semavi dinlerden hiristiyanlık

ĦĄЯĄMÍ

" hayal taciri "
Katılım
6 Ara 2006
Mesajlar
3,674
Reaction score
0
Puanları
0
Yaş
44
Şu an gündem de olan Misyonerlik ile ilgili Nihat özgüven'e ait e-kitabın içindeki bilgilerin faydalı olacağına inanarak paylaşıma açıyorum.Emeği geçen herkesten Allah c.c razı olsun.




MUKADDİME

Hamd, din gününün sahibi, Rahman ve Rahim olan Allah'a mahsustur. Allah'a sonsuz hamd-ü senalar ediyor; Alemlerin Efendisi, Hatem-ül Enbiya Muhammed Mustafa'ya selatü selamlar ve Mevla'nın rahmeti ve rızası O'nun seçkin ümmetinin üzerine olsun diyoruz.

Bilindiği gibi, Cennet Vatanımız Türkiye de dahil olmak üzere; dünyanın yoksul ülkeleri ve halkı müslüman memleketler başta olmak üzere, dünyanın hemen her yerinde hıristiyan alemi mensuplarının yürütmekte olduğu yoğun MİSYONER ÇALIŞMALARI yapılmaktadır. Bu çalışmalar bazan çok bariz biçimde ve çok cesurane biçimde yürütülebilmektedir. Elbette ki, onların bu ortamı bulmalarında ülkenin başında bulunup, yönetimi ellerinde bulunduranların çok büyük rolü vardır.

Misyoner çalışmalarının böylesine yaygın ve yoğun olduğu bir zamanda başta müslüman kardeşlerimiz olmak üzere ve bilhassa hıristiyan olduklarını söyleyenlere ve nihayet diğer bütün din mensuplarına "Hıristiyanlığın ne olduğunu" ya da "Ne olmadığını" anlatmak ve insanlığı "Batıl Batağının Tuzaklarına Düşmekten Korumak" ve de "Düşmüş olanları da bu bataktan kurtarmak" hedef ve arzusu ile hıristiyanlık üzerine küçük bir inceleme yaparak, hıristiyanlığı daha detaylı olarak tanımak ve tanıtmak istedik.

Bunun neticesinde, elinizdeki Kitapçık ortaya çıktı.

Bu kitapçığı hazırlarken 3 kaynaktan istifade ettik:

1. Kur’ân-ı Azîmüşşân.

2. Ramuz-el Ehâdîs.

3. Peygamberler Tarihi Ansiklopedisi.

32 ana başlıktan oluşan bu çalışmamızda, mevzuların aralarını âyet meâlleri ile zenginleştirmeyi istedik ve özellikle bu âyet meâllerinin İslâmiyet, hıristiyanlık, musevilik, müşriklik, küfür, Kur’ân, Tevrat, Zebur, Suhuf, İncil, İsa aleyhisselâm, Meryem radiyallahu anha, yahudiler, hıristiyanlar.. gibi Kitabımızdaki mevzularla çok yakıdan ilgili konulardan olmasına özen gösterdik.

Bu çalışmamızı yapmamızın bir başka amacı da, Batı Almanya başta olmak üzere, çeşitli hıristiyan Avrupa ve diğer hıristiyan dünya ülkelerinde ve bu din mensubu insanlar arasında yaşayan; onlarla sık sık muhatab olma durumunda bulunan müslüman kardeşlerimizin de hıristiyanlığı daha iyi tanımalarını ve hıristiyanlarla dini hususlarda fikir alışverişi yaparken daha şuurlu ve daha bilgili olarak konuşabilmelerini sağlamaktır.

Belki bütün bunlardan ziyade, bu çalışmanın yapılmasındaki esas amaç, hıristiyanlara hıristiyanlığı -belki de bilmedikleri- yönleriyle tanıma imkân ve fırsatını sağlamaktır. Bunun içindir ki, temennimiz, bu Kitabın Almanca, İngilizce... gibi dillere de çevrilmesi yönünde çalışma yapacak din kardeşlerimizin çıkması ve onların da bu Hakka Hizmet yarışında nasiplenmeleridir.

Bu Kitabcığın başından sonuna kadar konuları işlerken en çok dikkat ettiğimiz husus en ufak da olsa bir hata yapmamaya çalışmak ve Hakkı anlatmaya ve açıklamaya gayret etmek olmuştur. Hata yapmamak sadece Allah'a mahsustur ve bu çalışmamızda hata mevcut ise -ki olduğunu zannetmiyoruz ama yine de mevcut ise- lütfen bizleri ikaz ediniz.

-Varsa- hatalar bize aittir. Doğrularımız ise, İslam'ın ve müslümanlarındır. Son olarak, Ya Rabbi! Bu çalışmamızı hidayetlere vesile eyle diyor ve sizi çalışmamızla başbaşa bırakarak; bu Kitabcıktan hayırlı istifadeler elde etmezini Rabbimizden niyaz ve istirham ediyoruz...



GİRİŞ

Bilindiği gibi müslümanlık, hıristiyanlık ve musevilik "Semavi Dinler" olarak tanınmakta ve bilinmektedir. Bu isimle anılmalarının esas nedeni temelde doğrudan doğruya vahye dayalı birer din niteliğine sahip olmalarıdır.

Semavi Dinlerin üç tane olmasının tabii bir sonucu olarak, semavi din mensupları da 3 ana isim altında bilinirler:

1. Müslümanlar

2. Hıristiyanlar (İseviler)

3. Yahudiler (Museviler)

Temelde 3 isim altında isimlendirdiğimiz bu din mensupları, zamanla çeşitli grup ya da fırkalara bölünmüşlerdir. Mesela, sevgili Peygamberimiz Muhammed Mustafa aleyhissalatü vesselam Efendimiz, bir Hadis-i Şeriflerinde bu konuda şöyle buyurmuşlardır: "Yuhadiler 70 fırka, hıristiyanlar 71 fırka oldular. Benim ümmetim de 72 fırka olacak ve bu fırkalardan sadece bir tanesi selamette kalacaktır." Günümüzde bu haber tamamen gerçekleşmiştir.

Bilinen bir diğer husus da şudur: Adem aleyhisselâmdan başlayarak, gelmiş geçmiş bütün peygamberler Habib-i Kibriya salallahu aleyhi ve sellam Efendimizin geleceğini ümmetlerine haber vermişlerdir. Ayrıca Tevrat'ta olsun, İncil'de olsun Muhammed Mustafa aleyhisselâmın geleceği haber verilmiş ve bununla yetinilmeyerek vasıfları da belirtilmiştir. Yine Adem aleyhisselâmdan başlamak suretiyle insanlar zamanla peygamberler tarafından bildirilen, açıklanan ve yaşanan hak yoldan sapmış; dalalet, küfür, şirk ve cehalet yollarına saparak; yollarını şaşırmışlardır. Her defasında da Cenab-ı Hak insanları irşad, doğru yolu beyan ve Hakk'a davet için yeniden peygamberler göndermiş; ancak, buna rağmen şirk, küfür ve isyanda ısrar edenleri çeşitli şekillerde helâk etmek suretiyle, sonra geleceklerin bundan ibret almalarını dilemiştir. Ne var ki, insanoğlu yine ibret almamış, yine azmış ve yine sapıtmaktan geri kalmamıştır. Ama, bütün bunlara rağmen her devirde hak ve doğru yolda olan salih kullar da dünyadan eksik olmamıştır.

Kısacası, Hak ve batılın temsilcileri daima mevcut olmuş ve bu iki kesim arasındaki hak-batıl mücadelesi günümüze kadar süregelmiş, halen sürmektedir ve kıyamete kadar bu mücadele kesintisiz olarak sürüp gidecektir. Bu durumda, insanları 2 ana grupta düşünebiliriz:

1. Hak'ta olanlar.

2. Batılda olanlar.

Hakta olanlar tek cüzdür. Bölünme kabul etmezler. Ayrı mezheblerde olsalar bile BİR İLAH'a ibadet, aynı Kitab'a (Kur'ân'a) bağlılık ve sadakat, aynı peygambere iman ve sadakat... yönlerinden aralarında hiçbir farklılık bulunmaz.

Batılda olanlara gelince, pek çok isimler altında ve büyük denecek sayıda gruplar oluşturmalarına rağmen; bunlar da temelde 3 ana isim altında toplanabilir:

1. Münafıklar.

2. Müşrikler.

3. Kâfirler.

Ateist olsun, budist olsun, mecusi olsun, -İslam hariç- yeryüzünde mevcut bütün din çeşitlerinin mensuplarını bu üç sınıfın dışında mütalaa etmek mümkün değildir.

Yukarıda da ifade ettiğimiz gibi, insanların her sapıtmasının akabinde Allah celle celâlühü, Peygamberlerini göndermiştir. Bunlardan bir kısmı yeni bir şeriat getirmemiş, sadece kendisinden önce gelmiş olan şeriat sahibi peygamberin yolunu izlemiştir. Bunlara "Nebi" diyoruz. Bir diğer kısmı ise yeni bir Kitap ve dolayısıyla yeni bir şeriat getirmişlerdir. Bu yüce zatlara da "Rasul" denir. Peygamberlerden kimisine birkaç sayfalık kitap, yani "Suhuf" verilmiş, kimine de büyük "KİTAB" verilmiştir. Bilhassa yeni bir şeriatle gelen "Büyük Kitab" sahibi peygamberler başta olmak üzere, rasullerin en büyüklerine ayrıca "Ulul azm peygamberler" adı verilmektedir.

Azgın ve sapıklar zümresini oluşturan batıl ehli, peygamberlerin yollarını değiştirmek ve o yola ters düşen bir hayatı tercih etmekle kalmamış; Allah'ın gönderdiği Kitab'ları dahi değiştirmek ve tahrif etmek cür'etini de göstermişlerdir.

Mesela, dünyaya hakim olmuş, dünyaya hükmünü geçirmiş 4 şahıstan biri olan Buhtunnasar adındaki hükümdar Kudüs'ü işgal ettiği zaman, gökten inen Tevrat'ı ve Zebur'u da yaktırmış; yok etmişti. Asıl Tevrat 40 cüz'den oluşuyordu. Zamanla Tevrat'ın pek çok yerleri unutuldu; değiştirildi. Muhtelif kişiler, akıllarında kalan Tevrat âyetlerini yazdılar. Neticede birbirini tutmayan muhtelif kitaplar ortaya çıktı.

Babil hükümdarı Buhtunnasar'ın 586'da Yehuda Devletini yıkmasından ve Tevrat ile Zebur'u yakarak yok etmesinden 200 yıl kadar sonra (M.Ö. 400 yıllarında) yaşamış olan Azra adındaki bir şahıs, ortaya çıkmış olan çeşitli Tevrat risalelerini topladı ve şimdiki Ahd-i Atik'teki Tevrat'ı yazdı.

Nasıl ki, "Suhuf"ların tahrifi ya da yok edilmelerini müteakiben, yeni "Suhuf"lar gönderildi ise; pek tabiidir ki Tevrat ve Zebur'un yok edilmesi ve tahrifinden sonra da Cenab-ı Hak yeni bir Peygamber ve O'nunla birlikte yeni bir KİTAB ve o Kitab'ın ihtiva ettiği ya da bildirdiği bir şeriat da gönderecekti. Nitekim öyle oldu.

Bu yeni Peygamber İsa aleyhisselâm idi. O da bir insandı. Adem aleyhisselâmı nasıl hem anasız ve hem de babasız yarattı ise, Havva anamızı nasıl anasız yarattı ise, O'nu da babasız yaratmıştı. Kudreti sonsuz olan ve bir şeyin olmasını dilediği zaman ona sadece "ol" diyen Allah celle celâlühü. 30 yaşında Peygamber olan, 33 yaşında iken diri olarak göğe kaldırılan, kıyamet yaklaştığı zaman Şam'da bulunan Ümeyye Camisinin minaresine inecek, evlenecek ve çoluk çocuğu olacak olan İsa aleyhisselâm, Mehdi aleyhisselâm ile bulaşacak, 40 sene yaşayacak ve Medine-i Münevvere'de vefat edecek ve Muhammed Mustafa aleyhisselâmın türbelerinin yanına yani "Hücre-i Saadete" defnedilecek olan İsa aleyhisselâm. Allah'ın kendisine gönderdiği İncil'de Muhammed aleyhisselâmınn geleceğine dair haber bulunan İsa aleyhisselâm.

"Bir vakit Meryem oğlu (İsa) şöyle demişti: "Ey îsrailoğulları! Ben, size (gönderilen) Allah'ın peygamberiyim. Önümde (benden önceki) Tevrat'ın tasdikçisi ve benden sonra gelecek peygamberin müjdecisi olarak geldim ki, o peygamberin ismi Ahmed (Muhammed)'dir." Sonra, İsa, onlara mucizelerle gelince: "Bu, apaçık bir sihirdir" dediler." (Saf-6)

Hazreti MERYEM

Kur'ân-ı Kerim'de O'nun adıyla anılan bir sûre bulunan, Allah'ın övgüsüne mazhar olmuş yüce kadın; İsa aleyhisselâmın annesi olmak bahtiyarlığına ermiş mutlu hatun: Meryem binti İmran. Temiz nesebi olan "Al-i İmran" adı bir başka sûreye isim olmuş: Meryem radiyallahu anhâ.

Bu bölümde Hazreti Meryem radiyallahu anhâ hakkında kısa bir açıklama yaptıktan sonra, Kur'ân-ı Azümişşan'da Meryem radiyallahu anhâ hakkında varid olmuş bulunan ve Âl-i İmran ile Meryem Sûrelerinden alınmış bazı âyetleri meâl olarak vermekle iktifa edeceğiz.

Meryem binti İmran (İmran kızı Meryem) adı ile bilinen 2 tane Meryem vardır. Bunlardan bir tanesi Musa aleyhisselâmın kız kardeşidir. Babalarının adı İmran idi. Musa aleyhisselâmın ve kızkardeşi Meryem'in dedelerinin adı ise Yasher'dir.

Diğer Meryem ise, İsa aleyhisselâmın annesidir. O’nun da babasının adı İmran idi. Meryem radiyallahu anhu yani İsa aleyhisselâmın annesi olan mübarek kadının babasının babası yani dedesinin adı ise Masan olup; Yasher ile Masan arasında 15 asırdan fazla bir zaman vardır.

Rivayete göre, İmran bin Masan'ın baba ve dedeleri, İsrailoğullanmn önde gelenleri ve reisleri idiler. Beni Masan diye tanınırlardı.

Ayrıca, Musa aleyhisselâmın kızkardeşinin adının Meryem değil de Gülsüm olduğuna dair de rivayetler mevcuttur.

"Bunun üzerine Rabbi, Meryem'i güzel bir kabul ile kabul buyurdu. O'nu iyi bir şekilde yetiştirdi ve (eniştesi) Zekeriyya peygamberi de O'na kefil (himayesine memur) kıldı. Zekeriyya ne zaman Meryem'in bulunduğu mihraba girdiyse, O'nun yanında bir rızık (yiyecek) buldu. "Ey Meryem! Bu sana nereden geliyor?" dedi. O da: "Bu, Allah tarafındandır. Şüphe yok ki Allah dilediğini hesapsız olarak rızıklandırır." dedi. (Al-i İmran-37)"

"Hatırla ki, bir vakit melekler şöyle demişti: "Ey Meryem! Hakikaten, Allah seni ibadetle seçkin kıldı. Seni pak ve tertemiz büyüttü ve seni alemlerin kadınları üzerine seçkin kıldı. (Al-i İmran-42)"

"Meryem: "Ey Rabbim! bana bir insan dokunmamışken, nereden benim bir çocuğum olabilir?" dedi. Allah şöyle buyurdu: "Doğrudur. Sana bir kimse dokunmamıştır. Fakat, Allah-u Teâlâ dilediğini yaratır ve O, bir şeyi murad edince, ona sadece "ol" der; o da oluverir. (Al-i İmran-47)"

Meryem Sûresi 16. âyetinden başlayarak 34. âyetine kadar olan bölümünün meâli ise şöyledir:

"(Ey Resulüm) Kur'ân'daki Meryem kıssasını (onlara) oku. Hani o, (ibadet için) ailesinden ayrılıp (Beyt-ül Makdis'in) doğu tarafında bir yere çekilmişti. Sonra, ailesinin önlerinde bir perde kurmuştu. Nihayet, O'na ruhumuzu (Cebrail aleyhisselâmı) gönderdik de, kendisine düzgün bir insan şeklinde (suretinde) göründü. (Meryem O'na) dedi ki: "Doğrusu ben senden Rahman’a sığınırım. Eğer mü'min ve takva sahibi isen (fenalık yapmazsın)." Cebrail: "Gerçekten ben, sana temiz bir oğlan vermek için sırf Rabbinin gönderdiği elçisiyim." dedi. Meryem dedi ki: "Benim için, nasıl bir oğlan olur? Bana bir insan dokunmadı ve ben de iffetsiz bir kimse değilim." Cebrail şöyle dedi: "Evet, iş dediğin gibidir. Ancak, Rabbin buyurdu ki, bu (baba olmaksızın çocuk vermek-yaratmak) bana çok kolaydır. Hem, bunu insanlara kudretimize delalet eder bir alamet ve (İsa'yı insanları hidayete götüren) tarafımızdan bir nimet yapacağız. Zaten, (ezeldeki takdirimizde) bu iş olup, bitmiştir. Nihayet (Cebrail'in üfürmesiyle) İsa'ya gebe kaldı ve bununla uzak bir yere çekildi. Sonra, doğum sancısı O'nu bir hurma ağacına dayanmaya götürdü. "Ah nolaydım, bundan önce ölseydim de, unutulmuş gitmiş olaydım" dedi. (Cebrail, yüksek bir yerde bulunan) Meryem'e aşağı tarafından şöyle çağırdı: "Sakın üzülme. Rabbin, senin alt yanında bir su arkı yarattı. Hurmanın (hurma ağacının) da dalını kendine doğru silkele, üzerine devşirilmiş taze hurmalar dökülsün. Artık ye, iç gözün aydın olsun. Eğer insanlardan birini görürsen: "Ben Rahman'a bir oruç (sunmayı) adadım Bunun için bugün hiç kimseye asla söz söylemeyeceğim" de. Sonra O'nu (İsa'yı) yüklenerek kavmine getirdi. O'na dediler ki: "Ey Meryem! Doğrusu sen, acayib bir şey (babasız çocuk) getirdin. Ey Harun'un (soy itibarı ile neslinden gelen) kızkardeşi! Senin baban kötü bir adam değildi. Anan da iffetsiz bir kadın değildi." Bunun üzerine Meryem (kendilerine cevap vermesi için) çocuğa işaret etti. Onlar: "Biz beşikteki çocukla nasıl konuşuruz?" dediler. (Allah'ın bir mucizesi olarak İsa) dedi ki: "Ben, gerçekten Allah'ın kuluyum, bana kitab verdi ve beni bir peygamber yaptı (bu tahakkuk edecektir). Beni her nerede olursam mübarek (hayrı öğreten) kıldı ve hayatta bulunduğum müddet, bana namazı ve zekâtı emretti. Beni anneme ihsankâr kıldı ve beni azgın bir zorba yapmadı. Hem doğduğum gün, hem diri olarak (mezardan) kaldırılacağım gün, selamet benim üzerimedir." İşte (yahudilerle hıristiyanların) hakkında ihtilaf edip durdukları Meryem oğlu İsa'ya dair Allah sözü (hakikat) budur."

Dikkat edilecek olursa doğum yapan yani lohusalık halindeki Meryem'i Cenâb-ı Hak hurma ile beslemiştir. Bunun içindir ki, bir hadiste Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz, lohusaların hurma yemelerini tavsiye buyurmuş ve: "Lohusa kadına daha iyi bir gıda olsa idi. Cenâb-ı Hak Meryem'i hurma ile değil, o gıda ile beslerdi." izahatını getirmişlerdir. Ayrıca, hamile kadınların da ayva yemelerini bir başka hadis ile tavsiye ederek, ayva yiyen hamilenin çocuğunun güzel olacağını haber vermişlerdir.

Meryem radiyallahu anhu, çocuğu olmayan bir ailenin kızı idi. Annesi çocuğu olması için Allah'a yalvardı ve kendisine bir evlat verdiği takdirde, Beytül Makdis'e adayacağına dair Allah'a söz vermişti. Beytül Makdis'e oğlan çocuklar adanıyordu ve bunun için de Allah'tan bir oğlan çocuğu vermesini ümid ediyordu. Nihayet, hamile kaldı ve Meryem dünyaya geldi. Annesi de Allah'a verdiği sözü gereğince çocuğu Beytül Makdis'e adamıştı.

İSA ALEYHİSSELÂM

İsa aleyhisselâm hakkında yukarıda kısaca bilgi vermiştik. Şimdi de, O'nun hakkında Kur'ân'da varid olan bazı âyet meâlleri ve Ramuz'dan birkaç hadîs verelim. Sonra da İsa aleyhisselâm ile şeytan arasında geçen bir olay ve İsa aleyhisselâmdan bazı sözlerle bu bölümü de noktalayalım.

"Melekler: "Ey Meryem! Allah kendinden bir kelimeyle (emirle yaratılacak bir çocuğu) sana müjdeliyor. O'nun adı, Meryem'in oğlu Mesih İsa'dır. Dünyada da, ahirette de şanı yücedir. Hem de Allah'a yakın olanlardandır." demişti. (Al-i İmran-45)"

"İsa hakkında sana verilen haber gerçektir. Artık, şüphecilerden olma. (Al-i İmran-60)"

"İsa'nın Allah'ın kulu ve resulü olduğuna dair sana ilim geldikten sonra, Onun hakkında kim seninle münakaşaya kalkışırsa şöyle de: "Gelin, oğullarımızı ve oğullarınızı, kadınlarımızı ve kadınlarınızı, bizleri ve sizleri çağıralım. Sonra, hepimiz dua edip yalvaralım da Allah'ın lanetini yalancıların üzerine okuyalım. (Al-i İmran-61)"

"Bir de o yahudilerin İsa'yı inkar etmeleri ve Meryem'e zina isnadı ile büyük bir iftirada bulunup aleyhine sözleri ve "Biz, Allah'ın peygamberi olan Meryem'in oğlu İsa'yı öldürdük" demeleri sebebiyle kendilerini lanetledik; rahmetimizden kovduk. Halbuki onlar İsa'yı öldürmediler ve asmadılar. Fakat, kendilerine bir benzetme yapıldı (onun bulunduğu yeri ihbar edip, ele vereni kişi kendilerine İsa suretinde gösterildi ve o adamı öldürdüler.) Esasen, kendileri de İsa'nın katli hakkında ihtilafa düşüp, kesin bir şüphe içindedirler. Onların bu öldürme hadisesine ait bir bilgileri (kesin delilleri) yoktur. Ancak, kuru bir zan peşindedirler. O'nu, gerçekten öldürememişlerdir. (Nisa-156/157)"

"Yahudi ve hıristiyanlardan hiç kimse yoktur ki, ölümünden önce (can çekişirken) İsa'ya (Allah'ın oğlu olmadığına) iman etmiş olmasın. (Fakat, o zamanki iman fayda vermez) İsa ise, kıyamet gününde, küfürlerinden dolayı aleyhlerinde şahitlik edecektir. (Nisa-159)"

"Ey ehli kitab! Dininizde hududu geçip, taşkınlık etmeyin." İsa Allah'ın oğludur." gibi sözler söylemeyin. Allah'a karşı ancak hak olanı söyleyin. Meryem'in oğlu İsa, Allah'ın peygamberi, Meryem'e ulaştırıp bıraktığı kelimesidir (babasız yarattığıdır) ve O'ndan bir ruh (Allah Teâlânın ‘ol’ emri ile yaratılmış) olmaktan başka bir şey değildir. Artık, Allah'a ve peygamberine iman edin de "Allah üçtür" demeyin. Bundan vazgeçin; hakkınızda daha hayırlı olur. Allah, yalnız bir tek İlah'dır. Çocuğu olmaktan münezzehtir. Göklerde ve yerde ne varsa hep O'nundur. (Nisa-171)"

"Mesih hiçbir zaman Allah'a bir kul olmaktan çekinmez. Mukarrebun melekler de çekinmezler (bilakis, iftihar ile Allah'a kul olduklarını söylerler) (Nisa-172)"

"Allah o gün şöyle buyuracak: "Ey Meryem oğlu İsa! Sana ve annene olan nimetimi hatırla. Hani seni Cebrail ile desteklemiştim de, hem beşikte hem de yetişkin iken insanlarla konuşuyordun. Hani sana yazı yazmayı, hikmeti, Tevrat'ı ve İncil'i öğretmiştim. Hani benim iznimle çamurdan kuş biçimi yapıyordun; sonra içine üflüyordun da benim iznimle (canlı) bir kuş oluveriyordu ve anadan doğma âma (kör) ile abraşı (bir çeşit cilt hastalığına yakalanmışı) benim iznimle iyi ediyordun. Hani ölüleri benim iznimle hayata çıkarıyordun (diriltiyordun). Hani senden İsrail Oğullarını da defetmiştim (de seni öldürememişlerdi). Kendilerine (böyle) açık mucizeler getirdiğin zaman da içlerinden küfre varanlar şöyle demişlerdi: "Bu, apaçık bir sihirden başka bir şey değildir." (Maide-110)"

"Meryem oğlu İsa (Allah'a) şöyle yalvardı (dua etti): "Ey Allah'ım, Rabbimiz! Bize gökten bir maide (yiyecekle donatılmış sofra) indir ki, bizim hem evvelimiz, hem de ahirimiz için bir bayram ve kudretinden bir mucize olsun. Allah buyurdu ki: "Ben, o sofrayı size elbette indiririm." (Maide-114/115)"




"Vallahi, Meryem oğlu İsa aleyhisselâm adil bir hükümdar olarak gelecek. Haçı kıracak. Cizyeyi kaldıracak (kâfir kalmayacak). Deveye (savaşa) lüzum kalmayacak. Düşmanlık, boğazlaşma ve hasetleşme gidecek. Domuzu öldürecek. Mala davet edecek (mal vermek isteyecek herkes bolca mal sahibi olduğu için) kimse (o verilmek istenen) mala sahip çıkmayacak. (Ebu Hureyre)"

"Bir ümmet ki evvelinde Ben, sonunda Meryem oğlu İsa, ortasında da ehl-i beytimden Mehdi vardır. Bu ümmet (İslam milleti) nasıl helâk olur? (İbni Abbas )"

"Ne mutlu İsa indikten sonraki hayata! O zaman, göğe rahmet yağdırması ve yere de yeşertmek (bol ürün vermesi) için müsaade verilir. Taş üzerinde (dahi) tohum ekilse biter. İnsanlar arasında kin ve kıskançlık (düşmanlık ve çekememezlik) olmaz. Hatta, bir adam bir aslana rastlasa, aslan ona dokunmaz. Yılana bassa, yılan onu sokmaz. (Ebu Hureyre)"

“Peygamberler, baba bir ana ayrı kardeşlerdir. Dinleri de birdir (İslam'dır). Meryem oğlu İsa da benim kardeşimdir. Aramızda başka peygamber de yoktur. O, tekrar yeryüzüne gelecektir. O'nu gördüğünüzde tanırsınız. Orta boylu, kırmızı-beyaz renkli (tenli) bir zattır. Üzerinde Mısır kumaşından 2 parçalı elbise vardır. Su isabet etmediği halde, başında damlalar görülür. (Geldiğinde) putu (haçı ve diğer putları) kırar. Domuzu öldürür. Cizyeyi kaldırır. İnsanları İslam'a davet eder ve (yeryüzünde) İslam'dan başka din kalmaz. Aslanlar develerle, kurtlar koyunlarla beraber dolaşıp otlarlar (beslenirler). Çocuklar yılanlarla oynar ve biri diğerine zarar vermezler. O, 40 sene yaşayacak ve ölecektir. Cenazesini (cenaze namazını) müslümanlar kıldıracaktır. (Ebu Hureyre)"




İsa aleyhisselâm bir dağın başında namaz kılardı. İblis yanına geldi; ve:

-Sen her şeyin kaza ve kader ile olduğunu mu söylersin? dedi.

İsa aleyhisselâm:

-Evet, cevabını verdi. Bunun üzerine İblis dedi ki:

-Öyle ise kendini bu dağdan aşağı at ve "kaderim böyle idi" de.

O zaman İsa aleyhisselâm şöyle buyurdu:

-Ey Mel'ûn! Allah Teâlâ kullarını tecrübe ve imtihan eder. (Bu hak ve yetki yalnız O'na aittir.) Kulların (ise) O'nu imtihan etmeye (asla) hakkı (ve yetkisi) yoktur!



İsa aleyhisselâm diyor ki:

"Su ile ateş bir kabda durmadığı gibi; dünya ile ahiret sevgisi de aynı kalpte bulunmaz."

"Şeytan dünya iledir. Mekri, aldatması mal ile, tezyini (süslemesi) heva (heves) ile, yetişmesi de şehvetler iledir."

"Dünyayı isteyen, deniz suyu içene benzer. Ne kadar içerse, harareti o derece artar ve nihayet ölür."

"Günahlarını hatırladığı zaman ağlayana, dilini koruyana ve başını sokacak kadar evi olana müjdeler olsun."

"Üç kişiye şaşarım. Dünyayı elde etmeye çalışana şaşarım; zira, ölüm ona yaklaşıyor. Köşkler yapana şaşarım; zira, kalacağı yer kabirdir. Katıla katıla ağız dolusu gülene şaşarım; halbuki, önünde ateş (Cehennem) vardır."

"İlim öğrenen, öğreten ve öğrendiği ile amel eden kimse, göklerdeki melekler arasında "ulu kişi" diye çağırılır; anılır."

"İşler üç çeşittir: Emredilmiş güzel şeyler, saadete götürürler. Bunları yapınız. Men edilmiş (yasaklanmış) kötü işler, felakete götürürler. Bunlardan kaçınınız. Aranızda ihtilaf ettiğiniz (şüpheli) şeyler, bunların ilmini Allah'a havale edip; ihtiyatlı davranınız (bunlardan sakınınız)."

"İsa aleyhisselâma: "Fitne bakımından insanların en zararlısı, en şiddetlisi hangisidir?" dediklerinde: "Yanılan alimdir. Çünkü, alim yanılır, ayağı kayarsa; onunla birlikte birçok kimselerin de ayağı kayar!" buyurdu."

Dinini dünyaya alet eden bozuk din adamları için buyurdu ki: "Ey kötü alimler! Dünyayı başınızın üzerinde tutup, ahireti ayaklarınızın altına aldınız. Sözünüz şifa, ameliniz ise hastalık vericidir. Siz, zakkum ağacı gibisiniz. Gören hayran olur; meyvesini yiyen ölür!"

"İsa aleyhisselâm: "Sağırı, dilsizi tedavi ettim; fakat, cehli mürekkebin ilacını bulamadım" buyurmuştur. Çünkü böyle kimse, cahilliğini ilim ve kemal sanmaktadır. Cahil ve ruh hastası olduğunu bilmez ki, ilacını arasın. Ancak, Allah'ın hidâyeti ile, bu hastalığını anlayan, bu dertten kurtulabilir.

"Ey Havariler! Rüzgar, çok ışıkları söndürmüştür. Ucub, yani kendi ibadetini beğenmek (ve bundan ötürü büyüklenmek-kibirlenmek) de, çok ibadetleri söndürmüştür; sevablarını söndürmüştür; yok etmiştir!"

"Hasta olup, musibete, felakete uğrayıp da, günahları affolacağı için sevinmeyen kimse alim değildir."İsa aleyhisselâm gördüğü bir adama: "Ne yaparsın?" diye sordu. Adam: "İbadetle meşgul olurum." dedi. İsa aleyhisselâm: "Geçimini kim temin eder?" diye sorunca: "Kardeşim temin eder." dedi. Bunun üzerine İsa aleyhisselâm: "Asıl abid kardeşimdir desene." buyurdu."

"İsa aleyhisselâm "Ateşin yiyemediği şeyi çoğaltın." dedi. Dinleyenler: "Bu nedir?" diye sordular. İsa aleyhisselâm: "(Din kardeşinize) ikramdır" cevabını verdi."

İsa aleyhisselâm: "Dünyada alçak gönüllü olanlara müjdeler olsun. Kıyamet günü onlar kürsi sahipleridir. Dünyada ara bulup, barıştıranlara müjdeler olsun. Çünkü, kıyamette Firdevs Cennet'ine varis olacaklardır. Dünyada kalbini temizleyenlere müjdeler olsun. Çünkü, kıyamet günü Allah Teâlânın Cemâl'ine onlar bakacaklardır." buyurdu."

"Ey kötü alimler! Namaz kılar, oruç tutar ve sadaka (zekât) verirsiniz. Fakat, emrettiğinizi yapmaz; yapmadığınızı Öğretir(emreder)siniz. Ne çirkin hüküm veriyorsunuz?! Dil ve sözünüz ile tevbe ederken, nefsinizin istek ve arzularına göre hareket ediyorsunuz. Kalpleriniz isyanla kirlenmiş ve kararmış olduğu halde, vücutlarınızı sabunla yıkamanız size bir fayda sağlamaz. Size hakikati söylüyorum. Unu çıkarıp da kepeği içinde kalan elek gibi olmayın, sizin yaptıklarınız böyledir. Ağızlarınızdan hükümleri savurursunuz. Gıllu gışı (hile ve gizli düşmanlığı) içinizde kalır. Ey dünya kulları! Rağbet ve şehvetini dünyadan kesmeyenler ahireti nasıl bulabilir?! Size hakikati söylüyorum. Kalpleriniz amellerinize ağlar. Çünkü, dışınız içinize uymuyor. Dünyayı dilinize doladınız. Ameli ve ahireti ise ayağınızın altına aldınız. Size doğru söylüyorum. Dünyalığı mükemmel yapacağız diye, ahireti kaybettiniz. Sizin için dünya düzeni, ahiret düzeninden daha sevimli oldu. Sizden daha adi kim olabilir?! Bunu bir bilseydiniz! Yazıklar olsun size! Ne zamana kadar bu karanlık içinde bocalayacak ve bu şaşkınlık içinde kalacaksınız?! Sizin davetiniz dünyalığadır. İstedğiniz şey; dünya halkı sizin için dünyalıktan feragat etsin ve bütün dünya, varlıkları ile size kalsın. Karanlık(ta) kalan evin damına ışık yakmakla evin içine bir fayda olur mu? Oradan ışığın gelmesi mümkün mü? Siz de böylesiniz. Ağzınızdan ilim nurları parlarken, kalpleriniz karanlık içinde kıvranıyor! Ey dünyaya tapanlar! Dünyanın bir gün sizi kökünüzden koparıp, yüz üstünde sürümesi yakındır! Sonra, sizi burnunuzun üstüne sürter, günahlarınızı boynunuza geçirir. Bir de, ilminiz sizi arkanızdan iter; yalın ayak ve çıplak olarak teker teker Allah'ın huzuruna sevk eder. Orada, kötü amellerinizin cezasını size çektirir!"
 
Öncelikle eline sağlık!
Allah c.c senden de razı olsun,iyi bir konu.
 

YE'CÜC VE ME'CÜC

İsa aleyhisselâmdan söz ederken O'nun tekrar geleceği zamana tesadüf edecek önemli hadiselere kısaca da olsa temas etmeden geçmek doğru olmayacaktır. Bu bakımdan bu bölümde Ye'cüc ve Me'cüc kavminden söz edeceğiz. Bunu takiben de Deccal'dan ve Mehdi aleyhisselâmdan bölümler takdim edecek ve konuları da ilgili âyetler ve hadîslerle takviye etmeye gayret edeceğiz. Tevfik ve hidayet Allah'tandır...

Aleyhisselâm Efendimiz buyurdular:

"Ye'cüc ve Me'cüc (kavmi, Zülkarneyn aleyhisselâm tarafından, yeryüzüne çıkmalarına engel olmak için yapmış olduğu seddi) her gün (yeryüzüne çıkmak için) kazarlar. Nihayet (delik açılarak) yeryüzünü görmeleri (yeryüzüne çıkmaları) yaklaşınca; başlarındaki reisleri:

-Geri dönün!. Kalan kısmını da yarın kazarsınız, diye emreder. (Kazı yapan ameleler de işi bırakıp, geri dönerler.)

"Allah Teâlâ da orasını (kazılan yeri tekrar) eski bulunduğu (kazılmadan önceki) eski vaziyetten daha sağlam bir vaziyete getirir. (Bu durum, her gün aynı minval üzere sürer gider.)

"Nihayet, Ye'cüc ve Me'cüc'ün orada hapis kalma müddetleri sona ererek (Allah'ın takdiri tecelli edip de) Allah'ın onları insanlar üzerine (bir musibet olarak) göndermeyi murad ettiği (mukadder) vakit (geldiğinde) tekrar (her zaman olduğu gibi) kazı yaparlar. (Yine) güneşin ışığını görmelerine çok az bir mesafe kalınca; bu defa başlarındaki kimse (her zamankinden farklı olarak):

-Geri dönün! İNŞAALLAH kalan kısmı (da) yarın kazarsınız, diyerek; istisna kelimesini söyler. (Yani: "inşaallah" der.)

Onlar, yine işi bırakıp dönerler ve ertesi gün kazıya devam etmek için geldikleri zaman; orasını akşamleyin bıraktıkları vaziyette (yani yeniden kapanmamış olarak) görürler.

"Geri kalan kısmı hemen delip çıkarlar. Bütün suları içip, kuruturlar. İnsanlara saldırırlar. İnsanlar, onlardan kurtulmak için kalelerine, barınaklarına kapanırlar."



***



Kehf Sûresi 93'ten 98'e kadar olan bölümde Ye'cüc Me'cüc ile ilgili olarak meâlen şöyle buyrulmaktadır:

"(Zülkarneyn aleyhisselâm) nihayet (sed yaptırmış olduğu Ermenistan ve Azerbeycan'daki) iki dağ arasına vardığı zaman, bu dağların önünde bir kavim buldu ki, söz anlamıyacak durumda idiler (lisan bilmiyorlardı. Tercümanları vasıtasıyla) şöyle dediler: "Ey Zülkarneyn! (îki kabile olan) Ye'cüc ve Me'cüc bu yerde fesat çıkarıyorlar. Onun için, bizimle onlar arasında bir sed yapman şartıyla, sana bir vergi versek (bu teklifimize ne dersin)? Zülkarneyn dedi ki: "Rabbimin beni içinde bulundurduğu iktidar (sizin vereceğiniz vergiden) daha hayırlıdır. Haydi, bedeni kuvvetle bana yardım edin de, sizinle onların arasına bir engel yapayım. Bana demir pikleri getirin. (Dağların) tam iki ucu denkleştiği (aynı seviyede pikle dolduğu) vakit körükleyin." dedi. Nihayet, demiri bir ateş haline koyduğu vakit: "Getirin bana; üzerine erimiş bakır dökeyim." dedi. Artık (ondan sonra) onu (seddi) ne aşabildiler; ne de delebildiler. Zülkarneyn dedi ki: "Bu sed, Rabbimden (kullarına) bir rahmettir. Rabbimin vaadi geldiği (kıyamet günü yaklaştığı) zaman, onu dümdüz yapacaktır. Rabbimin vaadi de haktır."

Enbiya Sûresi 96 ve 97. âyetleri ise, meâlen şöyledir:

"Nihayet, Ye'cüc ve Me'cüc'ün seddi açılıp da her tepeden saldırdıkları ve hak olan vaad (kıyamet) yaklaştığı vakit, işte o zaman, kâfir olanların gözleri hemen dikilecek (ve): "Vah bizlere! Biz bundan gaflet ettik! Doğrusu (böyle yapmakla ancak) kendimize zulmetmiş olduk!" diyecekler."

Bu hadise İsa aleyhisselâmın ineceği zamana rastlayacaktır, insanlar Ye'cüc ve Me'cüc'ün zulmünden bunalacaklar. Nihayet oralara gelen İsa aleyhisselâm ile karşılaşacak ve O'na kendilerini bu beladan kurtarması için yardım taleb edecekler. İsa aleyhisselâm insanlarla birlikte bir tepeye çıkacak ve yanındakilerle birlikte bu beladan kurtulmaları hususunda Allah'a niyazda bulunacak.

O gece Cenab-ı Hak Ye'cüc ve Me'cüc'e bir kurt (neğaf) musallat edecek. Bu kurt onların boyunlarına onlar uykuda iken saldıracak ve hepsi sabaha helâk olmuş vaziyette çıkacaklar. Onların cesetlerinden adeta adım atacak yer kalmayacak ve onlardan yayılan koku tahammül edilmez bir vaziyette olacaktır.







DECCAL FİTNESİ

Kıyamete yakın çıkacak fitnelerden bir tanesi de Deccal Fitnesi'dir. Bu konuda da önce Ramuz'dan aldığımız bazı hadîs-i şerîfleri nakledelim:

"Hiç şüphe yok; Deccal çıkacaktır. O'nun sol gözü kördür ve üzerinde beyaz bir ben vardır. Gözsüzleri (körleri) ve abrası (bir nevi cilt hastasını) iyi eder. Ölüleri diriltir ve "Ben Rabbinizim" der. Kim O'nu tasdik ederse Deccal fitnesine (küfre) düşmüştür. Kim de: "Rabbim Allah" der ve böyle ölürse, o zaman Deccal fitnesine düşmemiş olur. Sonra İsa gelir ve Deccal'ı öldürür. Ondan sonra (Allah'ın bileceği bir müddet geçer ve) kıyamet kopar. ( Semure )"

"Deccal çıkar, beraberinde de bir nehir ve ateş hendeği bulunur. Nehrine girenlerin günahı sabit olur. Hayırları ve sevapları da kaybolur. Hendeğe girenlerin (de) imanı ve ecirleri sabit olur; günahları da düşer. Bundan sonra, işte o kıyamet saatidir (artık kıyamet iyice yaklaşmıştır.) (Huzeyfe)"

"Sizin geriye kalanlarınız Ürdün Nehri üzerinde Deccal'la savaşacaksınız. Siz, nehrin doğusunda; Deccal ve askerleri ise batısında olacaklardır.( Nuhayle İbn Sarim )"

"Deccal, sizin gibi, belki de sizden hayırlı bir kavme yetişecek. Bu ümmet ki başında Ben, sonunda İsa geliyor; Allah onları hor etmez. (Abdurrahman İbni Cübeyr )"

"Adem aleyhisselâmın yaradılışı ile kıyametin kopması arasındaki zamanda Deccal'den büyük hadise yoktur. ( Hişam ibni Amir )"

Deccal, insanlarca kendisinden bahsedilmekten zühul etmedikçe ve imamlar da mimberlerde O'ndan söz etmeyi terk etmedikçe çıkmaz. ( Said ibni Cessame )"

"Deccal zamanında mü'minlerin yemeği, meleklerin taamı olan tesbih ve takdisler olacaktır. Kimin o gün, dilinde tesbih ve takdis olursa; Allah Teâlâ ondan açlığı giderecektir. ( İbni Ömer )"

"(Asıl) Deccal'den önce 70 küsur (70-80) Deccal (Deccal karakterli zalimler) çıkacaktır. (Enes )"

"Deccal, Mekke ve Medine'ye giremez. (Aişe)"

"Deccal şarktan Horasan'dan çıkar ve O'na kalkan yüzlüler (yahudi ve hıristiyanlar) tabi olur. (Ebu Bekir )"

"Deccal'e İsfahan yahudilerinden 70.000 kişi tabi olur. Hepsinin üzerlerinde taylasan (ucu serbest bırakılan sarık) vardır. ( Enes )"

"Benden evvelki peygamberlerden, ümmetini Deccal ile korkutmayan hiç kimse olmadı. Yanında Cennet ve Cehennem diye iki vadi olur. O'nun sol gözü şaşı, sağ gözü ise perdelidir. Alnında "kâfir" diye yazılıdır. (O'nun) Cennet dediği, Cehennem; Cehennem dediği ise Cennet'tir. Yanında, peygamber kıyafetinde 2 melek bulunur. Biri sağında, biri solundadır. bu beraberlik, insanları imtihan etmek içindir. Deccal yanında bulunan meleklere sorar: "Ben, sizin Rabbiniz değil miyim? Diriltiyorum, öldürüyorum." Meleklerden bir tanesi: "Yalan söylüyorsun!" der. Fakat bu sözü ikinci melekten başkası duymaz ve ikinci melek de birincisine hitaben: "Doğru söylüyorsun." der. İkinci meleğin (bu) sözünü (ise) insanlar da duyar ve zannederler ki, melek Deccal'i tasdik (O'nun ilahlığını ikrar) etti. Bu da imtihan içindir. Sonra, Medine'ye yürür. (Medine'ye) giremeyince: "Bu, O'nun (Muhammed sallallahu aleyhi ve sellemin) ülkesidir." der. Sonra Şam'a yürür. Orada, Akabat-i Efik mevkiinde, Allah Teâlâ O'nu (mü'minler ordusuyla) helâk eder."







MEHDİ ALEYHİSSELÂM

Mehdi aleyhisselâmın kıyamete yakın geleceği, Peygamber aleyhisselâm Efendimiz tarafından haber verilmiştir. İslamiyeti yeryüzüne hakim kılacak ve bütün dünyaya hükmünü geçirecek olan bu mübarek zat, Peygamber Efendimiz'in soyundan ve Hazreti Fatıma radiyallahu anhânın evlatlarından olacaktır. İsmi Muhammed, babasının ismi de Abdullah olup; hem müceddid ve hem de müctehid olacaktır. Künyesi de Efendimizin künyesi gibidir; yani Ebul Kasım'dır. İsa aleyhisselâm da O'nun zamanında gökten inecek; O'nunla buluşacaktır. Ashab-ı kehf dahi O'nun zamanında uyanarak, Muhammed Mehdiye asker olacaklardır.

Bir hadis-i şeriflerinde sevgili Peygamberimiz şöyle buyururlar:

"İsmini duyduğumuz kimselerden 4 kişi dünyaya malik oldu. (Dünyaya hükmünü ve sözünü geçirdi.) Bunlardan ikisi mü'min, ikisi de kâfir idi. Mü'min olanlar Zülkarneyn aleyhisselâm ve Süleyman aleyhisselâm idi. Kâfir olan iki kişi ise Nemrud ve (Babil hükümdarı) Buhtunnasar idiler. Beşinci (ve son olarak) yine bir kişi dünyaya malik (hakim) olacaktır. O da benim evladımdan (soyumdan) biri olan Mehdi aleyhisselâmdır."

Zaman zaman bazı cahil-cühela takımı, büyük zannetikleri kimselere Mehdi demişler; onları Mehdi olarak kabul etmişler ve kendilerini buna inandırmış ya da buna inanmışlardır. Halbuki, Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz, Mehdialeyhisselâmın alâmetlerni açık ve seçik biçimde haber vermişlerdir. Bunun yanında İslamî kaynaklarda Mehdi aleyhisselâma dair 200 kadar alâmetten söz edilmiştir. "Fütühat-ül İslamiyye" isimli eserde bu konuda şu izahatı görüyoruz:

"(Gelmesi kesin olan ve) beklenen Mehdi, Fatıma radiyallahu anhanın soyundan olacaktır. Mekke'de zuhur edecektir. O'nun zuhur ettiği vakit, müslümanlar halifesiz olacaklardır. İstemediği halde, müslümanlar O'nu zorla halife yapacaklardır. Zuhur edeceği zaman, yaşı (ne kadar yaşayacağı yani) ömrü, kesin olarak bildirilmiş değildir." Bundan da anlaşılacağı gibi mehdiliklerini ilan edenler, yahut mehdi olarak ilan edilenler ancak birer yalancıdırlar.”

İmam Rabbani "Mektubat"ında şu izahata yer veriyor:

"Mehdi, Medine'deki sapık din adamlarını öldürecektir, işittiğimize göre, Mehdi aleyhisselâm hükümet sürdüğü zaman, dini yayarken ve sünnetleri ortaya çıkarırken; bid'at işlemeye alışmış olan ve Medine'de alim olarak tanınan bir kimse, bid'ati güzel zannettiği ve ibadet olarak yaptığı için Mehdi’nin emirlerine şaşarak: "Bu adam bizim dinimizi yok etti ve milletimizi öldürdü" diyecektir. Mehdi aleyhisselâm bu kişiyi öldürecek ve O'nun güzel zannettiği bid'atlerin kötülüğünü insanlara bildirecektir. Hadîs-i Şerîfte: "Yeryüzünü küfür kaplamadıkça; küfür ve kâfirlik her yerde yayılmadıkça, Mehdi gelmez." buyurulur. Bundan anlaşılıyor ki, Mehdi çıkmadan evvel küfür ve kâfirlik her tarafa yayılacak; İslam ve müslümanlar garib olacaktır. Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem "Âhir zamanda, müslümanların garib olacaklarını" haber vermişlerdir."

İbni Haceri Mekki Haytemi Hazretleri de, Mehdi ile ilgili olarak yazdığı bir eserinde şu izahatta bulunuyor:

"Mehdi Ehl-i Beyt'ten olacaktır. Hazreti Hüseyin'in neslinden gelecektir. İsmi, Rasulullah aleyhisselâmın ism-i şeriflerinden, yani, Muhammed olacaktır. Mehdi aleyhisselâmın alnı geniş ve dişleri seyrektir."

Nasıl ki Allah Teâlâ, İslamiyeti Muhammed aleyhisselâm ile başlattı ise; Hazreti Mehdi ile de sona erdirecektir. Sayıları, Bedir Savaşında bulunan sahabelerin sayısı kadar olan bir grup insan O'na tabi olacak, biat edecek ve her zalim O'nun karşısında mağlub olacaktır. Mehdi zamanı -son derece imrelinecek bir biçimde- adaletle dolacaktır. O'nun bayraktarı doğudan, Temimi soyuna mensub bir gençtir. Mehdi insanlar hakka dönünceye kadar, mücadelesini sürdürecek ve fitnelerin zuhur ettiği bir zamanda gelecektir. O'nun ihsanı da karşılıksız olacaktır.

İsa aleyhisselâm, Mehdi aleyhisselâmın arkasında namaz kılacaktır. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem: “İsa aleyhisselâm, saçlarından sanki sular damlıyormuş gibi gökten inecektir. Mehdi O'na: "Ey İsa! Geç de bize namaz kıldır." dediğinde, İsa aleyhisselâm: "îkamet (kamet) senin için (sen imam olasın) diye getirilmiştir." diyecek ve benim evladlarımdan birinin (Mehdi aleyhisselmın) arkasında namaz kılacaktır." buyurdu.

Mehdi aleyhisselâmın sağ yanağı üzerinde yıldız gibi parlayan bir ben vardır. O'nun etrafında toplanırlar. Bütün dünyaya sahip (ve hakim) olur. İslamiyet aleyhine söylenen bir söz O'na ağır gelir. Mehdi bir hakem olarak çıkacak; haçları kıracak; domuzu öldürecek; çok mal-mülk dağıtacaktır. Ama, öyle çok bolluk olacaktır ki; hiç kimse ihtiyaç duyup da verilen malı almayacaktır. Yeryüzünün bütün hazinelerini çıkaracak ve bütün küfür diyarlarını da fethedecektir.

Mehdi, masum insanlar katlolununcaya kadar çıkmayacaktır. Bu katliamlara yerde ve göktekiler tahammül edemez bir hale gelince, Mehdi aleyhisselâm ortaya çıkacaktır. O geldiğinde, insanlar tarafından aşk ve muhabbetle karşılanacaktır. O, bütün haramların helal sayıldığı büyük bir fitneden sonra gelecektir. Hilafet (halifelik) O'na evinde otururken gelecek ve zamanında yaşayan, yeryüzündeki insanların en hayırlısı olacaktır.

O çıkmadan evvel Medine'deki simsiyah taşların kan gölünde kalacağı büyük bir hadise yaşanacaktır. O zamanda bir kadının öldürülmesi, bir kamçının sallanması kadar (basit ve) kolay olacaktır. Karşısında dağlar çıksa dahi, Mehdi kolayca yol bulacaktır.

Mehdi çıkmazdan önce, milletlerin birbirleriyle olan ticari ilişkileri ve yolları kesilecektir. İnsanlar arasında fitne çoğalacaktır. Doğudan siyah bayraklı bir ordu çıkacak; hiçbir kavmin yapmadığı ve eşine rastlanmadık bir savaşa giriştikten sonra, Mehdi Mekke'de ortaya çıkacaktır.

Çeşitli memleketlerin birçok alimi Mehdi aleyhisselâmı aramak için, birbirlerinden habersiz olarak yola çıkacaklardır. Bu alimlerin her birine -yaklaşık olarak- 310 kadar insan refakat edeceklerdir. Sonunda hepsi Mekke'de buluşacaklar ve birbirlerine niçin geldiklerini soracaklardır. Hepsinin gayelerinin aynı olduğu alaşılınca, Mehdi aleyhisselâmı arayıp bulacaklardır. O'na: "Sen Mehdi'sin." dedikleri zaman O, kendini buna layık görmeyerek kaçacak; nihayet alimler O'nu ikna edeceklerdir. Sonra O'na tabi olarak biat edeceklerdir, insanların kalpleri O'nun sevgisiyle dolup taşacaktır.

Mehdi Kudüs'e hicret edecektir. O'nun sakalı gür ve sık, gözleri de sürmeli olacaktır. Dişleri ise seyrek ve parlaktır. Yüzünde yıldız gibi parlayan bir ben ve omuzunda da Peygamber Efendimizdeki nübüvvet mührü gibi bir mühür olacaktır. Mehdi birçok beldede cami inşa eder ve Peygamber aleyhisselâmın bayrağı ile görünür. O bayrak dikişsiz, siyah ve dört köşeli bir bayraktır. Resullulah’ın vefâtından sonra hiç açılmayan bu bayrağı Mehdi açacaktır.

Allah Teâlâ 3000 meleği O'na yardım için vazifeli olarak gönderecektir, bu melekler Mehdi’ye karşı gelenlerin yüzüne ve sırtına vuracaklardır. Mehdi aleyhisselâmın yaşı 30 ila 40 arasında olacaktır. Haşimi soyundandır ve hilafeti de İsa aleyhisselâma devredecektir.

Mehdi, havada uçan bir kuşa işaret ettiği zaman, kuş yere düşecek; kuru bir ağaç diktiği zaman derhal yeşerecektir. Onun zamanında kurtla koyun bir arada bulunacak; yılanlar insanlara zarar vermeyecektir. Yerden bereket fışkıracak; bire karşı 700 mahsul kaldırılacaktır. Ömürler uzayacak; emanetler zayi olmayacaktır. Kötüler helâk olacak ve Muhammed sallallahu aleyhi ve selleme buğz eden kimse kalmayacaktır. Mehdi bütün bid'atleri ortadan kaldıracak; ünnet-i eniyye'yi ihyâ edecektir.

Gökte ve yerdeki mahlûkâtın hepsi O'ndan razı olacak; adaleti tam olup tüm dünyayı tutacaktır. Ümmetin iyileri de kötüleri de O'nun zamanında, görülmemiş nimetlere kavuşacaklardır. Çok yağmur yağacak, bir damlası dahi boşa gitmeyecektir.

Sayılan bu vasıflardan hiç biri kendilerinde bulunmadığı halde zaman zaman bazı kimseler ortaya çıkarak, Mehdilik iddiasında bulunmuşlarsa da; İslam alimleri tarafından bunlara layık oldukları cevaplar verilmiş; fitneleri böylece önlenmiş ve bu gafillerin isimleri dahi unutulmuş, gitmiştir.

Böyle sapıklara inanmak ve bunları savunmak, doğrudan doğruya cehalet ve sapıklıktır. Doğru ve hak yoldan çıkmanın ta kendisidir...



***



"O Kur'ân, alemleri (insanları ve cinleri) irşad için ancak bir öğüttür. (En'am-90)"

"(Ey yahudiler ve onlar gibi davrananlar) insanlara iyiliği emreder de, kendinizi unutur musunuz? Halbuki, Tevrat'ı okuyorsunuz. Artık, çirkin hareketinizi anlamaz mısınız? (Bakara-44)"

"Celalim hakkı için Biz, Tevrat'tan sonra Zebur'da yazdık ki: "Cennet arzına, muhakkak, salih kullarım varis olacaklardır. (Enbiya-105)"

"Bir de arkalarından Meryem oğlu İsa'yı yolladık ve O'na İncil'i verdik. (Hadid-27)"

"O Allah'dır ki, peygamberini her (batıl) dinin üstüne çıkarmak için O'nu hidayet ve hak din ile gönderdi. İsterse müşrikler (bundan) hoşlanmasınlar. (Saf-9)"

"Ey ehli kitab! İncil ve Tevrat'ta peygamberin vasfını görüp bilirken, Kur’ân'ı ve Peygamber'i niçin inkâr ediyorsunuz? (Al-i İmran-70)"

"Ey mü'minler! Yahudilerin size inanacaklarını umar mısınız? Oysa, onlardan bir zümre vardı ki, Allah'ın kelamını (Tevrat'ı) dinlerler ve duyarlardı da, hakkı anladıktan sonra, bile bile O'nu değiştirirlerdi. (Bakara-75)"

"(Habîbim) Sen (onların) milletlerine (dinlerine) tabi olmadıkça (uymadıkça) ne yahudiler, ne de hıristiyanlar senden asla hoşnut ve razı (sana dost) olmazlar. Ey Habibim! Onlara de ki: "Yol, Allah'ın gösterdiği yoldur. (Hak yol) İslam'dır. (Bakara-120)"




İSA ALEYHİSSELÂMIN GELİŞİ

Önceden de belirttiğimiz gibi, kıyamet yaklaştığı zaman İsa aleyhisselâm Şam'daki Ümeyye Camii minaresine inecek ve 40 sene yaşayacaktır. Bu zaman zarfında İslamiyeti yayacak; Mehdi aleyhisselâm ile buluşacak; evlenecek ve çocukları olacaktır. Medine'de vefat edecek ve Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimizin bulunduğu Hücre-i Saadet'e defnedilecektir.

İsa aleyhisselâm gökten indirildiğinde, İslam şeriatına, yani İslam'a uyacak; kendi ictihadlarıyla hükümler çıkaracak veya başka bir ifade ile ictihadda bulunacaktır. Büyük İslam alimlerinden Muhammed Parisa Hazretleri, İsa aleyhisselâmın ictihad ile çıkaracağı hükümlerin (yapacağı ictihadların) tamamının İmam-ı A'zam Hazretlerinin ictihadlarına uygun olacağını ifade etmektedir.

“O (İsa aleyhisselâmın gökten indirilmesi) gerçekten, kıyamet (in yaklaştığını bildirmek) için bir beyandır; alamettir. Onun için o (Kur'ân ile haber verilen) kıyametin geleceğinden sakın şüphe etmeyin de, Benim şeriatıma tabi olun. işte (bu, benim şeriatıma uyma işi) biricik doğru yoldur. (Zuhruf-61)" âyet-i celîlesi de İsa aleyhisselâmın gökten indirileceğini ve tekrar dünyaya geleceğini haber vermektedir.

İsa aleyhisselâm, Şam'daki Mescid-i Emevinin (Ümeyye Camiinin) ak minaresine iner. Tam, sabah namazının kılınacağı vakit indiği için (o anda hazır olan cemaatin) imamı O'na: "Ey Rûhullah! öne geç, namazı sen kıldır." diye hitab eder. Buna karşılık olarak İsa aleyhisselâm: "Hayır, sen kıldır; ben (de) sana uyayım" karşılığını verir ve arkasında durup, cemaat olarak namazını kılar. Daha sonra, Deccal'i aramak üzere müslümanlarla birlikte yola çıkar ve Lud kapısında Deccal'e yetişerek, kerametli eli ile Deccal'i öldürür.

İsa aleyhisselâm gökten inince domuzu öldürür, istavrozu (haçı) kırar ve İslam'dan başka hiç bir şeyi kabul etmez. Hac veya umreyi yahut da her ikisini ifa etmek üzere Revha geçidinden yola çıkar. Yeryüzünde 40 sene kalır; sonra ölür. Rasûlullah aleyhisselâm, Hazreti Ebû Bekr ve Hazreti Ömer rüdiyallahu anhüm efendilerimizin medfûn bulundukları Ravda-i Mutahhara'ya defnolunur.

Sahih-i Müslim'de şöyle bir hadîs-i şerîf yer almaktadır:

"Mesih Dımeşk (Şam)'ın doğusundaki ak minareye, 2 boyalı (renkli) bir elbise içinde ve ellerini 2 meleğin kanatları üzerine koymuş vaziyette inecek. Başını eğdiğinde (mevsim isterse yaz olsun yine de başından) su damlayacak (ve başını kaldırdığı) zaman, ondan inci gibi gümüş taneleri yuvarlanacaktır. O'nun nefesinin kokusunu duyan her kâfir, mutlaka ölecektir. Nefesi de gözünün gördüğü her yere varacaktır (tesir edecektir). Mesih bu adamı (Deccal'i) arayacak; nihayet Lud kapısında O'na yetişerek öldürecektir. Sonra, Allah-u Teâlâ'nın bu adamın şerrinden koruduğu bir kavim, Meryem oğlu İsa’ya gelecek; İsa aleyhisselâm onların yüzlerini silecek, onlarla Cennet'teki derecelerine göre konuşacaktır. O halde iken Allah Teâlâ, İsa aleyhisselâma vahyedecek: "Ben öyle kullarımı çıkardım ki, hiç kimsenin eli onları öldürmeye varmaz. Şimdi sen, Benim kullarımı Tur'a götürerek koru."

Sonra, Allah-u Teâlâ, Ye'cüc ve Me'cüc'ü gönderecektir. Bunlar, her tepeden sür'atle sızacaklardır. Bu suretle (onların) öncüleri Taberiye Gölü'ne uğrayacak ve içindeki suyu (tamamen) içeceklerdir. Son gelenler: "Bu gölde, bir zamanlar hakikaten su vardı" diyeceklerdir. İsa aleyhisselâm ile (mü'min) arkadaşları (Ye'cüc ve Me'cüc kavmi tarafından) muhasara edilecek, hatta (öyle olacaktır ki) onlara (yemeleri için bulabilecekleri) bir öküz başı (kellesi), bugün sizden birinize (verilecek) 100 altından kıymetli olacaktır. Bunun üzerine, İsa aleyhisselâm ile arkadaşları niyaz edecekler. Cenab-ı Hak da Ye'cüc Me'cüc üzerine, boyunlarına isabet edecek (onlara musallat olacak) deve kurdu (neğaf adı verilen bir böcek) gönderecektir. Böylelikle, (hepsi) bir kişinin ölmesi gibi helâk olarak (ölü vaziyette) sabahlayacaklardır. Sonra, İsa aleyhisselâm ile arkadaşları (Tur'dan) yeryüzüne inecekler. Yeryüzünde onların (Ye'cüc ve Me'cücfün) leş ve pislikleri ile dolmadık bir karış yer bulamayacaklardır. Nebiyullah İsa ve arkadaşları (bu durumdan kurtulmak için) tekrar Allah Teâlâya niyaz edecekler. Allah Teâlâ, Horasan develerinin boyunları gibi kuşlar gönderecek (ve) bu kuşlar, onların cesetlerini yüklenerek; Allah'ın dilediği yere atacaklardır. Sonra, Cenab-ı Hak, öyle bir yağmur gönderecek ki; ne kerpiç, ne ev, ne çadır ona mani olamayacaktır. Bu yağmur yeryüzünü yıkayacak, onu ayna gibi (tertemiz) yapacaktır. Sonra, yere "Mahsulünü bitir! Bereketini tekrar getir!" denilecektir. İşte o gün (o zaman öyle bir bolluk olacaktır ki) cemaat nar (meyvesi) yiyecekler ve (o meyve öylesine büyük olacaktır ki) onun kabuğu altında gölgeleneceklerdir. Süte (de) bereket verilecektir. Hatta, yeni doğurmuş bir sığır, insanlardan bir kabileyi doyuracak; yeni doğurmuş bir koyun (da) akrabadan bir oymağa yetecektir. Onlar bu halde (bolluk ve saadet içinde) iken, Allah-u Teala, latif (ve) hoş bir rüzgâr gönderecek ve bu rüzgâr, onları koltuklarının altından yakalayacak; her mü’min ve müslümanın rûhunu kabzedecek (ve dünya üzerinde) insanların (sadece) kötüleri kalarak, yeryüzünde -tıpkı eşekler gibi- alenen çiftleşeceklerdir. Kıyamet, işte bunların üzerine kopacaktır.

Zaten, Ramuz'da geçen bir hadis-i şerifte, aleyhisselâm Efendimiz de: "Yeryüzünde Allah diyen bulundukça kıyamet kopmaz." buyurarak bu haberi te'yid etmektedir.

"Bu, O Kitab'dır ki, kendisinde hiç şüphe yoktur ve daha önceki Kitab'larda, Allah'ın inzal edeceğini vaad buyurduğu Kâmil Kitab'dır. Âhirette zarar verecek şeylerden korunanlar için delildir; yol göstericidir. (Bakara-2)"

"Ey iman edenler! Allah'a, Peygamberine ve Peygamberine indirdiği Kur’ân'a, daha önce indirdiği Kitab'lara olan imanınızda devamlı bulunun! Allah'ın meleklerini, Kitab'larını, Peygamberlerini ve ahiret gününü kim inkâr ederse; muhakkak ki, hidayetten uzak bir sapıklığa düşmüştür! (Nisa-136)"

"Ve hatırlayın ki biz, Tevrat'ı ve Hak ile batıl arasını ayıran Furkan'ı vermiştik ki; (sapıklıktan kurtulup) doğru yolu bulasınız. (Bakara-53)"

"Muhakkak ki biz, Peygamberlerin bazısını bazısına (faziletçe) üstün kıldık ve Davud'a da (ahir zaman Peygamberinin faziletini bildiren) Zebûr'u verdik. (İsra-55)"

"Arkadan da o peygamberlerin izleri üzere Meryem oğlu İsa'yı, kendinden önceki Tevrat'ı tasdikçi olarak gönderdik ve O'nu sakınanlara bir hidayet olmak üzere de, içinde nûrla, hidayet bulunan ve önündeki Tevrat'ı tasdik eden İncil'i vermiştik. (Maide-46)"

"Her kim taat ve amelinde muvahhid bir mü'min olduğu halde, kendini tamamen Allah'a teslim ederse; onun için, Rabbi katında, amelinin mükâfatı olarak Cennet vardır. (Bakara-112)"

"Ben gerçek müslümanlardanım" deyip; salih amel işleyerek, Allah'a (kulluğa) çağıran kimseden daha güzel sözlü kim vardır? (Fussilet-33)"

"O yahudiler: "Bize sayılı bir kaç günden başka, asla Cehennem ateşi dokunmaz" dediler. Ey Habîbim! Onlara de ki: "Size o müddetten fazla azab olunmayacağına dair, Allah'tan bir vaad mi aldınız?" (Bakara-80)"

"İbrahim (Peygamber) ne bir yahudi, ne de bir hıristiyandı. Fakat, Allah'ı bir tanıyan bir müslümandı ve müşriklerden de değildi. (Al-i İmran-67)"








HAVARİ BARNABAS VE İSEVİLİK

İsa aleyhisselâmın 12 havarisinden biri olan Yehuda irtidad edince (dininden dönünce), havariler O'nun yerine Mathias'ı seçtiler. Daha sonra, etrafa dağılarak İsevilik dinini yaymaya başladılar.

Bu havarilerden biri olan Barnabas, aynı zamanda havarilerin en eskilerinden bir tanesiydi. Kıbrıslı olan Barnabas, Anadolu'yu ve Yunanistan'ı dolaşmıştır, İsa aleyhisselâmın semaya kaldırılmasından 30 sene sonra Kıbrıs'ta şehid edilmiştir.

Bugünkü hıristiyanlar, Barnabas’ın havariliğini yahud havari olduğunu kabul etmemekte; O'nun yerine Thomas'ı havari olarak benimsemekte ve kabullenmektedirler.

İsevilik yayılmaya başlayınca; yahudiler, putperestler, Yunanlılar ve Romalılar birleşerek, bu dinin karşısına çıktılar. (Küfür, tek millettir. -Hadîs-i Şerîf)

İsa aleyhisselâmın Hak Dinine inananlar yakalanarak öldürüldüler. Hatta, sirk ve arenalarda vahşi hayvanlara yem oldular. Fakat, bütün bunlara rağmen, Hak olan bu din; kendini tanıtmakta, sevdirmekte gecikmedi ve taraftarları giderek çoğaldı, İseviler, dinlerini gizli gizli sürdürmeye başladılar. Gizli yerlerde mabetler kurmak suretiyle, bu mabetlerde gizlice ibadet ettiler.

Ne var ki, Allah Teâlânın gönderdiği bu hak din, ancak 80 yıl doğru olarak yayıldı ve değişikliğe uğramaksızın, değiştirilmeksizin kalabildi. Bundan sonra, önceki dinler gibi muharref hale geldi.

Bu konu ilerde, daha tafsilatlı olarak izah edilecektir.



***



"Vakta ki İsa, yahudilerden küfrü hissedip, anladı. Şöyle dedi: "Allah yolunda bana yardım edecek kimdir?" Havariler şöyle dediler: "Biziz, Allah dininin yardımcıları. Allah'a iman ettik ve sen şahid ol ki; biz, gerçekten müslümanlarız." dediler ve şöyle dua ettiler- "Ey Rabbimiz! İndirdiğin İncil'e iman ettik ve peygamberin İsa'ya tabi olduk. Artık bizi, birliğini ve peygamberlerini tasdik eden şahidlerle beraber yaz." (Al-i İmran-52/53)"

"Allah, üç ilahtan üçüncüsüdür diyenler, elbette kâfir olmuşlardır. Halbuki, bir tek İlah'dan başka hiçbir ilah yoktur. (Maide-73)"

"Yahudiler: "Üzeyr, Allah'ın oğludur" dediler. Hıristiyanlar da: "Mesih, Allah'ın oğludur" dediler. Bu, onların ağızlarıyla uydurdukları sözleridir ki, daha önce (melekler Allah'ın kızlarıdır diyerek) küfredenlerin sözlerine benziyor. Allah onları kahretsin! Hak'tan bâtıla nasıl çevriliyorlar? (Tevbe-30)"

"Kendilerine Kitab verdiğimiz (ehl-i kitab olan yahudi ve hıristiyan) ümmetlerin bilginleri (alimleri), o peygamberi (Muhammed Mustafa’yı) oğullarını tanıdıkları gibi bilir ve tanırlar, fakat (buna rağmen) inkâr ettiler. İşte onlar (bu gerçeği bildikleri halde) iman etmezler. (En'am-20)"

"Kendilerine Kitab verdiklerimizden iman edenler, sana indirilen Kur’ân ile ferah duyuyorlar. (Yine kitab ehlinden) düşmanlıklarından dolayı, peygamberin aleyhinde hizipleşenlerden, Kur'ân'ın bir kısmını inkar eden(ler) de var. (Ra'd-36)"

"İşte sizin dininiz olan bu İslam dini (bütün peygamberlerin tevhid dini olarak) tek bir dindir. Ben de sizin Rabbinizim. O halde, yalnız Bana ibadet edin (ve Benim) emirlerime itaat edin. (Enbiya-92)"








BARNABAS İNCİL'İ

Hakiki İncil'e çok yakın İncillerin mevcut olduğu, günümüzde bilinen bir husustur. Sözü edilen bu İncillerin içerisinde en önemlisi Barnabas İncili'dir. Barnabas, Kıbrıs'da dünyaya gelen bir yahudi olup; asıl adı Joses'dir. Barnabas, İsa aleyhisselâma ilk iman edenlerden oldu. Havari olup olmadığı, kesin olarak bilinmemekle beraber, havarilerin arasında önemli bir mevkiye sahip bulunduğu muhakkaktır. Kendisine verilmiş olan Barnabas lakabı, nasihat verici, iyiliğe teşvik edici anlamına gelmektedir.

Hıristiyanlık alemi, Barnabas'ı Sen Pol (Saint Paul-Paulos) ile birlikte, ilk defa olarak hıristiyanlığı yaymaya giden büyük bir aziz olarak tanımakta ve her senenin 11 Haziran günü O'nun yortu günü saymaktadır.

Barnabas, Hazreti İsa’dan duyduğu ve öğrendiği hususları hiçbir değiştirme yapmadan, olduğu gibi kaydetmiştir. Hıristiyanlığın ilk 300 senesinde Barnabas İncil'i de diğer İncillerle birlikte elden ele dolaşmış ve okunmuştur. İznik (Nicene) ruhani meclisi 325 yılında, İbranice yazılmış bütün İncillerin ortadan kaldırılmasına karar verince, Barnabas İncili nüshaları da yakılmış ve sadece bir nüshası kalmıştır.

Diğer İnciller, latinceye tercüme edilmiş ve fakat bir tek nüsha olarak kalan Barnabas İncil'i ise -her nasılsa- ortadan kaybolmuştur.

Ne var ki, Papa Damasus 383'te tesadüfen eline geçmiş olan Barnabas İncil'inden arta kalan nüshayı papalık kütüphanesinde saklamıştır. 1585 yılına kadar bu kütüphanede kalan Barnabas İncil'ini, Papa Sixstus'un dostu olan Fra Marino, kütüphanede görmüş ve bu İncil’le çok ilgilenmiştir. Çünkü, tanınmış hıristiyan din adamlarından İrananeus, tahminen 200 yılında, "Bir tek Allah olduğunu ve İsa'nın Allah'ın oğlu olmadığını" ileri sürerek: "Saint Paul, Romalıların birçok tanrıya tapma alışkanlığıdan ilham alarak teslis (3 ilah'a tapmak) yanlış kanaatini, hıristiyan akidesi (inancı) arasına sokmak istemiştir" diyor ve Saint Paul'u tenkit ederken de şahit olarak, bir tek Allah olduğunu belirten Barnabas İncilini gösteriyordu. Bunu bilen Fra Marino, Barnabas İncilini büyük bir dikkatle okumuş ve tahminen 1585-1590 yılları arasında İtalyancaya çevirmiştir.

Bu, İtalyanca el yazısı birçok sahib değiştirdikten sonra, Prusya kralı müşavirlerinden Cramer'in eline geçmiş ve Cramer, 1713'te bu kıymetli el yazısını Türkleri Zenta'da yendiği ve onların elinden Macaristan ile Belgrad kalesini geri aldığı için, Avrupa'da büyük bir ün kazanmış olan Prens Öjen'e (Eugene de Sovie) hediye etmiştir. Prens Ojen öldükten sonra, O'nun özel kütüphanesi ile birlikte Barnabas İncili, 1738'de Viyana'daki Kraliyet Kütüphanesine (Hofbibliothek) nakledilmiştir.

Barnabas İncilinin italyanca tercümesini ilk defa olarak bu kütüphanede bulan 2 İngiliz Bay ve Bayan Raggy, bunu İngilizceye çevirmişler ve bu İngilizce tercüme 1907 tarihinde Oxford'ta basılmıştır. Fakat, bu tercüme de esrarlı bir biçimde ortadan kaybolmuştur. Bu tercümeden sadece bir tanesi British Museum ve bir tanesi de Vaşington'da Amerikan Kongresi Kütüphanesinde bulunmaktadır. Pakistan Kur'ân-ı Kerim Cemiyeti (Qoran Council), Barnabas İncilinin İngilizce nüshasını büyük bir gayretle 1973 yılında basmaya tekrar muvaffak olmuştur.

Avrupa ansiklopedilerinde Barnabas İncili hakkında şu bilgi vardır:

"Barnabas İncili diye tanımlanan bir el yazısı, XV. asırda İslamiyeti kabul etmiş bir İtalyan tarafından yazılmış, uydurma bîr kitaptır."

Bu açıklamanın tamamen yanlış olduğu şundan bellidir:

Barnabas İncili daha III. yüzyılda, yani Hazreti Muhammed sallallahu aleyhi ve sellemin gelmesinden 300 veya 700 sene evvel, afaroz edilerek, ortadan kaldırılmıştır. Demek ki, daha o zaman dahi Barnabas İncilinin içerisinde, fanatik hıristiyaların işine gelmeyen, yani, üç ilah (teslis) inancının aleyhinde olan başka bir peygamberin geleceğini bildiren ibareler vardı. Onun için, daha İslamiyet başlamadan önce, müslüman olması mümkün olmayan bir kimse tarafından yazılması imkânsızdır. İtalyancaya çeviren Fra Marino ise, bir katolik rahibi olup; müslümanlığı kabul ettiğine dair elimizde hiçbir belge mevcut değildir. Böyle olunca, Barnabas İncili’nin İtalyanca tercümesini değiştirmesi için de bir neden yoktur.

Unutmamak gerekir ki, çok zaman evvel, yani M.S. 300-325 yılları arasında bir çok önemli hıristiyan din adamları, Hazreti İsa’nın –hâşâ- Allah'ın oğlu olduğunu kabul etmemiş ve O'nun da bizim gibi bir insan olduğunu ispat etmek için, Barnabas İncilini öne sürmüşlerdir. Bunlardan en mühimi Antakya Piskoposu olan Luçian'dır. Fakat, bundan da meşhuru, O'nun şakirdi olan Arius'tur. Arius, İskenderiye Piskoposu tarafından afaroz edilmesine rağmen, etrafında o kadar çok taraftar toplamıştı ki; O'nu tutup hapse atmak mümkün olmamış, Bizans imparatoru Konstantin'in kızkardeşi bile O'nun kurduğu "Arianlar" mezhebine girmiştir.

Bundan sonra, Muhammed aleyhisselâm zamanında papa olan Honorius, İsa aleyhisselâmın yalnızca insan olduğunu ve 3 ilaha inanmanın doğru olmadığını ileri sürmüştür. Bunun için, 630da ölen Papa Honorius, ölümünden 48 sene sonra, 678'de İstanbul'da toplanan ruhani meclis tarafından lanetlenmiştir.

L.F.M. Sozzini, Hıristiyanların en büyük din bilginlerinden biri olan Franz Jean Calvin'e (1509-1564) müracaat ederek, "Ben teslis'e inanmıyorum" diyerek meydan okumuş; Arius Tarikatını tercih ettiğini bildirmiş ve mühim bir hıristiyan akidesi olan "Hazreti Adem aleyhisselâmın esas büyük günahı işlediğini ve insanların da bunun keffareti için dünyaya geldiği" nazariyesini de reddetmiştir.

Bu zatın yeğeni olan F. P. Sozzini, 1562'de bir kitap yayınlayarak, İsa aleyhisselâmın ilahlığını kat'iyetle inkâr etmiştir. Sozzini 1577'de Transilvanya'da, Klausenburg şehrine gitmişti. Çünkü, bu memleketin başında bulunan Sigismund, teslisin aleyhtarı idi ve ayrıca, teslisi red eden bir mezheb kurmuştu. Bu mezheb Polonya'da, Rakov şehrinde kurulduğu için mensubları da Rakoviyanlar adını almıştı. Bunların hepsi de Arius'a inanıyorlardı.

Bütün bu tarihi bilgiler, aklı başında olan bir çok hıristiyan din adamının, ellerinde bulunan İncil'e inanmadıklarını ve Barnabas İncilinin doğruluğunu kabul ettiklerini belirtmektedir.

İşte, bu isyanı gören papalar ve onların avaneleri, Barnabas İncilini ortadan kaldırmak için ellerinden gelen her şeyi yapmışlardır.



***



"De ki: "Kur’ân, Rabbinizden gelen bir Hak'tır. Artık, dileyen iman etsin; dileyen (de O'na iman etmeyip) kâfir olsun! (Kehf-29)"

"De ki: "Ey ehli kitab! (Siz, nesholunmamış hükümlerle tevhid esasını ihtiva eden) Tevrat'ı, İncil'i ve Rabbinizden size (en son) indirileni (Kur'ân-ı Kerimi) tasdik etmedikçe; dinden hiçbir şey üzere değilsiniz! (Maide-68)"

"Ey ehli kitab! Niçin Hakk'ı batıl ile karıştırıp örtüyor ve (hem de çok iyi bildiğiniz halde) gerçeği gizliyorsunuz?! (Al-i İmran-71)"

 

BARNABAS İNCİLİNDEN

Aşağıda vereceğimiz, Barnabas İncil’inden alınma bazı bölümlerde de açıkça görülebileceği gibi; bu İncil, teslis'i yalanlamakta, son Peygamber'in geleceğini -hem de- 600 veya 1000 sene öncesinden haber vermektedir.

70. bab'dan: "Hazreti İsa kendisine "Sen Allah'ın oğlusun" diyen Petrus'a çok kızdı. O'nu azarladı; O'na "Sen benden uzaklaş! Çünkü sen, fena şeyler düşünüyor ve bana fenalık yapmak istiyorsun" dedi. Ondan sonra, havarilerine dönerek "Veyl olsun, bana böyle söyleyenlere! Çünkü Allah, bana bunlara lanet etmek emrini verdi." dedi."

71. babından: "Ben kimsenin günahım affedemem. Günahları ancak Allah affeder."

72. babından: “Ben bu dünyaya, Cenab-ı Hakk’ın dünyaya selamet getirecek olan Rasulü'nün yolunu hazırlamak için geldim. Fakat, sizler dikkat ediniz. O gelinceye kadar, bir çok yalancı peygamberler zuhur edecektir. Benim İncil'im bozulabilir. Havarilerin: "Geleceğini söylediğin bu Rasul hakkında, bize bazı işaretler verebilir misiniz?" sualine karşı: "Bu Rasul, sizin zamanınızdan sonra gelecektir. O geldiği zaman, benim İncil'im tahrif edilmiş olacak ve hakiki inananlar 20 kişiyi geçmeyecektir. İşte, Cenab-ı Hak o zaman, insanlara acıyarak; hakiki Mesih'i yollayacaktır. O'nun başının üzerinde daima beyaz bir bulut bulunacaktır. O, çok kudretli olacak, putları kıracak, puta tapanları cezalandıracaktır. İnsanlar O'nun sayesinde Allah'ı tanıyacak ve O'nu tebcil edecektir. Benim insandan başka bir şey olduğumu söyleyenlerden intikam alacaktır."

96. babından: "Ben bütün dünyanın beklediği ve İbrahim'in kendi kavmine, geleceğini müjdelediği Mesih değilim. Ben bu dünyadan çekildiğim zaman, birçok insanlara şeytan, benim Allah ve Allah'ın oğlu olduğumu söyleyerek onları kandıracaktır. Dünya üzerinde ancak 30 kadar hakiki hıristiyan kaldığı zaman Cenab-ı Hak, insanlara acıyarak; hakiki Mesih'i yollayacaktır. Bu Rasul, güneyden gelecektir. Büyük kudret sahibi olacaktır. Putları kıracak, puta tapanları ortadan kaldıracak, şeytanın insanlar üzerindeki hakimiyetine son verecektir. Kendisi ile birlikte Cenab-ı Hakk'ın selameti de inanan insanlara varacak ve kendisinin sözlerine inananlar, Cenab-ı Hakk'ın türlü nimetlerine nail olacaklar."

197. babından: "Söylediğin Mesih'in ismi nedir ve O'nun geldiğini nasıl anlayacağız?" diye soran havarilere, Hazreti İsa şöyle dedi: "Mesih'in adı, hayran olmaya değer güzelliktedir. Cenab-ı Hak, O'nun nûrunu yarattığı zaman, O'na bu ismi verdi ve O'nu semavi ihtişamı içine koydu ve "Senin hatırın için bu Cennet'i, dünyayı ve birçok mahlûku yarattım. Bunları sana hediye ediyorum. Seni takdir eden, Benden nimet bulacak. Sana küfreden, tarafımdan lanet olunacaktır. Ben seni, dünyaya Benim Rasûl'üm olarak göndereceğim. Senin sözün, sırf hakikat olacaktır. Yer ve gök ortadan kalkabilir; fakat, senin imanın daima sonsuz olacaktır." dedi. O'nun mukaddes ismi Ahmed'dir. "Bunun üzerine, İsa'nın etrafında toplanmış olan halk, seslerini yükselterek: "Ey Ahmed! Dünyayı kurtarmak için çabuk gel." diye bağırdı."

128. babından: "Kardeşlerim! Ben, tıpkı sizin gibi topraktan yapılmış (yaratılmış bir) insanım. Sizin gibi, toprak üzerinde yürüyorum. Günahlarınızı bilin ve tevbe edin. Kardeşlerim! Romalı askerlerin yardımı ile şeytan, size, benim Allah olduğumu söyleyerek sizi aldatacak. O'na inanmayın! Yoksa, Allah'ın lanetine layık olursunuz!"

136. babından: (Bu babda, Cehennem hakkında izahat verildikten sonra, Hazreti Muhammed sallallahu aleyhi ve sellemin kendi ümmetini Cehennem'den nasıl kurtaracağı anlatılmaktadır.)

163. babından: "Havarilerin: "Geleceğini söylediğin zat nasıl bir kişidir?" sorusuna karşı, kalbinin bütün sevinci ile Hazreti İsa: "O'nun ismi Ahmed'dir. O geldiği zaman, uzun müddet yağmur yağmasa bile, toprakta meyve ağaçları yetişecektir. Birlikte getirdiği Allah'ın rahmeti sayesinde insanlar, O'nun zamanında iyi şeyler yapmak fırsatını bulacaklar; Allah'ın rahmeti, insanlar üzerine yağ­mur gibi yağacaktır." dedi."

Bab 215-222'de Barnabas İncilinde, Hazreti İsa'nın son günleri hakkında şu bilgiyi veriyor: "Roma askerleri İsa aleyhisselâmı yakalamak için evden içeri girdikleri zaman, Cenab-ı Hakk'ın emriyle Kerubiyyun (4 büyük mukarreb melek) Cebrail, İsrafil, Mikail ve Azrail aleyhimüsselâmlar) O'nu kucaklayıp, pencereden çıkararak göğe kaldırdılar. Romalı askerler, kendilerine kılavuzluk eden Yehuda'yı (Judas) "Sen İsa'sın" diye yakaladılar. (Yehuda'nın) bütün inkârlarına, bağırıp çağırmasına, yalvarmasına rağmen, sürükleye sürükleye, hazırlanmış olan çarmıha götürüp astılar. Sonra, Hazreti İsa, annesi Meryem ve havarilere göründü Meryem'e: "Anne! Görüyorsun ki, Ben asılmadım. Benim yerime, hain Yehuda haça gerildi ve öldü. Şeytandan sakının! Çünkü O, dünyayı yanlış bilgi ile aldatmak için her şeyi yapacaktır. Gördüğünüz ve duyduğunuz şeyler için sizi şahid tutuyorum." dedi. Ondan sonra, inananları koruması ve günahkârların nedamet getirmesi (pişmanlık duyması, pişman olması) için Allah'a dua etti. Bundan sonra 4 büyük melek, O'nu şakirdlerinin ve anasının gözleri önünde tekrar semaya kaldırdılar."



***



"Kitab ehlinden çok kimseler -ki, onlar için İslam ve Kur'ân zahir ve açık olmuş iken- nefislerindeki hasetlerinden ötürü sizi, imanınızdan sonra küfre çevirmek isterler! (Bakara-109)"

"Doğrusu, Allah katında makbul olan din İslam'dır. Kendilerine Kitab verilen hıristiyan ve yahudiler (bu) hakikati bildikten sonra, aralarındaki ihtirastan dolayı, İslâm dîni hakkında ihtilâfa düştüler. Kim Allah'ın âyetlerini inkâr ederse, şüphe yok ki Allah, onun cezasını vermekte çok çabuk hesab görücüdür. (Al-i İmran-19)"

"İyilik eden bir kimse olarak, kendini tam bir ihlasla Allah'a teslim eden ve İbrahim'in tevhîd dînine uymuş olandan daha güzel din sahibi kimdir? (Nisa-125)"

"Bugün, kâfirler dininizi söndürmekten ümitlerini kestiler. Artık onlardan korkmayın. Yalnız Benden korkun! Bugün, sizin için dininizi kemale erdirdim (mükemmelleştirdm), üzerinizdeki nîmetimi tamamladım ve size dîn olarak İslâm'ı ihtiyar ettim -seçtim-. (Maide-3)"

"O halde, gerçek müslüman olarak kendini dine doğrult. Allah'ın dinine ki, insanları onun üzerine (İslâm fıtratı üzere) yaratmıştır. Allah'ın yarattığı bu dîni değiştirmeye kimsenin gücü yetmez. İşte dosdoğru dîn budur. Fakat, insanların çoğu bunu bilmezler. (Rum-30)"

"Allah'ın İslâm nûru ile kalbine genişlik verdiği kimse, kalbi mühürlü nursuz gibi midir? Elbette o, Rabbinden bir hidayet üzeredir. O halde, vay o Allah'ın zikrini terk eden kalpleri katılara! Onlar, apaçık bir sapıklık içindedirler! (Zümer-22)"



İSEVİLİĞİN DEĞİŞTİRİLMESİ

İsa aleyhisselâmın hak dini, yahudiler tarafından sinsice değiştirildi. BOLÜS adındaki bir yahudi, İsa aleyhisselâma inandığını söyleyerek ve İseviliği yaymaya çalışıyor görünerek, münafıklık etti ve hakiki İncil'i yok etti. 4 kişi ortaya çıkıp, 12 havariden işittiklerini yazdılar ve böylece, İncil adında 4 tane kitap meydana geldi ise de; Bolüs'ün yalanları bunlara da karıştı.

Bolüs adlı yahudi, Yunan felsefesi ile meşgul olmaktaydı. Münafıklığını gizlemek suretiyle, yıllarca havarilerden Barnabas ile arkadaşlık yapmıştı. Yıkıcılık taşıyan bozuk fikirlerini -sinsice- O'na aşılamak istemişti. Buna muvaffak olamayınca, Barnabas'a açıkça düşmanlık yapmaya başladı. İsa aleyhisselâmın peygamberliğine iman etmeyen Bolüs, başkalarına karşı İsevi -imiş gibi- görünüp; kendisini "din alimi" olarak tanıtarak: "İsa, Allah'ın oğludur." dedi. Ayrıca başka şeyler de uydurdu. "Şarab ve domuz eti helaldir" dedi ve kıbleyi de Mescid-i Aksa'dan şarka (doğuya) döndürdü. "Allah'ın zatı birdir; sıfatları üçtür" dedi. Bu sıfatlara "uknum" adı verildi. Bolüs'ün aşılamaya çalıştığı bu bozuk fikirler, Eflatun'un felsefesine dayanıyordu. Yunan filozofu Eflatun'a göre, bir çok puta tapmak; her tanrı için ayrı bir put yapmak doğru değildi. O'na göre, hakikatte ilahlar üçtür:

1. Bunların en büyüğü, görünmez yaratıcı ilah (ekinom).

2. Görünen veya hissedilen ve birincisinin yardımcısı olan logos (mantık).

3. Görünen ve bilinen kâniattır.

Bolüs, hıristiyalığı işte buna (bu felsefeye) benzetmek istemiştir. İsa aleyhisselâm: "Ben, ancak sizin gibi bir insanım." demiş olduğu halde, O'nu "Allah'ın oğlu" olarak ilan etmiş; buna bir de "Rûh-ül Kuds" ilave ederek, 'Baba-oğul-kutsal ruh" adı altında üçlü tanrı (TESLİS) manzumesini meydana getirmiştir. Barnabas (Barnabe) adındaki havari, Bolüs'ün yalanlarına aldanmadı. İsa aleyhisselâmdan görüp işittiklerini doğru olarak yazdı. Kendi adıyla anılan ve "Barnabas İncili" olarak bilinen İncil'i de Bolüs ve yandaşları tarafından yok edildi. Ancak, bu İncil'in bir tek nüshası, günümüze kadar gelebilmiştir.

Bu vaziyet karşısında, İseviler ikiye ayrıldılar:

1. Barnabasçılar.

2. Bolüsçüler.

Bolüsçüler, okşayıcı ve nefse hoş gelen söz (herkesin nabzına göre şerbet vermek) ve (bu gibi) propagandalarla Avrupa krallarını elde ederek kuvvetlendiler. Barnabasçılar ise: "İsa insandır. İlah değildir. Allah'ın oğlu da değildir. O'na tapılmaz!" diyorlardı.

Uydurma İnciller zamanla çoğaldı. Her yerde, birbirini tutmayan, başka başka İnciller okunur oldu. Önceleri putperest olan Büyük Konstantin, miladın 313. yılında hıristiyanlığı kabul etti. İstanbul şehrini büyütüp imar etti ve şehre Konstantiniyye adını verdi. Bir konsil toplayarak, İncil nüshalarını 4'e indirtti. Ayrıca, eski dini olan putperestlikten de birçok şeyi bu İncillere sokturdu. Noel gecesinin yılbaşı olmasını kabul ile, o günü BAYRAM ilan etti. Böylece, yeni bir hıristiyanlık kurulmuş oluyordu. Barnabas İncilinde "Allah Birdir" yazılı idi. Fakat, bu İncil elde mevcut olmadığından, filozof diye kıymet verdikleri Eflatun'a dayanarak ortaya atılan ve İncillere sokulmuş olan üçlü tanrı (teslis) fikri, Konstantin devrinde yazılan 4 İncil'in dördünde de aynen bırakılmıştı.

Aryus adındaki bir papaz, bu 4 İncil'in de yanlış olduğunu ve Allah'ın oğlu olamayacağını söyledi. Fakat, sözünü geçiremedi. O'nu dinlememekle kalmadılar. Üstelik, O'nu afaroz ettiler. Aryus Mısır'a kaçtı ve orada tevhidi (Allah Bir'dir hakikatini) yaymaya çalışırken öldürüldü.

Konstantin'den sonra gelen krallar, Aryus'un inancı ve fikirleri ile yeni hıristiyanlık arasında bocalayıp; şaşkına döndüler. İstanbul'da 2. ve sonra 3., Efes'te (Ephesus) 4., Kadıköy'de 5. ve yine İstanbul'da 6. meclisler kuruldu. Bu meclislerde -tekrar- yeni yeni İnciller ortaya çıktı.

Nihayet, Martin Luther ve Kalven (Calvin), son değişiklikleri yaparak ve -yeni- yalanlar katılarak, birbirine uymayan İnciller yazıldı. Böylece, hıristiyanlık adı altında "akıl ve gerçek dışı bir din" meydana geldi. Bunun içindir ki, Avrupa'da, hıristiyanlığa karşı yapılan hücumlar günümüzde de halen devam etmektedir. Hıristiyanların, mantığa uymayan bu üçlü tanrı inancını ortaya koymaları ve böylelikle İsevilik dininin esasını değiştirmeleri, din adamları olan Papa'yı günahsız kabul etmeleri, insanların günahkâr olarak dünyaya geldiklerini iddia etmeleri... Hak Dini'ni asıl doğru halinden çıkarmış; hele de İncil'de yazılı olduğu ve geleceği haber verildiği halde Hazreti Muhammed sallallahu aleyhi ve sellemi Peygamber olarak kabul etmemeleri, bugün bile İncil'de mütemadiyen değişiklikler yapmaları, Cenab-ı Hakk'ın gadabına sebep olmuştur. Nisa Suresi 171 ve 172. âyet-i kerîmeleri meâlen şöyledir:

"Ey ehl-i kitab! Dininizde haddi aşmayın ve taşkınlık etmeyin! Allah'ı hak üzere bilin; O'nu tenzih edin. Allah'a karşı ancak hak olanı söyleyin. Meryem oğlu İsa, muhakkak ki Allah'ın rasulü ve peygamberidir. O'nun Meryem'e ilka edip bıraktığı kelimesidir. ("OL" emri ile vasıtasız olarak yarattığıdır). Allah Teâlâ'dan bir ruhtur. Artık, Allah'a, peygamberlerine iman edin de "ilah üçtür" demeyin. Böyle söylemekten çok sakının ki, bu sakınmanız sizin için çok hayırlıdır. Muhakkak ki Allah, bir tek İlah'dır; çocuğu olmaktan münezzehtir. Göklerde, yerde ve ikisi arasında ne varsa hepsi O'nun mülkü- (ve O'nun) yarattıklarıdır. Başka hiçbir şahid bulunmasa bile, Allah'ın vahdaniyetine (birliğine) kendi şahitliği yeter. Bütün mahlûkat O'na muhtaçtır. O ise bütün mahlukatın üstünde Ganî'dir, zengindir, bütün mahlûkatın işine Vekildir, Kefîldir."

Tefsir alimleri, "dininizde haddi aşmayın" ifadesinin, hıristiyan ve yahudilere olduğunu ve "ifrat ve tefritte bulunmayın" manasına geldiğini bildiriyorlar. Çünkü, onlardan bir kısmı, İsa aleyhisselâma hürmet ve ta'zimde O'nun ilah olduğunu; bir kısmı da -haşa- zina sonucu ve gayri meşru olarak doğduğunu iddia etmişlerdir.

"Allah’a karşı ancak hak olanı söyleyin" demek, Allah hakkında "O'nun ortağı ve çocuğu vardır. O, İsa'nın bedenine girdi; O'nunla birleşti.." gibi bozuk iddialarda bulunmayın; O'nu bütün noksanlıklardan tenzih edin; uzak tutun" demektir.

İsa aleyhisselâmın göğe kaldırılmasından sonra, İseviler, 80 sene boyunca hak din üzere kaldılar. Bu zaman zarfında, dinlerini yaymak için büyük gayret gösterdiler. İseviliğin değiştirilip bozulması bundan sonra başladı. Bilhassa Bolüs adlı münafık yahudinin bunda büyük rolü oldu. Bolüs'ün hayatta olduğu sıralarda, yuhadilerle İseviler (nasraniler) arasında savaş olmuştu. Cesareti ile meşhur olan Bolüs, birçok İseviyi şehid etti. Sonra, yahudilere dedi ki: "Eğer Hak olan din İsa’nın dini ise, biz kâfiriz ve gideceğimiz yer de Cehennem'dir. Onlar ise, Cennet'e giderler. Şimdi ben istiyorum ki, bir hiyle ile onları dalalete düşüreyim ve böylelikle onlar da Hak Dini terketmek suretiyle Cehennem'e girsinler.”

Bolüs'ün "Ukam" adında bir atı vardı. Ona binerek savaşırdı. Bir gün bu atı boğazladı. Sonra da yüzüne gözüne toprak sürerek, güya, pişmanlığını gösteriyormuş gibi davrandı. İseviler, O'na: "Niçin böyle yapıyorsun?" dediler. Şu cevabı verdi: "Bana semadan bir nida geldi. Yahudilik dinini terk ederek, İsevi olmadıkça, senin tevben kabul olunmayacaktır; dediler." dedi. İseviler, bu sözlere inandılar ve sevindiler. O'nu alıp ibadethanelerine götürdüler. Bolüs o ibadethanede 1 sene kaldı ibadet; ve taatte bulunuyormuş gibi davrandı. İncil'i öğrendi. Bir zaman geldi ki, Bolüs onlara İncil'i okur; İseviler de O'nu can-ü gönülden dinlerdi. İseviler, giderek Bolüs’ü daha çok sever ve sayar oldular. Artık Bolüs, İsevilerin en ileri gelen alimlerinden biri olarak tanınıyordu!

Nihayet bir gün, İsevilerin sevgi ve saygısı ile itimatlarını iyice kazanmış olduğunu anlayan Bolüs, İsevilere şöyle dedi: "Bana tekrar gökten nida geldi ve bana "TEVBEN KABUL OLDU" dediler." Bu sözleri işiten İsevilerin, Bolüs'e karşı besledikleri itimat, hürmet ve muhabbet daha da fazlalaştı. Bolüs, çok dikkatli ve sinsice hareket ediyor ve münafıklığını ortaya koyacak en ufak da olsa bir açık vermemeye azami gayret gösteriyor ve bunda muvaffak da oluyordu. Bundan sonra, Anadolu'ya doğru gitmek istedi. Giderken de Nestur adlı İseviyi, halifesi olarak tayin etti ve Ona: "İsa, Meryem ve Allah olmak üzere 3 tane ilah vardır!" dedi. Meleka adlı İsevi ile de ayrıca görüştü ve O'na: “Sen benim halifemsin." dedikten sonra "İsa Allah'tır." telkinini yaptı.

Bundan başka Ya'kub adlı İsevi ile de görüştü ve O'na da: "İsa ne cisimdir, ne de insandır. O, Allah'ın oğludur." telkinini yaparak, kendisini halifesi olarak seçtiğini söyledi. Ayrıca, her üçüne de ayrı ayrı şu açıklamayı yaptı: "Ben, İsa için yarın kendimi kurban edeceğim. Sen, benden sonra sana bildirdiğim şekilde İsevileri aydınlat ve etrafına toplamaya çalış."

Bundan sonra, Nestur, Ya'kub ve Meleka ortaya çıkarak, her biri kendisinin Bolüs'ün halifesi olduğunu iddia etti. İnsanları etraflarında toplamaya çalıştılar. Böylelikle, İsevilik bozulmuş oldu. Üç ana grup ve giderek 72 fırka oluştu. Artık gerçek İsevilik gitmiş, aslı ile hiçbir ilişki veya alakası olmayan yeni bir din ortaya çıkmıştı.

Bolüs'ün halifeleri olduklarını iddia ederek ortaya çıkan 3 kişinin, her birine pek çok kimseler tabi oldular ve görüşleri birbirini tutmayan 3 ayrı grup meydana geldi. İtikat konularında da bölündüler. Her grup mensubu, diğer grup mensuplarını yalanlayarak yanlış yolda olduklarını söyledi. Bunun yanında hakikî İseviler de haklı olarak kendilerinin dışında olanların hepsinin yanlış yolda olduklarını savundular. Hazreti İsa’nın ilah olmadığını, Allah'ın oğlu olmayacağını; O'nun ancak Allah'ın kulu ve rasulü olduğunu söylediler. Hakikati anlatmaya bütün gayretleriyle çaba gösterdiler.

İsevilerin bu gayretlerine rağmen, Bolüs'ün sapık fikirleri zamanla yayıldı ve birçok kilise papazı tarafından da tasdik ve kabul gördü. Bolüs'ün fikirlerini benimseyen hıristiyanlar, Avrupa krallarını da elde ederek kuvvetlendiler. Bozulan hıristiyanlık zamanla devletlerin resmi dini haline geldi ve orta çağda böylelikle karanlık bir devir başlamış oldu. İsa aleyhisselâmın telkin ettiği "insanlık, merhamet, şefkat..." esasları tamamen unutuldu!

Hıristiyanlar, bu güzel telkinlerin yerine kin, nefret, düşmanlık ve zulmü ele aldılar. Hıristiyanlık adı altında akıl almadık zulümler, haksızlıklar yaptılar. Dünyanın döndüğünü bildiren Galile gibi bir bilgini dinsizlikle itham ederek; sözünü geri almadığı takdirde öldüreceklerini söylediler. İnsanların tüylerini ürperten Engizisyon Mahkemeleri kurarak, yüzbinlerce insanı haksız yere ve çoğu kez servetlerini ellerine geçirmek için, dinsiz adı altında türlü işkenceler yaparak öldürdüler. Ancak Allah'a mahsus olan günah affetmek kudret ve yetkisini papazlara verdiler. Papazlar da, para karşılığı günah affettiler. Hatta, Cennet'ten yerler sattılar. Papalar, türlü bahanelerle, kralları dahi afaroz ettiler. Hıristiyanlık dinine, papazların evlenmemesi ve evlenmiş olan hıristiyanlarm katiyyen boşanmaması ile günah çıkarma mecburiyeti., gibi mantık dışı kaideler konuldu. Dünyada yaşamak, adeta günah sayıldı.



***



"Onlar ki, Sana gönderilene ve Senden önceki Peygamberlere gönderilenlere iman ederler ve âhirete de şüphesiz (bir) yakîn ile inanırlar. (Bakara-4)"

"Ey iman edenler! Yahudi ve hıristiyanların sizi kendi dinlerine davetlerine karşı şöyle deyin: "Biz Allah'a ve bize indirilen Kur'ân'a; İbrahim, İsmail, İshak, Yakub ve torunlarına indirilenlere ve bütün peygamberlere Rableri tarafından verilen Kitab'lara iman ettik. Onların hiç birini diğerinden ayırd etmeyiz. Biz, ancak Allah'a boyun eğen mü’minleriz." (Bakara-136)"

"(Yahudi ve hıristiyanlardan) düşmanlıkta ileri gidenler müstesna olmak üzere, yahudi ve hıristiyanlarla en güzel şekilde mücadele edin (yumuşak ve tatlı söz söyleyerek ve güler yüzle Hakk'ı anlatın.) Düşmanlıkta ileri giden ve size saldıranlarla da savaşın. Bir de deyin ki: ”Biz hem bize indirilene (Kur'ân'a) hem de size indirilene iman ettik. Bizim İlahımız ve sizin İlahınız Bir'dir. Biz, yalnız O'na itaat ederiz. (Ankebût-46)"

"Ve beraberinizdeki Tevrat'ı tasdik edici olarak indirdiğim Kur'ân'a iman edin. O'na inanmayanların ilki (öncüleri) olmayın. Benim âyetlerimi (dünya menfaatleri karşılığında) birkaç paraya (dünyalığa) değişmeyin ve ancak Benden korkun! (Bakara-41)"

"Fakat, kâfirlerin kalpleri bu Kur'ân'dan gaflet içindedir. Onların, mü'minlerin amelinden başka (ve ayrı) bîr takım işleri vardır ki; hep onlar (batıl şeyler) için çalışıp dururlar. (Mu minun-63)"



İSEVİLİĞİ BOZAN FAKTÖRLER

"Christian Beginnings" adlı kitabının 187. sahifesinde, ileri gelen hıristiyan din adamlarından Dr. Morton Scott Enslin, şu satırlara yer veriyor:

"İsevilik, yahudilerin yaşadıkları yer olan Filistin'den, putperest milletlerin memleketlerine yayıldı. Bu yayılma, bir çok değişmelere neden oldu. İseviler, Musa aleyhisselâmın şeriatından uzaklaştılar. İsa aleyhisselâmın tebliğ ettiği din bilgilerini, putperestlerin de kabul edebilecekleri bir hale getirdiler. Böylece, tutarsız, akıl ve mantığın dışında bir din meydana geldi.”

"Roma İmparatorluğunda, bir kaç çeşit putperest cemaat vardı. Bu cemaatler, itikat (inanç) itibariyle birbirinden çok farklıydılar. Fakat, hepsi de inançlarında şu 4 hususa yer vermişlerdi:

"1. Hepsi, kurtarıcı bir tanrıya inanıyor ve O'nun ölümünü, insanların günahı için keffaret ve O'na inananlar için kurtuluş kabul ediyorlardı.

"2. Hepsinde, o dine girmek için bir giriş ayini vardı. Bu ayin ile o dine kabul edilen kimsenin, kötülüklerden temizlenmiş olduğuna inanıyorlardı.

"3. Hepsinde, tanrı ile manevi olarak bütünleşmek, birleşmek inancı vardı. Bu bütünleşme, sembolik olarak, o din mensupları tarafından tanrının etini yemek ve kanını içmek şeklinde icra ediliyordu.

"4. Hepsinde ahiret inancı vardı ve Cennet'i isterlerdi. Orada rahat edeceklerinden emindiler."

"Encyclopedia American"da sacrifice (KURBAN) kelimesi ile ilgili bölümde şöyle bir izahata rastlıyoruz:

"Eski Yunan'da gök tanrısı Olimpus adına thusiai ve sphagia denen kurban ayinleri yapılırdı. Thusiai, her zaman gündüz gerçekleştirilir ve tercihen sabahleyin yapılırdı. Kurban edilen hayvanların belli kısımları biftek olarak bomoi denilen taş üzerinde yakılırdı. Hayvanın geri kalan kısımlarını, yüksek bir taşın etrafında toplanan kimseler yerdi. Ayin, müzik ve dans ile son bulurdu. Sphagia denilen kurban ayini ise gece yapılırdı. Bu ayinde, etin yakılması için kullanılan taşa eschara denilirdi.

"Yunanca olan bu ayin isimleri, Latincede sadece sacrifice kelimesiyle ifade olunurdu. Kurbanların yakıldığı taş olan bomos ve etrafında toplanılarak kurbanın yenildiği taş olan eschara kelimeleri için de altars kelimesi kullanılırdı."

Hıristiyanlık dininde icra olunan işa-i rabbani yahud da enveristiya kurban ayininde, ekmek ve şarabın konulduğu ve etrafında cemaatin toplandığı taşa da altar denilirdi. Bu ayinde de müzik bulunur. Mukaddes olan ekmek kırılınca, kurban icra edilmiş; ekmek, şaraba katılıp yenilince de, tanrı ile manevi olarak birleşilmiş olunduğuna inanılırdı. Yunanlılardaki thusiai ve sphagia ayinleri ile, hıristiyanlıktaki işa-i rabbani arasındaki benzerlik bu izahattan da açıkça anlaşılmaktadır.

İsa aleyhisselâmın kurtarıcı tanrı olarak kabulü, çarmıha gerildi denilmesi, kurban olarak telakki edilmesi... gibi inanç ve geleneklerin yukarıda da izah olunduğu gibi, Yunan putperestlerinin hıristiyanlığa etkilerinin bir sonucu olduğu, şüpheye yer bırakmayacak biçimde ve açıkça anlaşılmaktadır.

Dr. Morton Scott Enslin, vaftiz ve işa-i rabbani ayinleri ile hıristiyanlığın (ve dolayısıyla hıristiyanların), Romalılar zamanındaki putperest fırkalardan biri haline geldiğini itiraf ediyor ve şöyle diyor: "Miladın 2. asrına doğru, hıristiyanlık, bozuk bir din haline gelmişti."

"The Origins Of Religions (Dinlerin Aslı-Orijinali)" isimli eserinde Lord Raglan Roma İmparatorluğu zamanındaki dini cemaatlerin ayinlerini ele almakta ve bu ayinleri, şimdiki hıristiyan ayinlerinin aslı olarak göstermekte ve şöyle demektedir:

"Tarih öncesi devirlerde, genç bir adamı kutsal kurban olarak seçmek ve O'nu bir yıl boyunca imtiyazlı kişi kabul ederek, her arzusunu yerine getirmek ve yıl sonunda belirli bir ayin tertipleyerek o kimseyi kurban edip, etini yemek, kanını içmek geleneği mevcuttu. Kurban edilen kimsenin etinden ve kanından tarlalara da serpilir; böylece, toprağın da bereketli olacağına inanılırdı. Kurbanlık olarak seçilen kimsenin kendi kavminin dini lideri ile anlaşarak, yerine başka birinin kurban edilmesi de olurdu. Yerine başka bir kimse kurban edildikten sonra, asıl kurban edilmesi icabeden kişi, 1 yıl daha imtiyazlı ve kutsal oluyor; her arzusu yerine getiriliyordu. Bulabildiği takdirde, senenin sonunda yerine yine başka birini kurban ettirebiliyordu. Böylelikle, sürekli olarak kutsal sayılan ve her arzusu yerine getirilen imtiyazlı kişiler zuhur etti. Bu ilk devamlı kutsal kişiler, zamanla, kavimleri tarafından "kral" yahut "yaşayan tanrı" olarak kabul edilmeye başlandılar. Bu kutsal kişilerin insanlıklarının yani bedenlerinin ayrı bir şahsiyet ve ilahlıklarının da ayrı bir şahsiyet olduğu kabul edildi. Bir müddet sonra kavimleri, kutsal kabul ettikleri bu kimselere tanrı ya da tanrının oğlu diyerek tapınmaya başladılar.

"Önce ayin, sonra, bu ayini izah için mitolojik (hurafeye dayalı efsanevi) hikâyeler (daha doğrusu masallar) uydurulmuştur. Hayali tanrıların ölmesi veya dirilmesi ile kendilerinin kurtulacaklarına inanılıyordu.

"Kurtarıcı tanrıya inananların ayinlerinin en mühimi, kişinin tanrı ile birleştiğine ve bütünleştiğine inandıkları sembolik et yeme ve içki içme ayinleridir. Kurtarıcı tanrı inancı, bir süre sonra Güneş tanrısı inancıyla birleştirildi. Her bir kurtarıcı tanrının kış başlangıcında doğduğuna inanıldı. Kış başlangıcı ise Julian Takvimine göre 25 Aralıktır. Hıristiyanlar da Bizans Kralı Konstantin zamanında, İsa aleyhisselâmı kurtarıcı bir tanrı yaparak; bu tarihte doğduğunu kabul ettiler. Bu geceyi, her yıl milad ve noel olarak kutlamaya başladılar."

Edward Carpanter, çeşitli kurtarıcı hikâyelerine örneğin, Yunanlıların Dioysus'u, Romalıların Hercules'i, Perslerin Mithra'sı, Mısırlıların Amonra, Oziris ve İzisleri, Kuzey Samilerin Baal'ı, Asur ve Babillilerin Temmuz’u ile hıristiyanların İsa aleyhisselâmın hayat hikayesi diye kabul edip; inandıkları şeyler arasındaki benzerliklere dikkat çekerek şu tesbitleri sıralamaktadır:

"1. Hepsi de noel veya buna yakın bir günde doğmuştur.

"2. Hepsi de bakire annelerden doğmuştur.

"3. Hepsi de bir mağarada veya yer altında bir mahzende doğmuştur.

"4. Hepsi, insanlar için meşakkatlere katlanmışlardır.

"5. Hepsi, nurlandırıcı, iyileştirici, kurtarıcı ve şefaat edici gibi isimler almışlardır.

"6. Hepsi, karanlık güçler tarafından mağlub edilmişlerdir.

"7. Hepsi, Cehennem'e yahut da arz küresinin diğer tarafına inmişlerdir.

"8. Hepsi, yeniden dirilmiş ve insanların Cennet’e girmelerine öncülük etmişlerdir.

"9. Hepsi, insanlarla irtibat kuran azizler seçmişler ve vaftiz ayini ile cemaat kabul eden dinler te'sis etmişlerdir.

"10. Hepsi, kurban yemekleri yenerek anılmışlardır,"

Newyork Üniversitesi Tarih Profesörü Waelance Fergusun şöyle diyor:

"Hıristiyanların yortuları, putperestlerin yortuları ile aynı tarihe rastlar. Örneğin, noel tarihi, aynı zamanda İran ve Roma'da güneş tanrısı mithra'nın doğum tarihi idi. Ayrıca bu tarih, çok eskiden beri putperest dünyasında, Önemli bir yortu günüydü."

"The Heros (Kahramanlar)" adlı kitabında, mitoloji kahramanları ile ilgili çalışmalarım toplayan Lord Raglan bu hikâyelerde gördüğü hadiseleri 22 madde halinde sıralamış ve hangi mitoloji kahramanının hayat hikâyesinde, bu maddelerden kaç tanesinin geçtiğini tesbit etmiştir. Bu maddelerden 15 tanesinin İsa aleyhisselâmı anlatan bugünkü hıristiyanlıkta da bulunduğunu, maddeler halinde açıklamıştır.

Meşhur felsefeci ve tarihçi Winwood Reude şöyle diyor:

"Hıristiyan alemi, putperest alemine hakim olunca, putperest alemi de hıristiyanhğı bozdu. Oziris ve Apollo masalları, İsa aleyhisselâma atfedildi. Yahudilerin inandıkları ve İsa aleyhisselâmın tebliğ ettiği TEVHÎD yani "Bir Allah'a iman" yerine (Brahmanizmde de bulunan) Mısırlıların ihdas ettikleri ve Eflatun tarafından felsefeye sokulan teslis (trinity) yani üç tanrı inancı aldı. Bana iyi demeyin, iyi 1 tanedir; O da Allah'dır diyen bir Zat'ın bizzat kendisi Allah yerine konuldu yahud l'in 3'te l'i denildi."

Bütün bunlar da göstermektedir ki, bugünkü hiristiyanlık, İsa aleyhisselâmın tebliğ ettiği ve Musa aleyhisselâmın şeriatını ıslah eden nasranîlik değildir. İsa adı arkasına sığınılarak, putperestliğin karıştırıldığı, akıl ve mantığın kabul edemiyeceği bir dindir.



***



"Yoksa siz, Tevrat (ya da Kur'ân) ahkâmının (hükümlerinin) bir kısmına inanıp (da) bir kısmını inkâr mı ediyorsunuz? Şimdi, sizden bu (Kitab'ın tamamına imana dair) ahdi bozanların cezası ancak dünyada rüsvaylık ve bayağılık, kıyamette (ahirette de) en şiddetli azaba atılmaktır! (Bakara-85)"

"Celâlim hakkı için Biz, Musa'ya Tevrat'ı verdik ve Musa'dan sonra birbiri ardınca peygamberler gönderdik. Meryem oğlu İsa'ya ölüleri diriltmek gibi açık mucizeler verdik ve (O'nu) Cebrail ile kuvvetlendirdik. (Bakara-87)"

"Eğer, kulumuza indirdiğimiz Kur'ân'dan şüphede iseniz, haydi, siz de O'nun benzerinden bir Sûre getirin ve (bunun için) Allah'tan başka şahitlerinizi (putlarınızı, şeytanlarınızı ve alimlerinizi de) yardıma çağırın. (Bakara-23)"

"Gerçekten Cibril daha önce indirilen Kitab'ları tasdik edici olan Kur'ân'ı Allah'ın izniyle Senin kalbine indirdi ve Kur'ân, doğru yol gösterici ve mü'minlere (Cennet’te) derecelerle, kurtuluşu müjdeleyicidir. (Bakara-97)"

"Ey iman edenler! Hepiniz iç ve dışınızla İslam'a girin. Şeytanın adımlarına uymayın! Çünkü O, sizin açık bir düşmanınızdır! (Bakara-208)"


TESLİS İNANCI VE TARİHÇESİ

İsa aleyhisselâmın semaya kaldırılmasından (80 yıl kadar) sonra İsevilik bozuldu, İseviliği kabul etmiş gibi görünen Bolüs yahudisi, hakiki İncil'i yok etti. 4 kişi ortaya çıkarak, havarilerden işittiklerini yazdılar ve 4 İncil meydana geldi. Bolüs, bu 4 İncil'in 4'üne de yalanlarını karıştırdı. Eflatun tarafından sistemleştirilen "teslis" inancını İncillere soktu. Hazreti İsa'ya "Allah'ın oğlu" dedi ve buna bir de "ruhül kuds" ilave ederek "baba-oğul-ruhul kuds" adı altında "üçlü tanrı" manzumesini meydana getirdi.

Büyük Konstantin, 325 yılında İznik Konsilini topladı. "Teslis inancını" hıristiyanlığın resmi itikadı olarak ilan ettirdi. 3 uknum (teslis) yeni bir şey olmayıp, mütaeaddit ilahlara tapınan -putperest-kavimlerin inançlarından alınarak hıristiyanlığa sokulmuş bir fikirdir. Bu fikir, ilk defa olarak Hindistan'da Brahma Dinine mensup olanlardan işitilmiştir.

Brahma dini, dinden ziyade felsefe ve fikirdir. İsa aleyhisselâmının doğumundan 700 yıl kadar önce ortaya çıktığı tahmin ediliyor. Brahma, mukaddes kelam demektir. Hıristiyanlıkta da İsa için aynı tabir kullanılmıştır.

Brahmanların inancına göre, Krishna, insan şeklinde yeryüzüne inmiş bir ilahtır. Budistler de aynı şekilde, Budha'yı ilah kabul ediyorlar. Onlara göre Budha, insan olarak doğmazdan önce semada yaşıyordu. Yeryüzünde inecek bir yer aradı ve nihayet Sudhodona ailesinin bir ferdi olarak doğmaya karar verdi. Annesi, oruçlu olarak sarayın damında uyurken, rüyasında, etrafına nurlar saçarak gökten bir beyaz filin yere indiğini ve sağ böğründen karnına girdiğini hayretle gördü. Budha'nın doğması yaklaştığında, annesi, bulunduğu şehri terk etmiş ve bir ağacın altında, ilah olan Budha dünyaya gelmiştir.

Brahmanların ve Budistlerin inancı ile Hıristiyanların inancı birbirine benzer ve sadece isim farkları görülür. İlahların yeryüzünde bakire bir kıza nüfuz etmeleri, doğmaları ve insanların onları ilah olarak kabul etmeleri arasında, insanı hayrette bırakacak derecede bir benzerlik vardır. Bu benzerliklerden bazıları şunlardır:

1. Hıristiyanlara göre, İsa öldükten 3 gün sonra dirilmiştir. Brahmanların Krishna'sı da öldükten sonra dirilerek göğe yükselmiştir.

2. İsa aleyhisselâm öldürüleceğini önceden söylemiş, zindanlardaki (Cehennem'deki) ruhları kurtarmış ve mezardan kalkınca, Allah'ın sağına oturmuştur. Budha da -aynı şekilde- dünyadan çekileceğini ve Nirvana'ya gideceğini önceden haber vermiştir.

3. İsa mezarından, Budha da tabutundan kalkmıştır.

4. İsa göğe çıkınca, bütün alemin işlerini eline alarak, hükmetmeye başlamıştır. Budha da göklerin sultanlığını kurmuş ve aleme hükmetmeye başlamıştır.

"Teslis ve tenasüh" inancı Brahma dininde yer almış; oradan da her tarafa ve bu arada Mısır'a da yayılmıştır.

Batıda, 3 uknum (teslis) fikrini, ilk defa ortaya atan, filozof Time (Timelos)'dir. Milattan 500 yıl kadar önce, Lokres şehrinde yaşayan Time, Pisagor'un talebelerindendir. Sisam adasında doğan Pisagor (Pythagoras), genç yaşta İtalya'nın Kroton şehrine gelmiş, buradan da başka yerlere çeşitli seyahatler yapmış; Mısır ve Ortadoğu'da uzun zaman kalmıştır. Mısır'da bulunduğu zaman zarfında, eski Mısır dini ve inançları hakkında geniş malumat sahibi olmuştur. Üçlü tanrı inancı ile tenasüh fikrini öğrenerek kabul (bu fikirlere iman) etmiştir.

Pisagor'un Mısır'da öğrendiği şeylerden biri de hendese (geometri) idi. Bugün, Pisagor Teorisi olarak bilinen geometri faraziyesi de, tecrübi olarak o zaman Mısır'da bilinmekte idi. Buralara da Babil'den gelmişti. O zaman Babil'de ilm-i nücûm (yıldızlar ilmi-astronomi) ve matematik san'atı çok ileri idi. Bunları, daha önce gelmiş olan peygamberlerden öğrenmişlerdi. Babil'de bulunduğu esnada Pisagor, bunları iyice öğrendi. Tekrar Kroton'a döndü ve bir okul açtı. Kendi adıyla anılan yeni bir yol ve yeni bir fırka kurdu. Kendisine inananlar tarafından -Pisagor hakkında- çok efsaneler uydurulmuş; Pisagor'un bir peygamber, hatta ilah olduğunu dahi iddia edenler olmuştur.

Pisagor: "Varlığın aslı archedir (sayılardır)" diyordu. 10'a kadar olan sayıları, mukaddes kabul ediyordu. Bilhassa 1, 2 ve 3 sayılarını "3 asıl" kabul etti. Pisagorcular 1 sayısının alemin değişmez ve ebedi kaynağı ve ilk uknum (en büyük tanrı) olduğunu, 2 sayısının dişiliğini ve dünyanın bundan meydana geldiğini ve bunun da 2. uknum olduğunu, 3 sayısının da alemdeki ebedi üçlüğü gösterdiğini ve 3. uknum olduğunu iddia ederler. Dünyanın ve alemin (kâinatın) aslının bu 3 adet olduğunu söylerler. Örneğin: "Alemin esası, beden, can ve ruhtur" derler. Bunun gibi, tabii, beşeri ve tanrı âlemi olmak üzere 3 adet âlem bulunduğunu ileri sürerler.

Pisagorculara göre, her şey üçten meydana gelmiş olduğu gibi, yaratma da bu üçlükten çıkar. Bunlar, yaratıcı irade, yıldız akımı ve her an biraz daha kemale eren âlemdir.

Pisagor'a göre, her dilediğini yapabilecek olan ilk uknum, akıl ile anlaşılamaz. Ruh ebedidir (ölümsüzdür) ve ölen bir kimsenin ruhu, bir başka hayvana geçer. İşte bunun içindir ki, Pisagorcular hayvan eti yemezler. Pisagor'un ileri gelen öğrencilerinden Time, "Ruhul Âlem" isimli kitabında şöyle diyor:

"Her şeyden önce, mahlûkatın bir fıkr-i misâl-i daimîsi vardır ki, ilk kelime ve uknum budur. Kendisi, madde değildir. İkinci mertebe ise madde-i gayrı muntazimedir. Bu, telaffuz olunan, 2. madde ve 2. uknumdur. Bundan sonra gelen 3. madde ibn (oğul)dir; yani, mana âlemidir ki, bu da 3. uknumdur. Bütün kâinat, bu 3 sınıftan ibarettir. İbn yani oğul, pek güzel bir tanrı yapmak istedi ve mahlûk (yaratılmış) olan bir tanrı yaptı."

Eflatun'a, bu söz ve düşünceler (inanç veya fikirler) karışık bir halde geldi. Time'nin, Eflatun'un hocalarından biri olduğu da ayrıca bildirilmektedir. Eflatun'un, büyük üstadı Sokrat ile Time'nin bir mecliste bulunduklarını haber vermesi de bu haberin doğru olduğunun başka bir delilidir. "Matematik", "Pisagor'un Hayatı" ve "Rûh-ul Âlem" olmak üzere, Time'nin üç eseri vardır. "Rûh-ul Âlem’in dışında kalan diğer iki eser kaybolmuştur. "Rûh-ul Âlem" adlı eser ise, Time'den sonra gelen filozofları epey meşgul etmiştir.

Böylelikle, batıda "teslis inancını" ilk defa ortaya koyan Time ve ilk defa olarak çıkaran da Pisagor olmuştur. Eflatun da Time'den gelen, bu düşünceyi başka bir şekle sokmak suretiyle 3 esas ilah olduğunu iddia etti. Eflatuna göre:

"Bu ilahlardan birincisi babadır. En yüce yaratıcıdır ve diğer 2 ilahın da babasıdır. Birinci uknum'dur. İkincisi, asıl görünür olan tanrıdır ve görünmez olan 1. babanın baş veziridir. Kelime (logos) ve idrâk demektir. Üçüncüsü ise kâinat âlemidir."

Eflatun'a göre, eşyanın ve varlıkların hakikati idealar (manalar)dır, Eflatun'un idea dediği şey; mahiyet, fikir, a'yân-ı sâbite demektir. Eflatun bu konuda: "İdea, eşyanın ve varlıkların sabit, değişmeyen ve ebedî hakikatidir." der.

Eflatun, âlemi de 2'ye ayırır: "Birisi görünen, hisler alemi; diğeri, hakiki âlem, yani idealar âlemidir." Yine Eflatun'a göre, idealar âlemi ebedi olduğu halde, hisler alemi durmadan değişmektedir. İdealar, sadece aklımızda, hayalimizde kaim olmayıp, cisimsiz olarak ve kendilerine mahsus bir kıyam ve hayatları vardır. Eflatun, her ideayı (hakikati) daha yüksek idealara irca eder; bağlar. Böylelikle, neticede bütün idealar, mutlak l'e irca olunur. Bu ise, yüce idealden oluşan bir hayırdır ve tanrının ta kendisidir. Diğer yüce idealar ise ona tabidirler. Aşağı olan idealar ise şeytanın kendisi olan şerdir. Diğer, bütün aşağı idealar da ona tabidirler.”

Eflatun, ideaların kendisinde birleştiğini kabul ettiği ve "birdir" dediği ve bu ideaların tamamına hayır-iyilik demek suretiyle tanrı kabul ettiği şeyin, -aynı zamanda-hayat ve hareket sahibi ve âlemin babası (baba tanrı) olduğunu söylemiştir ki, -yine Eflatun'a göre-1. uknum budur. Yüce idealar birliği, baba tanrı ya da 1. uknum; maddeye nizam veren ve fakat maddeden tamamen farklı bir RÛH yaratmıştır. Bu rûh, babanın oğludur. Yaratan ile yaratılan arasında aracı olan bir varlıktır ve 2. uknumdur.

Eflatun'un bu felsefi görüşleri ve bu arada 3 uknum (ilah) fikri, İskenderiyye Mekteplerine geçmişti ve İsa aleyhisselâm zuhur ettiği zaman, bu mekteplerde okutulmaya devam ediliyordu. Hatta, o zamanlar, yahudi bilginlerinden Philo, İskenderiyye'de şöhret olmuştu. Philo bile, teslis fikrini Musa aleyhisselâmın inanç esasları arasında (yahut içerisinde) görmeyi arzu etmiştir ve bu düşünce ile şöyle demiştir:

"Tevrat'ta bildirilen, dünyanın 6 günde yaratılmış olduğuna dair haber doğrudur. Çünkü, 3 sayısı 6'nın yarısıdır. 2 sayısı da 6'nın 3'te l'idir. Bu sayı (2 sayısı) hem erkek hem de dişidir. Tanrı, akıl ile izdivaç ederek; izdivaç yaptığı akıldan da sevdiği oğlunu meydana getirmiştir ki; bu da dünyadır. "Philo hem meleklere ve hem de dünyaya kelime-i ilahiyye demektedir ki; Eflatun'un felsefesi de aynı şeyleri savunmaktadır.”

Eflatun felsefesi, sonraları "Yeni Eflatunculuk" adıyla devam etmiş ve en büyük darbeyi, hıristiyanlığa vurmuştur. Eflatunculuğun en gözde ve en kuvvetli olduğu zaman, miladın 3. asrıdır. Hıristiyanlık, işte bu devirde Roma Devletinin resmî dîni olmuştur. Eflatun felsefesine inananlar, Allah'ın varlığına, birliğine ve İsa aleyhisselâmın kulluğuna ve peygamberliğine inanmak (yani, TEVHÎD) esasına dayanan hıristiyanlık dinini tahrif ettiler.

Daha sonraları, bu dine putperestlik de sokuldu. Miladın 4. asrında yaşayan Saint Augustin, Eflatun'u hıristiyanlaştırmaya gayret eder. Teslis'i ispat etmek için(?) yazdığı bütün eserlerinde, Augustin'in "tanrı, rûh ve kâinat" hakkındaki görüş ve düşünceleri, Eflatun felsefesinin aynısıdır. Eflatun'un: "Akıl, irade ve his, bir insan meydana getirir" sözünü delil olarak ileri sürüp, "Teslisteki üçlük, birbirinden ayrı olmakla birlikte, yine de 1 tanrı meydana getirir" düşüncesini savunur. Aynca, Eflatun'un ve öğrencilerinin, gerçek tanrıyı idrâk etmiş olduklarını söylemekten de geri durmaz. Yine Eflatun'un "idealar felsefesinden" yola çıkarak, kelam'ın yaratıcı olduğunu ve kelam'ın İsa olduğunu ileri sürer. Hıristiyan azizlerinden biri ve hıristiyanların en ileri gelenlerinden ve en çok kıymet verilenlerinden bir zat olan S. Augustin dahi: "Hıristiyanlıktaki teslis, hayır ve şer konusundaki inançların tamamı; Eflatun felsefesinin aynısıdır" itirafında bulunur.

Milattan 350 yıl önce ölen birinin (Eflatun'un) fikirlerinin, hıristiyanlık inançları ile tıpatıp aynı olmasını hıristiyanlar, acaba nasıl izah ederler? Bu durum, Eflatun'un İsa zamanında yaşamış olduğunu ortaya koymaktadır ki; zaten, doğrusu da budur. Büyük İslam Alimi İmam-ı Rabbani de "Mektubat" isimli eserinde, bunun böyle olduğunu bildirmektedir.

Kilise azizlerinden Saint Thomas da 8. yüzyılda, Eflatun'un talebelerinden olan Aristo'nun felsefesini esas alarak; hıristiyanlık inançları ile teslis inancının doğruluğunu ispata gayret eder. Ortaçağ boyunca ve Rönesans'ın gerçekleştirilmesinden sonra dahi, Eflatun ve Aristo felsefelerine karşı çıkmanın, bu felsefeleri kabul etmemenin; hatta, küçük bir itirazda bulunmanın cezası kilisenin engizisyon mahkemeleri kararıyla ÖLÜM'dü! Bugün, teslis'e inanan hıristiyanlar, bunu acaba nasıl izah ederler?

Tarih kitaplarının ve diğer kaynak eserlerin tamamı, İsa aleyhisselâm zamanında olsun; havariler zamanında olsun, nasara (İseviler) arasında "teslise dair bir fikir" bulunmadığını İTTİFAK HALİNDE bildirmektedirler.

Teslis inancı, 2. yüzyıl sonlarına doğru hıristiyanîar arasında yayıldı. Bu fikir, İsa aleyhisselâmın tebliğ ettiği dinin tamamen aksine olduğu içindir ki; teslis'e inananlar, bu inançlarını başlangıçta hıristiyanlardan gizlemek zorunda kalmışlardır. Ancak, teslis inançlarını, gizli bir biçimde yaymaya çalışmaktan da geri durmamışlardır. Bu sıralarda, teslis inancı mensupları, inançlarının ve yollarının rağbet görmesi (revaç bulması) için, Yuhanna İncilini ve sonradan yazılmak suretiyle havarilere isnad olunan mektupları (risaleleri) ve Paulos'dan nakledilen mektupları yaydılar. Bunun neticesinde, hıristiyanlar arasında ihtilaflar (ayrılıklar) baş gösterdi. Pek çok münakaşa ve mücadeleler oldu. Allah'ın birliğine inanan İseviler ile teslis'e inananlar içerisinde eli kalem tutan kimseler, kendi inançlarının yayılması ve kabul görmesi için sayısız risale ve mektuplar yazdılar.

3. yüzyılda, bu ihtilaflar iyice büyüdü. Hıristiyanlar 2 büyük fırkaya ayrıldılar. Bir kısım hıristiyanlar -hiçbir fark gözetmeksiniz- "İsa Allah'dır" dediler. İstanbul Piskoposu Atnas (St. Athanese), bunların başı yahud reisi idi. Diğer hıristiyanlar ise "İsa, mahlukların en üstünü, Allah tarafından gönderilmiş bir peygamber ve Allah'ın kuludur" diyorlardı. Bunların reisleri de Aryüs (Arius) adındaki bir rahib ile İzmit Piskoposu Usb idi. Antakya Patriği Yunus Şemmas da, daha önceleri "Allah Bir'dir" inancını ilan etmişti.

Teslis'e inananlar ile "İsa Allah'ın kulu ve peygamberidir" diyenler arasındaki münakaşalar, bütün milletlerin zihinlerini karıştırdı. Devlet işleri dahi yürütülemez hale geldi. Bunun üzerine, bu karışıklıklara bir son vermek amacıyla Büyük Konstantin, 325 yılında İznik'te büyük bir ruhban cemiyeti topladı. Hıristiyanlığın ileri gelen din adamları İznik'te bir araya getirildi. Uzun süren bir çok görüşme ve konuşmalar neticesinde, Atnas tarafı galib geldi. 319 papazın ittifakı ile şu esas kabul edildi: "İsa, Allah'ın biricik oğludur. Allah'ın sulbünden gelmiştir. Allah'tan Allah, nurdan nurdur. Allah-ı hakiki'nin Allah-ı hakikisidir. Ruh-ul Kuds da Allah'tır."

Bütün bu açıklamalar da kesinlikle ortaya koymaktadır ki:

Bugünkü hıristiyanlarm inanç esasları olan teslis ve 3 uknum mes'elesinin ortaya çıkması ve ibadetleri batına, kalbe mahsus kılıp; İncil'in zahiri emirlerine göre ibadet edilmemesi... gibi itikatlar; İncillerden alınmış, doğru ve sahih emirler değildir. Çeşitli şüphe ve değişik amaçlar neticesi olarak, sonradan ortaya konulmuş ve ruhban meclislerinde, papazlar tarafından te'sis edilmişlerdir. İşa-i Rabbani kurbanı, Papa'nın İsa'nın halifesi ve Petrus'un vekili olduğu ve geçmiş hıristiyan azizlerinin (havarilerin) mukaddes olmaları, çeşitli perhiz ve yortular, Meryem için kucağında İsa ile birlikte Meryemana diye uydurulan resimler, resimlere ve putlara ibadet, papazların (belirli bir ücret karşılığında) günah affetmeleri (hıristiyanhktaki günah çıkarma usulü) ve yine papazların Cennet’ten yer satmaları... gibi hıristiyanlığın esas mes'elelerinde, katolikler ve protestanlar arasındaki büyük inanç farkları meydana geldi. Bu ihtilaflar -zamanla- o hale geldi ki, biri diğerine "Cehennem ehli" demeye başladılar. Fakat, bazı papazlara göre: "Madem ki her iki tarafın (katolik ve Protestanların) her birinin -diğeri hakkında- ileri sürdüğü "Cehennem ehli" sözü ruh-ul kuds'un ilhamıdır; o halde, her 2 taraf da bu iddialarında doğrudurlar. "Burada, hem katolikler ve hem de protestanlar Cehennem Ehli'dir gibi bir mana çıkmaktadır. Yahud da, her iki tarafın mensubları Cennet Ehli değildirler hükmü gündeme gelmektedir."

Hıristiyanlığın başlangıcından 250 sene sonra, üç uknum hakkında başlayan ve zamanımıza kadar gelen, çeşitli kiliseler arasındaki ihtilafların haddi hesabı yoktur. Böyle olmakla beraber, tanrının "baba-oğul ve ruh-ul kuds"dan ibaret ve bir cevher olduğunda bütün hıristiyanlar ittifak halindedirler. Fakat, bu üç cevherin birleşmeleri ve birbirine uymaları (1+1+1=1 olmaları formülü) hususunda, her biri, ayrı itikada sahip bulunmaktadırlar.

Bazılarına göre, 3 uknum'dan maksat, her biri ayrı ayrı şahıslar olmayıp, asıl olan 1 zatın sıfatlarıdır. Bazılarına göre ilim, uknum-u kelam'dır. Mesih'in cesediyle birleşerek bir araya gelmiştir ki; bu, tam bir birleşmedir. Suyun şarab ile birleşmesi gibidir. Melekaniyye fırkasına göre, Güneş'in kristal camda parlaması gibidir. Nasturiyye fırkasına göre, tanrı, et ve kana dönüşerek Mesih olmuştur. Yakubiyye fırkasına göre de tanrının insanda görünmesi, meydana çıkmasıdır. Meleğin, beşer (yani insan) şeklinde görünmesi gibidir.



***



"Sana Kur'ân'ı indiren O'dur. Bunun bir kısım âyetleri açık ve kesindir. Bunlar, Kur'ân'ın esasıdır. Diğer bir kısım âyetler de vardır ki, müteşabihtirler (siz, onların gerçek manalarını anlayamazsınız), İşte, kalplerinde şüphe bulunanlar, fitne aramak ve te'viline gitmek için, Kur'ân'ın müteşabih âyetlerine uyarlar. (Al-i İmran-7)"

"Onlar hala, Kur'ân'ın Allah Kelâmı olduğunu ve manasını düşünmeyecekler mi?! Eğer O, Allah'tan başkası tarafından olsa idi muhakkak ki; içinde birbirini tutmayan birçok söz ve ifadeler bulurlardı. (Nisa-82)"

"Habîbim! De ki: "Sizinle aramızı ayırd eden Allah'tan başka bir hakem mi ararım?" Kendilerine Kitab verdiğimiz o yahudi ve hıristiyan alimleri de şüphesiz bilirler ki bu Kur’ân, Rabbinden hak olarak indirilmiştir. Öyle ise, sakın şüphe edenlerden olma! (En'am-114)"

"İşte bu Kur'ân! Muazzam bir Kitab'dır. O'nu Biz indirdik. Çok mübarektir. Artık buna uyun! Emirlerine bağlanın ve Allah'tan korkun! Ta ki, merhamet olunasımz. (En'am-155)"

"Sana ne vahyolunuyorsa ona uy! Ve Allah zafer hükmünü verinceye kadar sabret. O, hüküm verenlerin en hayırlısıdır. (Yunus-109)"

"Rabbinizden size indirilen Kur'ân'a uyun! Allah'tan başka dostlar edinip(te) onlara uymayın (başka ilahlar edinmeyin)! Siz, ne az düşünüyorsunuz!? (A'raf-3)"




 

İNCİLLERDE TESLİS

Teslis inancı, ilk defa Yuhanna İncilinde görülür. Ancak aynı İncilde Allah'ın Bir olduğunu ispat eden âyetlerin de yer aldığını görüyoruz.

"Ey baba (rab-sahib manasınadır)! Ebedi hayat (ahiret), hakiki Bir Allah olan Seni ve Senin gönderdiğin İsa Mesih'i bilmelerinden ibarettir. (Yuhanna İncili, bab 17, ayet 3)" Bu âyette, Allah'ın hakiki ve ebedi hayat sahibi ve 1 olduğu; İsa aleyhisselâmın da Allah Teâlâ tarafından gönderilmiş bir peygamber olduğu açıkça yazılıdır. Aynı âyette, Yuhanna İncili âhiret hayatına, Allah'ın varlık ve Birliğine ve peygamberlere imanı emretmekte olduğu için; bunun aksi olan teslis inancının "kabulü mümkün olmayan bir hata" olduğuna dair de ikaz vardır. Yuhanna'nın bu âyetinde İsa aleyhisselâmın bir haberci ve bir peygamber olduğu bildirilmiştir. Sonradan bunun aksini düşünmek ve buna inanmak, ebedi hayatı ve ahiretteki sonsuz saadeti yok etmektir. İsa aleyhisselâm, bu âyette biricik Ma'bud'un ibadete yegane layık olanın Allah olduğunu ve kendisinin de O'nun kulu ve rasulü olduğunu bildirmektedir. Bunu, böylece kabul etmedikten sonra ebedi hayatın (Cennet hayatının) olamayacağını haber vermektedir. İsa ve diğer bütün peygamberlerin haber verdikleri şey de zaten budur. Yani, Allah'ın varlığına ve Bir'liğine iman etmek ve O'nun peygamberlerini tasdik etmektir.

Markos İncili, bab 12, âyet 29 ve devamında İsa’ya emirlerinin en mühimi ve birincisinin hangisini olduğunu soran bir yahudi alimine İsa aleyhisselâm: "Allah'ımız Rab, 1 olan Rab'dır ve Allah'ın olan Rab'bi bütün kalbinle, bütün canınla, bütün fikrinle ve bütün kuvvetinle seveceksin. İkincisi, komşunu kendin gibi seveceksin. Bundan daha büyük başka bir emir yoktur." Yahudi O'na: "Çok iyi ey Muallim. Hakikat üzere dedin ki, Allah Bir'dir. O'ndan başkası yoktur ve O'nu bütün kalbinle, bütün fikrinle, bütün kuvvetinle sevmek ve komşunu kendin gibi sevmek, bütün yapılan ibadetlerden ve kurbanlardan üstündür." dedi. İsa da O'nun akıllıca cevap verdiğini gördüğü zaman, kendisine: "Sen, Allah'ın melekûtundan uzak değilsin" dedi." denilmektedir.

Matta İncili, bab 22, âyet 36-37 ve 38'de İsa’ya: Ey Muallim! Şeriatta en büyük emir hangisidir?" diye sorulunca, İsa aleyhisselâm O'na dedi: "Allah'ın olan Rab'bi, bütün kalbinle, bütün canınla, bütün fikrinle seveceksin. Büyük ve birinci emir budur." demektedir. 42. âyetinde ise, bütün şeriat ve peygamberlerin bu emre bağlı olduğu, açıkça yazılıdır ve "baba" kelimesi Rab, Sahib ve Hakim demektir. İnsanın babası demek değildir.

Tevrat'ta, hakiki İncil'de, bütün semavi Kitablarda ve peygamberlerin şeriatlerinde bildirilen ilk emir ve vasiyet "Tevhid"dir. Yani, Allah'ın varlığına ve Bir'liğine iman etmektir. Şayet, ilk ve en önemli emir "teslis" olsaydı, Âdem aleyhisselâm ve O'ndan sonra gelen bütün Peygamberler aleyihimüssalât-u vesselâm bunu açıkça beyan ederlerdi. Oysa, peygamberlerden hiç biri böyle bir şey bildirmemişlerdir. Bu da gösteriyor ki, teslis fikri, sonradan ortaya çıkmıştır ve hakikatte böyle bir şey yoktur.

Ahd-i Cedid'in pek çok yerinde, Hıristiyanların teslis fikri ortadan kaldırılmakta ve İsa "Allah'a imanı ve O'nu her şeyden çok sevmeyi" emretmektedir. Tevrat'ta da Allah'ın 1 olduğunu bildiren pek çok yerler vardır.

Kitab-ı İstisna'nın (Tesniye'nin) bab 45, âyet 39 da: "Ve bu gün bil ve yüreğine koy, iyice inan ki, yukarıda göklerde ve aşağıda yerde Rab, o Allah'dır; başka yoktur." deniliyor. Bab 6, âyet 4'te "Dinle ey İsrail! Rab, 1 olan Rab'dır ve Allah'ın olan Rabbi bütün kalbinle, bütün canınla ve bütün kuvvetinle seveceksin. "kaydı vardır. Bab 43, âyet 10 ve devamında: "rab diyor: 'Siz, şahitlerim ve seçtiğim kulumsunuz. Ta ki, bilip, bana inanasınız ve Benim O olduğumu anlayasınız. Benden önce Allah olmadı ve Benden sonra olmayacak. Ben, Ben Rab'bim ve Benden başka Kurtarıcı yoktur. Rab diyor, Ben Allah'ım" denilmektedir. Bab 45, âyet 5'te ise: “Rab Benim ve başkası yoktur. Benden başka Allah yoktur." ifadesi yer alır.

Kitab-ı Eş'iya, bab 45, âyet 18'de: "Çünkü, gökleri yaratan Rab, dünyaya şekil veren ve onu yaratan, onu pekiştiren ve onu boşuna yaratmayan, üzerinde oturulsun diye ona şekil veren Allah şöyle diyor "Rab Benim ve başkası yoktur" demekte; 21 ve 22 âyetlerde ise şu ifade yer almaktadır: "Ben Rab değil miyim? Ve Benden başka Allah yoktur. Ey yeryüzünde olanlar! Hepiniz Bana dönünüz ve kurtulunuz. Çünkü, Allah Benim ve başkası yoktur." Bab 48, âyet 9'da da: "Allah benim, başkası yoktur. Ben Allah'ım ve Benim gibisi yoktur." deniliyor, "kitab-ı mukaddes"in "Ahd-i Atik" kısmına da inanan hıristiyanlara, bu âyetler, Allah'ın "BİR" olduğunu, eşi ve benzeri bulunmadığını kâfi olarak bildirmiştir. Hıristiyanlar ise üç tanrıya (teslise) inanmakla, bu âyetleri inkâr etmiş oluyorlar!

Markos İncili, bab 13, âyet 32'de İsa : "Fakat bu gün ve bu saat (kıyamet) hakkında ne gökteki melekler, ne oğul, Baba'dan başka kimse bir şey bilmez." deniliyor. Ancak, Babanın (yani Rabbin) bildiği açıklanıyor. Böylece, İsa kıyametin ne zaman kopacağını bilmediğini, ancak Allah'ın bunu bildiğini haber vermiştir. Bunu -bilmediğini- herkese bildirmekten çekinmemiştir. Oysa, Allah'ın oğlu ve Allah olduğuna inanılan kimse bunu bilmez mi? Bazı hıristiyanlar bu hususu çeşitli şekillerde te'vil etmek istemişlerse de, yaptıkları te'villeri kendileri de beğenmemişlerdir. Bu âyetler, aynı zamanda, ilim ve kudreti İsa aleyhisselâmın kendisinden kaldırarak, Allahü Teala'ya tahsis etmektedir.

Matta İncili, bab 19, ayet 16 ve 17'de: "Biri İsa'ya gelip dedi: "Ey Kerim olan Muallim! Ebedi hayata (Cennet'e) kavuşmam için ne iyilik yapayım?" İsa, O'na dedi: "Niçin bana kerim diyorsun? Bir olan Allah'tan başka Kerim yoktur. " Bu ayet, teslis inancını kökünden kazımaktadır.

İsa aleyhisselâmın bu sözleri, İngiliz ve Amerikan Bible (İncil) şirketlerinin 1886'da (Hicri 13O3'de) İstanbul'da bastırdıkları "Kitab-ı Mukaddes"de aynen yazılıdır. Birleşmiş Kitab-ı Mukaddes Cemiyetlerinin 1982 baskılı Kitab-ı Mukaddes'inde bu 17. âyeti: "İsa ona dedi: "İyilik için neden bana soruyorsun? İyi olan biri vardır." olarak yazmaktadır. Görüldüğü gibi "Allah'tan başka Kerim yoktur" ifadesi değiştirilmiştir. Allah'ın bir olduğunu sözü kaldırılmış, böylece, Kitab'ı Mukaddes'in her asırda yapılan değiştirmelerine bir yenisi daha eklenmiştir.

"Kitab-ı Eş'iya (İşaya)"nın bab 40, âyet 28'de: "Ey İsrail! Bilmedin mi; işitmedin mi? Dünyanın uçlarını (yeri-göğü) yaratan Allah, zayıflamaz ve yanılmaz. O'nun hikmetinin derinliğine erişilmez. "Bab 44, âyet 6'da: "Rab şöyle diyor: "İlk evvel Benim ve ahir son Benim ve Benden başka ilah yoktur." demektedir.

Kitab-ı Ermiya (Yeremya)'nın bab 19, âyet 10'da: "Fakat Rab, Hak Allah'dır. Hay, diri ve ebedi olan Melik'tir. Gadabından dünya titrer ve bu hale milletler dayanamaz. Gökleri ve yeri halk etmeyen ilahlar, yerin ve göklerin altında mahvolacaktır. Rab, yeri, kuvvetiyle yarattı. Dünyayı, hikmetiyle te'sis etti, Gökleri, ilmi ile yaydı." denilmektedir.

Ahd-i atikin bu âyetlerinden de anlaşılacağı gibi, Allah Bir'dir. Sonsuz kuvvet sahibidir. Hıristiyanlar, Allah kabul ettikleri İsa aleyhisselâmı öldürmekle kalmaz; aynı zamanda, öldükten sonra da insanların günahlarına kefaret olarak Cehennem'e sokarlar. İsa’nın Cehennem'e gireceğine Petrus'un birinci mektubunun 3. babından 18 ve 19. âyetlerini delil olarak getirirler.

Rahmetullah Efendi "İzharul Hak" adlı eserinde, hıristiyanların bu itikatlarını ve papazların bu husustaki yazılarını ve mektuplarını bildirirken, şöyle diyor:

"Meşhur Papaz Martiros, bir toplantıda: "İsa -hiç şüphe yok ki- bizler için, insanlığı (insan olmayı) kabul etmiştir. Bunun için, insanlara gelen ve gelecek olan bütün dert ve belalara katlanması lazımdı. Nitekim, hepsine katlandı. Bunun için, Cehennem'e girdi ve azad olundu. Cehennem'den çıkarken, kendisinden önce Cehennem'e girmiş olanların hepsini de beraber Cehennem'den çıkardı." demiştir. Bu hususta, hıristiyan fırkaları arasında itikat farklılıkları vardır. Böyle inandıkları bir zatı; her yerde hazır ve nazır, her şeye hakim ve malik bir Allah olarak kabul etmektedirler. Yuhanna İncili, bab 20, âyet 14 ve devamında: "İsa Meryem'e göründü ve O'na DAHA BABAMIN YANINA ÇIKMADIM? Fakat, kardeşlerime (havarilere) git ve onlara söyle. Benim babama ve sizin babanıza, benim Allah'ıma ve sizin Allah'ınıza çıkıyorum; dedi." denilmektedir. Bu âyetlerden de anlaşılmaktadır ki, İsa’nın kendine OĞUL ve Allah Teâlâya BABA tabirini kullanması, yalnız kendisi için değildir. Konuştuğu şivenin, lisanın bir özelliği olarak kullanılan MECAZİ bir tabirdir. Bu sözün zahiri manasına göre İsa, Allah'a oğul olmakta (böyle anlaşılmakta) ise de, aynı âyetlerde "BENİM ALLAH'IM VE SİZİN ALLAH'INIZ" diyerek, Allah'ı Mabud İlah olarak tanıdığını, yine bizzat İsa aleyhisselâm ifade etmiş olmaktadır. İsa, kendisi ile havarileri bir (yani, İNSAN OLARAK) saymış, (insanlık veya birer insan olma hususunda) ortak yapmıştır. Daha açıkçası, İsa bir insandan başka bir şey olmadığını bizzat ifade etmiştir. "BENİM BABAMA VE SİZİN BABANIZA" dedikten sonra, bu sözünden (Babam kelimesini kullanmasındaki) maksadının "BENİM ALLAH'IM VE SİZİN ALLAH'INIZ" demek olduğunu ve -kendisi de dahil olmak üzere- HEPSİNİN DE ALLAH'IN KULLARI OLDUKLARINI ortaya koymuştur. Böylelikle, havariler de ALLAH'A KULLUKTA, İsa aleyhisselâma ortak olmuşlardır. Allahü Teâlâ için "BABAMA" demesinden dolayı İsa İLAH OLARAK KABUL EDİLİRSE; aynı biçimde havarilere de "VE SİZİN BABANIZA" demiş olması nedeniyle, havarileri de BİRER İLAH, yahud da İsa aleyhisselâma ortak BİRER İLAH olarak kabul etmek icabedecektir. İsa hayatta iken havarilerin hiç birisi O'nu bir ilah olarak kabul etmemiş; O'na -haşa- Allah'ın oğlu dememiş ve O'nu Allah olarak da kabul etmemişlerdir. Hıristiyanlara göre bu vasıf, öldükten ve göğe çıkarıldıktan çok sonra kendisine verilmiştir. Bütün bunlar da açıkça göstermektedir ki; İsa Allah değildir. İbnullah (Allah'ın oğlu) da değildir. O ancak Abdullah'dır, yani, Allah'ın kuludur."

"Yahudilere: "Allah'ın indirdiği İncil ve

Kur'ân'a iman edin" denildiği vakit: "Biz, bize indirilen Tevrat'a iman ederiz" derler ve Ondan başkasını inkâr ederler. Halbuki o Kur’ân, onlardaki Tevrat'ı tasdik eden bir gerçektir. (Bakara-91)"

"Gerçekten, İbrahim'e insanların en yakını, zamanında O'na bağlı olanlarla, şu peygamber (Muhammed aleyhisselâm) ve O'na iman edenlerdir. Allah, mü’minlerin yardımcısıdır. (Al-i İmran- 68)"

"Kim İslamdan başka bir din ararsa (edinirse), o istediği (edindiği) din kendisinden kabul olunmaz ve âhirette de o, ebedî zarar (azap) çekenlerdendir. (Al-i İmran-85)"

"Allah uğrunda, gerektiği gibi cihad ediniz! Allah, dinini muzaffer kılmak için sizi seçti. Din işinizde, üzerinize bir güçlük de yüklemedi; (tıpkı) babanız İbrahim'in dininde olduğu gibi. Bundan evvelki Kitab'larda ve bu Kur'ân'da size, müslüman ismini Allah taktı ki, Peygamber size karşı şahit olsun. Siz de bütün insanlara karşı şahidler olasınız. Artık, gereği üzere namaz kılın, zekâtı verin ve Allah'ın dinine sarılın ki, Mevlâ'nız O'dur. O, ne güzel Mevlâ, ne güzel yardımcıdır.(Hacc-78)"



HIRİSTİYANLIK ESASLARI

Hıristiyanlığın itikat (inanç) esaslarının başlıcalarını şöylece sıralamak mümkündür:

1. İnsanlar günahkâr olarak doğarlar. Çünkü, ilk insan Hazreti Adem aleyhisselâm, Allah'ın celle celâlühü sözünü tutmamış ve bunun için de Cennet'ten kovulmuştur.

2. Hazreti Adem aleyhisselâmdan sonra gelen bütün insanlar bu günahı taşırlar.

3. İsa aleyhisselâm, insanları bu günahtan kurtarmak (temizlemek) için gelmiş olan Allah'ın oğludur.

4. Cenab-ı Allah, insanların günahını affetmek maksadıyla oğlunu haç'a gerdirmiştir.

5. Dünya, bir çile yeridir. Dünyada zevk ve sefa yoktur. İnsanlar çile çekmek ve ibadet etmek için yaratılmışlardır.

6. İnsanlar, Allah ile doğrudan doğruya temas edemezler. Allah'tan doğrudan doğruya bir şey isteyemezler. Ancak, rahip ve papazlar insanların yerine Allah'a yalvarabilirler ve bundan ayrı olarak onların günahlarını da affedebilirler.

7. Hıristiyanlığın başında Papa bulunur. Papa günahsızdır ve onun yaptığı her iş doğrudur.

8. İnsanlarda beden ve ruh ayrıdır. İnsanın ruhunu ancak papazlar temizler. Bedene gelince, o daima günahkar kalan çirkin bir şeyden başka bir şey değildir.

9. İşa-i rabbani (communion-kurban ayini).

10.Teslis (Trinity-üçleme) inancı.



***



"Halbuki, kendilerine açık deliller geldikten sonra,. aralarındaki zulüm ve hasetten dolayı ihtilafa düşenler, o Kitab verilenlerden başkası değildir. Onların, Hak hususunda ihtilafa düştükleri şeyde, Allah kendi, izni ile iman edenleri doğru yola hidayet buyurdu. Allah, dilediğini doğru yola iletir. (Bakara-213)"

"(Habîbim) de ki: “Ey Kitab ehli! Bizimle sizin aranızda müsavi bir kelimeye gelin. Şöyle ki; Allah'dan başkasına tapmayalım. Allah'ı bırakıp da birbirimizi rabler edinmeyelim." Eğer, kitab ehli bu kelimeden yüz çevirirlerse şöyle deyin: "Şahid olun. Biz, gerçek müslümanlarız." (Al-i İmran-64)"

"Kitab ehlinden bir gürûh da vardır; dillerini Kitab'a doğru eğer, bükerler ki siz o tahrif ettiklerini Kitab'dan sanasınız. Halbuki o, Kitab'dan değildir. Bir de: "Allah katındandır." derler. Halbuki o, Allah katından değildir. (Onlar) Allah namına, bile bile yalan söylerler! (Al-i İmran-78)"



HIRİSTİYANLIK İBADETLERİ

Hıristiyanlıkta kilise, toplumun ruhani ve cismani -maddi ve manevi- bütün hayatına hakim olmuştur. Şöyle ki:

1. Günahların itirafı. Kilisenin günahları itiraf ettirmesi ve papazın günah çıkarması, hayatta en az bir defa olmak üzere, kabul olunmuştur.

2. Vaftiz. Hıristiyanlıkta, baba-oğul ve aziz ruh adına vaftiz olmak da kilisenin emridir.

Bu iş, yüze su serpmek yahut da vücudu suya batırarak yapılır. Suyla yıkamak suretiyle yapılan vaftiz, İsa aleyhisselâmın vasıtasıyla insanların, kilise önünde imanını ilan etmiş olmaktadır.

Hıristiyanlar, vaftizin İsa aleyhisselâm tarafından konulduğuna inanırlar. Oysa, İsa aleyhisselâm ömrü boyunca hiç kimseyi vaftiz etmemiştir. Ayrıca hiç kimseye "vaftiz yapın" diye bir emir de vermiş değildir. Hıristiyan olmak için vaftiz yapılmasının şart olduğuna inanan hıristiyanlar, vaftiz işini "baba-oğul-ruh'ul kuds" adına yaparlar. Vaftiz, hıristiyanlara göre, İsa aleyhisselâmın manevi vücudu (ilahlığı) ile vücudunun (bedeninin) birleşmesi ve ruh-ul kuds ile yeniden doğmasıdır. Aslî suç dedikleri ve ta Hazreti Âdem aleyhisselâmdan geldiğine inandıkları suçun, vaftiz ile affedileceğine inanırlar. Vaftiz, kilisede yapılır. Vaftiz edilme yaşı da farklılıklar gösterir. Bazıları bu işi, suya batırarak, bazıları su serperek ve bazısı da su dökerek yaparlar. Hıristiyanlar, vaftiz yapılmadan ölen kimsenin, günahkâr olarak öldüğüne inanırlar. Burada, ruhaniyete dair hiç bir mana yoktur.

3. Nikâh kıymak. Nikâh kilisede kıyılır. Kilise dışında yapılan nikâhlar meşrû değildir. Böyle yapmayanlar, nikâhsız kabul edilirler.

4. Ölüye mukaddes yağ sürmek. Ölüm döşeğindeki bir kimseye, din adamının zeytinyağı sürmesi vazifesidir.

5. İncil okumak. Papaz, İncillerden bir bölüm okumakta, hazır olanlar da anlamadan bunu dinlemektedirler.

6. İşa-i rabbani (communion ayini). Ekmeği kırıp, üzerine şarap dökerek yemektir. Bu da, İsa aleyhisselâmın taraftarları (havariler) ile birlikte, son gece yediği yemeği temsil eder.

Önceleri senede bir defa yapılan bu ayini, kilise, her hafta yapılan bir ayin şekline dönüştürdü. İşa-i rabbani, hıristiyanların din esaslarındandır. Onlara göre, İsa aleyhisselâm, her biri hakiki olan 3 ilahdan biri olduğundan; hıristiyanlar da bu ayin ile O'nun (İsa'nın) etini yemek ve kanını içmek suretiyle O'nunla birleşmiş olurlar. Böylece -haşa- Allah'ın oğlunu kurban etmiş olmak suretiyle, günahlarının affedilmiş olacağına inanırlar. Yani mayalı ya da mayasız bir parça ekmek ile, bir miktar şaraba, papaz okuduğu zaman; ekmek, aynı ile İsa aleyhisselâmın eti ve şarab da O'nun kanı olurmuş.

"Bunun böyle olduğu Matta İncili'nin 26. babının, 26. âyetinde ve devamında; Markos İncilinin 14. babının, 22. âyetinde ve devamında; Luka İncili 22. babının 19. âyeti ve devamında yazılıdır." diyorlar. Oysa, bu İncillerde, İsa aleyhisselâm hayatta iken icra edilmiş bir vakıa bildiriliyor. "Benden sonra sizler de böyle her zaman beni kurban ederek günahlarınızı affettiriniz" diye bir kayıt yoktur. Ekmek ve şarabı aralarında paylaşarak yerler; içerler. Böylelikle, İsa aleyhisselâm kurban edilmiş ve O'nun eti ve kanı yenilmiş ve içilmiş oluyormuş. Bu hususta, Luka İncili, bab 22, âyet 19'da: "Benden sonra, hatırlanmam için bunu yapın." yazılı ise de, "Bunu, günah affı sebebi ve iman esası haline getiriniz" diye de bir kayıt yoktur.

Bu mes'elede, yani ekmek ve şarabın -güya- et ve kana dönüşmesi ve böylelikle, İsa aleyhisselâmın kurban edilmiş olması meselesinde, kiliseler ve fırkalar arasında da muhtelif farklılıklar yardır. Bazılarının itikadına göre, yalnız ve sadece ekmek ile şarab İsa aleyhisselâmın etine ve kanına dönüşebilir ve kâmilen İsa aleyhisselâm olurmuş.

Yeryüzünde binlerce papaz, aynı anda ellerindeki ekmeklere okuyarak, mukaddes hale getirdiklerinde, her bir papazın -ayrı ayrı- meydana getirdikleri birer İsa aleyhisselâm, ya birbirinden başka yahut birbirlerinin aynısıdırlar. Birbirlerinden ayrı olmaları, hıristiyan inancına göre batıldır. Zira, bu durumda pek çok Mesihler, pek çok ilahlar meydana gelmektedir. Birbirlerinin aynısı olmaları ise, işin aslına ve eşyanın hakikatine uygun değildir. Çünkü, bunlardan her birinin maddesi diğerlerinin maddesinden ayrıdır. Bir cismin aynı anda değişik mekânlarda bulunamayacağı, açıkça bilinen bir hakikattir. Bunun için binlerce yerlerde okunan ekmekler de "BİR TEK MESİH" olamazlar. Bu bile, hıristiyanların inancına göre batıldır. Çünkü onlar, "BİR TEK İSA'NIN" varlığına inanmaktadırlar; birkaç ya da birçok İsa'nın değil...

Bir papaz, ekmeği 3 parçaya ayırıp, her parçayı başka bir şahsa verdiği zaman; ekmeğe okumakla -güya- meydana gelmiş olan Mesih, ekmeğin parçalanması ile ya parça parça olur veya her bir parça ayrıca bir Mesih olur. Birinci ihtimale göre, ilah parçalanmış olur. İlahın parçalanabileceğine inanmak ise, hiç bir dine uygun bir inanış değildir. İkinci ihtimale göre ise, parçalanan ekmek -parçalanmış olmasına rağmen- bir tek Mesih haline dönüşmüştür. Ekmek, parçalanarak taksim edilince, müteaddit Mesihler nereden çıkmaktadır?

Hıristiyanların inancına göre, İsa aleyhisselâm insanları kurtarmak için bîr insan olarak aleme geldi ve kendini feda etti. Şimdi, papazların kiliselerde yaptıkları işa-i rabbani kurbanı, vaktiyle, yahudilerin haç üzerine gerdikleri kurbanın aynısı olursa, İsa aleyhisselâm hayatta iken havarilere ekmeği yedirmesi ve şarabı içirmesi ile icra olunan işa-i rabbani, insanların, günahlarından kurtulmalarına kâfi gelirdi. İsa aleyhisselâmın yahudiler tarafından haça gerilmek suretiyle kurban edilmesine ve dünyanın her yerinde, papazların kurban ayinleri yapmasına gerek kalmazdı. İnsanların günahlarının affı için, İsa aleyhisselâmın kendisini 1 defa kurban ettiği, bunun -sadece- 1 defa zuhur (tecelli) ettiği (vuku bulduğu), "İbranilere Mektub"un, 9. babının sonunda yazılıdır. Bu da göstermektedir ki; hıristiyanların kendi kitapları da birbirleriyle çelişki içerisindedirler,

Hıristiyanlıkta günlük ve haftalık ibadetlerin yanında, senelik ibadetler de vardır. Günlük ibadet, önceleri günde 7 defa iken, günümüzde her gün 2 defa olmak üzere, kilisede ibadet ve dua vardır. Sabah ve akşamları yapılan bu ibadetler için tesbit olunmuş, belirli bir vakit yoktur. Günlük ibadet 1 saat yapılan -haftalık- ibadettir. Bu ibadet, toplu olarak yerine getirilir. Pazar ayininde va'z-u nasihatlere de yer verilir. Vaftiz ve diğer ruhani merasimler de hep pazar günleri yapılır. Düğün merasimleri ise, dünyevi olduğu için ikindiden sonraya bırakılırlar.

"Kendilerine Kitab verdiğimiz kimseler, o Kitabı hak olduğunu bilerek okurlar, işte onlar, tahrif yapmaksızın, Kitab'larına iman edenlerdir. Her kim de Kitab'ı inkâr eder ve değiştirir (tahrif eder)se, onlar, dinlerinde ziyan edenlerdir. (Bakara-121)"

"Kendilerine Kitab verdiklerimiz, Hazreti Peygamber'i, öz oğullarını tanır gibi tanırlar. Böyle iken, içlerinden bir topluluk, bile bile hak ve hakikati gizlerler. (Bakara-146)"

"(Ey Habibim) de ki: "Ey ehli Kitab! Niçin Allah'ın âyetlerini inkâr ediyorsunuz? Allah ise, yaptıklarınızı görmektedir? (Al-i İmran-98)"


HIRİSTİYAN BAYRAMLARI

Hıristiyanlıkta başlıca 5 önemli bayram vardır:

1. Noel Bayramı. Hazreti İsa aleyhisselâmın doğum günü olarak kabul edilir. Her sene, Aralık ayının sonunda yapılır.

2: Paskalya Yortusu. Hıristiyanlıkta, İsa aleyhisselâmın, ölümünden üç gün sonra dirildiğine inanılır. Paskalya, bunun hatırasıdır. Nisanın 15'inden sonraki Pazar gününe tesadüf eder.

3. Trasfiguration Günü. Paskalya'dan 100 gün sonradır. Şekil değiştirme günüdür.

4. Meryemana Günü. 15 Ağustosa yakın Pazar günü yapılır. Bu günde, kadınlar ve kızlar tarafından Meryemana’nın iffeti, temsili olarak gösterilir.

5. Haç Yortusu. Eylül ayının 15'inde olur. Kudüs'ten İran'a götürülen haçların alınmasıyla ilgilidir.



***



"Düşmanlıkta ileri gidenler(i) müstesna olmak üzere, yahudi ve hıristiyanlarla (yumuşak ve tatlı söz söyleyerek) en güzel şekilde (Hakkı anlatarak) mücadele edin. Bir de (onlara) deyin ki: "Biz, hem bize indirilene, hem de size indirilene iman ettik. Bizim İlahımız ve sizin İlahınız Birdir. Biz, yalnız O'na itaat ederiz. (Ankebut-48)"

"Yahudiler, Kur’ân'ı anlamak ve bu Kelâm'ı kabul etmek hususunda "Kalplerimiz örtülü ve kılıflıdır" dediler. Öyle değil! Bilakis, Küfürleri sebebiyle Allah, onları rahmetinden kovmuştur! Onlardan ancak az kimseler iman ederler. (Bakara-88)"

"De ki: "Ey ehli Kitab! Siz, ancak şunun için bizden hoşlanmıyorsunuz. Biz, Allah'a, bize indirilene ve bizden daha önce indirilmiş olana iman ettik de ondan. Sizin çoğunuz ise, imandan çıkmış fasıklarsınız!" (Maide-59)"



İSLAMİYET VE NOEL

Bizans İmparatoru Büyük Konstantin'in İsa aleyhisselâmın doğduğu gece olduğunu iddia ederek hıristiyanlık dinine karıştırdığı ve bayram günü olarak ilan ettiği ve Miladi yıl başlangıcı kabul edilen 1 OCAK gününe NOEL, Alman diliyle de SİLVESTER denir. Türkçe olarak buna YILBAŞI denilmektedir. Bilindiği gibi, bu günü esas alarak hazırlanan takvime de MİLADİ TAKVİM adı verilmektedir.

Büyük Konstantin, önceleri putperest idi. M.S. 313 yılında hıristiyanlığı kabul etmiş ve İstanbul şehrini büyültüp, imar ederek; şehre Konstantiniyye adını vermişti, o zamanlar ortaya çıkmış bulunan bir sürü ve birbirinden ayrı İncillerin birleştirilmesi için bir Konsil toplatmış; İncil adedini ancak 4'e kadar indirtebilmiştir.

Noel gecesinin de YILBAŞI olmasını kabul etmek suretiyle yeni bir hıristiyanlık dini kurulmuştur. Aslında, dünyanın güneş etrafında dönüşü esnasında 1 OCAK tarihinin hiç bir özelliği yahud da hususiyeti yoktur. Bu tarihin sene başı ya da yılbaşı olması için de ayrıca hiçbir KOZMOGRATİF MAHİYET veya durum da bulunmamaktadır. Kudüs civarında dünyaya gelmiş olan İsa aleyhisselâmın doğum tarihi hakkında, o zamanın edibleri olsun, münevverleri olsun eserlerinde hiç bir kayıt düşmemişlerdir. En küçük vakıaları bile yazmayı ihmal etmeyen Roma tarihçilerinin, Hazreti İsa aleyhisselâm gibi büyük bir peygamber hakkında DERİN BÎR SESSİZİK SERGİLEMİŞ OLMALARI şayan-ı dikkat bir hadisedir. Yunanca ve îbranice eser yazmış olanlarda da aynı LAKAYDİLİK ve aynı İLGİSİZLİK görülmektedir.

Hıristiyanların mukaddes kitabı İncil 1 tane değildir ve bütün İncillerde Hazreti İsa aleyhisselâmın doğumu hakkında en ufak bir kayda rastlanmamaktadır. DOĞDUĞU GÜNÜ BIRAKIN, DOĞDUĞU SENE HAKKINDA BİLE KAPALI VE ANCAK TAHMİNLER YAPILABİLECEK -kesin olmayan- malumatlar vardır. İncillerin birinde, Hazreti İsa aleyhisselâmın, yahudi krallarından birinin zamanında doğduğu yazılıdır. Roma kaynakları ise, bu kralın milattan önce öldüğünü haber vermektedir. 2 İncilde ise, BU HUSUSTA DA HİÇ BİR KAYIT MEVCUT DEĞİLDİR!

Miladi tarih, 6. yüzyıla kadar hiç kullanılmamıştır. Milattan 525 sene sonra Denys adındaki bir rahib, miladi tarihi kullanmıştır. Tarihçiler, uzun süre ya Roma'nın kuruluşunu ya da Tevrat'ta dünyanın kuruluşu olarak kabul edilen başlangıcı takvimlerine esas almışlardır. Eser yazanlar, 18. yüzyıla kadar bu ölçülere göre hareket ettiler. Sorbon Üniversitesi profesörlerinden Gungnebert şöyle diyor: "Hazreti İsa'nın miladın 15 yıl öncesinde veya sonrasında doğduğu ispatlanamaz. "DOĞUM YILI TESBİT EDİLEMEYİNCE, DOĞUM GÜNÜNÜN DE HESAPLANAMAYACAĞI GAYET AÇIKTIR.”

Bazı kaynaklarda "EFLATUN, İSA aleyhisselâm ZAMANINDA YAŞAMIŞTIR" denilmektedir. Avrupa kaynaklarına göre ise "EFLATUN, İSA aleyhisselâmın DÜNYAYA GELMESİNDEN 347 SENE ÖNCE ÖLMÜŞTÜR." kaydına rastlamaktayız. Platon adıyla da bilinen Eflatun'un dersleri meşhur olduğundan, O'nun ölüm zamanına inanılır. İsa Peygamberin dünyaya gelmesi gizli oldu. Dünyada -33 yıl gibi- az bir zaman kaldı ve göğe çıkarıldı. Hayatta olduğu müddetçe kendisine az kişi iman etti. İman edenler de son derece gizli olarak yaşadılar. Bunun içindir ki, milad yani noel gecesi KESİN ve DOĞRU olarak anlaşılamamıştır.

Birinci kanun (kanunuevvel-aralık) ayının 25'inde veya ikinci kanun (kanunusani -ocak) ayının 6'sı veyahut da başka bir gün olduğu tahmin edildiği gibi; bugünkü miladi senenin yani, miladi takvimin başlangıç tarihinin 5 sene noksan olduğu da çeşitli kaynaklarda, Hasbi Bey'in 1915 baskılı Kozmografya Kitabında ve Takvim-i Ebuzziya'da yazılıdır.

Bütün bunlar da göstermektedir ki; Miladi yıl, müslümanların senesi olan HİCRİ YIL gibi "KESİN VE KATİ olmayıp; günü de, senesi de ŞÜPHELİ ve YANLIŞTIR.

Burhan-ı Katı ve büyük alimlerden İmam-ı Rabbani'nin bildirdiklerine göre, bilinen ve kabul edilmiş olan miladi sene -gerçek miladi seneden- 300 seneden fazla noksandır, Yine ona göre; Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem ile İsa aleyhisselâm arasındaki zaman, iddia edildiği ve sanıldığı gibi 570 veya 571 yıl değil en az 1000 yıldır.

İsa aleyhisselâmın doğum günü kesin olarak belli olmadığına göre, O'nun doğum günü olarak kutlanan "noel"inde efsaneden öte bir şey olmadığı gayet açıktır. Ayrıca, İslamiyette (İslam dininde) güneş yılının (miladi takvimin) ayları içerisinde sayılı (mübarek) bir gün de yoktur. Örneğin, Martın 20. NEVRUZ GÜNÜ, Mayısın 6. HIDIRELLEZ GÜNÜ'nün mübarek kabul edildiği veya öyle zannedildiği yerler vardır. Bu günlerin müslümanlarla -Müslümanlıkla -yakından ya da uzaktan- bir ilgisi- ilişkisi yoktur ve bu günler, müslümanlıkta değerli ve mübarek gün sayılmazlar. Bunun gibi, noel gününün (yılbaşının) ve gecesinin de dinimizde hiç bir yeri -ve anlamı- yoktur.

İSLAMİYET, müslümanların, imanlarında ve ibadetlerinde, müslüman olmayanlara benzemelerini; onları bu hususlarda taklit etmelerini; onların din ve ibadetlerinin alâmeti olan şeyleri yapmayı da, kullanmayı da KESİN OLARAK YASAKLAMIŞTIR. Ancak, kâfirlerden her hangi bir kavmin bir memleketin adet olarak yaptıkları ve kullandıkları şeylerden, İslama ters düşmemek, İslamda haram olmamak ve kâfirlerin itikat ve ibadet konularına ilişkin olmamak kayıt ve şartı ile, İNSANLARA FAYDALI OLANLARINI YAPMAK ve KULLANMAK "İslama göre" günah veya haram değildir. Çeşitli eşya ve aletleri, binek vasıtalarını kullanmak... gibi.

Hinduların bayram günlerine ve ateşe tapanların kutsal günlerine ve hıristiyanların noel gecelerine, paskalyalarına, faşinglerine ve diğer dini gün ve gecelerine hürmet etme ve o zamanlarda onların adetlerini onlar gibi yapmak, onları taklit etmek, bu günleri müslüman bayramı zannederek (ya da kabul ederek), o günlerde onlar gibi birbirine hediye göndermek, eşyalarını ve sofralarını onlar gibi süslemek, o geceleri diğer normal gecelerden ayırd etmek BÜYÜK GÜNAHTIR VE DE HARAMDIR.

"Bezzaziyye" fetvasında bu konuda deniliyor ki: "Nevruz Günü, mecusilerin (ateşe ve şeytana tapanların) bayramıdır, O gün, mecusilerin yanına gidip; onların yaptıklarını yapmak KÜFÜRDÜR. O GÜN BAYRAM YAPAN MÜSLÜMANIN İMANI GİDER DE BUNDAN HABERİ OLMAZ!" .

Noel günü ve gecesinde ve kâfirlerin paskalya ve yortularında, onlar gibi bayram yapanın da imansız olacağı, BU FETVADAN AÇIKLIKLA ANLAŞILMAKTADIR!.

Cenab-ı Allah, Kur’ân-ı Azimüşşan'da, meâlen şöyle buyurur: "Biz, Allah'ın varlığına, birliğine, her şeyi yaratanın O olduğuna inandık (iman ettik); müslüman olduk, diyenlerin çoğu, başkalarına itaat ve ibadet ederek ve daha bir çok sözleri ve hareketleri ile müşrik oluyorlar!"

İslam düşmanları, MÜSLÜMANLARI ALDATMAK İÇİN- kâfirlerin adetlerini ve bayramlarını "Müslüman adeti, müslümanların mübarek günü" demek suretiyle, bunların İslamiyetin asla kabul etmediği BOZUK İNANÇ VE ADETLER OLDUĞUNU gizlemeye ve örtmeye çalışmaktadırlar. Büyük Konstantin'in hıristiyanhk dinine karıştırdığı "noel gecesini" ve Cemşid'in ortaya çıkardığı (uydurduğu-icad ettiği) Nevruz günü denen mecusi bayramını "Milli Bayram (?!)" olarak tanıtıyorlar. Müslümanların da bu günlerde bayram yapmalarını istiyorlar. Genç ve saf müslümanlar, bunlara aldanmamalıdırlar. Bunlara kanmamalı; kapılmamalıdırlar!

Meşhur (FARZ) olan din bilgilerini (EMİR VE YASAKLARI) bilmediği ve öğrenmediği için aldananlar (bu oyuna gelen ve bu tuzaklara düşenler) CEHENNEMDEN KURTULAMAYACAKLARDIR! Cenab-ı Hak, bu gün, dinini her tarafa duyurmuş, imanı, helali, haramı, farzları, güzel ahlakı... öğrenmek pek kolaylaşmıştır. Bunları, lüzumu ve gerektiği kadar öğrenmek, kadın olsun, erkek olsun HER MÜSLÜMANA FARZDIR. Bunları öğrenmeyip ya da öğrenmekte ihmalkâr ve tembel davranıp cahil kalanlar, FARZ OLAN BlR VAZİFEYİ TERK ETMİŞ OLACAKLARI İÇİN MES'ULİYETTEN KURTULAMAZLAR! Bunları öğrenmeye lüzum görmeyenler ve buna ehemmiyet vermeyenler İMANSIZ OLURLAR!

"Muharrem Ayı"nın 1. gecesi, müslümanların "Kameri Yılbaşı (Hicri Yılbaşı)" gecesidir. Müslümanların "şemsi yılbaşı (miladi yılbaşı)" gecesi de "20 Eylül" gecesidir. Muharrem ayı, İslam kameri (hicri) yılının birinci ayıdır. Yani, hicri yılın 1. günü, Muharrem ayının 1. günüdür.

Kâfirler, kendi yılbaşıları olan ocak ayının 1. gecesinde "noel baba" yapıyorlar. Güya, hıristiyan dininin emrettiği -ve fakat, aslında sonradan icad edilerek hıristiyanlık dinine sokuşturulmuş- küfürleri işliyorlar. Bu gecede -kendi itikatlarınca- tapınıyorlar, ya da eğleniyorlar.

Müslümanlar da kendi yılbaşı (1 Muharrem) gece ve günlerinde hediyeleşir, tebrikleşir, birbirlerini ziyaret eder, musafaha yaparlar. Yılbaşını gazete ve mecmuaları ile kutlarlar. Yeni yılın biribirlerine ve bütün müslümanlara hayırlı ve bereketli olması için dualar ederler. Büyüklerini, akrabalarını, alimlerini... ziyaret ederek; onların hayır dualarını alırlar. O gün, bayramlardaki gibi temiz giyinirler. Fakirlere sadakalar verir ve geçen bir yılın, hatta ömürlerinin bir muhasebesini yapar; tevbe ve istiğfarda bulunarak, Allah'ın af ve rahmetine sığınırlar...



***



"Onlar (ehli kitab olan yahudi ve hıristiyanlardan kimileri vardır) ki, yanlarında bulunan Tevrat ve İncil'de adını yazılı (olarak) buldukları (ve görüp, okudukları) ümmi (okuma yazması olmayan) Peygamber (olan) o Rasül'e (Muhammed aleyhisselâma) tâbî olurlar. O (Peygamber) kendilerine iyiliği emrediyor; onları fenalıktan (münhkerden) alıkoyuyor. Onlara (nefslerine) haram ettikleri temiz şeyleri helal, (ve) murdar şeyleri de üzerlerine haram kılıyor. Onların ağır yüklerini, üzerlerindeki bağları indiriyor ve onlar ki O’na iman ederler; O'na yardım ederler ve kendisine indirilene tâbî olurlar. İşte bunlar kurtulanlardır. (A'raf-157)"

"Yahudiler, hıristiyanlar ve müşrikler: "Allah, çocuk edindi" dediler. Allah, o zalimlerin bu sözünden münezzehtir. Doğrusu, göklerde ve yerde ne varsa hepsi O'nundur; hepsi, O'nun emrine boyun eğmişlerdir. (Bakara-116)"

"Ey iman edenler! Gerçekten, yahudi bilginlerinden ve hıristiyan rahiplerinden çoğu, insanların mallarını haksızlıkla yerler ve Allah yolundan çevirirler. Bir de altını ve gümüşü biriktirerek saklayıp, onları Allah yolunda harcamayan kimseler; işte bunları acıklı bir azab ile müjdele! (Tevbe-34)"

"And olsun ki; Allah, O, Meryem'in oğlu Mesih'tir diyenler, şüphesiz kâfir olmuşlardır. (Maide-17)"



HIRİSTİYANLIK MEZHEPLERİ

Günümüzde, her biri, ayrı bir dinin ortaya çıkışı gibi görülen hıristiyanlık mezheplerinin en önemlileri; katolik, ortodoks ve protestan mezhepleridir. Bunlar, ayrıca çok kollara da ayrılmışlardır.



KATOLİK MEZHEBİ

Bu mezhep, Katolik Roma Kilisesi tarafından temsil edilir. Zirvesinde Papa bulunur. Papa, ruhani bir devletin başkanıdır (Vatikan). Papadan sonra kardinaller, piskoposlar ve rahipler gelir. Bunlar, ruhban sınıfını oluştururlar. Rahiplerin özel görevleri arasında evlenmek de vardır. Katolik inancında "baba-oğul-aziz ruh (teslis)" inancı esastır. Vaftiz, tevbe, çile, evlenme, papazlığa tayin ve ölülere yağ sürmek.. gibi törenler; başlıca takdis ayinleridir. Hıristiyanların, papazlara günah çıkarttırma, mecburiyetleri vardır. Merkezi, Vatikan olan Katolik Kilisesi, kendini, hıristiyanlığı dünyaya yayan tek evrensel kilise sayar. Katolik Kilisesine Batı ve Latin Kilisesi denildiği gibi; Petrus'un Kilisesi de denilmektedir.



ORTODOKS MEZHEBİ

Bu mezhep, Ortodoks Kilisesince temsil edilir. Bu kiliseye ayrıca, Şark, Yunan ve Roma Kilisesi de denir. Merkezi İstanbul'dur. Ortodoks Kilisesi Katolik Kilisesinden kesin olarak XI. asırda (M.S. 1054) ayrılmıştır. Katolik Kilisesine göre kutsal ruh; baba ile oğuldan çıkmıştır. Ortodoks Kilisesi, Meryem'in bir erkekle münasebette bulunmadan hamile oluşu ve papanın yanılmazlığı gibi görüşleri red eder. Papazlar, genellikle evlenir. Halk, ekmek ve şarapla işa-i rabbani (communion-kurban ayini) yapabilir.



PROTESTAN MEZHEBİ

Bu mezhebi temsil eden kiliseye İncil kilisesi denir. Bu isim, bu kiliseye mensup olanların İncil'den başka bir şeye inanmadıklarına işaret eder. Protestanlarca herkes İncil'i okuyup anlar.

Luther adındaki Alman Papazı da 1517'de Roma'daki papaya isyan edince, kiliselerin bir kısmı buna uydular. Bunlara da Protestan kiliseleri denildi. Luther'in başlattığı bu hareket; İngiltere'de Anglikanizm Kilisesini, Fransa'da ve İsviçre'de de Kalvinizm'i ortaya çıkarmıştır.

Protestan Kiliseler, papanın otoritesini red ederler. Tanrıya ulaşmak için, hiç bir kilise adamının aracılığını kabul etmezler. Papazları evlenirler. Günah çıkarmak, umumiyetle kaldırılmıştır. En yüksek otorite Kitab'tır. Protestanlık, Almanya'da, kuzey Avrupa ülkelerinde ve kuzey Amerika'da yayılmış bulunmaktadır.

Hıristiyanlık mezhepleri arasında, tarihte çok şiddetli mücadeleler olmuştur. Örneğin, Saint Bartelmy yortu günü olan 1572 senesi, 14 ağustosunda 9. ŞARL ve KRALİÇE KATERİN'in emri ile Paris ve civarında 60.000 PROTESTAN ÖLDÜRÜLDÜ. Böyle, nice işkencelerde dökülen hıristiyan kanları, müslumanların savaş meydanlarında döktüğü hıristiyan kanlarından fazladır.



***



"Ey iman edenler! Yahudilerle, hıristiyanları dost edinmeyin! Onlar, birbirlerinin dostlarıdır. İçinizden kim onları dost ve yardımcı edinirse; o da onlardandır! Allah, düşmana dostluk etmekle, nefislerine zulmedenleri, Hak Yoluna eriştirmez! (Maide-51)"

"Onlar, alimlerini (hahamlarını) ve rahiplerini, Allah'tan başka rabler edindiler. Meryem oğlu Mesih'i de (öyle). Halbuki, onlar da, BİR olan Allah'a ibadet etmekle emrolunmuşlardı. (Tevbe- 31)"

"(Ve demiştik ki) İncil ehli, Allah'ın indirdiği İncil'deki (Kur’ân ehli de Kur’ân’daki) hükümlerle hüküm versin (hükmetsin)ler. Kim (ki) Allah'ın indirdiği hükümlerle hüküm vermez (hükmetmez)se; işte onlar, fasıkların kendileridir. (Maide-47)

"(Mü'minlerin) İncil'deki vasıfları da şu: "Onlar, filizini çıkarmış bir ekine benzerler. Derken, o filizi kuvvetlendirmiş te kalınlaşmış; nihayet, gövdeleri üzerinde doğrulup kalkmış." (Bu durum) ekincilerin hoşuna gidiyor. (Fetih-29)"

"Ey kendilerine Kitab verilenler! İndirdiğimiz Kur’ân'a iman edin ki O, beraberinizde olan Tevrat'ı (da İncil'i de) tasdik edicidir. (Nisa-47)"


 

İNCİL'İN DEĞİŞTİRİLMESİ

İsa aleyhisselâma gönderilen ve İbrani dilinde (İbranice) olan HAKİKİ İNCİL, tek Kitap'tı ve bu hakiki İncil, bugün mevcut değildir.

Bolüs (Paulos) adındaki bir yahudi, Hazreti İsa aleyhisselâma inandığını söyleyerek ve hıristiyanhğı yaymaya çalışıyor görünerek, gökten inen hakiki İncil'i yok etti. 4 kişi ortaya çıkarak, 12 havariden işittiklerini yazdılar ve neticede İncil adını taşıyan 4 tane Kitab meydana geldi ise de; Bolüs'ün yalanları bunlara da karıştı. Böylelikle, İsa aleyhisselâmın hak olan dini az zaman sonra, yahudiler tarafından sinsice değiştirilmiş oldu! Barnabas adındaki bir havari, İsa aleyhisselâmdan işittiklerini ve gördüklerini -Bolüs'ün tesiri altında kalmadan- doğru olarak yazdı.

Yahudi olan Bolüs'ün yaptığı tahrifatların yanında, başka sebepler de İncil'in bozulmasında etkili oldu. İncil üzerinde yapılan ilmi tetkiklerden de anlaşılacağı gibi; İncil, Yunancaya ve Latinceye çevrilince, o zamana kadar yüzlerce tanrısı olan putperest Romalılar ve Yunanlılar, Bir olan İlah adedini -haşa- çoğaltmak istediler. Hakiki İncil'deki BİR ALLAH İNANCININ Yunanca tercümede 3'e çıkarılmasına, Yunanlıların Eflatun felsefesine olan derin bağlılıkları sebep olmuştur.

Bilindiği gibi, hıristiyanlık akidesinin esası olan Mukaddes Kitaplar, Ahd-i Atik ve Ahd-i Cedid olmak üzere 2 kısma ayrılır.

Ahd-i Atik adındaki kısım, semavi Kitab olan Tevrat'tan alındığı bildirilen parçalar ile, Beni İsrail Peygamberlerine isnad edilen hikâyelerden meydana gelmiştir. Ahd-i Cedid ise, 4 incil ile bazı havarilerin Bolüs'ün etrafındaki yerlere gönderdikleri iddia olunan bir kısım mektuplar gibi risalelerden ibarettir. Ahd-i atik Kitaplarının tahrif edildiği; yani, değiştirildiği, hıristiyanlar tarafından dahi tasdik edilmiştir.

"İsa'nın Hayatı" -"Hıristiyanlık Talimi" ve "İsa'nın Yeni Hayatı" gibi eserler yayınlamış olan Alman protestan tarihçilerinden Strauss, şöyle demektedir: "İseviliğin ilk yayıldığı zamanlarda hıristiyanlar, yahudiler tarafından çeşitli zamanlarda değiştirilmiş Ahd-i Atik'i Yunancaya tercüme ettiler. Bu tercüme, o zaman Beni İsrail'in ellerindeki İsrailiyyat Kitablarına uymuyor diye, yahudiler buna karşı çıktılar. Hıristiyanlar, yahudileri susturacak cevaplar bulmak için, Ahd-i Atik'in bu Yunanca tercümesine, yeniden ilaveler yaptılar. Örneğin, İsa aleyhisselâmın babaları diyerek, bazı isimler Zebur'a kondu. İsa aleyhisselâmın Cehennem'e girmesi kısmı Ermiya Kitabına yerleştirildi. Yahudiler, bu tahrifleri görüp: "Bunlar bizim Kitaplarımızda yoktur" diye feryat ettikçe; hıristiyan papazları da: "Ey Allah'tan korkmaz hilekârlar! Siz, Kütüb-i Mukaddese'yi tahrif etmeye cesaret ediyorsunuz!" diyerek, Yahudilere saldırdılar. Daha sonra, yahudiler ile hıristiyanlar arasındaki bu çekişme ilerledi. Hıristiyan papazlardan bir kısmı da -zamanla- şüphe ve terüddüde düştüler. Bunun neticesi olarak, hıristiyanlar, birçok fırkalara bölündüler. Bu ihtilaflar, aralarında büyük savaşlar yapılmasına -dahi- neden oldu."

M.S. 325 yılında Bizans İmparatoru Büyük Konstantin'in emriyle 319 papaz İznik'te bir mecliste toplandılar. Her birinde bir çok şüpheler ve zıtlıklar bulunan İncil nüshaları hakkında meşveret ve tahkik için işe başladılar. Papazlar, bu mecliste İsa aleyhisselâmın uluhiyyetini kabul ettikleri gibi; İsrailiyyat Kitablarından tercüme ettikleri kısımları da karıştırarak İncilleri 4'e indirdiler. Kabul ettikleri bu 4 İncilin dışındaki diğer İncillerin şüpheli olduklarına karar verdiler.

M.S. 364'te Lodisiye isimli bir meclis daha toplandı. Bu meclis, Ahd-i Atik Kitablarını kabul ettikten sonra, İznik meclisinde red edilen 7 tane İncil Kitabının da sıhhat ve doğruluğunu kabul ve tasdik etti. Bunlar: "Kitab-ı Ester, Risale-i Ya'kub, Petrus'un 2. Risalesi, Paulos'un İbranilere yazdığı Risale"dir. Bu kitabların ve mektupların (risalelerin) doğruluğunu her yere ilan etiler. Yuhanna'nın "Müşahedeler" yani, Vahiy Kitabı, 325 ve 364 senelerinde toplanan her iki mecliste de kabul edilmeyip, şüpheli kaldı.

M.S. 397'de Kartaca'da 126 kişiden oluşan bir meclis daha toplandı. Bu meclis, önceki 2 meclisin şüpheli ve uydurma gözüyle bakıp, red ettikleri kitablardan birkaç tanesinin doğruluğunu kabul etti. Bunlar "Kitab-ı Tubiya, Kitab-ı Baruh, Kitab-ı Kilisai, Kitab-ül Makabiyyin, Kitab-ı Müşahedat-ı Yuhanna (Vahiy kitabı)"dır. Kartaca meclisinde, bu kitapların kabulünden sonra, şüpheli damgası yemiş olan kitaplar, bu kez, bütün hıristiyanlarca makbul oldu.

Bu durum 1200 yıl kadar öylece devam etti, Protestanlığın ortaya çıkması ile, Kitab-ı Tubiya, Kitab-ı Baruh, Kitab-ı Yahudiyyet, Kitab-ı Vezdum, Kitab-ı Kilisai, Kitab-ul Makabiyyin-i Evvel ve Sani hakkında büyük tereddütler meydana geldi. Protestanlar, hıristiyanların daha önce kabul ettikleri bu Kitabların doğru olmadığını ve red edilmeleri gerektiğini söylediler. Kitab-ı Ester'in de bazı bablarını red ve bazılarını kabul ettiler. Red ve inkârlarını çeşitli delillerle ispat ettiler. Bu delillerinden birisi, bu kitapların aslının İbrani ve Keldani lisanları ile olduğu ve şimdi, bu lisanlarda yazılmış mevcut böyle bir kitabın olmamasıdır.

Protestanlar, 1200 seneden beri bütün hıristiyanların ruh-ul kuds ile ilham alınmış zannettikleri ve verdikleri kararları, hıristiyanlığın esası kabul ettikleri Konsil yani, eski ruhban meclislerinin yanlış ve batıl şeyler üzere icma ve ittifakta bulunduğunu kabul ve itiraf etiler. Böyle olmakla beraber, yine de o meclislerin akıl ve kabulünden çok uzak olan bir çok kararlarını kendileri de kabul ettiler. Böylece, birbirine zıt esaslar üzerine kurulmuş ve misli görülmemiş bir yola girmiş oldular.

Hıristiyanlar, gerek Ahd-i Atik ve gerekse Ahd-i Cedid Kitablarından iman esaslarını tesbit etmektedirler. Bu Kitablar, şüphe ve tereddütlerden uzak değildir. Hiç birisinin aslının zamanımıza kadar doğru bir senet ile geldiği ispatlanmamıştır ve doğrulanmamıştır. Yani, adil kimselerce İsa aleyhisselâmdan zamanımıza kadar ulaştırılmış değildir. Bilindiği gibi, bir Kitabın doğruluğunun ve semaviliğinin yani, Allah celle celâlühü tarafından gönderilmiş olmasının kabulü: "Şu Kitab, falan Peygamber vasıtasıyla gelmiş, değiştirilmekten ve bozulmaktan uzak, muttasılan sağlam sened ile, adil kimseler tarafından rivayet edilerek bize kadar gelmiştir" diye bildirilmesine bağlıdır.

Akl-i selim sahibi olanlara, bu husus, sağlam delillerle ispat edilmedikçe, o Kitab hakkında şüphe ve tereddütler yok olmaz. Çünkü, sadece kendisine ilham geldiği zannedilen şahıslara isnat olunan bir Kitab, o şahsın bizzat kendisinin tasnif etmiş olduğunu ispata kâfî delil değildir. Ayrıca, bir veya birkaç hıristiyan fırkasının taassub ve gayretle, mücerred olarak doğruluğunu iddiaları da, bu Kitabların sıhhatini ispata kâfi değildir. Hıristiyan papazların Kitab-ı Mukaddeslerinin sıhhatini, geçmiş peygamberlerden veya havarilerden birine isnattan başka ortaya koyacakları bir delilleri yoktur. Bu iddiaları, itikad esaslarını beyan eden ve doğruluğunda kalplerden şüpheleri giderecek, ikna edici delillerden değildir.

Hiç bir akıl sahibi kendisini dünyada rahata ve huzura erdirecek; ahirette de azabdan kurtaracak ve sonsuz saadete kavuşturacak dini, ZAYIF ESASLAR ÜZERİNE KURARAK, rahat ve emin olmaz. Halbuki, Ahd-i Atik'in içersindeki Kitabların bir çoğunu ve Ahd-i Cedid Kitablarından Hazreti İsa aleyhisselâm ve Hazreti Meryem'e ait olan ve o asırlardan bahseden 70'i aşkın; hatta bazıları bugün dahi mevcut olan kitabları, hıristiyanlar inkâr ederek "Bunlar, uydurulmuş yalanlardır" demektedirler.

Cirum (Jerome), yazdığı bir makalesinde şöyle diyor:

"Eski hıristiyan alimlerinden bazıları, Markos İncili'nin son babının ve bazıları Luka İncili'nin 22. babının bazı ayetlerinde ve bazıları, yine Luka İncili'nin ilk iki babının doğruluğunda şüpheye düştüler. Hıristiyanların Marsigon (Marcion) fırkasının ellerinde bulunan İncil nüshalarında, bu iki bab yoktur."

Hıristiyanlar, bugün, Matta, Markos, Luka ve Yuhanna olmak üzere, 4 İncil'i kabul etmektedirler.



***



"Allah yolunda savaşıp, düşmanları öldüren ve öldürülen mü'minlerin, canlarını ve mallarını, karşılığında Cennet kendilerinin olmak üzere, Allah satın almıştır. Onlara vaad olunan Cennet haktır ki, (bu vaad) Tevrat'ta, İncil'de ve Kur’ân'da sabittir. (Tevbe-111)"

"Doğrusu, Allah katında makbul olan (biricik ve yegane) din, İslâmdır. Kendilerine Kitab verilen hıristiyan ve yahudiler (bu) hakikati bildikten (ve anladıktan) sonra, aralarındaki ihtirastan dolayı, İslam dini hakkında ihtilafa düştüler. (Al-İ İmran 19)

“İbrahim (Peygamber) ne bir Yahudi ne de bir hıristiyandı, fakat, Allah'ı Bir tanıyan, gerçek bir müslümandı ve müşriklerden (de) değildi. (Al-i İmran- 67)"



MATTA İNCİLİ

Filistinli olan Matta, İsa aleyhisselâmı yalnız göğe çıkarıldığı sene görmüş ve bundan 8 sene sonra birinci İncil'i yazmıştır. Burada, İsa aleyhisselâmın Filistin'de doğumunda görülen şaşılacak şeyleri ve yahudi padişahı Herod'un, O'nu çocuk iken öldürmek isteyince, İsa aleyhisselâmın, annesi Hazreti Meryem tarafından Mısır'a götürülüşünü yazmaktadır. Hazreti Meryem oğlu İsa aleyhisselâmın göğe çıkarıldıktan 6 sene sonra vefat etti. Kabri Kudüs'tedir.

Matta İncilinin 9. bab, 9. âyetinde şöyle yazılıdır: "Ve İsa oradan geçerken gümrük yerinde oturan ve Matta denilen bir adam görüp, O'na: "Bana tabi ol; ardımca gel" deyince, O da kalkıp O'na tabi oldu; ardınca gitti. Buradan anlışılıyor ki, bu İncil'i başka bir Matta yazmıştır. Şayet, bu cümleleri yazan, Matta'nın bizzat kendisi ise, niçin kendisi olduğunu söylemeyip, bir başka Matta gibi söylemiştir? Eğer bu İncil'i yazan, gerçekten Matta'nın kendisi olsaydı; vakıayı: "Ben gümrük yerinde otururken, İsa oradan geçiyordu. Beni gördü ve "Bana tabi ol; ardımca gel" dedi. Ben de kalkıp O'na tabi oldum; ardınca gittim." şeklinde nakletmesi gerekmez miydi?

Matta İncilinde, İsa aleyhisselâmın ağzından söylenen her makale, o kadar uzundur ki, bunların her birini bir mecliste ve bir defada söylemek adeta imkânsızdır; yani mümkün değildir. Yine bu hususta 10. babda Havarilere verdiği nasihat 5., 6. ve 7. bablarmda devamlı söylediği sözler 23. babda Farisilere hitaben yaptığı azarlamalar ve 8. babda da devamlı getirdiği misallerin birer mecliste vaki olacak şeyler olmadığı muhakkaktır. Bunun delili de bu sözler ve getirdiği misallerin, diğer İncillerde, değişik, pek çok meclislere taksim edilmiş olmalarıdır. Buradan da anlaşılıyor ki, bu İncilin müellifi, İsa aleyhisselâmın devamlı arkadaşı olan gümrükçü Matta değildir.

Matta İncilinde zikredilen, İsa aleyhisselâmın körleri, baraslıları ve cin çarpmış kimseleri iyi etmesi ve mucize olarak fakirlere yemek yedirmesi, hep ikişer mahalde beyan olunmuştur. Halbuki, Markos ve Luka İncillerinde bu vakıalar sadece birer mahalde nakledilmişlerdir. Bu da göstermektedir ki; Matta'ya nisbet edilen İncil'in müellifi, bu Kitabı yazarken, 2 kaynağa başvurmuş ve bir hadiseyi ikisinde de görmüştür. Ancak, yanlış anlama nedeniyle, vakıları birbirlerinden farklı zannederek Kitabına yazmıştır.

Matta İncilinin bab 10, ayet 5'te Hazreti İsa aleyhisselâmın, resullere yani, havarilere, putperest milletlere (dine davet için) gitmelerini ve Samirilerin şehirlerine girmemelerini tenbih ettiği yazılıdır. Daha sonra ise, kendisinin putperest yüzbaşının hizmetçisine ve Kenanlı bir kadının kızına şifa verdiği bildirilmektedir.

7. babın, 6. âyetinde: "Mukaddes şeyleri köpeklere (putperestlere) vermeyin ve İncillerinizi domuzların önüne atmayın." dediği halde; 28. bab, ayet 19'da şöyle denilmektedir: "Siz, gidip, bütün miletleri şakird edinin. Dininizi onlara öğretin."

10. bab, 5. ayette: "Milletler yoluna gitmeyin ve Samirilerin şehirlerinden hiç birine girmeyin." emri ile karşılaşırken; 24. bab, 14. âyetinde: "İncil bütün milletlere va'z edilecektir ve sonu kurtuluş olacaktır." deniliyor. Bu ve yukarıdaki âyetler, bîribirlerine tamamen zıttır.

Bunlar ve bunlar gibi sayısız ihtilaf ve tenakuzlar, bu İncil'de tekrarlanmıştır. Bu ilaveler, Matta İncilinde tahrif yapıldığını, şüpheye hiç yer bırakmayacak biçimde ispat etmektedir.

Bazı mühim hadiseler diğer İncillerde mevcut olduğu halde, Matta İncilinde yoktur. Örneğin, İsa aleyhisselâm tarafından 70 şakirdin seçilmesi, Mele-i Havariyyunda urucu, bayram yapmak için iki kere Yeruşalim'e (Kudüs'e) gelmesi ve Luazer'in mezardan kalkması kısımları bu İncil'de yoktur. Bunun için, Matta İncilinin havarilerden Matta'ya isnadı, yani, Matta'dan rivayet edildiği şüphelidir.

Hıristiyan papazlarının eskileri ve sonra gelenleri, ittifakla bildiriyorlar ki, Matta İncili İbranice idi. Hıristiyan fırkaları, birbirlerinden ayrılmaları sebebiyle, sonradan bu asıl (İbranice) nüshayı kaybettiler. Bugün mevcut olan Matta İncili, İbranice asıl nüshanın tercümesidir. Bu tercümeyi yapanın kim olduğu da belli değildir. Hıristiyan papazlarının ileri gelenlerinden olan Cirvon da, Matta İncilinin müterciminin kim olduğunun zamanımıza kadar bilinmediğini itiraf etmektedir.



***



"Allah, Kur’ân'ı önündeki Kitabları da tasdik edici olarak, hak ile sana indirdi. Daha önce de, insanlara hidayet için Tevrat'ı ve İncil'i indirmişti. Bir de, hakkı batıldan ayıran Kitablar (Suhuf) indirdi. (Al-i İmran- 3/4)"

"Allah, O'na (Hazreti İsa'ya) yazı yazmayı, hikmeti, Tevrat'ı ve İncil'i öğretecek. (Al-i İmran- 48)"

"Ey ehli Kitab! Herbiriniz, kendi inancınıza göre "İbrahim bizim dinimiz üzeredir" diyerek, neye çekişip duruyorsunuz? Gerek İncil (ve) gerek(se) Tevrat O'ndan sonra indirildi. Hal böyle iken, artık, "bizim dinimizde idi" diye iddianızın batıl olduğunu anlamaz mısınız?! (Al-i İmran-65)"

"Ey ehli Kitab! İncil ve Tevrat'ta peygamberin (Muhammed sallallahu aleyhi ve sellemin) vasfını görüp bilirken, Kur’ân'ı ve Peygamberi niçin inkâr ediyorsunuz? (Al-i İmran- 70)"



MARKOS İNCİL'İ

İsa aleyhisselâm göğe çıkarıldıktan sonra İsevi olmuş; tercümanlığını yaptığı Petrus adındaki havariden işittiklerini, İncil adıyla yazmıştır. Markos'un havarilerden olmadığında, bütün tarihçiler ittifak halindedirler. Markos, sadece, havarilerden Petrus'un tercümanıdır.

Paypas diyor ki: "Markos, Petrus'un tercümanıydı. Markos, İsa aleyhisselâmın sözlerini ve fillerini, "mümkün mertebe doğrudur" diyerek yazdı. Fakat, intizamlı ve düzgün bir şekilde yazmadı. Çünkü kendisi, ne Hazreti İsa aleyhisselâmdan işitti; ne de O'nun yanında bulundu, dediğim gibi, Markos, yalnız, Petrus'un arkadaşlarındandı. Petrus ile konuştuğu şeyleri ve İsa aleyhisselâmın sözlerini içerisine alan bir Kitab olsun diye, tertipli ve düzgün söylemeyip; icab ettiği zaman ve meclise göre söyledi. Bunun için eğer Markos, Kitabında bazı hususları üstadı Petrus'tan öğrenmiş gibi yazarsa, O'nu ayıplamamalıdır. Çünkü Markos, işittiği şeyleri unutmayarak, değiştirmeyerek yazmaya lüzum görmemişti."

Markos İncili üzerine, eski hıristiyan alimler çok şerhler yazdılar. Bunlardan İren diyor ki: "Markos, ezberlediği şeyleri Petrus ve Paulos'un vefatlarından sonra yazdı." İskenderiyeli Kalman: "Petrus daha Roma'da vaaz verirken, Petrus'un talebeleri Markos'a rica etiler. O da İncil'i yazdı, Petrus, kitabın yazıldığını işitti. Fakat, yazıp yazmaması için bir şey söylemedi." diyor.

Tarihçi Ousb diyor ki: "Petrus bu hali işitince, talebelerinin bu gayretine memnun oldu. Kiliselerde onun okunmasını tembih eti. "Halbuki, Markos'un İncili, Petrus'un risalelerinden ziyade, Matta'nın İncilinin taklididir; yani, ona benzetilmiştir. Buna göre Paypasın "Markos yazdı" dediği kitab, elde bulunan ikinci İncilden başkadır.”

Markos İncili'nin 6. babının, 17. âyetinde: "Fakat, Hirodos, kardeşi Filupus'un zevcesi Hirodia ile evlenmişti, bunun için Yahya'yı tutturup, zindana hapsetti. Çünkü Yahya, Hirodes'e "Kardeş hanımı ile evlenmek caiz değildir" derdi. demektedir. Bu, tamamen yanlıştır. Çünkü, Yosibis tarihinde 18. Kitabın 5. babında Hirodia'nın zevcinin ismi Filupus olmayıp, Hirlus olduğu açıkça belirtilmektedir. Bu hata, Matta İncilinde de vardır. Hatta, 1821-1844 senelerinde basılan Arapça tercümenin mütercimleri, bu âyeti tahrif ederek Matta ve Luka'nın ibarelerinde olan Filupus kelimesini düşürmüş iseler de, diğer yıllardaki tercüme nüshalarında mevcuttur. Nortin (Norton), 1873'de Boston'da basılan kitabının 70. sayfasında Markos İncili hakkında şöyle diyor: "Bu İncilde tahkike muhtaç ibareler vardır ki, bunlar l6. babın, 9. âyetinden sonuna kadar olan ayetlerdir." Metinde bir şek ve şüphe göstermeyip, şerhinde bu ayetlerin İncil'e sonradan sokulduğunu söyleyen ve bunun delillerini sıralayan Nortin, hayretini ifade ile, şöyle demektedir: "Kitapları istinhah eden katiplerin sayılarını incelediğimiz zaman, onların, metinlerdeki ibareleri anlayıp yazmaktan ziyade; metinlere kendi fikirlerini sokmaya çalıştıklarını görürüz. Bu husus bilinince, İncil'deki ibarelerin neden şüpheli oldukları da ortaya çıkmış ve anlaşılmış olur."



***



"Ey mü'minler! Kendilerine açık deliller ve âyetler geldikten sonra, parçalanıp; ayrılığa düşen yahudi ve hıristiyanlar gibi olmayın! İşte onlar için çok büyük bir azab vardır! (Al-i İmran- 105)"

"Andolsun ki mallarınızın sarfı ve canlarınızın musibeti hakkında imtihan olunacaksınız. Sizden evvel kendilerine Kitap verilenlerden ve Allah'a eş koşanlardan da gerçekten çok incitici şeyler işiteceksiniz. Eğer katlanır ve sakınırsanız; işte bu, din işlerine olan metanet ve bağlılıktandır. (Al-i İmran- 186)"

"Şüphesiz, Kitab ehlinden kimi de vardır ki, Hak'ka boyun eğer oldukları halde, Allah'a iman ettikleri gibi; size indirilen Kur’ân'a da, kendilerine gönderilen Tevrat ve İncil'e de iman ederler. Allah'ın âyetlerini birkaç paraya satıp, dünya menfaati elde etmezler. İşte bu mü'minlere Rableri katında mükâfatları vardır. Gerçekten Allah, hesabını pek çabuk görür. (Al-i İmran- 199)"


LUKA İNCİLİ

Antakya'lı olan Luka, İsa aleyhisselâmı görmemiş; İsa aleyhisselâm göğe çıkarıldıktan sonra, münafık yahudi Bolüs tarafından güya hıristiyanhk dinine alınmış ve O'nun (bozuk) fikirleriyle aşılanarak; Allah'ın Kitab'ını büsbütün değiştiren bir İncil yazmıştır. Luka'nın havarilerden olmadığı muhakkaktır. Luka İncil'inin başında diyor ki: "Ey faziletli Teofilos! Kelam'ın vekilleri hizmetçileri olup, gözleri ile görmüş olanların bize naklettiklerine göre, aramızda vaki olan şeylerin hikâyesini tertib ve tahrir etmeye bir çok kimseler teşebbüs ettiğinde, ben de ta başından beri olanların hepsini dikkatle araştırıp tahkik ederek; olduğu gibi, sırası ile sana yazmayı uygun gördüm."

Bab 1, ayet 1-4'teki bu ibareden, birkaç mana anlaşılıyor. Birincisi, kendisi zamanında daha bir çok kimseler İncil yazdıkları sırada, Luka da bu İncil'i yazmıştır. İkincisi, havarilerin kendi elleriyle yazdıkları hiçbir İncil bulunmadığını, Luka işaret etmektedir. Zira, Kelam'ın vekilleri ve gözleriyle görmüş olanların naklettiklerine göre cümlesi ile, İncil yazanları, gözleri ile görenlerden (HAVARİLER) ayırmıştır. Üçüncüsü, kendisi için havarilerden birinin şakirdi, talebesiyim; demez. Çünkü, o asırda, havarilerden birine isnad olunan pek çok te'lifler, yazılar, risaleler... bulunduğundan; öyle bir senedin, yani havarilerden birinin talebesi olduğunu bildirmesinin, kendi kitabı için başkalarının itimadına sebep teşkil edeceğini ümid etmemiştir. Belki, her hususu kendisi araştırarak esasından öğrendiğini, daha kuvvetli bir delil olarak göstermiştir.

Dikkat edilecek bir başka husus da şudur: Bugün elde mevcut İncillerin her yeni baskısında, itiraz edilen ibareleri münasip bir kelime ile değiştirmek, tahrif etmek, PROTESTAN PAPAZLARIN ADETİ olduğu gibi; Maarif Nezareti'nin 1301 tarih ve 572 numaralı ruhsatı ile, İngiliz ve Amerikan "Bible Şirketleri"nin 1886'da İstanbul'da bastırdıkları Türkçe İncil nüshasında bile, BU İBAREYİ BAŞKA ŞEKLE SOKMUŞLARDIR "Bütün bu hususları en ince noktasına kadar bildiğim üzere" ibaresinin yerine "Benim de, başından beri bütün hususlara dair vukufum, bilgim bulunduğundan" ibaresi konularak, manayı maksatlarına göre değiştirmişlerdir. Fakat Fransızca nüshalarda ve Almanya'da basılan nüshalarda bu ibare yukarıdaki gibidir.

Luka'nın 2. babının başında:

"O günlerde, bütün dünyanın tahrir-i nüfusu (nüfus sayımı) yapılsın diye Kayser Augustus tarafından ferman çıktı. Krinius, Suriye valisi iken yapılan ilk tahrir bu idi." diye bildirilen 1. ve 2. ayetleri de yanlıştır. Zira, Romalılar, hiç bir zaman bütün dünyaya hakim olmamışlardır ki, bütün dünyanın tahrir-i nüfusuna ferman çıksın. Hatta, protestan papazları -adetleri üzere- bu soruyu geçiştirmek için 1886'da İstanbul'a bastırdıkları Ahd-i Cedid nüshasında bu ibareyi tahrif ederek: "O günlerde Kayser olan Augustus tarafından, bütün dünyanın deftere kaydedilmesi babında ferman çıktı" şeklinde yazdılar. Fakat, 1827'de İngiltere Cemiyetinin Paris'te bastırdığı Türkçe nüshada, bu ibare: "Ve o günlerde vaki oldu ki, Kayser Augustus tarafından dünyayı tahrir etmeye ferman çıktı. Yusuf dahi, tahrir olunmak için, hamile olan nişanlısı Meryem ile Beyt-i Lahm denilen Davud'un şehrine çıktı." şeklinde yazılıdır.

Bundan sonra, yazılan tahrir maddesi incelenmeye başlayınca; ne Luka'ya muasır olan eski Yunan tarihçilerinden, ne de Luka'dan biraz önce geçen tarihçilerden, bu tahriri nüfus meselesi hakkinde bir söze yahud kayda rastlanmamıştır. Krinius ise, İsa aleyhisselâmın doğumundan 15 sene sonra Suriye'ye vali olduğundan; tahrir-i nüfus işi şüpheli vuku bulmuş ise de, Krinius zamanında olamayacağı açıkça ortadadır.



***



"Tevrat indirilmeden önce (Yakub'un nefsine haram kıldığından başka) yiyeceğin hepsi İsrailoğullarına helal idi. Sen onlara: "Eğer sadıklarsanız. SAHİH TEVRAT'I getirin de, O'nu güzelce okuyun."de. (Al-i İmran-93)"

"O halde, ey yahudiler! Tevrat'taki ahir zaman peygamberine ait vasıfları açıklamak hususunda, insanlardan korkmayın! Benden korkun! Benim âyetlerimi, birkaç para (dünyalık) menfaat karşılığında değişmeyin! (Maide-44)"

"Kendilerine, Tevrat'la amel (etmek) teklif (ve emr) olunduktan sonra, Onunla amel etmeyenlerin hali, ciltlerle kitap taşıyan eşeğin haline benzer! Allah'ın âyetlerini inkâr eden kavmin hali ne çirkin! (CUMA-5)



YUHANNA İNCİLİ

Yuhanna, İsa aleyhisselâmin teyzesinin oğlu olup, İsa aleyhisselâmı bir kaç defa görmüştür. Yuhanna'ya nisbet edilen 4. İncil'in ortaya çıkmasına kadar: İsrail'in dini, esasen Musa aleyhisselâmın şeriatından ayrılmayıp, TEVHÎD ESASI'NA dayanıyordu. Çünkü üç uknumdan (teslis) ilk defa söz eden, İseviler arasına teslis inancını sokarak, onları İsa aleyhisselâmın dininden ayıran: Yuhanna İncilidir. Bu bakımdan, Yuhanna İncilinin aslının doğruluğu üzerinde araştırma ve inceleme yapmak çok önemlidir.

Bu kitap, Zeyd oğlu Yuhanna'ya ait değildir. II. yüzyıldan sonra, aslı meçhul bir şahıs tarafından kaleme alınmıştır. Bunun böyle olduğunu, Avrupalı müsteşrikler, çeşitli delillerle ispatlamışlardır.

BİRİNCİ DELİL: Yuhanna İncilinin başlangıcında: "Kelam, başlangıçta var idi ve Kelam, Allah celle celâlühü nezdinde idi ve Kelam Allah celle celâlüh idi" yazılıdır. Bu sözler ilm-i kelamın ince meselelerindendir ve diğer İncillerde yoktur. Bu sözler, İsa aleyhisselâmdan işitilmiş olsa idi, diğer İncillerde de bulunması gerekirdi. Bu da gösteriyor ki, bu İncil'i yazan, Havari Yuhanna olmayıp, Roma ve İskenderiyye mekteplerinde Eflatun'un ÜÇ UKNUM FELSEFESİNİ okumuş bir kimsedir.

İKİNCİ DELİL: Yuhanna İncili, bab 8, ayet 1-11'de, zina eden kadın hakkındaki yazılarını, bütün hıristiyan kiliseleri kabul etmeyip, red etmekte ve "Bu yazılar İncil'den değildir" demektedirler. Bundan da anlaşılıyor ki; bunu yazan, eline geçirdiği bir çok İncillerden toplayıp, gözüne düşen bir çok şeyleri de ayrıca Kitabına koymuş veya kendisinden sonra, başkası, bu kısımları ilave etmiştir. Halbuki, birinci hale göre, müellif, doğruyu ve yanlışı birbirinden ayıramayacak bir mecmua yazmış olacağından; yazdığı bu mecmuada kabule şayan olmayan şeyler olması mümkündür. İkinci hale göre de, bu İncil'in tahrif edilmiş olduğunu itiraf etmek icabeder. Her iki duruma göre de, bu İncil'in aslı şüpheli ve inanılmaya layık değildir.

ÜÇÜNCÜ DELİL: Diğer İncillerde getirilen bazı misallerin, ahvalin ve mucizelerin bu İncilde bulunmayıp; diğer İncillerde bulunmayan bir çok şeylerin de bu İncil'de yer almasıdır. Lauzer'in diriltilmesi, suların şaraba çevrilmesi... gibi şeyler, diğer İncillerde bulunmayıp; sadece Yuhanna İncilinde yer almaktadır.

DÖRDÜNCÜ DELİL: Eski hıristiyanlardan ne Paypas ne de Justan, bu İncil'i gördüklerine dair herhangi bir şey söylememişlerdir. Hususen Justen de, Yuhanna İncilini yazanın Yuhanna olmadığını tasdik ettiği halde, bu İncil hakında bir şey söylemez.

BEŞİNCİ DELİL: Diğer üç İncilde toplanan ve anlatılan haberlerin anlatış tarzı ile, Yuhanna İncilinin anlatış tarzı tamamen birbirine zıttır. Örneğin, diğer 3 İncilde İsa aleyhisselâm, halkın terbiyesini isteyen bir muallim gibi, Farisilerin riyakâr hallerine itiraz eder. Kalbin tasfiyesini (temizlenmesini), Allah'a yaklaşmayı, insanları sevmeyi, güzel ahlakı emir ve Musa aleyhisselâmın şeriatına aykırı temayüllerden nehyeder. Halka öğrettiği şeyler ve nasihatler gayet açık, tabii ve herkesin anlayabileceği şekildedir. Bu 3 İncil her ne kadar bazı haberlerde birbirine zıt ve muhalif iseler de; müttefik oldukları hususlarda, hepsinin de bir kaynaktan çıktıkları anlaşılmaktadır. Yuhanna İncili ise böyle olmayıp; gerek ifade şekli ve gerekse İsa aleyhisselâmın ahlak ve davranışları konusunda bambaşka bir yol izler. Bu İncil'de İsa aleyhisselâm, Yunan felsefesini bilen, gayet ince ve güzel konuşan biri olarak gösterildiği halde; O'nun sözleri, Allah korkusu ve güzel ahlaklı olmak., gibi hususlarda olmayıp, kendi şahsının yüksekliğinden söz etmektedir. Bunu da, insanlar arasında bilinen şekli yani, Mesih'in konuşma tarzı olan kelime ve tabirlerle söylemez. İskenderiyye mekteplerinde kullanılan kelime ve cümlelerle anlatır. Bu sözleri, diğer 3 İncil'de gayet açık ve sade olduğu halde; bu İncil'de kapalıdır. Önemli ve çok defa 2 manaya gelen ve hususi bir biçimde düzülmüş; muntazam tekrarlarla doludur. Yuhanna'da kullanılan üslub, kalpleri kendisine çekecek yerde; red ve nefret uyandırır. Eğer bu İncil, şimdiye kadar bir yerde gizlenmiş ve bugün ansızın ortaya çıkmış olsaydı; bunun, havarilerden birinin te'lifi olduğuna kimse inanmazdı. Fakat, asırlardan beri işitilmiş olduğu için, Hıristiyanlar bu gariplikleri görmezler. Bu İncil'de görülen hatalar, diğer İncillerde görülen hatalardan daha çoktur.

Yuhanna'ya nisbet (isnad) edilen bu İncil'de sağlam bir rivayet senedi yoktur. Markos İncili gibi tahkike muhtaç, müphem ve hatta, birbirine zıt ibareleri vardır. Şöyle ki:

Birincisi: Bu İncil'de, Yuhanna'nın görmüş olduğu şeyleri yazdığına dair açık bir delil yoktur. Bir şeyin aksi ispat edilmedikçe, eski halinin doğruluğuna hükmedilir.

İkincisi: Yuhanna İncilinin 21. babının 24. âyetinde: "İşte bu cümleleri (Yuhanna İncilini) yazan ve doğruluğuna şehadet eden şakird (Yuhanna) budur. Biz, O'nun şehadetinin doğru olduğunu biliriz." denilmektedir. Görülüyor ki, bu sözü, Yuhanna hakkında, Yuhanna İncilini yazan kâtip söylemiştir. Burada, Yuhanna'ya gaib zamiri olan "O" ile işaret edilmiş, asıl kitabı yazan kâtib, kendisini mütekellim sigası ile "Biz" diye yazmıştır. Bundan da anlaşılacağı gibi, bu İncili yazan adam, Yuhanna'nın bazı mektuplarını ele geçirip, bazı ibareleri çıkarmış ve bir kısım şeyler de ilave ederek bu kitabı yazmıştır.

Üçüncüsü: M.S. II. yüzyılda, Yuhanna İncili üzerinde ihtilaflar ve inkârlar meydana çıktığı zaman, Yuhanna'nın talebelerinden Polycarpe (Poltarp)'ın talebesi İriyus (İyryanus) hayatta idi. Şayet bu İncil, hakikaten Yuhanna'nın ve doğru ise, ihtilaflar çıktığı vakit, hayatta olan bu zat neden inkârcılara cevap vermemiş ve naklettiği İncil'in doğru olduğunun delillerini ortaya koymamıştır? Şayet, rivâyeti gerçekten doğru olsaydı, hararetle bunu beyan eder ve "Benim rivâyetim doğrudur." derdi.

Eğer, bu hususun doğruluğu Polycarpe ile talebesi İriyus arasında geçmemiştir; denilirse, bu söz, hakikatten çok uzaktır. İriyus, pek çok lüzumsuz meseleleri durmadan üstadından sorarak öğrenirken; "Bu İncil Yuhanna'nın mıdır?" sorusunu sormamış olması ve bunu öğrenmemesi mümkün müdür? Şayet "unuttu" denilirse, bu daha da uzak bir ihtimaldir. Çünkü, İriyus'un üstadının yolunu, âdetlerini çok iyi bildiği ve duyduğu şeyleri layıkiyle hıfz ettiği bilinmektedir.

Yosibus (Eusebe) 1874'de yayınlanan tarihinde cild 5, bab 20, sayfa 219'da İriyus'un Yuhanna İncilinin rivayet ettiği lisanlar hakkında olan sözünü şöyle nakletmiştir. "Ben, Allah'ın fazlı ile şu sözleri işittim ve bunları ezberledim. Üzerine herhangi bir şey (ilave ederek) yazmadım. Eskiden beri âdetim budur. Böylece ezberlediğim şeyleri daima tilavet eder; okurum." Bundan anlaşılmaktadır ki, II. yüzyılda dahi, İncil'i inkâr edenler olmuş ve onlara karşı cevap verilerek, doğruluğu ispat edilememiştir.

Hıristiyan din adamlarından Selsus (Celsus), II. yüzyılda: "Hıristiyanlar, İncillerini 3-4 defa belki de daha fazla, manasını değiştirecek şekilde tebdil ve tahrif ettiler!" diye feryad etmiştir. "Mani Kiz" fırkasının ileri gelen alimlerinden Fastus da, IV. yüzyılda: "İnciller üzerinden tahrif yapılmıştır. Bu doğrudur. Ahd-i Cedid'i ne İsa ne de havarileri te'lif etmemişlerdir. Bilakis, hali meçhul kimseler te'lif etmişlerdir. İnsanların itibarını kazanmak için de, havarilere ve onların arkadaşlarına nisbet etmişlerdir. Bir çok yanlışlık ve tenakuzlarla dolu kitaplar te'lif ederek, HIRİSTİYANLIĞI İNCİTMlŞLERDİR!" demektedir.

Dördüncüsü: Katolik Herald, 1884 yılında yayınlanan kitabının 7. cilt, 250. sayfasında, ESTADLEN adındaki müelliften rivayetle, Yuhanna İncilini İskenderiyye mektebi talebelerinden birisinin yazmış olduğundan hiç şüphesi olmadığım bildirmiştir.

Beşincisi: Bretschneider, Yuhanna İncilinin tamamı ve Yuhanna'nın mektuplarının hepsinin, Yuhanna'ya ait olmadıklarını; meçhul bir şahıs tarafından II. yüzyılda yazılmış olabileceğini bildirmiştir. İncil'i tenkid eden bir kitap yazmıştır.

Altıncısı: Kirdinius:" Yuhanna İncili 20 bab idi. Efsus (Efes) Kilisesi sonradan buna 21. babı ilave etmiştir." demiştir.

Yedincisi: Bu Yuhanna İncilini ve Yuhanna'nın bütün yazdıklarını II. yüzyılda Vecın (Alogiens) fırkasında olanlar, inkâr ettiler.

Sekizincisi: Yuhanna İncilinin 8. babının başındaki 11. âyetinin tamamını bütün hıristiyan ilim adamları red etmişlerdir. Japonca tercümesinde ise bu bölüm yoktur.

Dokuzuncusu: 4 İncil te'lif edilirken, senetsiz pek çok batıl rivayetler, içerisine karıştırılmıştır. Bu rivayetlerle dahi, eldeki 4 İncilin sıhhatine, doğruluğuna dair getirebilecekleri bir delilleri yoktur. Thomas Hartwel 1882'de yayınladığı kitabının 4. cilt, 2. babında şöyle diyor: "İncillerin te'lif zamanları hakkında bizlere ulaşan nakil ve haberler; tamamen noksan ve neticesizdir, İncillerin sıhhati hususunda, bizlere hiç bir yardımları yoktur. Hıristiyanların ilk din adamlarının ileri gelenleri, batıl rivayetleri tasdik ve kabul ederek, durmadan yazdılar. Daha sonra gelenler de, onlara hürmeten, yazdıklarını -nasıl olursa olsun- hiç düşünmeden ve ittifakla kabul ettiler. İşte bu, yalan yanlış rivayetler, bir kâtipten diğer kâtibe, bir nüshadan diğer bir nüshaya nakledilerek zamanımıza kadar geldi. Üzerinden yüzyıllar geçtikten sonra, artık, İncilleri bu batıl rivayetlerden temizlemek çok zor olmuştur." Yine aynı ciltte diyor ki: "İncil-i Evvel (Matta İncili) M.S. 37, 38, 41, 47, 61, 62, 63, 64 veya 65 yıllarında; İncil-i Sani (Markos İncili) 56 senesinde veya daha sonra 65 senesine kadar herhangi bir yılda, galib olan rivayete göre 60 veya 63'te te'lif olunmuştur. İncil-i Salis (Luka İncili) 53, 63 veya 64 senesinde; Yuhanna İncili ise 68, 69, 70 veya 98 yılında yazılmıştır."

İbranilere Mektup, Petrus'un ikinci risalesi, Yuhanna'mn 2. ve 3. risaleleri, Risale-i Ya'kub, Risale-i Yehuda ve Müşahed; At-ı Yuhanna'nın bazı kısımlarının, havarilerden rivayet edildiği hususunda hiç bir senet veya vesika (belge) yoktur. Bunların durumları 365 senesine kadar şüpheli idi. Bazı kısımları ise şu ana kadar, hıristiyan din alimlerine göre yanlıştır ve red edilmiştir. Hatta, Süryani lisanına yapılan tercümelerinde bu kısımları yoktur. Arap ve Süryani kiliselerinin hepsi, Petrus'un ikinci risalesini, Yuhanna'nın 2. ve 3. risalelerini Risale-i Yehuda ve Müşahedat-ı Yuhanna'nın doğruluğunu kabul etmemişler; başlangıcından günümüze kadar, bunları red ve inkâr etmişlerdir,

İncil araştırmacısı Horn, kitabının 2. cilt, 206 ve 207. sayfalarında diyor ki:

"Petrus'un risalesi, Risale-i Yehuda, Yuhanna'nın 2. ve 3. risaleleri ve Müşahedat-ı Yuhanna ve Yuhanna İncili'nin 8. babının 2. âyetinden 11. âyetine kadar 9 âyet; Yuhanna'nın 1. risalesinin 5. babının 7. âyeti; İncil'in süryanice tercümesinde asla mevcut değillerdir. Demek ki, Süryanice tercümeyi yapan mütercim, bu zikrettiğimiz kısımların doğru ve şer'i bir hüküm için senet olamayacağını anlamış ve tercüme ederken farkına varabildiği bu yerleri tercümesine dahil etmemiştir. Katolik, Ward, 1881'de yayınladığı kitabının 37. sayfasında, protestanların ileri gelenlerinden Rogers'in, "Risale-i İbraniyye'i, Risale-i Ya'kub'u ve Yuhanna'nın 2. ve 3. risaleleri ile Müşahedat'ını itikaden tekzip ettiğinden (kabul etmediğinden), papazların ileri gelenleri, bu risaleleri Kitab-ı Mukaddes'ten çıkarmışlardır" dediğini haber vermektedir.



TÜRK BASININDAN İKİ HABER

1. 24.Ekim 1992 tarihli Avrupa baskısında, Türkiye Gazetesinde şöyle bir başlıkla karşılaşıyoruz: HRİSTİYAN DÜNYASINI SARSAN OLAY: “TEK ALLAH VAR”

Solda yan yana 4 resim var: 1. sorumlu: Honere, 2. sorumlu: Konstand, 3. sorumlu: Kardinal Law ve 4. sorumlu: Papaz Schönborn. Resimlerin altında da şu satırlara yer verilmiş: “Evrensel Kateşizm” adlı kitabı Vatikan’ın önde gelen ruhani lider ve bilim adamları 7 yıl çalışarak meydana getirdi. Kitabı hazırlayanlar arasında da ismini verdiğimiz şahısların isimlerine yer veriliyor.

Sağ tarafta da elinde “Evrensel Kateşizm” adlı kitabın fransızca versiyonu bulunan Fransız Kardinali Jean Marie Lustiger’in bir fotoğrafı var. Haberin iç sayfalardaki devamında da “Tek Allah Var” başlığı altında şu satırları okuyoruz: Vatikan’ın önde gelen din adamları 7 yıllık araştırma sonunda; islamiyette olduğu gibi “Tek Allah”a inanmak gerektiği kararına vardılar. Sonra haberin detaylarına geçiliyor ve şöyle deniyor:

Vatikan’ın bütün dünya katolikleri için yeniden hazırladığı ve katolik kilisesinin resmî görüşlerini yansıtan yeni el kitabı “Evrensel kateşizm” (tebliğ) de, katoliklerin de islamiyetteki gibi “Tek Allah” inancında olmaları gerektiği belirtildi.

Hristiyan aleminde bir bomba tesiri yapan ve papalığın direktifi ile 7 yılda hazırlanan kitap, Fransa’da piyasaya çıktı.

Hristiyanların ortak kitabı olan İncil’in katoliklik açısından yorumunu yapan “Evrensel kateşizm” 1966’DAN BU YANA, İLK DEFA YENİLENEREK YAYINLANMIŞ OLDU.

Hristiyanların yeni el kitabı denilebilecek olan eserin, şimdiye kadar bu gaye ile hazırlanan papalık yayınları arasında en önemli farkı, Allah inancının “Baba-oğul ve Ruh-ul Kuds” şeklinde olmaması gerektiğinin açıkça belirtilmiş olmasıdır.

Kitapta, Cenab-ı Allah’a yaratılmış varlıkların sıfat ve suretlerinin hiç birisinin yakıştırılamıyacağı, çünkü Allah’ın ne erkek, ne kadın, ne de insan suretiyle ilgisi bulunmayan Tek Yaratıcı olduğu ifade ve kabul ediliyor. Bu yeni inancın, islamiyette Allah inancı gibi olması gerektiği açıkça belirtiliyor.

2. 16. Ağustos 1993 tarihli, Avrupa baskısında yine Türkiye gazetesinde şöyle bir başlıkla karşılaşıyoruz: Fransız L’Evenement Du Jeudi dergisinin müthiş ifşaatı: BUGÜNKÜ İNCİL SAHTE! Fansız dergisine göre “Gerçek İncil’de İsa, Allah’ın oğlu değil... Mevcut İncil’de bahsedilen İsa ise, hrıstiyanların Peygamberi değil.”

Solda bir resim ve altında şu ibareyi görüyoruz: Gerçek İncil parçaları 1947’de bir çoban tarafından, Ürdün Vadisi olarak bilinen Kumran Mağarasındaki bir testinin içinde bulundu. Gerçek İncil ruloları Vatikan’ın kontrolü altında gizli kasalarda korunuyor ve tahrif edilerek açıklanacağı günü bekliyor. Sağ taraftaki fotoğrafta da ABD’deki Cincinati Üniversitesi, İngiltere’deki Oxford üniversitesi ve İsrail’deki Rockefeller müzesinin kasalarında çok sıkı koruma altında muhafaza edilen, çok az tahribata uğramış İncil’in el yazmaları, 1947 yılında bulundu. Bu parçaları açıklaması halinde 2 bin yıldır hıristiyanları aldatan Vatikan’ın sarsılacağı bildiriliyor, yazısı ve yazının üstündeki resimde de, bulunan İncil’in ruloları ve içerdiği yazı gösteriliyor.

Haberin iç sayfalardaki devamında da, sol tarafta Papa II. Jean Paul”ün boy resmi ve altında şu yazıyı okuyoruz: Gerçek İncil’i açıklamamakla suçlanıyor: Papa . Jean Paul, Ölüdeniz’de 3000 klişe halinde bulunan paha biçilmez el yazmalarını açıklamamakla suçlanıyor. Haberin detaylarında da şu satırlara rastlıyoruz:

Asırlarca, tahrif edilmiş İncil ve Tevrat’a dayanarak yaşayan Hrıstiyanlık ve Yahudi inançlarını temelinden sarsacak nitelikte, yüzyıllar önce yazılmış, gerçek İncil’e ait el yazmaları bulunduğu, ancak, medeniyetlerini temelinden sarsacağı düşünülerek açıklanmadığı bildirildi.Fransa’da yayınlanan L’Evenement Du Jeudi dergisinin son sayısında çıkan araştırmanın “Eğer Ölüdeniz’de bulunan el yazmalarındaki gerçekler, yani Hazreti İsa’nın hrıstiyanlık inancındaki İsa olmadığı açıklansaydı, görün bakın, neler olurdu...” şeklinde batılıların inanç ve medeniyetlerini tehdit eden müthiş bir ifşaat cümlesiyle başlaması dikkati çekiyor.

Fransız dergisi. Hrıstiyanlık ve yahudilik inancını kökünden sarsan belgelerin şu şekilde ortaya çıktığını yazdı: “1947 senesinde Muhammed Ed-Did adında küçük bir çoban, kaybettiği keçisini aramaya çıkar. Ölüdeniz’in yakınlarında bulunan Kumran mağarasına girer ve tesadüfen bir testi ve içinde asırlar önce yazılmış el yazmalarını bulur. Bu el yazmaları, antikacılar tarafından gizlice dış ülkelere pazarlanır. Bunu öğrenen İsrail’li yetkililer ve Vatikan, duruma el konulmasını isterler. İleride oluşturulacak bir kurul ve dünyaca ünlü arkeologlar tarafından bu el yazmaları incelemeye alınır. Fakat 800’e yakın olan el yazmalarının ne yazdıklarına dair hiçbir bilgi verilmez. Ayrıca, İsrail’li yetkililerin müsaadesi alınırsa, Kumran bölgesinde daha 137 mağara, arkeolojik kazılar yapmayı bekliyor...”

Dergide el yazmalarına göre, Hazreti İsa’nın yahudilik inancının bir kolu olan Essenliler’in ruhani lideri İsa ile hiçbir alakası olmadığı ve Essenlilerin bu ruhani liderlerini Hazreti Mesih’in sözcüsü olarak telakki ettiklerini ifade ediyor. Ve bu el yazmalarına göre, İsa aleyhisselâmın işkence gördüğü, şehit edildiği gibi şeylerden bahsedilmiyor. Dergide, inceleme kurulu üyeleri ve Papaz Vaux’un belirttiğine göre, İncil’de bahsedilen İsa Peygamberin ondan 100 sene önce yaşamış olan başka bir İsa ile karıştırıldığı belirtiliyor.”

"Yemin olsun ki, Biz Musa ile Harun'a -takva sahipleri için bir nasihat ve bir nur olarak, HAK İLE BATIL ARASINI AYIRAN- Tevrat'ı vermiştik. (Enbiya-48)"

"Nuh'a ve ondan sonraki peygamberlere vahyettiğimiz gibi, sana da vahyettik ve yine İbrahim'e, İsmail'e, İshak'a, Ya'kub'a, Ya'kub'un evlatlarına, İsa'ya, Eyyub'a, Yunus'a, Harun'a, Süleyman'a da vahyettik ve Davud'a Zebur'u verdik." (Nisa-167)

"Ey Yahudi ve Hıristiyanlar! Şimdi size Peygamberimiz geldi. Kitabınızda gizlemekte olduğunuz şeylerin bir çoğunu size açıklıyor, bir çoğundan da geçiyor. İşte size Allah'tan bir NÛR ve AYDIN bir kitab geldi. (Maide-15)"




 

İNCİLLER ARASINDAKİ FARKLAR - İHTİLAFLAR

Mevcut İncillerde görülen yanlışlıklar (hatalar), tenâkuzlar (çelişkiler) ve tahrifler (değiştirmeler- oynamalar) hesap edilemeyecek derecede çoktur. Bunlardan pek çoğu "İzhar-u Hak" adlı kitapta anlatılmıştır. Ayrıca, alman müsteşriklerinden Joizer, Daviz, Miel, Kepler, Maçe, Bred, Schneider, Griesbach Huge, Lesinag, Herder Straus, Haus, Tobian, Thyl, Cari Butter ve daha nice araştırmacının yazdıkları ve halen yazıp da yayınlamakta oldukları kitaplarda, bu hususta ayrıntılı ve pek çok malumat vardır. Bunlardan bazılarını nakledelim:

İsa aleyhisselâmın nesebi hakkında Matta ve Luka incilleri arasında büyük ihtilaf vardır.

Matta İncilinde, İsa aleyhisselâmın babaları olarak İbrahim aleyhisselâmdan başlayarak Hazreti İsa aleyhisselâma gelinceye kadar olan nesli bildirmek üzere şu isimler yazılıdır: "İbrahim, İshak, Ya'kub, Yehuda, Faris, Hasron, İram, Amiradab, Hanşan, Salmon, Buaz, Obid, Yesri, Davud, Süleyman, Rehbeam, Abiya, Asa, Yehaşafat, Yoram, Uzziya, Yotam, Ahaz, Hazkiya, Menessi, Amon, Yuşiya, Yekonya, Şattoil, Zerubabel, Abihud, Elyakim, Azor, Sadok, Ahim Eliud, Eliazer, Mattan, Yakub, Yusuf."

Luka İncilinin 3. bab, 23 ve sonraki ayetlerinde ise İsa aleyhisselâmın nesebi şu şekilde yazılmıştır: "Taruh, İbrahim, İshak, Ya'kub, Yehuda, Faris, Hasron, Aram Aminadab, Nahşon, Salmon, Buaz, Obis, Yessi, Davud, Natan, Matasa, Minen, Milya, Elyakim, Yonna Yusuf, Yehuda, Şem'un, Lavi, Metrad, Yorim, Eliazar, Yusa, Eyr, Elmodam, Koşam, Addi, Melki, Neyri, Şeltoil, Zerubabel, Risa, Yuhanna, Yehuda, Yusuf, Semi, Mattasiya, Mahat, Nacay, Hesli, Nahum, Amos, Metmiya, Yusuf, Yanna, Melki, Lavi, Metsut, Heli, Yusuf.”

1- Matta'ya göre, Hazreti İsa aleyhisselâmın babası denilen Yusuf, Ya'kub'un oğludur. Luka'ya göre de Heli'nin oğludur. Matta, İsa aleyhisselâma yakın olup, Luka da Petrus'un talebelerindendir. Bunların ikisi de kendilerine yakın olan bir zatı, inceleyerek araştırabilecek kimselerdi. Böyle olduğu halde, Hazreti İsa aleyhisselâmın dedesi dedikleri kimseyi tahkik edip, doğrusunu yazamazlarsa, yazdıkları diğer rivayetlerin doğruluğuna nasıl itimad edilir? Buna kim inanır?

2- Matta, Davud aleyhisselâmın oğlu Süleyman aleyhisselâmdır; derken, hakikati bildiriyor. Luka'ya göre ise Davud aleyhisselâmın oğlu Natan'dır.

3- Matta'ya göre, Şaltoil, Yekonya'nın oğludur, Luka ise Neyri'nin oğludur; diyor. Matta'da, Zerubabel'in oğlu Abihud; Luka'da ise Risa'dır. Şuna da çok hayret edilir ki, Sefer-i Ula'nın 3. babının, 19. âyetinde, Zerubabel'in oğullarının isimleri Meşullam ve Hananye olarak yazılıdır, içlerinde Abihud ve Risa yoktur.

4-Matta'nın 1. babının 17. âyetine göre İbrahim aleyhisselâmdan Yusuf-i Neccar'a kadar İsa aleyhisselâm'a atfedilen dedelerin sayısı 42 batındır. Halbuki, yukarıda yazılı isimleri saydığımız zaman, yalnız 40 isme rastlarız. Luka'nın beyanına göre bu sayı 55'e ulaşmaktadır.

Hıristiyan alimleri, İncillerin ilk ortaya çıkışından zamanımıza kadar, bu hususta şaşkınlık içinde kaldılar. Bazıları, bu ihtilafları hiç bir akl-ı selimin kabul edemeyeceği delillerle te'vil ettiler. Bundan dolayı, Ekharn, Kiser, Haysi, Ghabuth, Wither, Fursen ve başka araştırmacılar: "Bu İncillerde mana ihtilafı çoktur." diyerek, bu hakikati itiraf etmişlerdir. Doğru olan da budur. Zira, her mevzuda ihtilaf ve yanlışlıklar olduğu gibi burada da mevcuttur. İsa aleyhisselâm babasız dünyaya gelmiştir. Fakat yahudiler O'na -haşa- veled-i zina diye iftiralarında ısrar ederlerken; hıristiyanların baba tarafından kendisine bir neseb isbat etmeleri; son derece şaşılacak bir gaflet ve tenakkuzdur. Kur’ân-ı Kerim'de İsa aleyhisselâm için varid olan âyetlerde: "İsa İbni Meryem" tabiri yer almaktadır. Yani Kur’ân-ı Kerim, İsa aleyhisselâmın babasının olmadığını açık ve veciz biçimde beyan etmektedir.

5- Markos'un 1. babının 6. âyetinde, Yahya'nın, çekirge ve yaban balı yediğini yazmaktadır. Matta ise, 11. babın 18. âyetinde Yahya'nın yemediğini ve içmediğini yazmaktadır. Söyledikleri, birbirinin tam tersidir.

6- Yuhanna İncilinin 5. babının 31. âyetinde İsa aleyhisselâm der ki: "Eğer Ben, kendi nefsim için şehadet edersem, şehadetim doğru olmaz. "Aynı İncilin 3. babının 11. âyetinde ise, yine İsa aleyhisselâm şöyle der: "Biz, bildiğimizi söyler ve gördüğümüze şehadet ederiz." Bu iki ifade arasında çelişki olduğu muhakkaktır.

7- Matta İncilinin 10. babının 27. âyetinde: "Benim size karanlıkta söylediğimi siz aydınlıkta söyleyin ve kulağınıza söylediğimi damlarda bağırın" derken; Luka İncilinin 12. babının 3. âyetinde şu ifade ile karşılaşıyoruz: "Karanlıkta söylediğiniz her şey aydınlıkta işitilir. Gizli olarak kulağa söylediğiniz şeyler, damlarda ilan edilir." bu örnek de gösteriyor ki; söz aynı kaynaktan alınmış ve tahrif edilerek değiştirilmiştir.

8- Petrus'un, İsa aleyhisselâmı tanıdığını inkâr etmesi hususunda, İncillerin arasında pek çok ihtilaflar vardır. Matta İncili, bab 26. ayet 69. ve daha sonraki ayetlerinde şöyle der: "Petrus, dışarıda avluda otururken, yanına bir cariye (hizmetçi kız) gelip, "Sen de Celile'li İsa ile beraberdin" dedi. Avlu kapısına çıkınca bir başka hizmetçi kız O'nu görüp orada bulunanlara: "Bu, Nasıra'lı İsa ile beraberdi" dedi, O da: "Ben, O adamı bilmem." diye yemin ederek, tekrar inkâr etti. Biraz sonra, orada duranlar Petrus’a gelip: "Gerçek, sen de onlardansın. Çünkü, söyleyişin, seni bildiriyor." dediler. O zaman Petrus, lanet ve yemin ederek başlayıp "Ben, O adamı bilmiyorum." dedi. O anda horoz öttü. Petrus da İsa'nın: "Horoz ötmeden önce beni 3 kere inkâr edeceksin." dediğini hatırladı ve dışarı çıkıp; acı acı ağladı."

Markos İncilinin 14. babının 66. ve 72. ayetleri arasında ise şunlar yazılıdır: "Petrus aşağıda avluda iken, baş kâhinin cariyelerinden biri gelip, Petrus'u ısınırken gördü ve O'na bakıp: "Sen de Nasıralı İsa ile beraberdin." dedi. Fakat O, inkâr edip: "Senin söylediğini ben bilmiyorum ve anlamam." dedi ve hariçteki dehlize çıktı ve horoz öttü. Cariye ise yine O'nu gördü ve orada duranlara: "Bu da onlardandır." demeye başladı. Fakat O, yine inkâr etti. Biraz sonra, orada oturanlar tekrar Petrus'a: "Gerçekten sen onlardansın, zira sen Celile’lisin." dediler. O ise lanetle: "Dediğiniz adamı tanımıyorum." diye yemin etmeye başladı ve ikinci defa horoz öttü. Petrus, İsa'nın: "Horoz ötmeden evvel 3 kere beni inkâr edeceksin." dediğini hatırladı ve ağlamaya başladı,"

Luka İncilinin 22. babının 55. âyeti ve devamında der ki: “Avlunun ortasında ateş yakıp oturdukları zaman, Petrus da aralarındaydı. Bir cariye O'nu ateş yanında görünce O'na dikkatle bakıp: "Bu da O'nunla beraberdi." dedi. Fakat O inkâr edip: "Ey kadın! Ben O'nu tanımam." dedi. Biraz sonra başka birisi O'nu görüp: "Sen de onlardansın." dedi. Fakat Petrus: "Ey adam! değilim!" dedi. bir saat kadar sonra bir başkası: "Gerçekten bu adam O'nunla beraberdi. Zira, Celilelidir." diye ısrar etti. Fakat Petrus: "Ey adam! Senin söylediğini bilmem." dedi. Henüz söz söylemekte iken horoz öttü ve Rab (İsa) Petrus'a dönüp baktı. Petrus, Rabbin kendisine: "Bugün horoz ötmeden önce sen, beni üç kere inkâr edeceksin." dediğini hatırladı ve dışarı çıkıp acı acı ağladı."

Yuhanna İncilinin 18. babının 25. ve sonraki ayetlerinde de: "Petrus orada oturup dururken. O'na hitaben: "Sen de O’nun şakirdlerinden değil misin?" dediler. O, inkâr edip: "Değilim." dedi. Petrus'un kulağını kesmiş olduğu adamın akrabalarından ve baş kâhinin hizmetçilerinden biri: "Ben seni bahçede O'nunla beraber görmedim mi?" dedi. Petrus, yine inkâr etti ve hemen horoz öttü." denilmektedir. Bu dört rivayet arasındaki ihtilaflar, açıklıkla ortadadır.

9- Luka İncilinin 22. babının 36. âyetinde diyor ki: "İsa, yakalanacağı gün, havarilerine hitaben: "kesesi olan onu alsın ve tarlası olan yanına alsın ve olmayan, esvabını satsın ve kılıç satın alsın" dedi. 38. ayette ise şöyle denilmektedir: "Havariler, İsa'ya: "İşte burada iki kılıç var" dediler. İsa da onlara: "Kifayet eder" dedi."

49, 50, 51 ve 52. ayetlerinde: "O'nun etrafında olanlar, vaki olacakları görünce: "Ya Rab! kılıçla vuralım mı?" dediler. Hatta onlardan bir baş kâhinin hizmetçisine vurup, sağ kulağını kesti. İsa cevap verip: "Bırakın! Bu kadar yetişir." dedi ve O'nun kulağına dokunup, şifa verdi." demektedir. Halbuki, diğer 3 İncil'de kılıç satın almak ve sonra hizmetçinin kesilen kulağına şifa vermek gibi kısımlar yoktur.

10- Matta İncilinin 26. babının 51 ve daha sonraki ayetlerinde: "O esnada, İsa ile beraber olanlardan, şakirdlerden birisi kılıcını çekti ve baş kâhinin hizmetçisine vurup, kulağını düşürdü. O zaman İsa O'na dedi ki: "Kılıcını yerine koy! Çünkü kılıç çekenler, kılıç ile helâk olur." Yoksa Ben, Babama rica etsem, şimdi bana 12 alaydan ziyade melekler göndermesi mümkün değil mi zannedersiniz? Fakat; "Böyle olması gerektir." diye yazılanlar, o zaman nasıl yerine gelirdi?" demektedir. Diğer İncillerde ise, bu manevi askerlere dair hiç bir şey yoktur.

11- Yehuda'nın intihar etmesi olayı, Matta İncilinin 27. babının 3. ve daha sonraki ayetlerinde şöyle nakledilir: "O zaman, İsa'yı haber veren Yehuda, katle hükmolunduğunu görünce pişman olup; almış olduğu 30 gümüşü baş kâhinlere ve ihtiyarlara geri getirerek: "Ben, suçsuz bir kimseyi ele vermekle günah işledim" dedi. Fakat onlar: "Bundan bize ne? Onu sen düşün." dediler. Yehuda, gümüşleri mabedin içine atıp gitti ve varıp kendisini astı. Baş kâhinler gümüşleri alıp: "Bunu mabedin hazinesine koymak caiz değildir. Çünkü, kan bahasıdır." dediler. Müşavere ettikten sonra, yabancılara mezarlık olmak üzere, onunla, çömlekçinin tarlasını satın aldılar. Bunun için bu tarlaya, bugüne kadar "Kan Tarlası" denildi."

Luka İncili ise bu hususu Petrus'tan naklederek, Resullerin işleri risalesinin 1. babının 18. âyetinde şöyle demektedir: "Yehuda, fısk (İsa'yı ihbar) ücreti ile tarla edindi. Başaşağı düşüp, ortadan çatladı. Bütün barsakları döküldü. Bunu, bütün Orsilim (Kudüs)'de oturanlar bilir. Hatta, o tarlaya, onların lisanında Hakl yani Kan Tarlası denilir."

Bu iki rivayet, iki şekilde birbirine uymamaktadır. Birincisi; Matta'nın rivâyetine göre, Yehuda kendini asarak intihar etmiştir. Luka'nın rivâyetine göre de, Yehuda başaşağı düşerek karnı parçalanmıştır.

İkincisi; Matta'ya göre Yehuda pişman olarak, aldığı gümüşleri geri vermiş ve kâhinler onunla tarla satın almışlardır. Luka'ya göre ise; o gümüş ile, Yehuda'nın kendisi bir tarla satın almıştır.

Hıristiyanlık inancının temel kitapları olan 4 İncil'in ve risalelerin durumu budur.

Müslümanların kendisine sarıldıkları (kendisine uymaları sebebiyle dünya ve ahiret saadetine kavuştukları) Kur’ân-ı Kerim ise, Allah Teâlâ'nın: "O'NU BİZ İNDİRDİK VE ONU KORUYACAK OLAN DA YİNE BİZİZ. (Hicr Suresi-9)" âyet-i kerîmesinin MANA ve SIRRI mucibince; zamanımıza kadar çeşitli milletlere mensup müslümanların ellerinde bulunduğu halde, BİR NOKTASI DAHİ EKSİK VEYA FAZLA OLMAKSIZIN, Allah Teâlâ'nın koruması (HIFZI) ile korunmuş (MAHFUZ) olduğu, HERKES TARAFINDAN hem de itirazsız olarak KABUL ve TASDİK edilmiş; DOĞRULANMIŞTIR.



***



"Muhakkak ki, Ehli Kitab'dan ve müşriklerden (ibaret olan) o kâfirler Cehennem ateşindedirler! Orada ebedi olarak kalacaklardır. İşte bu kimseler, yaratıkların en kötü olanlarıdır! (Beyyine-6)"

"Yahudilere: "Allah'ın indirdiği İncil ve Kur’ân'a iman edin" denildiği zaman: "Biz, bize indirilen Tevrat'a iman ederiz" derler ve O'ndan başkasını inkâr ederler. Halbuki o Kur’ân, onlardaki Tevrat'ı tasdik eden bir gerçektir. (Bakara-91)"

"Sen, yahudi ve müşrikleri, dünya hayatı üzerine, insanların en harisi bulursun. Bu müşriklerden bazısı bin sene yaşamayı arzu eder. Halbuki, (öyle olsa dahi) yaşamak onu azabtan uzaklaştıracak değildir! (Bakara-96)"

"O yahudiler her ne zaman bir ahid üzerine anlaşma yapmışlarsa, içlerinden bir topluluk o ahdi bozup atıvermedi mi? Hatta, az bir topluluk değil; onların çoğu ahid tanımaz imansızlardır! (Bakara-100)"



İSA ALEYHİSSELÂM DA İNSANDIR

Rasûlullah aleyhisselâm Efendimize Necran'dan bir hıristiyan heyeti gelmişti. 60 süvari idiler ve bu süvarilerden 24'ü onların büyükleri idi. 3'ü de en büyükleriydi. Reisleri Abdulmesih, alimleri de Ebul Haris bin Alkarna idi. Alkarna, ahir zaman Peygamberinin alametlerini İncil'de okumuştu. Lakin, dünya mevki ve şöhretini sevdiği için, müslüman olmuyordu. Zira, ilmi ile meşhur olup, Kayserlerin ikramına mazhar olur; bir çok kiliselere emir verirdi, üzerlerinde süslü papaz elbiseleri bulunan heyet, ikindi namazından sonra Mescid-i Şerife geldiler ve onların da namaz vakti gelmiş olduğundan şarka doğru kıldılar. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem: "Bırakınız kılsınlar." buyurdu. Namazdan sonra, üç büyükleri konuşmaya başladı. Konuşma esnasında, İsa aleyhisselâm için bazen Allah, bazan Allah'ın oğlu, bazan da 3 tanrıdan biri diyorlardı. Ölüleri dirilttiği, hastaları iyileştirdiği, gaybdan haber verdiği, çamurdan kuş yapıp uçurduğu için Allah; babasız dünyaya geldiği için Allah'ın oğlu; "yaptım, yarattım demeyip, "yaptık, yarattık" dediği için de üç tanrıdan biri diyorlardı.

Rasûlullah aleyhisselâm bunları İslâm’a davet etti. Birkaç âyet-i kerîme okudu. İmana gelmediler. "Biz, Senden önce iman ettik." dediler. Rasûlullah aleyhisselâm "Yalan söylüyorsunuz! Allah'ın oğlu var diyenin imanı olmaz!" buyurdu. "Allah'ın oğlu değilse, babası kim?" dediler. Şöyle buyurdu: "Biliyor musunuz? Allah celle celâlühü hiç ölmez. Her şeyi varlıkta tutan da O'dur. İsa aleyhisselâm ise yok idi ve yok olacaktır.” Onlar "Evet, biliyoruz" dediler. Rasûlullah aleyhisselâm "Babasına benzemeyen hiç bir yavru var mı?" buyurunca; "Her yavru babasına benzer." dediler. Aleyhisselâm Efendimiz: "Bilmiyor musunuz? Rabbimiz her şeyi yaratıyor. Büyütüyor. Besliyor. Oysa, İsa aleyhisselâm bunların hiç birini yapmıyordu." buyurunca: "Evet, yapmıyordu." dediler. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem: "Rabbimiz yemez, içmez. Onda değişiklik olmaz. Bunu da biliyor musunuz?" buyurunca "Evet, biliyoruz" dediler. Peygamber aleyhisselâm: "İsa aleyhisselâmın annesi vardı. O, her çocuk gibi dünyaya geldi. Onlar gibi beslendi. Yer, içer ve zararlı maddeleri kendinden atardı. Bunu da biliyorsunuz değil mi?" buyurdu. "Evet, biliyoruz." dediler. Efendimiz aleyhisselâm: "O halde, İsa aleyhisselâm zannettiğiniz gibi nasıl olur?" buyurunca; onlar, bir şey demeyip sustular. Biraz sonra: "Ya Muhammed! Sen O'nun Allah'ın kelimesi ve O'ndan bir ruh olduğunu söylemiyor musun?" dediler. Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem: "Evet." cevabını verince, "Eh, bu da bize yetişir." diyerek, inatlarında ısrar ettiler.

Bunun üzerine Allahü Teala, onları mübahaleye (Hangimiz yalancı isek, Allah onu lanet etsin; demeye) çağırmasını emretti. (Bu emirle ilgili âyet-icelile, Al-i İmran Suresi'nin 61 numaralı âyet-i kerîmesidir.)

Sevgili Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem bu emri alınca: "Bana inanmıyorsanız geliniz; sizinle mubahale edelim." buyurdu. Onlar, mubahale etmekten kaçındılar ve Seyyid dedikleri Şerhabil onları toplayarak: "Bunun Peygamber olduğu her şeyinden anlaşılıyor. Bununla mubahale edersek, ne biz kurtuluruz, ne de bizden sonrakiler kurtulur ve muhakkak bir belaya uğrarız." dedi. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimize şöyle cevap verdiler: "Ya Muhammed! Senden razıyız. Ne istersen Sana verelim. Ashabından emin bir kimseyi bizimle gönder; vergilerimizi O'na verelim."

Peygamber aleyhisselâm: "Sizinle gayet emin bir kimseyi gönderirim." buyurdu. Ashab-ı kiram (aleyhimürrıdvan) kimin bu şerefle şerefleneceğini merak ediyorlardı. Aleyhisselâm Efendimiz: "Kalk, ya Ubeyde!" buyurdu ve "Ümmetimin emini budur." diyerek, onlarla birlikte gönderdi.

Sulh şartı şöyle idi: Her sene 2000 elbise vereceklerdi. Bini Receb, bini de Safer ayında teslim edilecekti. Her elbise ile de 40 dirhem gümüş verilecekti. Reisleri Abdulmesih ile, seyyidleri Şerhabil, sonradan müslüman olarak Aleyhisselâm Efendimizin hizmetinde bulunmakla şereflendiler.

Hıristiyanların ellerinde bulunan Mukaddes Kitabları "Allah Birdir; O'na benzeyen hiç bir şey yoktur" diyor. Onlar ise: "İsa Allah'tır; Allah'ın oğludur" diyerek, kendi kitaplarını yine kendileri yalanlamış oluyorlar.

Hıristiyanların her dile çevirdikleri ve her memlekete yaydıkları "Kitab-ı Mukaddes"in, "Ahd-i Atik" kısmında, Tesniyye Kitab'nın 6. bab, 4. âyetinde diyor ki: "Ey İsrail dinle! Allah'ımız Rabbimiz BİR'dir. Bu sözüm, kalbine yerleşsin. Oğullarına da dikkatlice öğret!"

Eş'iye Kitabının 45. bab, 5. âyetinde diyor ki: "Rab benim. Benden başka Rab yoktur. Benden başka ilah yoktur. Şarkta ve garbda olanlar, Benden gayrı olmadığını bilirler. Rab Benim. Benden başka yoktur." 22. âyetinde de: "Hepiniz Bana ibadet ediniz. Allah Benim. Benden gayrı yoktur." deniliyor. 46. bab, 9. ayette de şöyle diyor: "Allah Benim ve gayrı yoktur. Ben Allah'ım. Ben nazirim. Bana benzeyen hiç bir şey yoktur."

Büyük İslam alimi İmam-ı Fahreddin-i Razi radiyallahu anhu, Al-i İmran Suresi'nin 61. âyet-i kerîmesini tefsir ederken buyurur ki:

"Harezm şehrinde idim. Şehre bir papazın geldiğini ve hıristiyanlığı yaymaya çalıştığını işittim. Yanına gittim. Konuşmaya başladık. Bana:

"Muhammed'in Peygamber olduğunu gösteren delil nedir?" dedi. Dedim ki:

"Musa'nın, İsa'nın ve diğer Peygamberlerin (aleyhimüsselam) harikalar, mucizeler gösterdiği haber verildiği gibi; Muhammed sallallahu aleyhi ve sellemin de mucizeler gösterdiği haber verilmiştir. Bu haberler tevatür halindedir. Tevatür ile gelen haberleri ya kabul ya da red edersin. Red eder ve "Mucize, bir zatın Peygamber olduğunu ispat etmez" der isen, mucizeleri bize tevatür ile haber verilen diğer Peygamberlere de inanmaman lazım gelir. Şayet, tevatür ile gelen haberlerin doğruluğunu ve mucize, gösteren zatın Peygamber olduğunu kabul edersen, o zaman, Muhammed sallallahu aleyhi ve sellemin de Peygamber olduğunu kabul etmen gerekir. Çünkü, Muhammed aleyhisselâm mucizeler göstermiş ve bu mucizeleri bizlere tevatür dediğimiz gayet sağlam haberlerle gelmiştir. Diğer Peygamberlerin Peygamberliklerine tevatür ile bildirilen mucizeler sebebiyle inandığın için; Muhammed sallallahu aleyhi ve sellemin de Peygamber olduğuna iman etmen lazımdır.”

Papaz:

"İsa aleyhisselâmın Peygamber değil; İlah, tanrı olduğuna inanıyorum" dedi.

"Şimdi biz, peygamberlik hakkında konuşuyoruz. İlahlıktan önce peygamberlik mevzuunu halletmemiz gerekir. Ayrıca, İsa aleyhisselâmın ilah olduğunu söylemen de batıldır. Çünkü, ilahın-tanrının her zaman var olması lazımdır. Halbuki, İsa aleyhisselâm cisimdi; insandı. Yok iken var oldu. Önce çocuktu. Yerdi, içerdi; bizim gibi konuşurdu. Yatardı, uyurdu, uyanırdı, yürürdü. Her insan gibi, yaşamak için çok şeye muhtaçtı ve size göre öldürülmüştür. Muhtaç olan Ganî olur mu? Yok olan, sonradan var olan bir şey; sonsuz var olur mu? O halde madde ve cisim olan ve yer kaplayan şeyler, tanrı olamaz!

"İsa aleyhisselâm'ın kaçtığını, saklandığını, çok üzüldüğünü, bu durumdan kurtulmak için çarelere baş vurduğu halde Yahudilerin O’nu yakalayıp, öldürdüklerini söylüyorsunuz. İlah olsaydı veya İlahtan bir parça kendisine hulûl etmiş olsaydı; yahudilerden korunmaz ve onları yok etmez miydi? Niçin -bunu yapacak yerde- üzüldü ve saklanacak yer aradı? Vallahi, buna hayret ediyorum! Aklı olan kimse, bu sözleri nasıl söyler? Buna nasıl inanır? Akıl, bu sözlerin bozukluğuna şahittir. 3 türlü söylüyorsunuz:

"1. O, gözle görülen cismani bir ilah imiş. Öyle olsa idi, O asıldığı zaman, yerlerin göklerin tanrısı ölmüş olurdu. Bu alem ilahsız kalırdı? Halbuki, alemin ilahsız kalması mümkün değildir. Ayrıca, yahudilerin öldürdüğü aciz ve kuvvetsiz bir kimse alemlerin tanrısı olabilir mi? İsa aleyhisselâmın Allah Teâlâya çok ibadet ettiği, taata çok rağbet ettiği hususu da tevatür ile sabittir. İsa aleyhisselâm ilah olsaydı, ibadet ve taatta bulunmazdı. Çünkü, ilah asla kendine ibadet etmez! (bilakis kulları O'na ibadet ederler.)

"2. "İlah O'na tamamen hulûl etmiştir(girmiştir); O tanrının oğludur" diyorsunuz. Bu inanış yanlıştır. Çünkü, ilah cisim ve a'raz (sıfat) olamaz, ilahın bir cisme hulul etmesi imkânsızdır. Şayet, ilah cisim olsaydı; başka bir cisme de hulûl ederdi, (bir bedenden çıkar ve başka bedene girerdi). Cisme hulûl eden şey cisim olur ve hulûl edince; iki cismin maddeleri birbirine karışır. Bu da ilahın parçalanmasını icabettirir. Eğer İlah a'raz olsa idi (sonradan olma ve değişebilir vasıfta olsaydı; yahud kendi kendine kaim olmayıp da bir cevhere -maddeye-cisme-nesneye muhtaç olsaydı) o zaman bir yere ve bir mekâna muhtaç olurdu. Bu ise, İlahın başkasına muhtaç olması demektir. Başkasına muhtaç olan da İlah olamaz!

"3. "O, tanrı değildir. Fakat, tanrının bir parçası O'na hulûl etmiş; yerleşmiştir." diyorsunuz. Şayet, O'na hulûl eden parçanın, ilahın ilah olmasında te'siri varsa; bu parça ilahtan ayrılınca, ilahın ilahlığı da tamamen bozulur. Eğer bu parça, ilahın ilah olmasında te'sirli değilse, tanrının parçası olmamış olur.” dedim ve:

"İsa aleyhisselâm'ın tanrı olduğuna dair delilin nedir?" diye sordum. Papaz:

"Ölüleri dirilttiği, anadan doğma körlerin gözünü açtığı ve baras denilen, derideki çok kaşınan lekeleri iyi ettiği için tanrıdır. Böyle işleri, ancak, tanrı yapabilir." diye cevap verdi. Dedim ki:

"Delil (belirti-alamet-delalet) bulunmayınca, medlûlün (delilin delalet ettiği şeyin) bulunamayacağı söylenebilir mi? Delil bulunmayınca, medlûl de olmaz; var olmaz dersen; alem yaratılmazdan önce, yani, alemi ezelde var etmiş (yaratmış) olanın yok olduğunu söylemiş olursun ki, bu batıldır. Çünkü, alem (mahlûkâtın tamamı) yaratıcının varlığına delildir. Delil bulunmayınca, medlûl bulunabilir, dersen; ezelde varlıklar yok iken, yaratanın var olduğunu kabul etmiş olursun. Fakat, İsa aleyhisselâm ezelde yok iken, İlahın ezelde O'na hulûl ettiğini söylersen, bunu delilsiz kabul etmiş olursun. Çünkü, İsa aleyhisselâm sonradan yaratılmıştır. Ezelde var olması, delilinin bulunmaması demektir. Tanrının (İsa aleyhisselâma delilsiz) hulûl ettiğini kabul ediyorsun da, bana, sana hayvanlara, otlara ve taşlara hulûl etmediğini nereden biliyorsun? Delilsiz, bunlara da hulûl edeceğini niçin kabul etmiyorsun?!” diye sordum. Papaz:

"İlahın İsa aleyhisselâma hulûl etmesi ile; sana, bana ve diğer varlıklara hulûl etmemesinin sebebi gayet açıktır. Çünkü, İsa aleyhisselâmda mucizeler görüldü. Sende, bende ve diğer varlıklarda böyle harikulade haller gözükmedi. Bundan da İlahın O'na hulûl edip, bize ve diğer varlıklara hulûl etmediğini anlıyoruz.” dedi. Şöyle karşılık verdim:

"İsa aleyhisselâma hulûl etmesine delil olarak, O'nun mucizeler göstermiş olduğunu ileri sürüyorsun. Delil yani mucize olmayınca hulûl edemeyeceğini niçin savunuyorsun? Sende, bende ve diğer varlıklarda mucizeler bulunmadığı için, tanrı bunlara hulûl edemez diyemezsin. Çünkü, delil olmadığı halde, medlûl bulunabilir; demiştik. Bu duruma göre, İlahın hulûl etmesi, delilin bulunmasına; yani, harikaların -mucizelerin görülmesine bağlı değildir. O halde; bana, sana, kediye, köpeğe, fareye de hulûl ettiğine inanman icabeder. İlahın, bu aşağı mahlûklara hulûl edeceğine inandırmaya çalışan bir din, HAK DİN olabilir mi? Asayı (bastonu) yılan-ejder yapmak; ölüyü diriltmekten daha güçtür. Çünkü, baston ile yılan, hiç bir zaman birbirine yakın değildir. Musa aleyhisselâmın asayı ejdere çevirdiğine inanıyorsunuz da, yine de O'na "tanrı" veya "tanrının oğlu" demiyorsunuz?! (Mucize, hulûlün delili olduğuna ve her Peygamberde de mucize görüldüğüne göre, bu mantık ile bütün Peygamberlere de "tanrı" veya "tanrının oğlu" demek icabedecektir. Diğer Peygamberlere böyle bir sıfat vermediğinize göre (ey hıristiyanlar!) İsa aleyhisselâma niçin, tanrı veya tanrının oğlu yahud da üçün üçüncüsü... gibi şeyler söylüyorsunuz?! “dedim.

"Papaz, bu sözüme karşı söyeyecek bir şey bulamadı ve susmaya mecbur oldu."



***



Nasara dediğimiz hıristiyanların dinlerinin esası olan ve İncil dedikleri 4 Kitab, Allah'ın celle celâlühü Cebrail aleyhisselâm ile gönderdiği asıl İncil-i Şerif değildirler. Bu 4 Kitab, İsa aleyhisselâm göğe çıkarıldıktan sonra, 4 kimse tarafından yazılmış BİRER TARİH KİTABIdırlar. Bunlardan biri Matta olup havarilerden biri imiş. Ahbapların arzu ve ısrarları üzerine gördüklerini ve işittiklerini bildirmek için, İsa aleyhisselâmdan 12 SENE SONRA "Milad-ı İsa" diye bir kitab yazmış, ikincisi, Markos olup; havarilerden işittiklerini 28 SENE SONRA yazmıştır. Üçüncüsü, Luka olup; işittiklerini bildirmek için İskenderiyye'de 32 SENE SONRA bir tarih yazmıştır. Dördüncüsü, Yuhanna olup; havarilerden imiş. İsa aleyhisselâmdan işittiklerini, İsa aleyhisselâmın semaya çıkarılmasından 45 SENE SONRA yazmıştır.

Allahü Teâlâ'nın gönderdiği İncil, ilahi (Semavi) bir Kitab idi. Bu 4 kitabda ise birbirine uymayan yalanlar doludur. Bunların hepsinde İsa aleyhisselâmın çarmıha gerilerek, öldürüldüğü yazılıdır. Kur’ân-ı Kerim'de ise başkasını öldürdükleri, İsa aleyhisselâmın da DİRİ OLARAK semaya kaldırıldığı AÇIKÇA BİLDİRİLMEKTEDİR. Bu 4 İncil de Allah'ın Kelamı olsalardı Allah celle celâlühü Kelamları arasında birbirlerini yalanlayın haberler bulunmamış olması icabederdi. Bu Kitablarda, İsa aleyhisselâmdan işitmedikleri ve hatta, semaya çıkarıldıktan sonra, hasıl olan şeyler de yazılıdır. Halbuki, hiç bir ilahi Kitab peygamberin ölümü sonrasından haber vermez. Daha doğrusu, PEYGAMBERİN ÖLÜMÜNDEN SONRA VAHİY DE KESİLMİŞ OLUR? İncil'i yazdıkları savunulan havarilerin ise, peygamber olmadıkları itirazsız olarak kabul edilen ve bilinen bir husustur. PEYGAMBER OLMAYANLARA DA VAHİY GELMEYECEĞİNE GÖRE İSA ALEYHİSSELAMIN ÖLÜMÜNDEN SONRAYA AİT OLAN VAKIFLARLA İLGİLİ VERİLEN HABERLER NASIL İZAH OLUNABİLİR? Bunlar hakkında nasıl Allah kelamıdır iddiası yapılabilir? Bu, KESİNLİKLE MUHAL BİR İDDİADAN ÖTEYE GİDEMEZ!.

ASIL İncil-i Şerif, hiç bir yerde mevcut değildir. Hatta, bir kısım hıristiyanlar, bu İncil'in gönderildiğini bile inkâr etmektedirler. Yahudiler, İsa aleyhisselâmı öldürmeye teşebbüs ettikleri zaman, bu İncil'i de yaktılar? Yahut, parçalayarak, telef ettiler.

İsa aleyhisselâmın davet zamanı 3 yıl kadardı. O'na iman edenler de az olmakla beraber; çoğu okuma-yazma bilmezlerdi. Bunun için asıl İncil-i Şerifin bir başka benzeri de yazılmamış veya yazılamamıştır. Bundan başka, İncil'in tamamı sadece İsa aleyhisselâmın ezberinde idi. İncil'in yok olması veya yok edilmesi hususunda üçüncü bir ihtimal de şöyle olabilir:

"M.S. 325 yılında İncil adı ile ortaya çıkarılan 50 kadar Kitab imha edilirken, asıl İncil de BATIL ZANNEDİLEREK imha edilmiştir." diye düşünmek de mümkündür...



***



"Bir vakit: "Size verdiğimiz Tevrat'ı kuvvetle tutun. Emirlerini dinleyip, gereğince amel edin." Tur'u üzerinize kaldırıp; sizden sağlam ahid (söz) almıştık. Onlar: "kulağımızla işittik; kalbimizle isyan ettik" demişlerdi. Çünkü, küfürleri sebebiyle, kalplerine buzağı (ya tapmak) sevgisi sinmişti. Onlara şöyle de: "Eğer mü'min olsanız, imanınız size "Buzağıya tapın ve Kur’ân'ı inkâr edin" diye, çirkin şeyleri emretmezdi. (Bakara-93)"

"Ey ehli Kitab! Peygamberlerin arası kesildiği bir boşluk (fetret) zamanında, size, İslam dinini açıklayan peygamberimiz gelmiştir. Ta ki: "Bize müjdeleyici ve korkutucu bir elçi gelmedi" demeyesiniz. Gerçekten size Cennet müjdecisi ve Cehennem habercisi gelmiştir. (Maide-19)"

"Ey iman edenler! Ne sizden önce Kitab verilenlerden dininizi oyuncak ve eğlence yerine tutanları, ne de kâfirleri dost edinmeyin! Eğer, gerçekten mü'minlerseniz Allah'tan (O'nun emirlerine karşı gelmekten; yasaklarını çiğnemekten ve O'na isyan etmekten) korkun! (Maide-57)"



İSLAM'I SEÇENLERDEN İKİ İHTİDA ÖRNEĞİ

Avusturyalı Bayan Cicella Canoly diyor ki:

"Niçin müslüman oldum? Size çok samimi olarak söyleyebilirim ki ben farkına varmadan müslüman olmuşum. Çünkü, daha genç yaşta iken, bağlı olduğum hıristiyan dinine karşı zerre kadar itimadım kalmamış, hıristiyanlıktan soğumaya bağlamıştım. Dinde bir çok şeyleri bilmek ve anlamak istiyordum. Bana öğretilmeye çalışılan dogmaları (inanç veya itikadları) öyle körü körüne kabul etmek taraftarı değildim.

“Neden 3 tanrımız vardı? Neden, hepimiz dünyaya günahkâr olarak gelmiştik? Neden keffaret vermeye (günah çıkarmaya) mecburduk? Neden, ancak rahip vasıtasıyla Allah'a yalvarabiliyorduk? Bize gösterilen türlü türlü işaretlerin, anlatılan türlü türlü mucizelerin ne anlamı vardı. Bütün bu ve benzeri hususları rahiplere sorduğum zaman, onlar kızıyor: "Sen, kilisenin sana öğrettiği şeylerin aslını soramazsın! Bunlar gizlidir. Sen, sadece inanmakla yükümlüsün." diyorlardı. Ama, buna da benim aklım ermiyordu. İnsan, anlamadığı ve aslını bilmediği şeye nasıl inanır?

“Fakat, o zamanlar, bu düşüncelerimi açıktan açığa söylemeye cesaret edemiyordum. Eminim ki, kendini hıristiyan sayan pek çok insan, tıpkı benim gibi düşünmekte; kendilerine verilen dini bilgilerin çoğuna inanmamakta ve fakat, bunu açıklamaktan korkmaktadırlar.

(Buraya bir parantez açıp konu ile ilgili bir hatıramı nakletmek istiyorum. Almanya'da bir okulda öğretmen olarak hizmet veriyordum. Öğrencilerimin almanca dersine gelen 40-45 yaşlarında bir alman hıristiyan öğretmen vardı. Bu öğretmen bir gün, ders esnasında çocuklarıma (öğrencilerime) bir soru yöneltti ve: "Çocuklar! siz, İsa'nın (Jesus) Allah'ın oğlu olduğuna inanıyor musunuz?" dedi. Öğrencilerimden bir kız çocuk, bu soruya karşılık olarak aynı şekilde bir soru ile karşılık verdi: "Öğretmenim! peki, siz, İsa'nın Allah’ın oğlu olduğuna inanıyor musunuz?" Öğretmen, kısa bir tereddütten sonra şöyle cevap verdi: "İnanmaya çalışıyorum”

Öğrencilerim bana bu hadiseyi naklettiklerinde düşüncelere daldım. 45 yaşlarına kadar gelmiş bir hıristiyan olmasına rağmen tereddüt içinde olan; inancına tam bir teslimiyetle bağlanamayan bir insan? Kimbilir bunun durumunda kaç yüz, kaç bin ya da kaç milyon insan vardır? diye düşündüm. Ve bunların, bu boşluk ve tereddütten kurtarılması; hidayet nuruna kavuşturulması için onlara uzanacak bir el gerek, dedim kendi kendime. Zaten, bu kitabı hazırlamaya çalışmamızın en büyük nedenlerinden biri de budur. Temennimiz bu kitapçık, almanca başta olmak üzere değişik dillere çevrilir de okuyacakların da hidâyetine vesile our. İnşaallah. Şimdi, konumuza kaldığımız yerden devam edelim.)

"Nihayet, daha yaşlanınca, bana 3 tanrıya tapmayı emreden hıristiyan kilisesinden uzaklaşarak, 1 Allah'a ibadet etmeyi öğreten başka bir din var mıdır; diye aramaya başladım. Çünkü, bütün vicdanım ve maneviyatım ancak 1 Allah olabileceğini bildiriyordu.

“Sonra, etrafıma bakınca, papazların bize öğretmeye çalıştıkları o anlaşılmaz mucizelerin, kerametlerin, o azizlerin başlarından geçtiğini söyledikleri garip hikâyelerin ne kadar anlamsız olduğunu, hadiseler bana gösteriyordu. Çünkü, hakiki mucize, bu dünya idi. Dünyadaki her şey; insanlar, hayvanlar, ormanlar, dağlar, denizler, ağaçlar, çiçekler... bunları bir büyük Halık'ın yarattığını göstermiyor muydu? Yeni doğan bir bebek, bir mucize değil miydi? Halbuki kilise, her yeni doğanın, günahla örtülü bir zavallı olduğunu telkine çalışıyordu! Hayır! Bu olamazdı! Bu yalandı! Her doğan çocuk; Allah'ın günahsız bir mahlûku, bir kulu idi. Bir mucize idi ve ben, ancak l Allah'a, O'nun yarattığı mucizelere inanıyordum..

"Dünyada hiç bir şey, günahla dolu, kirli ve çirkin değildi. Ben öyle düşünürken, bir gün kızım "İslamiyet" hakkında yazılmış bir Kitab getirdi. Ana-kız oturup, bu kitabı büyük bir dikkatle okuduk. Aman Allah'ım! Bu kitap, tam bizim düşündüklerimiz gibi söylüyordu! İslamiyet, ancak bir tek Allah'ın bulunduğunu söylüyor; insanların masum varlıklar olarak dünyaya geldiğine inanıyordu.

“Ben, o zamana kadar İslamiyet hakkında hiç bir şey bilmiyordum. Mektepte, İslamiyet, bir alay mevzuu idi! Bize bu dinin yapma (uydurma), saçma ve uyuşturucu olduğu; Müslümanların doğru Cehennem'e gidecekleri anlatılırdı.

“Fakat, bu Kitabı okuduktan sonra beni bir düşünce aldı. İslamiyet hakkında biraz daha bilgi sahibi olmak için, bulunduğum şehirde müslümanları aradım. Bulduğum müslümanlar benim gözümü açtılar. Sorduğum sorulara o kadar mantıki cevaplar verdiler ki; artık bu dinin bizim papazların dediği gibi uydurma bir din değil, Allah Teâlânın HAKİKİ DİNİ OLDUĞUNA inanmaya başladım.

“Kızımla beraber, İslamiyet hakkında yazılmış daha bir çok eser okuduktan sonra O'nun ulviyetine, doğruluğuna tamamıyla inanarak ikimiz birlikte müslüman olduk. Ben, "Reşide", kızım da "Mahmude" isimlerini aldık.

"İslamiyette en çok beğendiğim şey dualardır. Çünkü, hıristiyanlarda dualar, Allah Teâlâdan Hazreti İsa aleyhisselâm vasıtasıyla servet, mevki, itibar... vs. dünya varlıklarını istemek için yapılır. Halbuki, müslümanlar dua ederken; Cenab-ı Hak'ka şükranlarını arz ederler ve bilirler ki, onlar Allah'ın emirlerine riayet ettikleri müddetçe, Cenab-ı Hak onlara muhtaç oldukları her şeyi, onlar istemeden verecektir."



***



İngiliz Bayan Maviş B. Joly diyor ki:

"Ben, İngiltere'de hıristiyan olarak doğdum. Vaftiz edildim ve bugün elimizde bulunan İncil'de yazılı olanları öğrenerek büyüdüm. Çocukken, kiliseye gittiğim zaman, muhtelif ışıklar, mimberde yanan mumlar, müzik, günlük kokuları ve muhteşem elbiseler giymiş rahipler, ÜZERİMDE BÜYÜK BİR TE'SİR YAPIYORDU? Manasını hiç anlayamadığım dualar okunurken, bunların ahengi beni ürpertiyordu. Sanırım ki bu çocukluk zamanında ben, koyu bir hıristiyandım.

“Fakat, zaman geçtikçe ve benim tahsil derecem yükseldikçe, kafamda bazı sorular oluşmaya başladı. O zamana kadar tamamen inandığım hıristiyanlık dininde, bazı noksanlar bulmaya başladım. Gün geçtikçe, içimdeki şüphelerin arttığını görüyordum. Yavaş yavaş, dinden çözülmeye başladım.

“Artık, hiç bir şeye inanmıyordum. Kilisenin, çocukken beni kendisine hayran bırakan o muhteşem manzarası, bir hayal gibi, gözümün önünden uçup gitmişti. Mektepten çıktığım zaman tam manasıyla bir ateist (Allah'ı inkâr eden - dinsiz) olmuştum.

“Fakat, bir müddet sonra farkına vardım ki; hiç bir şeye inanmamak, insanın ruhunda derin bir yeis, zafiyet ve boşluk bırakmaktadır! İnsanın, muhakkak bir dayanağa ihtiyacı vardır. İşte bunun için, hıristiyanlıktan tamamen soğuyan ben; şimdi başka dinleri tetkik etmeye başladım.

"Evvela budistliği ele aldım. Onların "Sekiz Yol" adını verdikleri esasları iyice tettik ettim. Bu "8 yolda" çok derin felsefe ve çok güzel nasihatler vardı. Ama, insana ne doğru bir yol gösteriyor; ne de doğru yolu seçebilmek için gerekli bilgileri veriyordu.

"Bu sefer, mecusiliği tetkike başladım. Ben 3 tanrıdan kaçarken, bu dinde karşıma bir çok tanrı çıktığını gördüm. Sonra bu din, o kadar inanılmaz efsanelerle doldurulmuş ki, böyle bir dini kabul etmeye imkân yoktu.

"Bundan sonra, yahudiliği incelemeye başladım. Yahudilik, benim için yeni bir din sayılmazdı. Çünkü, İncil'in Ahd-i Atik denilen eski kısmı, tamamen yahudilerin Tevrat'ından alınmıştı. Fakat, yahudilik de beni tatmin etmedi. Evet. Yahudiler tek Allah'a inanıyorlardı ve ben bunu çok doğru buluyordum. Lakin, ondan sonra her şeyi inkâr ediyorlar ve yahudi dini, bir rehber olacak yerde, türlü, karışık ibadet şekilleriyle dolu bir merasim haline geliyordu.

"Dostlarımdan biri bana ispritizme ile meşgul olmamı tavsiye etti. "Ruhlarla konuşmak din yerine geçer" diyordu. Bu, beni hiç tatmin etmedi. Çünkü, ispritizmenin insanın kendi kendini hipnotize etmesinden ibaret olduğunu, ruhu besleyemeyecegini pek çabuk anlamıştım.

"Bu arada II. Dünya Savaşı sona ermişti. Ben, bir ofiste çalışmaya başladım. Fakat, ruhum hala bir din arıyordu. Bir gün, bir gazetede bir ilan gördüm. Hazreti İsa aleyhisselâmın uluhiyyeti hakkında bir konferans verileceği ve bu konferansa her dinden adamların iştirak edebileceği yazılıydı.

"Bu konferansı çok merak ettim. Çünkü, orada Hazreti İsa aleyhisselâmın Allah'ın oğlu olup olmadığı münakaşa edilecekti. Konferansa katıldım ve orada bir müslümanla tanıştım. Bu müslüman, kendisine sorduğum sorulara o kadar mantıki cevaplar verdi ki, o zamana kadar hiç aklıma gelmediği halde, İslamiyet ile meşgul olmaya karar verdim.

Müslümanların mukaddes kitabı olan KUR’ÂN'ı okumaya başladım. Bu Kitab'da telkin edilen düşüncelerin, 20. asırdaki bir çok tanınmış devlet adamlarının düşüncelerinden çok daha yüksek olduğunu, BÜYÜK BİR HAYRET VE TAKDİR İLE görüyordum. Bu sözleri HİÇ BİR İNSAN söyleyemezdi. Onun için, vaktiyle bize öğrettikleri "İslam dini yalandır. Kur’ân, uydurma bir Kitab'dır" sözüne, artık inanmıyordum. Kur’ân-ı Kerim, uydurma bir Kitab olamazdı. Bu kadar mükemmel sözleri, ancak İNSANÜSTÜ BİR VARLIK söyleyebilirdi.

"Ben, hala tereddüt ediyordum. İslamiyeti kabul etmiş İngiliz kadınlarıyla görüştüm. Onlardan yardım istedim. Bana, kitaplar tavsiye ettiler. Bu kitaplar arasında Hazreti Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem ile Hazreti İsa aleyhisselâmı mukayese eden "Mohammed and Christ" adlı kitap ile, İslam dinini izah eden "The Religion of İslam" eserleri vardı. "The Sources of Christianity-Hıristiyanlığın Kaynakları" adında diğer bir kitapta ise, hıristiyanhkta bulunan bir çok ibadetlerin, iptidai (putperest vs.) insanların ibadet usullerinden alındığı ve hakikatte şimdiki hıristiyanlığın bir "PUTA TAPMAK" dini olduğu, çok açık bir tarzda anlatılıyordu.

"Kur’ân-ı Kerim, insana yavaş yavaş te'sir ve nüfuz eden bir Kitab'dı. Kur’ân'ı iyi anlamak ve O'na bağlanmak için O'nu bir çok defalar okumak lazımdır. Ben de, okudukça, bu Mukaddes Kitab'a bağlandım. O kadar ki, her gece O'nu okumadan uyuyamıyordum. Benim üzerimde en büyük te'sir yapan husus, Kur’ân'ın insanlara mükemmel bir REHBER oluşuydu. Kur’ân'da bir insanın anlayamayacağı tek şey yoktu.

“Müslümanlar, Peygamberlerini kendileri gibi bir insan olarak kabul ediyorlardı. Müslümanlarca, Peygamberlerin diğer insanlardan farkı bunların çok yüksek AKIL ve AHLAK sahibi, GÜNAHSIZ ve KUSURSUZ olmaları idi. Yoksa, onların uluhiyet (İlahlık - İlah olma) ile alakaları yoktu.

“İslam, Hazreti Muhammed sallallahu aleyhi ve sellemden sonra artık hiç bir Peygamber gelmeyeceğini söylüyordu. Ben: "Niçin başka bir Peygamber gelmeyecek?" diye sordum. O zaman, müslüman refikim bu hususu bana şöyle izah etti: "Kur’ân-ı Kerim, bir insana lazım olan bütün iyi ahlakı, dini esasları, Allah celle celâlühü rızasına kavuşturan yolu, dünyada ve ahirette huzur ve selamete vasıl olmak için gerekli bütün hususları... insanlara öğretmektedir. Artık, insanların başka bir rehbere, başka bir peygambere ihtiyaçları kalmamıştır.

"Bu sözlerin çok doğru olduğu şundan bellidir ki, aradan 14 asır geçtiği halde, Kur’ân esasları hiç değişmeden bugünkü hayat tarzına ve bugünkü ilim seviyesine tamamen uymaktadır.

“Fakat, ben hala bir şeyi merak ediyordum. Aradan 14 asır geçmişti. Acaba 571 senesinde doğmuş olan Muhammed sallallahu aleyhi ve sellemin bildirdiği İslamiyet'in içinde, bugünkü şartlara uymayan tek bir nokta yok muydu?

“Ben, büyük bir titizlikle, İslamiyet'te böyle bir nokta bulunup bulunmadığını aramaya başladım. Bu hal, İslamiyet'e tamamen inandığım ve bu dinin HAK olduğu gözümün önünde canlandığı halde, böyle bir arayış; muhakkak, çocukken, papazların tarafından bize "İSLAMİYETİN ÇOK KUSURLU, ADİ, BATIL BİR DİN OLDUĞU" hakkında yaptıkları telkinlerden kaynaklanıyordu.

"Evvela, POLİGAMİ (birden fazla, 4'e kadar kadınla evlenebilme ruhsatı) bahsini buldum. "İşte, mühim bir husus buldum.!" diyordum. Nasıl olur da bir erkek, 4 kadınla evlenebilirdi?! Yukarıda kendisinden söz ettiğim müslüman arkadaşım, bunu kendisine sorduğum zaman bana şöyle izah etti: "İslamiyet ilk intişar ettiği ve yayıldığı zaman, Arabistan'da her erkek, istediği kadar kadınla yaşıyor ve onlara karşı hiç bir mes'uliyeti bulunmuyordu. İslam dini, kadının içtimai (sosyal-toplumsal) mevkiini islah etmek (düzeltmek) için, bir erkeğin alabileceği kadın adedini çok azaltmış ve ona bu kadınlara bakmayı, aralarında adaleti sağlamayı, onlardan ayrıldığında (boşadığında) kendilerine tazminat vermeyi emretmişti. Sonra, kimsesiz kalan kadınlar, bu sayede bir aileye (yuvaya) o ailenin bir ferdi olarak katılabiliyor; bir esir muamelesi görmüyorlardı. Sonra bir erkek için 4 kadın almak bir emir değildi. Şartlarını yerine getirebilecekler için bir izindi (ruhsattı). Bu şartları yapamayacaklar için, birden fazla kadınla evlenmek HARAMDI. Bunun içindir ki, bir çok erkeğin ancak ve sadece bir zevcesi vardı. Dörde kadar kadın almaya ise ancak belirli şartlar mevcut olduğu zaman müsamaha ediliyordu."

“Halbuki, Amerika'daki Mormonlar, her erkeği -illa da-bir kaç kadın almak için zorluyorlardı. Müslüman bir arkadaşım: "Acaba İngiltere'de İngiliz erkekleri tek kadınla mı yaşarlar?" diye sordu. Yüzüm kızararak itiraf ettim ki; bugün, batılı erkekler, evlenmeden evvel ve hatta evlendikten sonra BİR ÇOK KADINLARLA düşüp kalkmaktadırlar.

“ Sonra, müslüman arkadaşımın söylediği sözler, örneğin "Kocasını iş kazasında kaybetmiş ve kimsesiz kalmış zavallı bir genç kadının, bir erkeğin himayesine girme ihtiyacı" beynimde bir ışık parlattı: II. Dünya Savaşı bittiği zaman, İngiliz Radyosunda "Dear Sir" adlı programda, bir zavallı İngiliz kadının feryadı aklıma geldi. Bu zavallı genç kadın, şöyle yalvarıyordu: "Genç bir kadınım. Kocamı savaşta kaybettim. Korunmaya ihtiyacım var. İYİ HUYLU BİR ADAMIN İKİNCİ KARISI OLMAYA VE BİRİNCİ KARISINI BAŞIMDA TUTMAYA RAZIYIM. Elverir ki, bu yalnızlıktan kurtulayım."

"Bu da gösteriyor ki; İslam'da teaddüd-i zevcat (birden fazla kadınla evlilik), BİR İHTİYACI KARŞILAMAK İÇİNDİR. Bu bir emir değil; ancak bir izindir. Bugün esasen işsizlikten, fakirlikten çok yerde -teaddüd-i zevcat- kalmamış gibidir, O halde, teaddüd-i zevcat hususunu İslam'ın bir kusuru olarak kabul etmeme imkân kalmamıştı.

"Şimdi, başka bir kusur daha bulduğumu zannettim. Müslüman arkadaşım: "Fakat, günde 5 defa ibadet etmek, bugünkü hayat tarzımıza nasıl uyar? Bu kadar ibadet fazla gelmez mi?" diye sordum. O, gülümseyerek bana şu soruyu sordu: "Sizin piyano çaldığınızı duyuyorum. Musikiye meraklı mısınız?" dedi. "Hem de çok." cevabını verdim. "Pekala! Her gün egzersiz yapar mısınız?" dedim ki: "Tabii, işten eve gelir gelmez, her gün -hiç olmazsa 2 saat- piyano çalarım." Bunun üzerine: “5’i bir arada nihayet yarım saat veya 45 dakika sürecek olan bir ibadet size niçin çok geliyor? Siz, nasıl piyano egzersizlerini yapmazsanız, piyano çalma kudretiniz azalırsa; Allahu Teâlâyı düşünmek, O'na secde ederek, lütuflarına şükretmek azaldıkça, ONA GİDEN YOLDAN UZAKLAŞILIR! Halbuki, her gün yapılan ibadet, Allah yolunda adım adım ilerlemek demektir." karşılığını verdi. NE KADAR HAKLIYDI!..

“Artık, müslümanlığı kabul etmeme bir mani kalmamıştı. Ben, İslam dinini bütün ruhum ve bütün maneviyatımla kabul ettim. Gördüğünüz gibi, O’nu öyle ilk bakışta ve hiç düşünmeksizin seçmemiş; aksine, O'nu iyice tetkik ettikten, hatta içinde anlayamadığım yerleri arayıp, bunların cevabını bulduktan ve bu dinin her bakımdan TAM ve MÜKEMMEL OLDUĞUNU anladıktan sonra müslüman olmuştum. Şimdi, müslüman olmakla iftihar ediyorum!..



KUR’ÂN ÂYETLERİ

Kur’ân âyetleri, Al-i İmran Suresinde de beyan olunduğu üzere iki türlüdür.

1. Muhakemât (muhkem âyetler) olup manaları (gayet) açık (net ve) meydanda olan âyetlerdirler.

2. Müteşabihât (müteşâbih âyetleridir ki; bunlar, görülen, anlaşılan, meşhur olan (zahiri) manayı vermeyip; meşhur (zahiri) olmayan manası verilen âyetlerdir. Yani, bunların açık ve meşhur olan manalarını vermek, akla ve dine uygun olmazsa; meşhur olmayan manayı vermek yani, te'vil etmek icabeder.

Mesela, Kur’ân-ı Kerim'in "Fetih Suresinde" geçen "Yedullah (ALLAH'IN ELİ)" kelimesine, tefsir alimleri "Allah'ın kudreti, Allah'ın gücü.." gibi manalar vermişlerdir. Yine bunun gibi, "En'am Suresinde" 74. âyet-i celîlede geçen: "İbrahim, babası Azer'e dediği zaman..." ifadesinde yer alan Azer kelimesi, "Ebihi (babası)" kelimesinin atf-ı beyanı olduğu, "Beydavi Tefsirinde" kaydedilmiştir. Bir kimsenin iki ismi olup da birlikte söylendiği vakit; birinin meşhur olmadığı ve ikincisinin ise meşhur olduğu alaşılır ki; bu ikincisine atf-ı beyan denilir.

Bunun için belagat, fesahat ve icaz kaidelerine göre İbrahim aleyhisselâm iki kimseye "baba" demektedir. Birisi kendi öz babası, diğeri ise "baba" diye hitabettiği bir başkasıdır. Âyet-i Kerîme'nin manası: "İbrahim (adı) Azer olan babasına dediği zaman (veya öz babası olmayıp, kendisine "baba" diye hitabettiği Azer'e dediği zaman).." olur. Böyle olmasaydı, Kur’ân-ı Kerim'de "Babası Azer'e dediği zaman" demeyip, "Azer'e dediği zaman" veya "Babasına dediği zaman" demek, yeterli olurdu. Azer, İbrahim aleyhisselâmın kendi öz babası olsaydı, "babası" kelimesi fazla olurdu.

Musa aleyhisselâmın dininin hak olarak (Allah'ın Musa aleyhisselâm vasıtasıyla bildirdiği şekliyle ve değişikliğe, tahrifata uğramaksızın) tatbik edildiği ve yaşandığı seneler içerisinde, Tevrat alimlerinin hepsi, İsa aleyhisselâm ve havarileri ile bunlara tabi olan papazlar, Azer'in İbrahim aleyhisselâmın asıl babası olmayıp; amcası olduğunu söylemişlerdir. Bazı, gerçeklerden habersiz kimselerin ifade ettiği gibi "Taruh" kelimesi "Azer" isminin İbranice karşılığı değildir. Yani, her iki isim aynı adamın değil, ayrı ayrı adamların ismidir.

Kur’ân-ı Mübîn'de "Tevrat ve İncil'e uygun âyetler" vardır. Hindistan'daki İslam alimlerinden Rahmetullah Efendi radiyallahu anhunun, "Beyan-ül Hak" adlı Kitabının Türkçe tercümesinin 30. sahifesinde şöyle bir izahat yer almaktadır: "Nesh, yani Allahu Teâlânın bir şeyi hükümsüz kılması ve değiştirmesi, sadece EMİRLERDE ve YASAKLARDA (HÜKÜMLERDE) olur."

İmam-ı Begavi radiyallahu anhunun "Mealimüttenzil" adını taşıyan "Tefsir"inde de şöyle bir açıklamaya yer veriliyor: "Nesh, KISAS ve HABERLERDE olmaz. FEN BİLGİLERİNDE ve HESAP İLE BULUNAN BİLGİLERDE de olmaz. Nesh, sadece EMİRLERDE ve YASAKLARDA olur."

Nesh, emir ve yasakları değiştirmek demek değildir. Bunların yürürlük zamanlarının bittiğini haber vermek -HÜKÜMSÜZ KILMAK- demektir.

Kur’ân-ı Hakîm, Tevrat'ın ve İncil'in hepsini değil; bir kaç yerini nesh ederek, yürürlükten kaldırmıştır. TABİİ Kİ, BURADA TEVRAT VE İNCİL'DEN KASTIMIZ, ALLAH'TAN GELDİĞİ ASIL ŞEKLİ İLE OLAN TEVRAT VE İNCİL'DİR.



MUHAMMED ALEYHİSSELÂMIN SEÇKİN ÜMMETİ

Ebu Hureyre radiyallahu anhu şöyle haber veriyor: "Allah-u Teâlâ, İsa aleyhisselâma vahyetti ve şöyle buyurdu: "Ey İsa! Gökleri ve yeri yarattığım zaman, Bana ibadet (kulluk) edip de Sen ve Annen hakkında, Benim söylediğimi söyleyenleri (Seni ve Anneni bana eş ve ortak koşmayarak, sizin de Benim birer kulum olduğunuza inananları) Sana komşu ve arkadaş yapacağım. Sana olan iyilik ve ihsanlarımda onları da ortak edeceğimi takdir ettim (buna hükmettim). Yine, gökleri ve yeri yarattığım gün, Seni ve Anneni ilah edinenlerin, Cehennem'in en dibinde azab görmelerini takdir ettim.

"(Ta) gökleri ve yeri yarattığım gün, kulum Muhammed'in elinde dinimi kuvvetlendirmeyi ve O'nunla, peygamberlerin sonunu getirmeyi irade buyurdum. O Mekke'de doğar. Medine'ye hicret eder ve Şam'a sahib olur. O, kaba ve sert değildir. Sokaklarda gürültü etmez. Giyimde, süste, konuşmada yaramaz (iş yapmaz ve yaramaz) söz etmez. Her işinde ve her şeyinde O'na güzel istikamet veririm. Her iyi ahlakı O'na ihsan ederim. İçini takva ile doldururum. Hikmeti O'nun aklı, vefayı O'nun tabiatı, adaleti O'nun sîreti, Hakk'ı O'nun şeriati, İslam'ı O'nun dini ederim. İsmi Ahmed’dir. O'na hidayet ve ilim verir; şanını yüceltirim. O'nun eliyle insanlara HİDAYET veririm, O'nunla duymayan kulakları, perdeli kalpleri açarım. Zararlı (olan) çeşitli düşünce ve istekleri O'nun vasıtasıyla yok ederim.

"Onlar (O'nun ümmeti) ma'rufu emreder ve münkeri de nehy ederler. (O'nun) ismine karşı saygılı, ihlaslı olup; Peygamberlerin getirdiklerini tasdik ederler. Mescidlerinde, meclislerinde, evlerinde, bulundukları ve gittikleri yerlerde onlara TESBİH, TAKDÎS ve TEHLİLler veririm. Rükû ve secde ederler. Benim için namaz kılarlar. Benim uğrumda SAFLAR ve KİTLELER HALİNDE CİHAD EDERLER. Kurbanları, kanlarıdır. İlmin aslı, kalplerinde olur. GECE, Bana ibadette ABİD; GÜNDÜZ (de) Benim için CİHAD ETMEDE ASLANDIRLAR. (Bütün) bunlar, Benim onlara fazilet ve ihsanlarımdır. Bunları, dilediğime veririm. Ben, büyük faziletler, ihsanlar sahibiyim."

Nesai'de nakledilen bir hadis-i şerifte Muhammed Mustafa sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyuruyor:

"Benim müteaddit isimlerim vardır. Ben, Muhammed'im. Ben, Ahmed'im. Ben, Mahi'yim ki, Allah celle celâlühü Benimle küfrü yok eder. Ben, Hâşir'im ki, kıyamet günü insanlar Benim izimde haşrolunacaklardır. Ben, Âkib'im ki, BENDEN SONRA PEYGAMBER YOKTUR."



HATİME

Allah'ın izni, lütuf ve keremi ile sözlerimizin sonuna geldik. Çalışmalarımız esnasında çektiğimiz zahmet, sıkıntı ve eziyetlerle; yorgunluklarımızın ecrini Rabbimizden umuyor ve dünyanın kuruluşundan başlayarak, kıyamete kadar gelecek olan bütün mü'min ve salih kullarının da bu ecirden nasibedar olmalarını Rabbimizden niyaz ediyoruz.

Bu kitapçığın hayırlara ve hidayetlere vesile olması da en halisane temennîmizdir. Vesselâmü alâ menittebe’al Hüdê...

Nihat Özgüven


 
Eline sağlık Şuan okuyamasamda en kısa zamanda inş
 
Geri
Üst