Sensizliğin Sen Hali…

-HaKiKaT-

Altın Üye
Altın Üye
Katılım
22 Haz 2007
Mesajlar
10,386
Reaction score
0
Puanları
0
ask-trajik-son.gif

Yokluğun, bıçak gibi ikiye bölüyor yaşama dair bütün olasılıkları. Gül dermeği kurarken düşlerim şafağına, takılıp kaldı yüreğim dikenlerin oltasında. Kelimeler tükendi dilimde. Cümleler, kurgusuz, kuralsız ve darmadağınık. Hükmü yok… Anlamı yok beklemenin. Çaresiz bekleyişlerin tavında demini aldı hasret ve alışmaya çabaladıkça alıştım. Alışmak hala acı çekmekse, alıştım yokluğuna. Şimdi sensizim. Acılarına alışmışlığım, yokluğuna katlanmışlığımdır artık tek dayanağım. Sevdaya dair ne varsa, keşkelerin kaygısıyla pişmanlığı kusmakta ve yüreğim hala sana gitme diyememenin kesiğini kanamakta… Uyaksız duyguların, serbest hecelerinde mahkûm duygular müebbedindeyim. Kimliksiz bir haletin, ruh gurbetine sürüklediği zavallı bir benliğim. Mahkûm benim. Gardiyan yine ben… Suçum sen, cezam ise sadece kendimim. Katlanamıyorum artık kendime. Kaprislerime dayanamıyorum artık… Kırık dökük bir kalbi hüküm giymiş, bıçak ağızlı bir yalnızlığa hapsolmuşum sanki. Kıpırdayacak olsam, içimde bir yerler kesik yiyor ve küfürbaz isyanlar ayaklanıyor kurduğum cümlelerde. Sonra gecenin koynuna başımı yaslayıp, duruyorum sessizliğe kulak kesmiş bir bekleyişin yollarına. Bekledikçe sabrım daralıyor… Yollar uzuyor inadına. Ama ben, karanlığı didikliyorum fersiz gözlerimle. Zaman uzuyor, tükeniyor takatim. Geç gelen bir uyku sarmalına düşüyor gözlerim. Vücudum, sersemliyor ve ben, yığılıp kalıyorum gecenin kollarında. Kendimden habersiz, farkında olmadan haletimi, senli bir rüyada açıyorum gözlerimi. Bıkmış olmalısın ki yalnızlıktan, yüreğini usulca avuçlarıma bırakıyorsun. Kaçmaktan bitkin düşmüş olmalısın ki, kollarıma bırakıyorsun yorgun düşmüş firarını. Ve iliklerime kadar sen doluyorsun. Bana rağmen, sana rağmen ve dikenli tellerine rağmen hasretin, ebrusu düşüyor payıma gecenin. Rengârenk düşler, bütün renkleri paydasında toplamış bir zaman dilimi düşüyor payıma. Sevdayı takınıp işveli hallerine, sınırları yok ediyorsun aşkın kollarında. Zaman, hevenginde öğüte dursun ömrümü. Binlerce şafağa duruyordum gözlerinde, zeytin karası gözlerinde sunulan masmavi enginlere yelken açıyordu gizil bir duygu içimde. Ve firar ediyordum kendimden. Bir kuşun kanadına asılıp, sana doğru kanatlanıyordu ruhum. Her şey sen oluyordun bende. Her şey ben oluyordum sende. Gece, gözlerinin derinliğinde yitip gidiyordu. Ve ben, göz bebeğine yansıyan bakışlarımda, bir adamın ancak bu kadar sevebileceğine şahit oluyordum. Bir çift siyah gözün zeytine çalan kıvrımlarında yakalıyordum bakışlarını ve bir kadının ancak bu kadar sevebileceğine şahit oluyordum bir adamı. Ve kokun… Bir anne kokusu kadar sıcak, bebek kokusu kadar saf ve toprak kokusu kadar benden… Denizlerin büyülü kokusu mu sakladığın goncanda? Yediverenlerin gizemli, incitmeyen kokusu mu? Misk-i amber kokusu mu cennetten sürülmüş tenine hurilerce? Tanımını yapamıyorum. Gece sen kokuyor… Rüzgâr sen… Tenime konan ılık nefesi havanın, sen kokuyor. Benzetmeye çalıştıkça, hiçbir şeye benzemiyor kokun. Gibisi olmayacak kadar tarifsiz ve baştan çıkarıcı… Kokuna karışıp, kayboluyorum ve sonra seninle bir oluyorum kollarımın arasında. Gece seni sayıklarken, ben seni ne kadar çok sevdiğimin tarifine duruyorum ve avazım çıktığı kadar bağırıyorum. “Seni çoook seviyorum!” Gece seni sayıklarken, kendi sesime uyanıyorum. Bıçak ağızlı bir yalnızlığın kollarında titrerken buluyorum kendimi. Öylesine perişan, öylesine çaresiz ve öylesine kırılmış bir halette… Yeniden dudaklarımı ısırıyor isminin zikri yokluğunda. Genzimi yakıyor sensizliğin buruk tadı. Gördüğüm rüyanın en derin yerinde kıvranmaya başlıyor hasret nakışlı hayalin yeniden. Ve gece, yeniden takıyor cellât maskesini… Çöküyor gırtlağıma amansız. Ben çırpınıyorum kan ter içinde. Çırpındıkça gırtlağıma kadar sana batıyorum. Çırpındıkça mumyalaşmış gülüşün yapışıp kalıyor özlediğim her şeyde. Bir rüya kadar yakınında da olsan kirpiklerimin, bir o kadar da uzağındasın biliyorum gerçeğinin. Olmuyor… Yokluğunun hesabına, an be an ömrümden günler çalınıyor. Yokluğuna alışmaya çalıştıkça her şey sana benziyor. Sesinin ritmini kaybedince kulaklarım, her kes senin gibi konuşuyor. Duyduğum her söz, senin lügatinden çalınmış gibi… Kokun, çiçeklerin teninde gezinmekte. Cemalin, ayın cemalinde gizlenmekte. Bütün kâinat, sana bezenmekte ve her şey sana benzemekte… Sensiz üryanım… Yalnızlığı tükürüyor gece yüzüme. Ar damarı çatlamış zamanın. Bedenim, yenilgilerin er meydanı. Yüreğim, kervanını yitirmiş kervancı başı… Hadi aşkımın isyan gülü! Hadi ayaklan… Kır zamanın kilidini ayrılık hücresinde. Ortalığa oturmuş sessizliği, içime oturmuş sensizliği ayağa kaldır ve gel. Bu hoşnutsuz zaman diliminden çek kurtar beni. İçine düştüğüm bu acılar çarkından gel kurtar yüreğimi. Yeter ki gel… Sayfa sayfa yırtıp atacağım hayatımın senden önceki yaşanmışlığını. Yaşamadım sayacağım. İnan umurumda değil. Payıma düşen rol neyse oynamaya razıyım. En melodram sahnesini oynamaya razıyım hayatın. Yeter ki ödülü sen ol. Yeter ki, sana kavuşmamın diyeti olsun içine hapsolduğum bu kasavet. İnan her şeye razıyım. İmlasına karaçalınmış düşlerimin ak yazmalı gelinciği! Tenine tutunduğum misk kokulu nefes! İnan her şeye razıyım. Yeter ki yaşadıklarımın armağanı, günahlarımın kefaresi ve sevaplarımın mükâfatı, bana gelişin olsun…

Habib MERT
Alıntıdır
 
Geri
Üst