karizma_5
karizmatik
Selam Olsun "Martılara"
Bir gün bir uyandım bu acınası şehirde, baktım ayrılıklar almış başını yürümüş. Her yerde bir ayrılık şiiri, ayrılık masalı, ayrılık romanı… En olmadı içler acısı bir not sıkıştırılmış ayrılık sonrası gönderilen çiçeklere. Şu sarhoşlara sorsanız “Ah ulan sevdiğim” diye başlarlar, cümle bitmeden, muhtemelen acının tesir ettiği en güzel yere dokunmuşsunuzdur ki sızar kalırlar. Hiç dikkat ettiniz mi yarımdır ellerindeki şişeler. Çünkü onların en yakın dostları –şarap-, ihanet etmez; etse etse şu kahrolası hayat eder. Öyle de olmalı; çünkü yorgunlukta bir köşede sızmış kalmış vücutları.
İşte ben ayrılığın bu kadar vurduğu bir kıyıda uyandım bir sabah. Başladım geceden kalma denizyıldızlarını toplamaya… Öyle ya ne kadarını denize geri atarsam kârdır. Dev bir dalga gelip koparana kada,r yine devam ederler kayalarla olan arkadaşlıklarına…
Sonra döndüm sahil kenarında küçük bir çay bahçesine girdim. Sessiz sedasız bir zamanda, aklımı gözlerimin sarılıp bırakmadığı ufuktan alıp önüme koydum. Tek başıma savaşmaya karar verdim; yalnızlığa inat. Başladım şiirler, şarkılar, hikâyeler, romanlar, mektuplar yazmaya… Hepside aşk için, sevgi için.
“Dünyadan sevgiden güzel bir şey var mı?” diye başlardı ilkokuldaki mutluluk konulu kompozisyonlarımız… Sonra devam ederdi, “Annemizi, babamızı, kardeşimizi sevmeliyiz...”.
Biz daha küçücükken bildiklerimizi, büyürken unuttuk. Hâlbuki ağaç yaşken eğilirdi, biz yaşken kuruduk. Sevgi ağaçların can suyudur dediler; inandık içmeye, içirmeye geldik…
Aşk, aşk dediler; evlenmekten, çift olmaktan bahsedip durdular. Ama bir dedenin torununa olan aşkını hiç anlatmadılar. Ya da annemin saçlarımı okşarken hissettiğim o tarifsiz duyguyu. Masallara bile kattılar da biz fark edemedik; güneşin aya, çiçeğin suya olan aşkını…
“Aşk nedir ?” dediler de “Tarifsiz, öyle büyük bir sevgidir ki…” dedik. Öyleyse ne oluyordu gözümüzü bile kırpmadan izlediğimiz bebekler, yeni aldığımız arabanın yerinde olup olmadığını dakika başı kontrol edişlerimiz ya da eski bir dostumuzu gördüğümüz o kısacık anlar… Ve de kiralık aşlarımız… Örneğin doksan dakika kalbimizi çıkarıp meşin bir yuvarlağa koymamız…
Yaaaaa gördün mü ayrılık efendi, işte ben bunları görmeyen kör bir gecenin en sükutlu anında uyandım, daha biraz önce hayallerimin denizinde martılara mektup yazmaktaydım… Şimdi “Aşk var mı?” diye sorduğumda bir onlar “gag”lıyor zaten….
Selam olsun “Martılara”…
alıntıdır
Bir gün bir uyandım bu acınası şehirde, baktım ayrılıklar almış başını yürümüş. Her yerde bir ayrılık şiiri, ayrılık masalı, ayrılık romanı… En olmadı içler acısı bir not sıkıştırılmış ayrılık sonrası gönderilen çiçeklere. Şu sarhoşlara sorsanız “Ah ulan sevdiğim” diye başlarlar, cümle bitmeden, muhtemelen acının tesir ettiği en güzel yere dokunmuşsunuzdur ki sızar kalırlar. Hiç dikkat ettiniz mi yarımdır ellerindeki şişeler. Çünkü onların en yakın dostları –şarap-, ihanet etmez; etse etse şu kahrolası hayat eder. Öyle de olmalı; çünkü yorgunlukta bir köşede sızmış kalmış vücutları.
İşte ben ayrılığın bu kadar vurduğu bir kıyıda uyandım bir sabah. Başladım geceden kalma denizyıldızlarını toplamaya… Öyle ya ne kadarını denize geri atarsam kârdır. Dev bir dalga gelip koparana kada,r yine devam ederler kayalarla olan arkadaşlıklarına…
Sonra döndüm sahil kenarında küçük bir çay bahçesine girdim. Sessiz sedasız bir zamanda, aklımı gözlerimin sarılıp bırakmadığı ufuktan alıp önüme koydum. Tek başıma savaşmaya karar verdim; yalnızlığa inat. Başladım şiirler, şarkılar, hikâyeler, romanlar, mektuplar yazmaya… Hepside aşk için, sevgi için.
“Dünyadan sevgiden güzel bir şey var mı?” diye başlardı ilkokuldaki mutluluk konulu kompozisyonlarımız… Sonra devam ederdi, “Annemizi, babamızı, kardeşimizi sevmeliyiz...”.
Biz daha küçücükken bildiklerimizi, büyürken unuttuk. Hâlbuki ağaç yaşken eğilirdi, biz yaşken kuruduk. Sevgi ağaçların can suyudur dediler; inandık içmeye, içirmeye geldik…
Aşk, aşk dediler; evlenmekten, çift olmaktan bahsedip durdular. Ama bir dedenin torununa olan aşkını hiç anlatmadılar. Ya da annemin saçlarımı okşarken hissettiğim o tarifsiz duyguyu. Masallara bile kattılar da biz fark edemedik; güneşin aya, çiçeğin suya olan aşkını…
“Aşk nedir ?” dediler de “Tarifsiz, öyle büyük bir sevgidir ki…” dedik. Öyleyse ne oluyordu gözümüzü bile kırpmadan izlediğimiz bebekler, yeni aldığımız arabanın yerinde olup olmadığını dakika başı kontrol edişlerimiz ya da eski bir dostumuzu gördüğümüz o kısacık anlar… Ve de kiralık aşlarımız… Örneğin doksan dakika kalbimizi çıkarıp meşin bir yuvarlağa koymamız…
Yaaaaa gördün mü ayrılık efendi, işte ben bunları görmeyen kör bir gecenin en sükutlu anında uyandım, daha biraz önce hayallerimin denizinde martılara mektup yazmaktaydım… Şimdi “Aşk var mı?” diye sorduğumda bir onlar “gag”lıyor zaten….
Selam olsun “Martılara”…
alıntıdır