Sanat ve Sanatçı (Bilimsel Açıklamalar)

CounTRy

Gülen Manyak
Katılım
5 Haz 2006
Mesajlar
10,687
Reaction score
0
Puanları
0
Konum
Bir tarihin doğduğu yer "GÖZTEPE"

Sanat, en genel anlamıyla, yaratıcılığın ve/veya hayalgücünün ifadesi olarak anlaşılır.

Tarih boyunca neyin sanat olarak adlandırılacağına dair fikirler sürekli değişmiş, bu geniş anlama zaman içinde değişik kısıtlamalar getirilip yeni tanımlar yaratılmıştır. Bugün sanat terimi birçok kişi tarafından çok basit ve net gözüken bir kavram gibi kullanılabildiği gibi akademik çevrelerde sanatın ne şekilde tanımlanabileceği, hatta tanımlanabilir olup olmadığı bile hararetli bir tartışma konusudur. Açık olan nokta ise sanatın insanlığın evrensel bir değeri olduğu, kısıtlı veya değişik şekillerde bile olsa her kültürde görüldüğüdür.

Sanat sözcüğü genelde görsel sanatlar anlamında kullanılır. Sözcüğün bugünkü kullanımı, batı kültürünün etkisiyle, ingilizcedeki 'art' sözcüğüne yakın olsa da halk arasında biraz daha geniş anlamda kullanılır. Gerek İngilizce'deki 'art' ('artificial' = yapay), gerek Almanca'daki 'Kunst' ('künstlich' = yapay) gerekse Türkçe'deki Arapça kökenli 'sanat' ('suni' = yapay) sözcükleri içlerinde yapaylığa dair bir anlam barındırır. Sanat, bu geniş anlamından Rönesans zamanında sıyrılmaya başlamış, ancak yakın zamana kadar zanaat ve sanat sözcükleri dönüşümlü olarak kullanılmaya devam etmiştir. Buna ek olarak Sanayi Devrimi sonrasında tasarım ve sanat arasında da bir ayrım doğmuş, 1950 ve 60'larda popüler kültür ve sanat arasında tartışma kaldıran bir üçüncü çizgi çekilmiştir.

Sanatın tanımlanması

Başat Biçim Görüşü

Clive Bell, 1914 yılında Cezanne'dan etkilenerek yazdığı Sanat ('Art') isimli kitabında sanatın başat biçim ('significant form') olduğunu savunmuştur. Bell'e göre her biçim bu klasmana girmez, çünkü önemli olan çizgi, şekil ve renk ilişkilerinin kendi aralarındaki kombinasyonudur. Bu görüş temsilin sanatsal beğeniye etki etmediğini söyler. Sanatı tamamen estetikle bağlantılı olarak tanımlayan bu görüş, 20.yy'da Marcel Duchamp, Andy Warhol, Josef Beuys gibi bildiğimiz anlamda estetik nesneler üretmeyen, görünümden çok kavramlara önem veren sanatçıların eserlerini kapsamadığından, bugün zamanında olduğu kadar etkili değildir.

Sanatın Duyguların Dışavurumu Olduğu Görüşü

R.G. Collingwood, 1938'da basılan Sanatın İlkeleri ('The Principles of Art') isimli kitabında sanatın temel olarak duyguların yaratıcı ifadesi veya dışavurumu olduğunu söylemiştir. Bunun yanında sanat ve zanaat arasında bir ayrım yapmıştır. Buna göre zanaat, malzemenin bir plan doğrultusunda daha önceden tasarlanmış bir son ürüne dönüştürülmesi iken sanatsal aktivite, araçlar ve amaçlar arasında, planlama ve uygulama arasında ayrım yapmayı gerektirmez. Bunun yanında bu görüşe göre, sanat herhangi bir duygunun da dışavurumu değildir. Bu duygu, ifade edildiği ana kadar açıklık kazanmamış olup, ifade edilişi onun keşfedilmesine neden olacak bir duygu olmalıdır. Bu aynı zamanda izleyiciyi de araştırmanın içine alır. Bu teori de sanat olarak kabul edilmeyen bazı aktiviteleri (örneğin bir psikoterapi seanslarını) sanattan ayırt edemediği gibi, sanat olarak kabul edilen bazı eserleri (örneğin Rönesans Döneminde, sanatçının duygularını açığa çıkarmak değil, dinsel duygular uyandırmak amacıyla yapılan resimler) kapsamadığı için, yerini değişik kuram aramalarına bırakmış, hatta tüm bu tanımlama çabalarının başarısız olması sanatın tanımının yapılmaya çalışılmasının ne kadar doğru olduğu tartışmalarını başlatmıştır.

Neo-Wittgenstein'cı Görüş

Morris Weitz'ın 1956'da, Wittgenstein'ın görüşlerinden ve şeylerin özünü bulmaya karşı direncinden yola çıkarak ortaya attığı görüştür. Weitz'a göre Fry ve Bell, Tolstoy, Croce, Collingwood gibi kuramcılar, yaptıkları tanımlarda kendi kişisel sanat görüşlerini ifade etmekten öteye gidememişlerdir. Neo-Wittgenstein'cı görüşü özetlemek gerekirse, sanat açık bir kavramdır ve tanımlanamaz. Ancak bu, Weitz'a göre felsefi açıdan bir sorun yaratmamalıdır, çünkü aile benzerliği yöntemi kullanılarak neyin sanat olup olamayacağı konusunda hükümler getirmek olasıdır.


Kurumsal Sanat Görüşü

Kurumsal sanat kuramı, Weitz'ın Neo-Wittgenstein'cı görüşünü reddederek sanatın tanımlanabileceğini ileri sürer.Bu fikir George Dickie tarafından ilk olarak 1973'te ortaya atılmıştır.

Dickie’nin ilk tanımı, Arthur Danto'nun da sanat dünyası fikirlerinden etkilenerek aşağıdaki şekilde oluşturulmuştur:

Sanat eseri:

Bilinçli olarak insan elinden veya fikrinden çıkmadır.

Belli bir sosyal kurum (sanat dünyası) adına hareket eden kişi veya kişiler tarafından, bazı kısımları hakkında fikir birliğine varılmış olunmalı, beğeni kazanmaya aday olmalıdır.

Sanatın özellikleri

Bu özellikler sanat hakkında bir fikir verse de, kavramı bütünüyle kapsamadığı gibi kavramı oluşturan gerekli koşullar da değildir:

* Hem sanatçı hem izleyici için yaratıcı algılama gerektirmesi,
* İçerdiği fikirlerin akla kolay gelir türden olmaması,
* Birçok farklı katmanda algılanabilme özelliği olması ve değişik yorumlara açık olması,
* Bir beceri izlenimi vermesi,
* Kendini bilinç ve bilinçaltı arasında veya gerçek ve yanılsama arasında bir oyun olarak göstermesi,
* İçinde işlevsel amaç dışında bir fikir barındırması,
* Sanat olarak tecrübe edilmesi amaç edinilerek yaratılmış olması.


Yedi özgür sanat

Yedi özgür sanat (Septem artes liberates), antikçağ okul ve eğitim dünyasında öğretilen çeşitli bilim ve sanat alanlarını belirtir. Daha sonra ortaçağ felsefesinde de Skolastik okullarda öğretilen bölümler olmuştur bunlar. Bahsedilen yedi özgür sanat ve bilim alanları şunlardır:

* İlk olarak Trivium denilen Üçlü Grup, yani;

* Gramer
* Diyalektik
* Retorik gelmektedir.

* İkinci olarak da Quadrium denilen Dörtlü Grup gelmektedir.Bunlar da,

* Aritmetik
* Geometri
* Müzik
* Astronomi'den meydana gelmektedir.

Bu sanat ve bilim dalları sözkonusu dönem içinde özgür insana yakışmadığı ya da uygun olmadığı düşünülen el zanaatlarından kesin bir şekilde ayrştırılır ve onların karşısına konulur. Bunların öğretilmesini amaçlayan okullar, düşünce tarihinde etkili olan akımlara ve düşünsel gelişmelere etki etmişlerdir.


Şimdi sizlere soruyorum.. Neden sadece okuyucuları sanatçı olarak kabul ediyoruz...

Ve neden haketmeyen herkese "SANATÇI" diyoruz...


Kaynak: Tr.Wikipedia.Org
 
Açıkçası işi fazla abartmanın manası yok...İçinizdeki duyguları güzel bir şekilde dışarıya vurabiliyorsanız sanat konusunda birşeylere sahipsiniz demektir..Bu konuda süper olamaya gerek olmadığı gibi süperi aramanın da manası yoktur..Elinde olanı kadarı kafi..

Paylaşım için saolasın dostum..
 
ama hajı tv izlerken sanatçı diolar neidüğü belirsiz kişilere.. yazık yahu diğer üstadlara yazık.. onların bunca vermiş oldukları emeğe yazık... onların zamanında popüler kültür yok oldğu halde bu hale geldiler.. şimdi nasıl peki.. nasıl bir çelişki bu...
 
saulhudson' Alıntı:
ama hajı tv izlerken sanatçı diolar neidüğü belirsiz kişilere.. yazık yahu diğer üstadlara yazık.. onların bunca vermiş oldukları emeğe yazık... onların zamanında popüler kültür yok oldğu halde bu hale geldiler.. şimdi nasıl peki.. nasıl bir çelişki bu...

o yönden haklısın..ben sanatı abartıp herşeyin sanatla iç içe olmasını sananlara bir iki laf etmek istedim..;)

Açıkçası dünyada sanat adına büyük bir yozlaşma ve körelme mevcut..Bir çok insan geri zekalı denebilecek seviyeden daha geri..Sebebi bu tür yoz gelişimleri magazin ve yayın organlarının canak tutmasıyla güzel bir işmiş gibi gösteren insanlar...Üzülmemek elde değil..
 
aşşağı yuları aynı fikirdeyiz.. en azından benim gibi düşünen biri olduğuna sevindim...
 
Geri
Üst