demilles
New member
Gitmişsin, ağzına doladığın ihaneti tatmaya. Ölümle sevişmişsin bir gece, sadece o doyurabilirmiş kalbindeki öfkeli açlığı… Gitmişsin, ölümün koynunda yeni yuvana… toprağa.
Oturdu mezar taşının karşısına.
Ne kadar da güzeldi…
İçinde yaşadığı ihtişamlı ve soğuk binaların yanında mezar taşı o kadar ufak ve sıcak geldi ki. Bir an tereddüde düştü, “yuva” nerdeydi? Pahalı tahta ve tekstil parçalarının kapladığı evinde mi, yoksa burada kara toprağın altında, mezar taşının yanında mı?
Yuva… evet ordaydı. Karşısındaydı gerçek yuva. Toprağın sarıp sarmaladığı beden… İçine çekerdi toprak, toprak yapardı misafiri olanı. Sıcacık kollarıyla sarardı önce soğuk ölüm kokan bedeni, sonra okşardı yavaşça… sonu olmayan bir misafirlikti bu, zamanla toprağa dönüşen bedenin, yuvası olurdu toprak. Yuva, belki de en sıcağı.
Eminim mutluydun, benden daha mutluydun. Ah nasıl da kıskanıyorum seni… Ben senin hayaletinle cebelleşirken lanet olası her gün, sen toprakla oynaşıyor, zamanın nasıl sana değemediğini görüp keyifleniyorsun. Oysa ben! Oysa ben yaşlanıyorum, ve zaman acımasızca akıp gitmekle kalmıyor, her geçen saniye seni diriltip getiriyordu bana. Geçmişin o pembe anılarını bir bir batırıyordu gözüme, öyle ki kör oldum, artık sadece geçmişte yaşıyorum.
Öyle bir geçmiş ki, yegane parçası olan sen yoksun! Absürd bir neden seçmişsin yaşamak için, ve aynı saçma nedenden tüm dünyayı yakmış, ardına bakmadan kül olmuşsun kendi yarattığın alevlerin içinde. Gitmişsin, ağzına doladığın ihaneti tatmaya. Ölümle sevişmişsin bir gece, sadece o doyurabilirmiş kalbindeki öfkeli açlığı… Gitmişsin, ölümün koynunda yeni yuvana… toprağa.
Sanır mısın bırakırım seni! Bu kadar kolay mı bu yükü yükleyip de kaçmak! Sanır mısın huzuru bulabilirim sen hançerini unutmuşken kalbimde… İhanetse benden alasını yaptın, sanır mısın bırakırım peşini? Sadece üzülmemen için atarken kendimi hüznümün, bitmişliğimin girdabına, nasıl da bir hançer sen vurup kaçarsın bana? Sanır mısın bırakırım seni!
Boğuk ama güçlü ses yankılanırken küçük mezarlıkta, kim duyabilirdi ki bir hayaletin çığlıklarını, ve bir kalbin kahkahasını… Bir mektup parçasıydı neden, şimdi kızıl kanlara bulanmış, hafifçe düştü kızın elinden… “Ben yaşamak için bir neden olamam, ancak ölümün ve karanlığın habercisi olabilirim” diye yazıyordu beceriksiz bir el yazısı, yorgun bir genç kızın kalbinden dökülen kelimeleri…
Oturdu mezar taşının karşısına.
Ne kadar da güzeldi…
İçinde yaşadığı ihtişamlı ve soğuk binaların yanında mezar taşı o kadar ufak ve sıcak geldi ki. Bir an tereddüde düştü, “yuva” nerdeydi? Pahalı tahta ve tekstil parçalarının kapladığı evinde mi, yoksa burada kara toprağın altında, mezar taşının yanında mı?
Yuva… evet ordaydı. Karşısındaydı gerçek yuva. Toprağın sarıp sarmaladığı beden… İçine çekerdi toprak, toprak yapardı misafiri olanı. Sıcacık kollarıyla sarardı önce soğuk ölüm kokan bedeni, sonra okşardı yavaşça… sonu olmayan bir misafirlikti bu, zamanla toprağa dönüşen bedenin, yuvası olurdu toprak. Yuva, belki de en sıcağı.
Eminim mutluydun, benden daha mutluydun. Ah nasıl da kıskanıyorum seni… Ben senin hayaletinle cebelleşirken lanet olası her gün, sen toprakla oynaşıyor, zamanın nasıl sana değemediğini görüp keyifleniyorsun. Oysa ben! Oysa ben yaşlanıyorum, ve zaman acımasızca akıp gitmekle kalmıyor, her geçen saniye seni diriltip getiriyordu bana. Geçmişin o pembe anılarını bir bir batırıyordu gözüme, öyle ki kör oldum, artık sadece geçmişte yaşıyorum.
Öyle bir geçmiş ki, yegane parçası olan sen yoksun! Absürd bir neden seçmişsin yaşamak için, ve aynı saçma nedenden tüm dünyayı yakmış, ardına bakmadan kül olmuşsun kendi yarattığın alevlerin içinde. Gitmişsin, ağzına doladığın ihaneti tatmaya. Ölümle sevişmişsin bir gece, sadece o doyurabilirmiş kalbindeki öfkeli açlığı… Gitmişsin, ölümün koynunda yeni yuvana… toprağa.
Sanır mısın bırakırım seni! Bu kadar kolay mı bu yükü yükleyip de kaçmak! Sanır mısın huzuru bulabilirim sen hançerini unutmuşken kalbimde… İhanetse benden alasını yaptın, sanır mısın bırakırım peşini? Sadece üzülmemen için atarken kendimi hüznümün, bitmişliğimin girdabına, nasıl da bir hançer sen vurup kaçarsın bana? Sanır mısın bırakırım seni!
Boğuk ama güçlü ses yankılanırken küçük mezarlıkta, kim duyabilirdi ki bir hayaletin çığlıklarını, ve bir kalbin kahkahasını… Bir mektup parçasıydı neden, şimdi kızıl kanlara bulanmış, hafifçe düştü kızın elinden… “Ben yaşamak için bir neden olamam, ancak ölümün ve karanlığın habercisi olabilirim” diye yazıyordu beceriksiz bir el yazısı, yorgun bir genç kızın kalbinden dökülen kelimeleri…