Saddam'ın ölümü !!!

Saddam'ın ölümü
Ölüme götürülürken, adımlarında küçük bir tereddüt, hafif bir sendeleme ya da gözlerinde bir korku var mıydı Saddam'ın? Ben göremedim. İdam sehpasına doğru ilerlerken, yenik ordusunu teftişe çıkmış bir askeri andırıyordu.



Şaşılası bir sakinlikle, gözlerini kapatmak için hazırlanan siyah bandın boynuna sarılmasını istedi, aynı sakinlikle yağlı urganın boynuna geçirilmesine müsaade etti. Saddam'ın kendi ölümünü karşılama biçimi kimilerine kahramanca görünebilir. Nitekim ailesi, devrik liderin idam anındaki tavrını 'cesur ve kahramanca' diye niteledi. Muhtemelen eski ve yeni taraftarları arasında da aynı görüşü paylaşanlar olacak. Bana öyle görünmedi. Ekrana yansıyan, ölüme inanmayan, ölümün insandaki anlamına aşina olmayan bir adamın tavrıydı sanki. Bilemeyiz, belki de bazılarına kahramanlık, cesaret gibi görünen o tavır psikolojinin, duyguların donması dediği haldir.

Eğer öyleyse bile Saddam Hüseyin'in duygularının, yakalandığı, yargılandığı ve ölüme götürüldüğü süreçte değil, çok daha önce donmuş olduğunu söylemek yanlış olmaz. İzlediğimiz idam görüntüleri, Saddam'ı bir diktatör yapan ruh halinin son perdesiydi çünkü. İnsana, hayata ve dahi ölüme inanmayan o ruhun, başka öncelikleri olduğunu bu son sahnede hepimiz gördük.

Kibir ve her durumda iktidarda olmak isteğiydi onun öncelikleri. Saddam Hüseyin'in kendisini her şeyin üzerinde yarı Tanrısal bir göz olarak gördüğünü, en azından bir Nabukadnezar olarak tahayyül ettiğini söylemek abartılı olmaz. İnsana ait olan korkunun, tereddüdün, pişmanlığın, acının gölgesi, ölüm anında dahi yüzünden geçmeyen Saddam'ın ölümle kurduğu ilişki, onun iktidarı döneminde yaptıklarını açıklıyor aslında.

Ölüm karşısındaki sakin tavrı

Bir Saddam portresi çıkarılacaksa, her şeyden önce, onun ölüm karşısındaki bu duygusuzluğundan çıkarılmalı diye düşünüyorum. Halepçe'de binlerce insanı gözünü kırpmadan zehirlemesi aynı donukluk ve kararlılığın neticesiydi. Ezeli düşman bildiği Farslarla hesaplaşmasını kendi ülkesindeki Şii Araplara yaptığı etnik temizlikle sınırlı tutmayıp, komşusu İran'la yıllarca sürecek bir savaşı başlatması, ölmeden önce söylediği son sözlerden birinin 'Fars koalisyonuna güvenmeyin' olması hırs ve öfkesinin sınırlarını gösteriyor. Muhtemelen Arap-Fars ya da Sünni-Şii ihtilafında kendine tarihsel bir misyon biçiyordu Saddam. Tıpkı Farslarla savaşırken destek gördüğü Amerika'yla ilişkileri bozulduktan sonra, kendisini Batı'ya, haçlılara karşı savaşan Selahaddin olarak görmesi gibi. Onun Şiilere, Kürtlere karşı herkesçe bilinen zalimliğinin, acımasızlığının bir mezhebe bağlılıkla açıklanamayacak kadar sert ve sarsıcı olduğunu biliyoruz. Sadece Şiilere karşı değil Sünni Kürtlere karşı da son derece acımasızdı Saddam. Kim bilir belki de İslam öncesine uzanan arkaik figürlerden, hatta arkaik öfkeden besleniyordu bu acımasızlık onun kafasında. Kadim dünyanın cennetinde, Babil'de oturuyordu çünkü. Boşuna mı ordusundaki bir birime 'Nabukadnezar', bir diğerine Hammurabi tümeni adını verdi. Saddam'ın dinî inançları konusunda da çeşitli söylentiler vardı zamanında. Ancak ölmeden önce getirdiği kelime-i şahadetten inançlı biri olduğunu anlıyoruz; ama ne kadar dindardı bilemeyiz. Yarım kalan ikinci kelime-i şahadeti bu nedenle ölümünü daha da trajik kıldı.

Tabii bunları düşünmeme sebep olan idam görüntüleri henüz ortada yokken, idam cezasına karşı çıkan herkes gibi ölüm anını izlemeye tahammül edemeyeceğimi düşünüyordum. Böyle düşünmemin tek sebebi insan hayatına son vermenin ahlaki yanlışlığı değildi. Söz konusu bir diktatör, bir zalim de olsa o insanın hayatına insan eliyle son vermeye, üstelik bunu izlettirmeye kimsenin hakkı olmamalı diye düşünüyorum.

Saddam'a haksızlık etmemek için...

Ama bir yandan da olur da idam gerçekleşirse Saddam'ın ölümünün tam aksine bir etki yaratmasından Irak adına ümitliydim. Tüm dünyanın Irak'ta olanlar karşısında nefretle dolduğu bir dönemde Saddam'ın ölüm anında vereceği en küçük bir insani refleks, onu seven, sevmeyen herkeste belki bir merhamet ve vicdan etkisi yaratabilirdi. Ve bu tepkiler, artık akılla açıklanmayan cinnetin sınırındaki Irak'ın geleceğini belirlemede olumlu bir katkı yapabilirdi. Ama öyle olmadı. Tıpkı idam kararı gibi idam görüntüleri de aceleyle ekranlarımızda belirdi. Televizyonu kapatıp kapatmamakta tereddüt ederek göz ucuyla bakarken, garip bir biçimde izlenebilir olduğunu fark ettim.

Doğru anlaşılsın Saddam'ın bir asker olduğunu hiç unutmadan söylüyorum bunları. Ona haksızlık etmemek için bir yandan da siyaset hayatı ölümle neticelenen isimleri düşünüyorum. Hangi birinde ölüm, izleyenleri altüst eden, sarsan bir gölge ile belirmiyor yüzlerinde. Ölüm anını belgeleyen fotoğraflarda dahi etkisi duyulur o insani gölgenin. Tereddüdün, o asil tereddüdün. Bırakın siyasetçileri, toplum önderlerini, sıradan bir caninin ölüm anı dahi dayanılmaz değil midir? Ama Saddam'ın ölümünde başka bir şey vardı. Saddam'ın ölümünü izlenilir kılan onun ölüme inanmamasıydı. Ölümün bizdeki anlamı belli ki onda yoktu. Yaptığı onca katliamının sırrı onun ölümle kurduğu bu ilişkide gizli. Ölüme biraz olsun inansaydı katliamlarının sayısı belki daha az olurdu. Yaptığı katliamların en büyüğü Halepçe'den kalan fotoğraf belleklerimizde tazeliğini korurken, Saddam'ın verdiği son fotoğraf daha da anlam kazanıyor. Tuhaf bir biçimde iki fotoğrafta benzer bir yan var. Saddam'ın idam sehpasından indirildikten sonra, boynunda ve yanağında çürümüş kan lekeleriyle beyaz bir kumaşa sarılıp yüzükoyun yatırıldığı o fotoğraftan söz ediyorum. Bu son fotoğrafta duyguları donmuş bir diktatör değil bir insan var. Onu bir zalim yapan bilinci ve kibri uzaklaştığı, uykunun masumiyeti varlığına galip geldiği için belki de. Bilemiyorum tüm bunları bana düşündürten belki de, Saddam'ın beyaz kumaşa sarılı yüzükoyun uyuyan hali ile Halepçe'de bebeğini korumaya çalışırken ölen adamın hali arasındaki benzerlikti. Saddam'ın insani bir görüntü vermesi için ne yazık ki ölmesi gerekti. Benim aklımda, ağzında kan lekesiyle beyaz örtüye sarılı, uyuyor gibi durduğu o fotoğrafı kalacak. Umarım gittiği yerde de öyle karşılanır.
 

HTML

Üst