklara bu nasihatte bulunuyorsun, yoksa bir tecrübeniz mi var?
Yok genel olarak Türk toplumu için konuşuyorsan, bizi karıştırma sadece kendi adına konuş!
Ya da konuşmayı bilmiyorsan sus da Başbakan sanalım...
http://www.turksolu.org/171/basyazi171.htm
Sonra, Yahudileri aldılar toplama kamplarına, işkenceye götürdüler. Ben yine sesimi çıkarmadım. Çünkü bana göre bir şey yoktu.
Sonra sosyal demokratları vurmaya, hapse atmaya, toplama kamplarına götürmeye başladılar. Ben yine sesimi çıkarmadım. Çünkü bana dokunan yoktu.
Birgün kapım çalındı. Beni alıp toplama kampına götürdüler, işkenceye. Hiç kimse ses çıkarmadı. Çünkü ses çıkaracak kimse kalmamıştı”
Sonra sosyal demokratları vurmaya, hapse atmaya, toplama kamplarına götürmeye başladılar. Ben yine sesimi çıkarmadım. Çünkü bana dokunan yoktu.
Birgün kapım çalındı. Beni alıp toplama kampına götürdüler, işkenceye. Hiç kimse ses çıkarmadı. Çünkü ses çıkaracak kimse kalmamıştı”
Faşist diktaya doğru
Yukarıdaki sözler Nazi dönemi Almanyasından bir profosöre ait. Ama günümüz Türkiyesi için de, yakın geleceğin Türkiyesi için de büyük önem taşıyor.
2002 yılında AKP iktidara geldiğinde, pek çok liberalimiz ve liberalleşmiş solcumuz endişeye gerek olmadığını söylüyordu; iktidara gelmekle birlikte aslında AKP düzenin içine girmiş olacak ve değişecekti.
Bu düşünce o kadar yaygın ve güçlü bir hale gelmişti ki CHP Başkanı Baykal da bu düşünceden hareketle Tayyip Erdoğan’ın siyasi yasağının kalkması için yolu açtı ve Tayyip Erdoğan bu sayede partisinin başına geçebildi.
Fakat AKP hiç de beklenildiği gibi düzen içinde erimedi, aksine düzeni eritmeye başladı. AKP’nin düzeni eriten bu tür uygulamaları ise başta Şeriatçı tabanı olmak üzere devlet ve millet düşmanlığını liberalizm sanan bir kısım sapkın aydıncıkların büyük desteğini aldı.
Şimdi aynı sapkın liberallerimiz sözde AKP’yi uyarıyorlar: “Sakın %47’ye güvenerek her şeyi ben yaparım diye düşünme”. Ama ortada 2002-2007 arası koca bir beş yıl var ve bu beş yılda AKP %47’yle değil %34’le her istediğini yaptı. Bu nedenle liberallerin sözlerini elbette dinleyecek değil.
Ancak mesele liberallerin meselesi değil, Türkiye’nin ve Türk halkının meselesi. Çünkü AKP’nin başladığı yolun sonunda bizleri bekleyen bir faşist dikta var.
AKP her ne kadar demokrasi, insan hakları, özgürlükler sloganları ile hareket etse de, ideolojileri ve kökleri bunların demokrat olmasına izin vermez. Çünkü Şeriatçı ideoloji katı despotik bir toplumu öngörür. Biat etmek yani boyun eğmek bunların toplumsal sistemidir. Ama boyun eğenlerin olduğu bir toplumda mutlaka boyun eğilecek egemenler de bulunur.
Şeriatçılar her ne kadar daha fazla özgürlük deseler de bu özgürlüğün yaşam alanını bırakmazlar. Çünkü daha fazla özgürlük değil daha fazla tek tip toplum isterler. Siyasi simgeleri ve bayrakları olan türban bile bunun içindir, herkesi aynı kalıba sokmak Şeriatçı ideolojinin özünde vardır.
AKP’nin bugüne kadarki tüm uygulamaları ve yönelimi de toplumda tekçi bir düzen kurmaya yöneliktir. Bu düzende egemen olan güç, karşısına çıkan her tür muhalefete savaş açar.
Toplumun sindirilmesi
Fakat Şeriatçı hareketin faşistleşmesinin ikinci bir boyutu da vardır, toplumun sindirilmesi.
Toplumun bir kesimi zaten kandi tabanlarıdır, kendi tabanları o nedenle zaten her tür uygulamaya ikna edilmiştir.
Bunun dışında kalan bir kesim ise, parasal güçle, iş yaratarak, makam yaratarak, yardımlarla satın alınır ve böylece ikna edilir.
Ama yine de toplumun daha büyük bir kesimi bu sisteme ikna olmamıştır. İşte bu ikna olmayanlar için faşistlerin ikna ederek kaybedecek zamanları yoktur. O nedenle toplumun geri kalanını sindirme yoluna giderler.
Toplumun sindirilmesinde en büyük yöntem komplolar kurmak, bu komplolarla kamuoyu baskısı yaratmak, muhalefeti tecrit etmektir.
İstisnasız tüm faşist rejimler işe bu tür komplolarla başlarlar. Önce hayali bir düşman yaratılır, sonra o hayali düşmana karşı savaş açılır, toplumdaki her tür sorunun kaynağı ve sebebi olarak o hayali düşman gösterilir ve en sonunda hayali düşman ya içeri tıkılır ya öldürülür ya da toplama kampına gönderilir.
Bu yolla toplumun ikna olmayan kesimlerine bir mesaj verir faşist; eğer bize karşı koyarsanız yarınki hayali düşman da siz olursunuz ve aynı cezalara katlanırsınız.
Bu sindirme yöntemi çok büyük ölçüde de başarılı olmuş bir yöntemdir. Böylesi bir cezalandırmayı istemeyenler birden faşizmin dümen suyuna girmeye başlarlar. İktidarla aralarındaki ayrılıkları değil de aynılıkları ön plana çıkartarak politika yapmaya başlarlar. Bir süre sonra tümüyle iktidar yörüngesine otururlar.
Merkez sağ ve sol faşizme boyun eğer
Tecrübeyle sabittir ki faşist rejim kurulan ülkelerin hiçbirinde merkez sağ ve merkez sol, muhalefet görevi üstlenememiştir. Toplumsal muhalefet ve faşizme karşı mücadele sadace ve sadece devrimci güçler tarafından verilmiştir.
Bunun böyle olması da son derece doğaldır, çünkü merkez ideolojilerin bu tür radikal ve devrimci bir direniş sergilemek için yeterli bir motivasyonu yoktur. İster sağda ister solda olsun merkezci eğilimler, hep liberaldir, liberal olması nedeniyle de her seferinde daha rahat bir yaşamı tercih eder ve faşistle uzlaşır.
Faşistle uzlaşmayacak tek kesim ise, mevcut liberal toplumsal düzenden de, bu liberal düzen yıkılınca kurulacak faşist düzenden de memnun olmayacak kesimdir, bu ise toplumun devrimci, gerçek yurtsever ve sosyalist kesimidir.
Almanya faşizmin en uç boyutlara ulaştığı bir ülke. Faşizm döneminde bu ülkede ne merkez sağ bir parti ne de sosyal demokrat parti kalmıştır. Faşizmin azgınlaşan gücünün karşısına bir barikat kurmak yerine hep Nazileri izlemiş, ses çıkartmamışlardır. Naziler iktidarı ele geçirdiğinde ise zaten bu partiler kapatılmıştır. Geriye bir tek Alman komünistleri kalmıştır ve Almanya’da faşizme karşı mücadeleyi bu kesim üstlenmiştir.
Almanya faşizmi Fransa’ya taşıdığında ise Fransa’nın iktidardaki sağ partisi Hitler’e tabi olmuştur. Tüm Fransa 2 saatte Almanya’ya teslim edilmiştir. Ondan sonra ortada hiçbir muhalif kesim kalmamıştır. Sadece Fransız komünistleri direniş kuvvetleri örgütleyerek faşizme karşı koymuşlardır.
Benzeri örnekleri faşizmin pençesine düşen tüm ülkelerden verebiliriz. Ama bizim ülkemizden de.
AKP faşizminin ilk beş yılında yanında kimler vardı?
AKP’nin iktidarı alması için en büyük desteği sosyal demokrat CHP verdi. Meclis’te her tür Cumhuriyet düşmanı yasa çıkarılırken AKP’nin yanında yine CHP vardı. İlk beş yıllık dönemde CHP, AKP’nin yedek gücü olmaktan başka bir şey yapmadı.
Şimdi AKP’nin ikinci beş yılı başladı ve bu defa CHP’nin rolünü MHP üstlenmiş gözüküyor. Mecliste her tür faşizan kararlar MHP’nin desteğiyle alınıyor.
Yani faşizmin karşıtı, alternatifi gibi görünen veya algılanan partiler aslında faşist partinin sadece koltuk değneği işlevini görüyor.


AKP’nin iktidarı alması için en büyük desteği sosyal demokrat CHP verdi. Meclis’te her tür Cumhuriyet düşmanı yasa çıkarılırken AKP’nin yanında yine CHP vardı. İlk beş yıllık dönemde CHP, AKP’nin yedek gücü olmaktan başka bir şey yapmadı.
Şimdi AKP’nin ikinci beş yılı başladı ve bu defa CHP’nin rolünü MHP üstlenmiş gözüküyor. Mecliste her tür faşizan kararlar MHP’nin desteğiyle alınıyor.
Yani faşizmin karşıtı, alternatifi gibi görünen veya algılanan partiler aslında faşist partinin sadece koltuk değneği işlevini görüyor.
Ulusalcı çete korkutması
İşte böylesi bir ortamda faşist parti toplumu sindirmek için harekete geçiyor. Ülkücüler ve sosyal demokratlar zaten AKP’nin dümen suyunda girdiğine göre, merkez sağ zaten tümüyle eritildiğine göre, geriye kalan kesimin sindirilmesi faşizmin mutlak egemenliğinin kurulması için gerekmektedir.
İşte bu kesim için sindirme harekâtı iki yıldır sürdürülmektedir. Faşistler, karşılarına ulusalcı dedikleri düşmanı almışlar ve buna karşı bir yıldırma, sindirme, bastırma kampanyası başlatmışlardır.
Danıştay’a düzenlenen saldırıdan bu yana iki yıldır toplumda sürekli bir ulusalcı çeteler sahte düşmanı yaratılmakta ve toplum bu hayali düşmana düzenlenen operasyonlar yoluyla korkutulmakta, sindirilmektedir.
Mesele ortada bir ulusalcı çetenin olup olmaması değildir. Çünkü böyle bir çete olmasa bile faşistler toplumu baskı altına almak için böylesi bir çete yaratmak zorundaydı. Kimbilir belki de bize izletirdikleri kendi yarattıkları çetelerdir...
Ama bildiğimiz bir şey var, bu tür operasyonlar üç beş kişi için yapılmaz. Türkiye’yi yerle bir edecek bir çeteden bahsediliyor ama nedense bu çetelerle ilişkili insan sayısı iki elin parmağını aşmıyor.
O halde sormak gerekiyor, bu mu iktidar için tehlike?
Asıl hedef Türk milleti
Elbette değil.
Asıl tehlike Cumhuriyet mitinglerinde meydana çıkan Türkiye’nin ulusal, milliyetçi ve Atatürkçü potansiyelidir. Bu potansiyel, Türkiye’nin faşizme direnme gücünü ve olanakları göstermektedir. Bu potansiyelin sindirilmesi AKP açısından esas hedeftir.
O nedenle bir hayali ulusalcı çete düşmanı yaratılmıştır. Şimdi o hayali çeteye operasyon düzenlenmektedir ve insanlara şu mesaj verilmektedir: Sakın ha örgütlenmeyin! Eğer örgütlenecek olursanız, yarın siz de bu çete davalarının içine dahil edilirsiniz.
Bu yolla ulusal güçler ve halk sindirilirken ikinci bir mesaj daha verilmektedir: Sizi savunacak kimsenin çıkacağını da asla um-mayın!
Burası oldukça önemli kısmı sindirme operasyonunun.
Birincisi ulusal duruşu olan, hükümetle uğraşan, terör örgütleriyle uğraşan avukatlar, bu operasyonlarda çete kapsamına alınmaktadır. Böylelikle vatandaşa şu mesaj verilmektedir; sizi savunacak avukatlar bile içerde olacak, o nedenle sessiz oturun.
İkincisi, sizi savunacak herhangi bir parti veya kitle örgütü olmayacaktır. Bakın MHP’ye kendi eski adamlarını savunuyor mu? Ya da bakın CHP’ye bu kadar hukuksuz bir operasyon karşısında çıtı çıkıyor mu?
Üçüncüsü, Ordu’ya hele hiç güvenmeyin. Bakın yüzbaşıdan başladık tuğgenerale kadar geldik. Ama ne eski yüzbaşıyı ne de eski tuğgenerali savunan bir Ordu yok. O nedenle ayağınızı denk alın.
İşte böylesi bir sindirme operasyonu ile karşı karşıyayız. AKP’nin hedefini çok iyi bilmeliyiz. Bunların derdi çete değil ulusal güçlerdir. Çünkü demokratik siyaset yoluyla var olan her tür ulusal örgütlenmeye de karşıdırlar. Onlar kendi işbirlikçiliklerinin karşısına dikilecek her tür ulusal güce bu nedenle çete muamelesi yapmaktadırlar.
Burada kritik nokta ise örgütlenmektir. Aslında faşistler toplumun kendi karşısında örgütlenmesine karşıdırlar. Onlar suskun toplum, sindirilmiş toplum istemektedirler. Toplum susacaktır, örgütlenmeyecektir ki faşizmi rahat rahat getirebilsinler.
Ama bu sindirme operasyonunun bir de ters etkisi var. Yine tecrübeyle sabittir ki faşist uygulamalar toplumun örgütlenmesine engel olmaz aksine örgütlenmeyi zorunluluk haline getirir.
AKP’liler istiyorlarsa örnek aldıkları faşist rejimlerin nasıl yıkıldığına bir baksınlar, toplum susmuş mu!..

Başbakan Tayyip Erdoğan yurtdışına burslu gönderilecek öğrencilere hitaben bir konuşma yapmış ve şöyle demiş: “Biz Batının ilmini sanatını almadık. Maalesef değerlerimize ters düşen ahlaksızlıklarını aldık.”
Bildiğimiz gibi Başbakan bundan bir süre önce de ne kadar şerefsiz olduğu şeklinde algılanabilecek bir açıklama yapmıştı. Biz de kendisini uyarmıştık, açıklamalarını Türkçe bilen bir danışmana hazırlatması konusunda.
Ama bu açıklama ile birlikte Başbakanın açıklamalarını kendisinin yaptığını anlıyoruz. Aklından geçenleri söylemektedir Başbakan. Şimdi Başbakan’a soralım o zaman: Nedir ahlaksızlığın? Biliyoruz çok Avrupa ABD gezisine çıktın, onlardan ne tür ahlaksızlık aldın?
Yok, sen almadın da çoğul konuşuyorsan, etrafında Batıdan ahlaksızlık alan tanıdıkların mı var? Hele hele, çocukların yurtdışında okudu ve şimdi yurtdışında okuyacak çocuklara bu nasihatte bulunuyorsun, yoksa bir tecrübeniz mi var?
Yok genel olarak Türk toplumu için konuşuyorsan, bizi karıştırma sadece kendi adına konuş!
Ya da konuşmayı bilmiyorsan sus da Başbakan sanalım...
http://www.turksolu.org/171/basyazi171.htm