Cemil İpekçi [Sabatay'ın öz torunu]
Cemil İpekçi'yi tanımayan yoktur. Türkiye'de olduğu kadar uluslararası tasarım dünyasının tanınmış kişilerinden birisi olan Cemil İpekçi işte bu Sabatay Sevi'nin öz be öz torunu. Sevi'nin de dedeleri olan İpekçi'nin ataları 1480'de Endülüs'ten gelip önce Venedik'e, oradan Kayseri'ye, daha sonraki yıllarda da İzmir'e yerleşmiş bir aile. Sabatay Sevi Osmanlı'ya gelirken onun diğer erkek kardeşi de İskoçya'ya gider. İki ailenin irtibatı İpekçi'ye göre kalmamıştır artık. Sabatay Sevi'nin yukarıda bahsettiğimiz Mesihlik iddiasında bulunması ve padişahın huzurunda kendisinden, bu iddiasını ispatlayacak bir mucize göstermesi istenmesi karşısında, bunun olmayacağını anlayınca Müslümanlığı kabul ettiğini açıklaması sonrasında da Selanik'e zorunlu olarak yerleşir İpekçi'nin dedeleri.
"Sabatay Sevi benim soyum, kimseyi ilgilendirmez"
Cemil İpekçi Sabatay Sevi'nin dört çocuğundan biri olan Osman'ın soyundan geliyor. İpekçi'nin anlattığına göre diğer kardeşlerin soyundan gelenler arasında ise bugünün tanınmış aileleri bulunuyor: Dilber, Germen, Bezmen, Tokay ve Atabek'ler. Cemil İpekçi'nin dedeleri daha çok ticaretle meşgul olmuş Osmanlı'da. Son dönemde ise kumaş işine girmiş aile. İpekçi soyadı da zaten buradan geliyor. İpekçi'nin üvey büyükbabasının (onun asıl büyükbaba ve büyükannesi Tokay ailesi) babası Kani İpekçi, Karaköy'de bir manifatura dükkanı açarak ticarete atılır. Cemil İpekçi, Sabatay Sevi'den bugüne kadar bütün aile fertlerinin ne iş yaptığına, nerede oturduğuna dair bilgileri elinde bulunduruyor. Aileyi konu alan bir kitap hazırlığı sürdüğü için bilgileri bize vermeyen İpekçi, kitabın kış sonuna kadar çıkacağını söylemekle yetiniyor.
Babası evlatlık veriliyor
İpekçi'nin asıl dedesi Mahir Tokay. Mahir Bey, sarayın doktorluğunun yanında Güzel Sanatlar Akademisi'nin kuruluşunda görev almış ve anatomi dersleri de vermiş birisidir. Tokay, aynı zamanda Selaniklilerin de doktorudur. İpekçi'nin babası doktor Nejat Bey ise, Mahir Tokay ile Ganimet Hanım'ın dördü kız beş çoçuğunden en büyüğü olarak doğar (Diğerleri Sabahat, Melahat, Vildan, Rezan). Cemil İpekçi'nin asıl büyükannesi Ganimet Hanım, kardeşi Şevkat İpekçi'nin hiç çocuğu olmadığı için en büyük oğlu Nejat'ı doğar doğmaz kızkardeşine evlatlık verir. Daha sonra kendisine 'evladımı kaybederek sevgimin bedelini çok ağır ödedim' dedirtecek bu olay sonucunda Ganimet Hanım'ın torunları olan Şevkat, Cemil ve Kenan da bir türlü öz babaanne sevgisi ile sevemezler onu: "Bayramlarda öpemezdim onu, yabancı gibi gelirdi bana. Çok üzüldüğünü yıllar sonra anladım". İşte bu aileye evlatlık verildiği için Cemil Bey'in soyadı da İpekçi olarak kalır yıllar boyunca. (Cemil Bey, yeni yeni Tokay soyadını kullanmaya başlıyor. Tokay, soyadı kanunu çıktığı zaman babası tarafından alınmış. Babası Nejat Bey, en sevdiği şarap markası olan Tokay'ı soyad olarak tercih etmiş.) Bu nedenle küçük Cemil, dedesi olarak kendi adını aldığı Cemil Bey'i, büyükannesi olarak da Şevkat Hanım'ı bilir. Dede Cemil İpekçi, Türkiye'de ilk sinema salonu kuran ve işleten birisidir. Fitaş, Yeni Melek, şimdiki Emek gibi sinema salonları ile ilk kurulan film stüdyosu İpek Film'in işleticisi olan dede Cemil İpekçi 1970'de iflas edince aile bu alandan çekilir. Dede Cemil İpekçi'nin annesi ile Işık Lisesi'nin kurucusu Fevziye Hanım ve Abdi İpekçi'nin anneleri aynı aileye mensup ve kardeştir. Geçmişte hep aile içi evlilik olduğu için aileler içiçe geçmiş neredeyse.
Anne tarafı Bektaşi
Cemil İpekçi'nin babası Nejat Bey, Sabatay'ın torunlarında sıkı olan bu aile içi evlenme geleneğini aşmayı başarır ki akrabası ile evlenmez. Nejat İpekçi ilk evliliğini Sahire Hanım'la yapar. Bu evliliklerinden Şevkat (1944), Cemil (1948) ve Kenan (1951) doğar. Daha sonra bir evlilik daha yapar ama çocuğu olmaz. Eşi Sahire Hanım da oldukça köklü bir aileden gelmektedir. Sahire Hanım'ın annesi, yani Cemil İpekçi'nin anneannesi Müesser Hanım, meşhur Karaköy Börekçisi Hasan Bey'in (Halk arasında yağma Hasan'ın Böreği diye bilinen tabirin sahibi) kızıdır. Hasan Bey, Safranbolulu ama Karakeçili Aşireti'ne mensuptur. İpekçi'nin anne tarafından dedesi Ekrem Sanvar ise Osmanlı zamanında Abdülhalim Efendi'nin yaverliğini yapmış, daha sonra cumhuriyet döneminde Macaristan ve Paris'e kültür ataşesi olmuş, ardından da İstanbul Emniyet Müdürlüğü vazifesinde bulunmuş biridir. Aile bunun dışında da birçok emniyet mensubu çıkarır. Türkiye'nin ilk kadın emniyet müdürü İpekçi'nin yengesi Feriha ile dayısı Adnan Sanerk ailedeki diğer eski emniyet mensuplarıdır. Şimdiki nesilden ise dayısının kızı Nurdan Canca (Yalova Emniyet Müdürü) ile kocası Nadık emniyette görevlerini sürdüyor.
Anne tarafından Bektaşi olan İpekçi'nin anneannesi Müesser Hanım'ın büyükdedesi Bektaşi dedelerinden İstanbul Emirgan'da tekkesi bulunan Nafi Baba'dır. İpekçi'nin dedesi Ekrem Sanvar'ın babası ise Kuleli'nin coğrafya hocalarından Remzi Bey'dir. Onun da ailesi İstanbul alındığında surların içinde yaşayan Bizanslı bir ailedir. Ekrem Bey'in annesi Makbule Hanım'ın babası ise sarayın müneccimbaşısıdır. Görüldüğü gibi Cemil İpekçi'nin anne ve baba tarafı da saraya yakın bir hayat sürmüştür. Ama özellikle anne tarafının sarayla daha bir içli dışlı olması onlarda bir saraylılık izi bırakır sanki: "Anne tarafım müthiş mağrurdular. Dayılarımın, hayatlarında hiç rica ettiklerini duymadım. Paraları kalmış kalmamış, hanedan bitmiş bitmemiş umurlarında değil. Leyla Teyze (Ünlü soprano Leyla Gencer) ile konuşurken başı yukarıda, havaya doğru dururdu." Sizlerin de kafası karıştı biliyorum. İpekçi'nin anne ve baba tarafı o kadar kadar grift ki tarihin sayfalarında bir an kayboldum sandım. Sabatay Sevi'den tutun da Bektaşiliğe, Bizans'a kadar özellikle anne tarafı çok milliyetli olan İpekçi, 'Ben hakiki Osmanlı'yım' diyerek işin içinden çıkıyor. Benim de aklıma Osmanlı deyince böyle bir mozaik geliyor zaten. Endülüsten gelen Yahudiler'e bildiğiniz gibi Osmanlı kucak açmış ve dini bir baskı kurmadan kültürlerini sürdürebilme imkanı sağlamıştı. İpekçi'nin bu yüzden Osmanlı'ya bakış açısı, birçok aydınınkinden farklı. Belki anne tarafının saraylı olmasının da bunda etkisi vardır: "Biz Osmanlı'yız kardeşim. Bunu kabul etmediğimiz sürece bir adım ilerlememize imkan ve ihtimal yok. Bir defa Osmanlı'yı yabancı da olsam severdim. Ama liseyi bitirene kadar sevmememiz öğretildi, lise sona kadar Fatih, Yavuz aman muhteşem savaşlar yaptı, Malazgirt Savaşı muhteşem... Son iki seneye geldik... Memleketi sattılar diye veryansın ediyoruz. 700 yıllık Osmanlı döneminde tabii ki iyi padişahlar da kötü padişahlar da vardır. Memleketi kötü idare etmiş diye onları atarsak o zaman cumhuriyet dönemini hiç almamamız lazım. Geçmişi olmadan insan var olamaz. Amerikalılar olmayan geçmişleriyle ayakta kalabilmek için bir geçmiş ortaya koymaya çalıştılar. Osmanlı yasaklar koymamış, hiç bir toplumu dininden vazgeçirmemiş. Osmanlı Sırpları kılıçtan geçirseydi bugün Bosna sorunu yoktu."
Ailemde namaz kılan hiç görmedim
'300-500 defa sure okurum'
İpekçi aslında beş-yedi yaşlarında iken balet olmak ister. Ancak babası izin vermeyince içinde bir ukde kalır. Yine çok iyi piyano çalabilen İpekçi'nin, oryantal dansör olmak da bir diğer tutkusudur: "Mesela bir Mısır tapınağında oryantal dansör olup saatlerce halhallar bileğimde o tamburların sesiyle dönmek isterdim." Dans ederek ibadet edebileceğini düşünür İpekçi. Hatta oturup hayal kurmak bile ona göre bir ibadettir: "Duanın sadece surelerle olmadığını, bir şeyi severken, öperken Allah'a doğru çekildiğimi hissederim. Veya burada oturup hayal kurmanın bile dua olduğunu düşünürüm."
İpekçi, Bektaşi bir anne ile Selanik kökenli bir babanın çocuğu olarak böyle bir kültür ortamında yetiştiğinden olacak İslam'ın uygulamalarına farklı bakar. İbadette şekil kabul etmez. Beş vakit namaz kılmakla Allah'ın mutlu edilemeyeceğini düşünür. İbadet yaparak Allah'ı değil kendimizi mutlu edeceğimizi söylediğimde de "Kendi mutluluğumuz için ise o zaman Allah'ı karıştırmayalım bu işe" demekle yetinir. Çevirenin kendi hislerini de kattığını düşündüğü için tercüme veya tefsirlere kaynak gözüyle bakmaz. Küçüklüğünde babası ona Arapça öğretmek ister ama o öğrenmez: "Arapça öğrenmemekle çok büyük hata ettim. Babam çok öğretmek istemişti. Kur'an'ı çok okuduğum ve böyle ayetleri sevdiğim için hep öğrenmem gerektiğini savunmuştu. Fakat çocuk tembelliği işte." Bunun için Kur'an'ı Türkçesinden okur. Bolca dualar eder, nazara fazlaca inanır: "Normal sureleri çok okuduğumu biliyorum. Hele Felak, Ayet'el-Kürsi ve Nas surelerini günde üçyüz-beşyüz defa okurum herhalde".
İpekçi'nin tasarımcı olmasını istemeyen babası Nejat Bey, onun iktisat okumasından yanadır. İlk öğrenimine 1955 yılında Işık Lisesi'nde leyli olarak başlayan İpekçi sonra Şişli Koleji'ne geçer. Dokuzuncu sınıfta iken disiplini sevmeyen yanı depreştiği ve okumak istemediği için bir yılda onikiye yakın okul değiştirir. Sonunda Tarhan Koleji'ni bitirir. İpekçi, babasının isteği doğrultusunda yurtdışına uzak bir akrabasının yanına gider iktisat okuması şartıyla. Daha doğrusu babası onu iktisat okusun diye yurtdışına gönderir ama...: "Babam beni bir-iki sene iktisat okuyor zannetti. Ben Belçika Kraliyet Akademisi'ne (Royal Academy of Art) girmiştim bile." Başta izin vermeyen babası daha sonraki yıllarda onun tasarımcı olmasından memnun olacaktır.
Zaman azalıyor
1993 yılında, hayatta en çok değer verdiği varlığı annesini kaybeder. Hayatının en ciddi şokunu yaşar. O ana kadar parasını idaresinden tutun da karşılaştığı maddi-manevi sıkıntılara karşı hep annesinin yardımıyla göğüs geren İpekçi, bu zamana kadar aklına bile gelmeyen, kendisi için olmadığını düşündüğü ölümü hatırlar-tanır: "Ölümle tanışınca insan korkuyor. Vaktinizin azaldığını hissetmeye ve vaktin çok kıymetli olduğunu düşünmeye başlıyorsunuz. Bir sürü küçük aptallıkları artık yapmaman gerektiğine inanıyorsun." Bir de Zeki Müren'in ölümü onu böyle etkilemiştir. Bodrum'a gitme fikri de böyle bir dönemden sonra belirir kafasında zaten. Geçen aylarda 51 yaşını kutlayan Cemil İpekçi, 50 yaşından sonra insanların tekrar çocukluğa döndüğünü düşünür. Kendini yeni doğmuş gibi hisseden İpekçi, 51 değil 1 yaşındadır, hayata ilk başladığı korkuları ile birlikte: "Korkuyorum. Korkularım başladı çocukluktaki gibi. Aşık olmaktan, işten korkuyorum. Liseyi ve üniversiteyi bitirdiğimde de böyle heyecanlarım vardı. Tekrar aynı şeyleri hisediyorum." Bu yeniden doğuşun ilkinden bir farkı vardır. İpekçi, bundan sonraki yaşamının çok kalabalık ve profesyonel oyuncularla oynanacak bir oyun olmadığını düşünmektedir.
İşte size Cemil'in ağzından bugüne kadar hiç anlatılmayan, açıklanmayan en detaylı, Sabatay Sevi'nin torunu Cemil İpekçi'nin hikayesi.
İsmail Cem İpekçi ve Abdi İpekçi aynı soydan gelmektedir....