Gizli Özne
New member
SERVET-İ FÜNUN EDEBİYATI
Edebiyat-ı Cedide, II.Abdülhamit (hük. 1878-1909) devrinde, Servet-i Fünun dergisi çevresinde toplanan sanatçıların Batı edebiyatı yolunda meydana getirdikleri bir edebiyat hareketidir.
Bu edebiyat, 1896'dan 1901'e kadar sürmüştür. Recai-zâde Mahmut Ekrem, 1895 sonunda, Malûmat adlı bir dergide yazan Muallim Naci izleyicileriyle kafiyenin göz için mi, kulak için mi olduğu tartışmasına girişmiş ve bu gazeteye karşı cevaplarının bir kısmım Ser¬vet-i Fünun dergisinde yayınlamıştır. Servet-i Fünun, Recai-zâde'nin Mekteb-i Mülkiye'den öğrencisi olan Ahmet İhsan Tokgöz tarafından 1891 yılından beri çıkarılmakta idi. Recai-zâde, bunu bir edebiyat dergisi hâline getirmek için Ahmet İhsan‘la anlaşmış ve kendisinin Mekteb-i Sultanî (Galatasaray Lisesi) den öğrencisi olan Tevfik Fikret'i derginin “kısm-ı.edebî ser-muharrirliği” ne getirmiştir. O sırada Mektep ve başka dergilerde yazan ve Recai-zâde tarafını tutan başka gençlerin de 1896'da bu dergi çevresinde toplanmasıyla “Edebiyat-ı Cedide” topluluğu meydana gelmiştir.
Edebiyat-ı Cedide'nin başlıca özellikleri şu noktalar üzerinde toplanabilir:
a. Edebiyat-i Cedide sanatçıları Batı uygarlığına, özellikle Fransa'ya hayranlık göstermişler, Türkiye'nin Avrupalaşma yoluyla yükseleceğine inanmışlar, orada sanat, bilim, ne buldularsa Türkiye'ye aktarmaya çalışmışlar; laik bir zihniyeti benimsemişler ve daima dindışı şiirler yazmışlardır.
b. Devlet ve siyaset konularına dokunmak, vatan, hürriyet, istikIâl, inkılap v.b. gibi, sözcük ve kavramları kullanmak yasak olduğu için, açıkça toplumsal yazılar yazmak olanağı bulunamamış, ancak aşk, merhamet v.b. gibi suya, sabuna dokunmayan temalar üzerinde dolaşılmıştır. (Edebiyat-ı Cedide sanatçıları bu yüzden, daha sonraki devirlerde, memleketi yansıtmamak ve ulusal olmamakla suçlandırılmışlardır).
c. Çağdaş Fransız edebiyatı örnek tutulmuş, hikâye ve romanda Realizm ve Naturalizm, şiirde Parnasizm ve Sembolizm akımlarının etkisi altında kalmıştır; Parnasyenlerin etkisiyle, “sanat
sanat içindir” görüşü benimsenmiştir. (Fikret, “toplum için sanat” anlayışıyla de eserler vermiştir).
ç. Tanzimat sanatçılarının tersine olarak, halka seslenmek düşünülmemiş, havasa mahsus bir edebiyat meydana getirilmiştir ; kendilerinin de söylediği gibi ; “Servet-i Fünun edebiyatı umuma avâma mahsus değildir”.
d.Bu düşünüşün bir sonucu olarak, dil konusunda da Tanzimat sanatçılarından daha geri bir anlayışla, konuşma dilinden büsbütün uzaklaşılmış yazı dilinde o zamana kadar kullanılanlardan başka, Arap ve Farsça sözcükleri karıştırarak Türkçe'de kullanılmayan birtakım yeni sözcükler (nahcir [av], şegaf [çılgınca sevgi], tirâje [alâimisema, gökkuşağı] v,b.) bulunup çıkarılmış; Batı ede¬biyatından alınan yeni kavramlar Fars dilinin kurallarıyla kurulmuş birtakım yeni isim ve sıfat tamlamaları (sâât-ı semen-fâm [yasemin renkli saatler], lerziş-i bârid [soğuk titreme], v.b...) ve yeni bileşik sıfatlar (tehi-baht [boş talihli], şikeste-reng [kırık renkli], v.b...) ile karşılanmış: aynen Fransızca'da görü¬len birtakım yeni deyim ve söyleyişler de (el sıkmak, dest-i izdivacını talep etmek v.b.) Türkçe'ye aktarılmış, nesirde Fransızca'nın sözdizimi Türk diline uydurulmaya çalışılmıştır.
e. Benzetmelerle yüklü olan süslü bir dille yazmak, yerli yersiz ah!, oh! gibi ünlemlere fazla yer vermek., ve bağlacını sık sık kullanmak, bir düşünceyi kuvvet¬lendirmek veya ondan dönmek maksadıyla söz arasına evet evt!, hayır hayır! gibi sözcükler sıkıştırmak, ikide bir güzelim!, meleğim! gibi hitaplarda bulunmak Edebiyat-ı Cedide üslubunun başlıca zayıf, yapmacıklı yanıdır.
f. Hikâye ve roman türünde teknik kuvvetlenmiş (mesela, süs için yazılan gereksiz tasvirler ve konu dışı bilgi vermeleri vak'anın yürüyüşü durdurulmamış, serde yazarın kişiliği gizlenmiştir) ; Fransız realist ve natüralist yazarlarının eserleri örnek tutulmuş; bunun sonucu olarak, hep hayatta görülen ya da görülmesi olanağı bulunan olay ve kişiler anlatılmıştır; vak'alar çok defa İstanbul'da geçirilmiştir. (Abdülhamit devrinde memlekette gezi özgürlüğü olmadığı için, yazarlar memleketin İstanbul dışındaki yerlerini tanımıyorlardı).
Türk Edebiyatı'nın bu devrine Servet-i Fünun Devri denilmesi bu edebi hareketin Servet-i Fünun Dergisinde gerçekleşmesi ile ilgilidir.Divan edebiyatına karşı kurulmasına karşı çalışılan Avrupai Türk edebiyatını ifade için kullanılmasına Tanzimat devrinde başlanmış olan Edebiyat-ı Cedide teriminin de bu harekete ad olması ise hareketin bu terimi tamamiyle benimseyip kendi hakkında da pek sık kullanmasındadır.
Edebiyat-ı Cedide'yi meydana getirenler:Şair olarak,Tevfik Fikret,Cenap Şahabettin,Hüseyin Suat,Ali Ekrem,Ahmet Reşit,Süleyman Nazif,Celal Sahir. Hikayeci ve romancı olarak:Halit Ziya,Mehmet Rauf,Hüseyin Cahit,Ahmet Hikmet.
17 Mart 1891'de İstanbul'da Ahmet İhsan tarafından çıkarılmasına başlanılan Servet-i Fünun, isminden de anlaşılacağı gibi başlangıçta daha çok fenni yazılara yer veren bir dergiydi. Tevfik Fikret'in yazı işleri müdürlüğüne gelmesinden sonra tam bir edebiyat ve sanat dergisi olmaya başladı. Bu dönemde her türlü yayın büyük bir kontrol,basın sıkı bir sansür altında idi.
Dergi kısa zamanda gerek şekilce ve gerekse duyuş ve hayaller bakımından tamamıyla Avrupai şiirler,hikayeler,romanlarla dolmaya başladı.Türk şiirine Fransız şiirinden birçok yeni hayaller getirildi.Bunları ifade için yeni tamlamalar kullanıldı.Sözlüklerden yeni yeni Farsça ve Arapça kelimeler çıkarıldı.Böylece konuşma dilinden iyice uzaklaşıldı.1898 Yılının sonlarında Servet-i Fünuncular eski edebiyatı tutanlara karşı mücadeleyi kazanmıştır.
Yazarların kendi aralarında bazı anlaşmazlıklar ortaya çıktı.Zaten sanat anlayışında esaslar bakımından birleşmekle beraber bunların uygulanmasında öteden beri aralarında bazı görüş ayrılıkları vardı.1901 Yılının başlarında idari bir mesele yüzünden Ahmet İhsan ile Tevfik Fikret'in arasıda anlaşmazlıklar çıktı.Tevfik Fikret'in dergiden ayrılması üzerine Servet-i Fünun ciddi bir bulanımın içine düştü.Dergi II. Abdülhamit tarafından kapatıldı ve sorumluları mahkemeye verildi.Mahkeme tarafından şuçsuz bulundan Servet-i Fünun 5 Aralık 1901'de tekrar yayınlanmaya başladı.Ama kısa bir süre sonra tekrar dağıldı.Servet-i Fünuncular II.Meşrutiyet'e kadar pek az şey yayınladılar. Bu tarihten sonra tekrar ortaya çıktılarsa da şartlar değişmiş ve yeni bir nesil yetişmişti. Servet-i Fünuncular çalışmalarına ayrı ayrı dergilerde ve dağınık bir şekilde sürdürdüler ise de hiçbir zaman tekrar bir araya gelemediler.
SERVET-İ FÜNUN EDEBİYAT ANLAYIŞI:
1. Çağdaş Fransız edebiyatına benzer eserler ver¬mek ve bu eserlerde sanat için sanat anlayışına bağlı kalmaktır.
2. Servet-i Fünûncuların örnek aldıkları Fransız yazarları, realist¬lerle natüralistlerdir. Aynı edebiyatın şiirde yaptığı yeniliklerde kısmen Parnasse, kısmen Symbolisme akımlarının izleri vardır.
3. Bu edebiyatın bir diğer özelliği, Avrupa tipi eserler vermek yolunda Tanzimat edebiyatından daha becerikli, daha çalışkan oluşudur.
4. Servet-i Fünûncular, kendi¬lerinden önceki Avrupaî Türk edebiyatını hem iptidaî, hem yetersiz buluyorlardı. Onlara göre, Tanzimat edebiyatı: “J.-J. Rousseau'dan beş on sayfa, La Fontaine' den birkaç efsane, Vefik Paşa'nın Moliere adaptasyonları, sayısı onu geçmediği halde sanat bakımından hiç de başarılı sayılamayacak birkaç hikâye"den ibaret¬ti. Servet-i Fünûncular, Türkiye'ye tam anlamıyla Avrupai bir edebiyat getirdiklerine inanıyorlardı.
5. Servet-i Fünûncular, herhangi bir halk sınıfına hitap etmekten uzak kalmışlardır. Servet-i Fünûncular, yurt çoğunluğunun bedii-içtimai ihtiyaçlarını dü¬şünmemiş: Yurdun, İstanbul dışı hayatiyle çok az ilgilenmiş, mevzularını Avrupa¬lılaşmış aydınların hayatından almış ve yine onlar için yazılmış bir salon edebiyatı meydana getirmişlerdir.
6. Eserlerini mübalağalı derecede aristokrat bir dille yazma¬ları, baskısı yüzünden hiç bir sosyal hareketin başına geç¬mek imkânı bulamayışları; nihayet, karakter bakımından toplumcu olmaktan çok, sanatkâr bir ruh taşımaları, onları daha çok yüksek sanat eseri oluşturma anlayışına bağlı bı¬rakmıştır.
SERVET-İ FÜNÛN EDEBİYATINDA DİL ANLAYIŞI:
1. Servet-i Fünûn yazarları, Namık Kemal'den çok, Abdülhak Hamid'in eserlerindeki yeni ve göz alıcı Osmanlı Türkçesini beğenmişlerdir.
2. Servet-i Fünûn lisanı fazla külfetli ve aristokrat bir dildir.Yazılarında süslü cümleler kullanarak, zarif, ahenkli, fakat işitilmemiş kelimeler sıralamak hevesindedirler.
3. On¬lar, bilhassa Farsça kelimelerin söylenişinde âdeta bir alafrangalık buluyor, Farisî terkiplerle birleşik sıfatları, Fransızca söyleyişleri andırdıkları ve herkesçe bilin¬meyen sözler oldukları için, zevk ve hevesle kullanıyorlardı.
4. Fransızcada rastla¬dıkları Neige d'or (Altın kar) terkibini Farsça, berf-i zerrîn ifadesiyle, Frisson iamineux (Işıklı titreyiş) terkibini, lerze-i rûşen şekliyle Fârisîleştirmekte özel ahenk buluyorlardı.
5. Dilde milliyetçilik hareketleri¬nin kuvvetli bir çığır halini almadığı o devirde, halk Türkçe’sinin inceliklerini bil¬meyen Servet-i Fünûncular için, Servet-i Fünûn dilinden başka bir lisan kullan¬mak kolay değildi.
6. Servet-i Fünûn lisanı, sade Türkçe bakımından za¬rarlı olmuş, fakat edebiyat sanatının gelişmesine ve daha zengin bir ifade va¬sıtası bulmasına hizmet etmiştir.
7. Fikret'in, Cenab'ın, Süleyman Nazif'in şiir ve ne¬sirlerinde örneklerini gördüğünüz ve Halid Ziya'nın yazılarında süslü cümleleriy¬le karşılaştığınız Servet-i Fünıın dili, sanatkârlarının zevkle, hatta sevgiyle kul¬landıkları bir lisandı.
8. Bu dil, aşırı bir şekilde Farisî terkipleri ve birtakım Ede¬biyat-ı Cedîde vasf-ı terkibîleri ile, yani Fars kaidesiyle yapılan birleşik sıfatlar¬la süsleniyor, kolaylığını, ahengini ve akıcılığını bu güzel, fakat yabancı unsur¬lardan alıyordu.
9. Zaman zaman: Sâât-ı semenfâm = Yasemin renkli saatler gibi, devrin klasik lisan kurallarına ve klasik söyleyiş mantığına aykırı olarak yapılan bu yabancı terkiplerin Servet-i Fünûn diline -bütün itirazlara rağmen- bir ve¬cize zarifliği ve bir vecize zenginliği verdiği meydandadır.
10. Servet-i Fünûn Edebiyatı'nın en önemli başarısı, edebiyat türlerinde yaptığı yeniliklerde ve bu türlere daha Avrupaî bir görüşle bakmasındadır. Bu sebeple, Edebiyat-ı Cedide'yi, belli başlı edebiyat türlerine göre gözden geçirmek yoluyla tanıtmak daha yerinde olur.
SERVET-İ FÜNUN ŞİİRİ
1. Edebiyat-ı Cedide şiiri, gerek dil, gerek şekil, gerek şiir anlayışı bakımından Tanzimat şiirinden epey fark¬lıdır. Servet-I Fünûn şiirinde her şeyden önce, bir musiki zevki ve kuvvetli bir musiki lisanı vardır. Bu lisan, dış musikisi, vezin ve şekil kusurluğu bakımından en ziyade Fikret'in nazmında gelişmiş; iç musikîsi, yani doyurucu şiir olabilmek özelliğini de en çok Cenab'ın şiirlerinde göstermiştir.
2. Ede¬biyat-ı Cedîde şairleri, açık ve kapalı hecelerden kurulu Türkçe’ye Divan edebiyatı yüzyıllarının kazandırdığı üçüncü heceyi, yani, uzun heceyi mısralarında Türk¬çe’nin tabiî bir sesi gibi kullanmışlardır.
3. Servet-i Fünûn şairleri, aruzun Türk dili musikisine en uygun kalıplarına zevkle ve ihtimamla seçerek kullanmış, Türkçe’yi bu vezinlere yerleştirmekte ustalık göstermişlerdir.
4. Edebiyat-ı Cedide şairlerinin nazım şekilleri bakımından yaptıkları değişik¬lik, Avrupa şiirinin klasik bir nazım şekli olan sonnet'yi kullanmaları ve yine aruz vezniyle bir serbest nazım hareketi yapmalarıdır.
5. Onların, Divan şiirindeki müstezat şeklini genişleterek yaptıkları bir serbest nazım cereyanı, bilhassa Fikret ve Cenab gibi şairler tarafından başarıyle yürütül¬müştür.
6. Kafiye anlayışları da şekilden çok ses benzerliğine dayanır. Ser¬vet-i Fünûncular bu anlayışı, Recaîzade Ekrem'in, kafiye göz için değil, kulak içindir• cümlesiyle ifade ediyorlardı.
7. Divan şiirinde bir mısra, ya da bir beyitte tamamlanan manzum cümle an¬layışı da, kesin olarak Servet-i Fünûncular tarafından değiştirilmiştir. Bir sözün bir beyitte başlayıp, diğer bir -veya birkaç- beyit boyunca de¬vam ederek, bir başka beytin ortalarında bitmesi tarzındaki serbest söyleyişi, ke¬sin olarak -ve âdeta kendi şiirlerinin karakteristik vasfı halinde- tatbik eden şairler, Servet-i Fünûn şairleridir.
8. Edebiyat-ı Cedîdecilerin şiirde yaptıkları diğer bir yenilik de, onun mevzuu¬nu genişletmiş olmalarıdır: Şiirimizde önce Hamid'in eserlerinde başlayan bu çe¬şitlilik, Servet-i Fünûncuların elinde hızla yayılmış ve Türk dilini hayatın iyi, kötü, çirkin, güzel, her hali, her duygusu, her düşüncesi, her sesi, her hadisesi için. şiir söylemek yolunda bir gelişmeye ulaştırmıştır. Ancak bu çeşitlilik, şiirleşen heyecanların yüceliğine engel olmamış, Servet-i Fünûncular, âdî duyguları, âdi sözlerle söyleyip, şiiri bayağılığa düşürmemişlerdir.
SERVET-İ FÜNÛN HİKÂYE VE ROMANI :
1. Bu edebî tür, daha Tanzimat yıl¬larında bile, yeni şiirin gördüğü ölçüde itiraz görmemiş, bünyesindeki Avrupaî yenilikleri Türk hayat ve edebiyatına daha kolay kabul ettirmiştir. Bunun baş¬lıca sebebi, gazeteciliğin kuruluşundan beri edebiyatta nesrin daha geniş bir rağ¬bet görmesi, nazmın ise hemen yalnız şiirde kullanılan bir ifade vasıtası haline gelmesidir.
2. Roman, Türk edebiyatında âdeta yepyeni bir edebî tür diye karşı¬lanmış, onun, eski ve manzum Şark hikâyelerinin yerini aldığı, muhafazakârlarca fark edilmemiştir. Bu sebeple, önce tercüme eserlerle başlayan Avrupaî Türk ro¬manı, kısa zamanda telif eserlerin yazılmasını teşvik eden, geniş bir rağbet gör¬müştür.
3. Servet-i Fünûn romancıları arasında ilk öğrenimlerinden beri, Avrupa dillerini ve edebiyatlarını öğrenmiş bulunanlar vardı. Bunlar, roman zevkini ya doğrudan doğruya Batı edebiyatından, yahut yine Batı tesiri altında gelişen Tan¬zimat romanından almış bulunuyorlardı. Yeni romancılar, eski Türk edebiyatına zevk, şekil ve edebî anlayış bakımından bağlı bulunmadıkları için, Türkiye'de Av¬rupaî roman ve hikâyenin gelişmesi yolunda tam bir cesaretle ve geriye bakma¬dan çalışabilmişlerdir.
4.Tanzimat'ın hikâye ve romanı, Fransız romantiklerinden biraz da realistler¬den örnek almıştı. Servet-i Fünûn romancılarına örnek olanlar da, genel olarak realist ve natüralist Fransız edebiyatıyle, yine Fransa'da bir psikolojik roman çı¬ğırı açan yazarlardır.
5. Batı'ya dönüşün kuvvetli oluşu ve eski Doğu'dan hatıra taşımayışı yüzünden, Servet-i Fünûn romanının yalnız roman mimarîsi değil, hayatı ve kahramanları da biraz Avrupaîdir. Bununla beraber, Edebiyat-ı Cedîde romancılarının roman dünyamıza içinde bulundukları sosyal hayattan bazı kuvvetli tipler ve sahneler getirdikleri inkâr olunamaz. Halid Ziya'nın Mai ve Siyah romanındaki Ahmet Ce¬mil tipi, Aşk-ı Memnu'daki Firdevs Hanım, Nihâl ve Bihter, o devir İstanbul'unda yaşamışlardı.
6. Servet-i Fünûn'un küçük hikâyesi, daha çok, Sami Paşazade Sezaî'nin ulaş¬tığı merhaleden harekete geçmiş durumdadır. Servet-i Fünûn yazarlarının kitaplar dolusu küçük hikâyeler yazmaları çok önemlidir, Bu yazarların yaşadıkları çağ¬lar, Türkiye'de küçük hikâye edebiyatının altın devri sayılır. Küçük hikâyenin, yazarlar ve okuyanlar arasında gördüğü rağbet, Servet-i Fünûn'dan sonra da yeni birtakım küçük hikâyecilerin yetişmesini sağlamışt
Edebiyat-ı Cedide'nin başlıca sanatçıları şunlardır:
Şairler: Tevfik Fikret, Cenap Şahabettin, Hüseyin Siret Özsever, Hüseyin Suat Yalçın, A. Nadir (Ali Ekrem Bolayir), Süleyman Nesip (Süleyman Paşa-zâ¬de Sami), İbrahim Cehdi (Süleyman Nazif), H..Nâzım (Ahmet Reşit Rey), Faik Ali Ozansoy, Celâl Sahir Erozan, v.b...
Nesirciler: Halit Ziya Uşaklıgil, Mehmet Rauf, Hüseyin Cahit Yalçın, Müftüoğlu Ahmet Hikmet, Safve¬t Ziya. v.b...
Tevfik Fikret (1867-1915): Recaizade ve Hamit’in tesiriyle batılı şiire yönelmiştir. Servet-i Fünun’un şiirdeki en önemli temsilcisidir. Ilk şiirlerinde ferdî konulari (aşk, acima, hayal kirikligi…) işler topluluktan ayri yazdigi şiirlerde toplumsal konulara yönelir. Bu anlayişla yazdigi şiirlerinde temalar, hürriyet, medeniyet, insanlik, bilim, fen ve tekniktir. Sis, Halûk’un Vedaı, Tarih-i Kadim, Halûk’un Amentüsü adlı şiirlerinde bu konuları işler. Sanatının bu ikinci döneminde dinlere de cephe alır, kutsal olan her şeye karşı çıkar, hatta İstanbul’a dahi küfreder (Sis).
Fikret, aruzu Türkçeye başarıyla uygulamıştır. Serbest müstezadı geliştirerek serbestçe kullanmıştır. İlk dönemde dili oldukça ağırdır. Şiiri düz yazıya yaklaştırmıştır. Ahenge büyük önem verir. Şiirlerinde şekil bakımından parnasizmin etkisi görülür. “Şermin”, onun çocuklar için ve heceyle yazdığı şiirlerden oluşan bir eseridir.
Eserleri: Rübab-ı Şikeste, Halûk’un Defteri, Rübabın Cevabı, Tarih-i Kadim, Doksanbeşe Doğru
Cenap Şahabettin (1870-1934): Servet-i Fünun’un Tevfik Fikret’ten sonra en önemli şairidir. Asil meslegi doktorluktur. Ihtisas için gittigi Fransa’da tıptan çok şiirle ilgilenerek sembolizmi yakından takip etmiş ve bu akımdan etkilenmiştir. Şiirde kelimeleri müzikal değerlere göre seçerek kullanır.
Dili oldukça ağırdır. Bilinmeyen Arapça ve Farsça kelime ve tamlamalar kullanır. Duygu ve hayal yüklü tamlamalar kurar. Serbest müstezadı çok kullanmıştır. Aynı şiirde birden fazla aruz kalıbı kullanmıştır. Aşk ve tabiat değişmez konularıdır. Sanatı, sanat, hatta güzellik için yapmıştır. Bolca semboller kullanmış, tabiatla iç dünyanın kompozisyonunu çizmiştir.
Düz yazıları da vardır: Hac Yolunda, onun gezi yazısıdır.
Suriye Mektupları ve Avrupa Mektupları da gezi türündedir.
Diğer nesirleri:
Evrak-ı Eyyam, Nesr-i Harp, Nesr-i Sulh, Tiryaki Sözleri (kendi vecizeleri)
Tiyatro eserleri: yalan (dram), Körebe (komedi)
Halit Ziya Uşaklıgil (1867-1945): Servet-i Fünun’un roman ve hikâyede en ünlü edebiyatçısıdır. Süslü, sanatlı ve ağır bir dili ve üslûbu vardır. Batılı anlamdaki ilk romanları yazmıştır. Realizmden etkilenmiştir. Romanlarında aydın kişileri anlatır. Mai ve Siyah’taki Ahmet Cemil, Servet-i Fünun sanatçısının temsilcisidir. Kahramanları yaşadıkları çevreye uygun anlatır ve ruh tahlillerine önem verir.
Hikâyelerinde Anadolu hayatına ve köy ve kasaba yaşayışına, romanlarında yalnız İstanbul’a yer verir. Anı ve mensur şiir türünde eserleri de vardır.
Romanları: Mai ve Siyah, Aşk-ı Memnu, Kırık Hayatlar, bir Ölünün Defteri, Ferdi ve Şürekası, Sefile…
Hikâyeleri: İzmir Hikâyeleri, hikâye-i Sevda, Kadın Pençesi, Onu Beklerken, Aşka Dair…
Hatıraları: Saray ve Ötesi, Kırk Yıl, Bir Acı Hikâye
Mehmet Rauf (1875-1931): Servet-i Fünun romanının ikinci önemli ismidir. Roman, hikâye ve tiyatro türünde eserleri vardır. Romantik duyguları, hayalleri ve aşkları işlemiştir. Sosyal hayata pek yer vermemiştir. Arzu, ihtiras ve aşk maceraları temel konularıdır. Romanlarında psikolojik tahlillere önem vermiştir. Dili sadedir.
En önemli eseri Eylül’dür. Roman edebiyatımızdaki ilk psikolojik roman olarak bilinir. Konusu yasak aşktır. Şahıs sayısı azdır. Psikolojik tahliller başarılıdır.
Romanları: Eylül, Ferda-yı Garam, Genç Kız Kalbi, Define, Son Yıldız, Kan Damlası.
Hikâyeleri: Son Emel, Bir Aşkın Tarihi, Üç Hikâye, Hanımlar Arasında, Menekşe. “Siyah İnciler” ise mensur şiirlerinden oluşur.
Türk edebiyatının tüm dönemleri için:
