SEPTAGH
New member
İngilizce'den Çeviren Kemal Menemencioğlu
Az önce okudum ilginç bişey..
Simya, Alşimi (veya ars chemica) on ikinci asırdan itibaren Batıda, basit metalleri altına çevirmek, evrensel şifa ve ölümsüzlük iksiri gibi ortaçağı arayışlar olarak gözükmektedir. Kelimedeki Çem, (sim, kim) kökü halen tatmin edici bir şekilde açıklanmamıştır. Çin, Hint ve Grek metinlerde simya "Sanat" veya radikal ve faydalı değişim, örneğin dönüşüm olarak tanımlanır. Yakın zamanlara dek, bilim tarihçileri simyayı ilkel kimya, yani olgunlaşmamış bilim olarak görüyorlardı. Aslında "Sanat"ın uygulayıcıları aynen ilk kimyagerler gibi laboratuar ve belirli aletlerden faydalanıyorlardı. Daha da önemlisi, simyagerler sonradan kimya biliminin gelişmesinde rolü olacak buluşların kaşifleriydi. Sadece bir kaç örnek verecek olursak, M.Ö. 300 yılında cıvanın izole edişi, on 13. asırdan önce aqua vitae (alkol) ve madeni asitlerin keşfi ve vitriol (zaç yağı, sülfürik asit) ve şapların hazırlanması.
Ancak erken kimyagerlerin yöntem, ideoloji ve amaçları simya geleneğini uzatmaya yönelik değildi. Simyagerler doğanın bilimsel incelenmesi ile ilgilenmiyorlardı -- veya belki sadece tali olarak. Eski Grek zihni kendini bilime verdiğinde olağanüstü bir gözlem ve tartışma sergilemektedir. Oysa Grek simyagerler işlerinin fiziki-kimyasal olguları konusunda anlaşılmaz bir ilgisizlik gösterirler. Bir örnek vermek gerekirse, sülfür, kükürt ile çalışan hiç kimse onun "eritilip birleştirilmesi ve takip eden sıvının ısıtılmasını eşlik eden garip olguyu görmemezlikten gelemez. Sülfür Grek simya metinlerinde yüzlerce kez söz edildiği halde, onun özgün özellikleri konusunda hiç bir ima verilmemektedir" (Sherwood Taylor, Eliade'de alıntı 1978, sayfa 147). Aşağıda göreceğimiz gibi simyagerin arayışı bilimsel değil, ruhsaldı.
Ezoterik Gelenekler ve Sırrın Önemi
Simyanın geliştiği her kültürde, her zaman ezoterik veya "mistik" bir gelenekle yakın ilişkisi vardı: Çin'de Taoculuk, Hindistan'da Yoga ve Tantrizm, Helenistik Mısır'da gnostisizm, İslam ülkelerinde Hermetik ve mistik okullarla, Orta Çağ ve Rönesans Avrupa'da Hermetizm, Hıristiyan ve mezhebi mistisizm ve Kabala ile. Kısacası, bütün simyagerler sanatlarının esas ezoterik ve mistik geleneklerine benzer bir amaca güden ezoterik bir teknik olarak tanımlamışlardır.
Bu sebepten dolayı, simyager tarafından sır önemle vurgulanmaktadır, diğer bir deyişle simya doktrin ve tekniklerinin ezoterik aktarımı. En eski Helenistik eser, Physike Kai Mystike (muhtemelen M.S. 200), kitabın nasıl bir Mısır mabedinin sütununda saklı bulunduğunu anlatır. Klasik Hint simya eseri Rasãrnava'nın önsözünde Tanrıça Tanrı Şiva'ya hayattayken kurtulmuş jivanmuleta olmanın sırrını soruyor. Şiva ona sırrın, ara tanrılar arasında dahi ender olarak bilindiğini söyler. Sır tutmanın önemi yine Çin simyager Ko Hung (260-340) tarafından şu şeklide vurgulamıştır: "sır örtüsü etkin reçeteler üzerine konulur... Söz konusu maddeler olağandır, ancak yine de şifreyi bilmeden tanımlanamaz" Pao-p'ru-tzu, bölüm 16). Batı Rönesans sonrası simya metinlerinin kasıtlı anlaşılmazlığı neredeyse bir klişedir. On beşinci asırda "Rosarium Philosophorum" eserinde alıntısı yapılan bir yazar şöyle diyor: "Sadece felsefe taşını yapmayı bilen kişi onunla ilgili sözlerin anlamını bilir." Rosarium okura soruların, aynı şiirlerin efsane ve alegorileri kullandığı gibi "mistik" aktarılması gerektiğini uyarır. Kısacası, gizli bir dile karşı karşıyız. Bazı yetkin kişilere göre, kitaplardaki sırları açıklamamak için bir yemin bile vardı Simya çalışmasının evreleri bir inisiyasyon, insanı radikal şekilde dönüştürmeye yönelik bir dizi belirli deneyim içermektedir. Ancak başarılı inisiye artık yeni varoluş şeklini basit bir dilde yeterli olarak ifade edememektedir O zorunlu olarak "gizli bir dil" kullanmayı yönlendirilmiştir. Tabii ki gizlilik, çömlekçilik, madencilik, metalürji, tıp ve matematik gibi hemen hemen bütün teknikler ve bilimlerin erken dönemlerinde genel bir kuraldı. Yöntem, alet, reçetelerin gizli aktarımı Çin, Hindistan, Orta Doğu ve eski Yunanistan'da oldukça iyi belgelenmiştir. Hatta, Galen gibi geç dönem bir yazar bile öğrencisine öğrettiği tıp bilgilerinin aynen Eleusis misterlerine inisiyasyon (teletê) alan bir adayın aldığı şekilde kabul edilmesi gerektiğini uyarır. Denilebilir ki, bir sanat, teknik veya bilimin sırlarına girmek bir inisiyasyona girmekle eş tutulurdu.
Az önce okudum ilginç bişey..
Simya, Alşimi (veya ars chemica) on ikinci asırdan itibaren Batıda, basit metalleri altına çevirmek, evrensel şifa ve ölümsüzlük iksiri gibi ortaçağı arayışlar olarak gözükmektedir. Kelimedeki Çem, (sim, kim) kökü halen tatmin edici bir şekilde açıklanmamıştır. Çin, Hint ve Grek metinlerde simya "Sanat" veya radikal ve faydalı değişim, örneğin dönüşüm olarak tanımlanır. Yakın zamanlara dek, bilim tarihçileri simyayı ilkel kimya, yani olgunlaşmamış bilim olarak görüyorlardı. Aslında "Sanat"ın uygulayıcıları aynen ilk kimyagerler gibi laboratuar ve belirli aletlerden faydalanıyorlardı. Daha da önemlisi, simyagerler sonradan kimya biliminin gelişmesinde rolü olacak buluşların kaşifleriydi. Sadece bir kaç örnek verecek olursak, M.Ö. 300 yılında cıvanın izole edişi, on 13. asırdan önce aqua vitae (alkol) ve madeni asitlerin keşfi ve vitriol (zaç yağı, sülfürik asit) ve şapların hazırlanması.
Ancak erken kimyagerlerin yöntem, ideoloji ve amaçları simya geleneğini uzatmaya yönelik değildi. Simyagerler doğanın bilimsel incelenmesi ile ilgilenmiyorlardı -- veya belki sadece tali olarak. Eski Grek zihni kendini bilime verdiğinde olağanüstü bir gözlem ve tartışma sergilemektedir. Oysa Grek simyagerler işlerinin fiziki-kimyasal olguları konusunda anlaşılmaz bir ilgisizlik gösterirler. Bir örnek vermek gerekirse, sülfür, kükürt ile çalışan hiç kimse onun "eritilip birleştirilmesi ve takip eden sıvının ısıtılmasını eşlik eden garip olguyu görmemezlikten gelemez. Sülfür Grek simya metinlerinde yüzlerce kez söz edildiği halde, onun özgün özellikleri konusunda hiç bir ima verilmemektedir" (Sherwood Taylor, Eliade'de alıntı 1978, sayfa 147). Aşağıda göreceğimiz gibi simyagerin arayışı bilimsel değil, ruhsaldı.
Ezoterik Gelenekler ve Sırrın Önemi
Simyanın geliştiği her kültürde, her zaman ezoterik veya "mistik" bir gelenekle yakın ilişkisi vardı: Çin'de Taoculuk, Hindistan'da Yoga ve Tantrizm, Helenistik Mısır'da gnostisizm, İslam ülkelerinde Hermetik ve mistik okullarla, Orta Çağ ve Rönesans Avrupa'da Hermetizm, Hıristiyan ve mezhebi mistisizm ve Kabala ile. Kısacası, bütün simyagerler sanatlarının esas ezoterik ve mistik geleneklerine benzer bir amaca güden ezoterik bir teknik olarak tanımlamışlardır.
Bu sebepten dolayı, simyager tarafından sır önemle vurgulanmaktadır, diğer bir deyişle simya doktrin ve tekniklerinin ezoterik aktarımı. En eski Helenistik eser, Physike Kai Mystike (muhtemelen M.S. 200), kitabın nasıl bir Mısır mabedinin sütununda saklı bulunduğunu anlatır. Klasik Hint simya eseri Rasãrnava'nın önsözünde Tanrıça Tanrı Şiva'ya hayattayken kurtulmuş jivanmuleta olmanın sırrını soruyor. Şiva ona sırrın, ara tanrılar arasında dahi ender olarak bilindiğini söyler. Sır tutmanın önemi yine Çin simyager Ko Hung (260-340) tarafından şu şeklide vurgulamıştır: "sır örtüsü etkin reçeteler üzerine konulur... Söz konusu maddeler olağandır, ancak yine de şifreyi bilmeden tanımlanamaz" Pao-p'ru-tzu, bölüm 16). Batı Rönesans sonrası simya metinlerinin kasıtlı anlaşılmazlığı neredeyse bir klişedir. On beşinci asırda "Rosarium Philosophorum" eserinde alıntısı yapılan bir yazar şöyle diyor: "Sadece felsefe taşını yapmayı bilen kişi onunla ilgili sözlerin anlamını bilir." Rosarium okura soruların, aynı şiirlerin efsane ve alegorileri kullandığı gibi "mistik" aktarılması gerektiğini uyarır. Kısacası, gizli bir dile karşı karşıyız. Bazı yetkin kişilere göre, kitaplardaki sırları açıklamamak için bir yemin bile vardı Simya çalışmasının evreleri bir inisiyasyon, insanı radikal şekilde dönüştürmeye yönelik bir dizi belirli deneyim içermektedir. Ancak başarılı inisiye artık yeni varoluş şeklini basit bir dilde yeterli olarak ifade edememektedir O zorunlu olarak "gizli bir dil" kullanmayı yönlendirilmiştir. Tabii ki gizlilik, çömlekçilik, madencilik, metalürji, tıp ve matematik gibi hemen hemen bütün teknikler ve bilimlerin erken dönemlerinde genel bir kuraldı. Yöntem, alet, reçetelerin gizli aktarımı Çin, Hindistan, Orta Doğu ve eski Yunanistan'da oldukça iyi belgelenmiştir. Hatta, Galen gibi geç dönem bir yazar bile öğrencisine öğrettiği tıp bilgilerinin aynen Eleusis misterlerine inisiyasyon (teletê) alan bir adayın aldığı şekilde kabul edilmesi gerektiğini uyarır. Denilebilir ki, bir sanat, teknik veya bilimin sırlarına girmek bir inisiyasyona girmekle eş tutulurdu.